2015 Perspektifleri – V.U. Arslan
Son yıllar Türkiye ve dünyada önemli çalkantılarla geçti. Türkiye’de toplumsal muhalefet için bir milat olan Gezi halen herkesin ağzında. Gezi, belki tarihe geçti, ama yakın gelecekte Gezi dinamiği kendisini tekrardan gösterebilir mi? Egemen sınıf içi mücadele de son olarak Gülen Cemaati’ne yapılan operasyonlarla halen sürüyor. 2015 Türkiye için yine çok kritik bir seçim yılı olacak. Bu seçim süreci ve sonuçları yıla damgasını vuracaktır. RTE’nin başkanlık sistemine yol açabilmesi için referandumu elde etmesi gerekiyor.
2014’ü önceleyen birkaç senede hem Türkiye’de, hem dünyada kapitalist krizin ve buna paralel gelişen sınıf mücadelelerinin yükselişine hatta Türkiye’nin de aralarında olduğu bazı ülkelerde sosyal patlamalara ve ayaklanmalara tanık olmuştuk. Tabi ki her ülkenin kendine göre bir gelişim seyri olur. Ama 2014 yılı genel olarak kitle hareketinin kendi sınırlarını ve eksikliklerini gördüğü bir yıl oldu. Özellikle Mısır ve Tunus’taki ayaklanmalar, sosyalist perspektifin yaygınlaşamaması yüzünden, enerjisini ve atılımını Müslüman Kardeşler ve eski elitler arasındaki mücadelede yitirdi. 2014 yılı Türkiye’de Gezi atılımının da belirli bir tıkanmaya uğradığı yıl oldu.
Latin Amerika’da ulusalcı reformist iktidarlarla devrimciler arasındaki çelişkide iktidarlar fazlasıyla ağır bastı. Krizdeki güney Avrupa ülkelerinde ise sınıf hareketi sendikal bürokrasinin ve düzen yanlısı sol partilerin oluşturduğu dalga kıranı aşamadı. Diğer taraftan 2015’te kapitalist kriz ve emperyalist çelişkiler, yumuşamak şöyle dursun daha da şiddetleneceğinden sınıf hareketi de geçmişin dersleri ve birikimleri üzerinden ilerlemeyi deneyecek. Bu çerçevede siyasal olgunlaşmanın gerçekleşmesi, yani düzeni aşmayı hedefleyen devrimci perspektifin hareket içerisinde güçlenmesi şart. Latin Amerika ve bilhassa da Arjantin, 2015 yılında dünya sınıf hareketinin öncü merkezi olacaktır. Bunun dışında Avrupa kıtasında da sınıf hareketinin güçlenmesi kaçınılmaz gözüküyor. Özellikle Yunanistan’daki gelişmeler yine merkezi bir role sahip olacaktır. İki kritik ülke Yunanistan ve Arjantin, 2015’te bir hayli önemli seçimlere ev sahipliği yapacaklar. Peki 2015’e dair beklentilerimiz nasıl olmalı.
Gezi Dinamiği: Gezi’nin ne kadar önemli olduğunu, yeni kuşağı harekete geçirdiğini vb çok yazdık, çizdik. Bu yüzden övgü faslını kesip hareketteki tıkanmanın 2015’e nasıl etki yapacağını düşünmek gerekir, tabi ki bu tıkanıklığı aşmanın yollarını da yeni arayışları da gündeme alarak. Gezi, bir protesto hareketi olarak yoğun devlet terörü neticesinde geri çekildiğinde ortadaki en büyük handikap siyasal bir ifadenin ortaya çıkamamasıydı. Yani Gezi iktidarı değiştiremediği gibi muhalefeti de değiştiremedi. Kitlelere mal olan yeni bir siyasi aygıt ya da yeni bir lider ortaya çıkamayınca Gezi’nin geri çekilişinin etkisi daha derinlemesine oldu. AKP’nin ortaya saçılan bütün pisliklere rağmen güçlenerek ayakta kalması, temel siyasi partilerin ve buna bağlı denklemlerin değişmemesi, diğer taraftan Gezi’yi ifade edecek bir politik öznenin olmayışı, toplumsal muhalefetin krizine dönüştü. Bunu yaşayarak görüyoruz. Sokaktaki durgunluk, tepkisel bir karamsarlık halinin dışavurumu durumunda. Yani geniş kitlelerde etkin bir moral bozukluğu hali 2015’e sarkacaktır. Hazirandaki seçimlerden çıkacak olası bir AKP zaferi, moral bozukluğunu daha da şiddetlendirecektir. Diğer taraftan AKP rejiminin kesinleşmesi ve atacağı adımlar karşısında kitlelerin daha ileri kesimlerinde fiili mücadele arayışları yavaş yavaş yeni bir kavga halinin olgunlaşmasını beraberinde getirecektir. Ama bu kavga, Gezi’nin bir tekrarı olamaz. Söz konusu olan siyasal açıdan daha olgunlaşmış, perspektifi belirli ölçülerde de olsa şekillenmiş ve somut hedefler doğrultusunda hareket eden bir mücadeledir. Yani bunlar sağlanamazsa durağanlığın sürmesini beklemek gerekecek.
Mücadelenin İleri Taşınması İçin Yapılması Gerekenler: Gezi dinamiği bu saatten sonra kendi geçmiş pratiğini tekrarlamayacaktır. Yani, dinamik ileri gidecekse topyekün tekil bir patlama yerine somut talepler ve kampanyalar etrafında sürece yayılan inatçı bir mücadele ile toplumsal muhalefetin olgunlaşmasını tahayyül etmemiz gerekir. Bu çerçevede ÖDP’nin girişimiyle şekillenen Birleşik Haziran Hareketi’nin sosyalist solda sürece dair yapılan yegane hamle olduğunu görüyoruz. Bu yüzden de BHH’nin ve önceli Birleşik Muhalefet Hareketi’nin ciddi ölçüde ilgi çektiğine şahit olduk. BHH daha muhalefet adına bir şey ortaya koymadan bu kadar ilgi topluyorsa tabanda kayda değer bir mücadeleye ne derecede talep olduğu ortaya çıkıyor. Diğer taraftan BHH’ye dair sorunlar da büyük. En önemlisi de sürecin asıl ihtiyacı olan somut talepler ve kapsamlı fiili mücadelenin atlanıyor oluşudur. BMH’den BHH’ye yaklaşık 1 yıldır ortaya somut bir çalışma ve kampanyanın konmaması, bunun yerine özne tanımlamaya yönelik sayısız toplantı ve forumun örgütlenmesi, meselenin anlaşılamadığını gösteriyor. Neticede BHH’nin kapalı alan toplantılarına genelde orta yaş ve üstünün “burdan bir şey çıkar mı” merakıyla katılım sağladığını görüyoruz. Diğer taraftan BHH’nin geniş kesimlerin katılımına açık bir şekilde somut kampanyalar örgütlemek yerine özne tarifi ve toplantılara yoğunlaşmış olması, asıl hedefin seçimler olduğu eleştirilerini güçlendiriyor. BHH’nin somut iş koymaktan kaçınarak bir parti gibi davranma çabasıyla seçimlere odaklanmış hali, 2015’te BHH’nin hızla irtifa kaybetmesine yol açacaktır. Siyasi çizginin HTKP ve KP’nin sürece katılmasıyla beraber ulusalcı tonlara kayması da AKP’nin işine gelen yaşam biçimi kutuplaşmasının tarafı olunmasına neden olacaktır. Laik cepheci- ulusalcı siyasetin adresi de zaten CHP’dir. CHP tarzı siyasetten kesinlikle uzak durulmalı, aktif ve sınıf eksenli bir mücadele yürütülmelidir. CHP’nin Gezi dinamiğini sistem içi kanallara havale etmeye çalıştığını, ABD-Cemaat-TÜSİAD şeyten üçgenine bağlandığını akıldan çıkarmamak gerekir. SDH olarak kendilerine bu tavsiyelerimizi ve eleştirilerimizi yönelttik. Umarız somut iş koymak ve çalışkanlık konusunda tavır değiştirirler, CHP’den de kendilerini uzak tutarlar. Aksi takdirde yaklaşan seçimlerde CHP’den kendilerine el uzatılmasını beklemek durumunda kalacaklardır. Yok eğer CHP’den bir teklif gelmez ve BHH kendi adayını bağımsız ortak aday olarak gösterirse durum, 2014 yerel seçimlerindeki Kaya Güvenç deneyiminden pek farklı olmayacaktır.
HDP’nin Durumu: 2014 Kürt ulusal hareketi için oldukça kritik bir yıl olarak geçti. Kobane direnişi ve Demirtaş’ın cumhurbaşkanlığı seçimlerinde %9.8 oy oranına ulaşması, tarihi zaferlerdi. Diğer taraftan müzakere süreci hakkında kamuoyu halen çok az şey biliyor. Şimdilerde sadece anlaşmanın sağlandığını bilmekteyiz. Kürt hareketinin öncelikli olarak müzakere sürecine odaklanıyor olması, Gezi isyanının temel öncelikleriyle Kürt hareketininki arasında ciddi bir mesafe oluşmasına neden oluyor. 2015’e damgasını vuracak olan genel seçimler ve sonrasında Kürt hareketinin tavrının nasıl olacağı bu açıdan önemli. RTE’nin başkanlık sistemine geçmesi için anayasa değişikliğine ihtiyacı var. Bu konuda da öyle veya böyle HDP’nin desteğine ihtiyacı olabilir. Kamuoyu bu konuyu yakından takip ediyor. AKP karşıtı dinamik, ulusalcı refleksler bir yana, Gezi’de ve 17-25 Aralık sürecinde Kürt hareketinin tavrından oldukça rahatsız olmuştu. Arada ciddi bir güven bunalımının olduğu aşikar. HDP dururken BHH’nin bu kadar ilgiyle izlenmesinin bir nedeni de bu. Diğer taraftan Demirtaş’ın RTE karşısında kullandığı etkin muhalefet dili ve kucaklayıcı yaklaşımı sonuç getirerek Batı’dan da Demirtaş’a destek gelmesini sağlamıştı. Diğer taraftan bu oyların Ekmeleddin İhsanoğlu’na karşı tepki oyları ya da emanet oylar görülmesinin de maddi zemini var. Bu koşullarda HDP’den gelen seçimlere parti olarak gireceğiz açıklaması da ciddi şüphelere neden oluyor. %10’un parti olarak aşılması iddiasının fazla riskli ve siyasi açıdan da yanlış olduğu değerlendirmeleri otomatik olarak şüphelere yol açıyor. 2015’te milyonların enerjisini harekete geçirebilen Kürt hareketi, ulusal taleplerinde ilerlemesini şu veya bu şekilde sürdürecektir. Bunu Rojava’da, güney ve kuzey Kürdistan’da göreceğiz. Kürt sorunu dışındaki diğer konularda ise seçimin belirleyici olacağını söylemeliyiz. Koşullarını tam olarak bilemediğimiz müzakere sürecinin AKP ve diğer konularda neler getireceği en çok da seçimler çerçevesinde kendisini ortaya koyacaktır.
Dünya Ekonomisi: Kapitalistlerin bile büyük durgunluk (resesyon) olarak adlandırdığı 2008’deki krizden beri merkez bankaları 6 trilyon dolar gibi devasa bir meblayı piyasaya sürmelerine rağmen dünya ekonomileri içerisinde sadece ABD kendisini toparlayabildi. O da arkasında büyük sıçrama yapan yoksulluk ve işsizliği bırakarak. Ferguson’daki siyah ayaklanmasını yoksulluk ve bununla el ele giden ırkçılıktan ne kadar ayırabilirsiniz? Batıdaki gelişkin metropoller, Londra’dan, Paris’e, Roma’dan Madrid’e kadar aynı tabloyla karşı karşıya: Yaşam standartlarında büyük düşüşler, yaygınlaşan işsizlik, gençliğin büyük karamsarlığı… Krizin faturası omuzlarına bindirilen emekçiler, her geçen yıl fakirleştiler. Üstelik Ukrayna krizi yüzünden ABD Rusya’yı cezalandırırken Rusya’daki olası derin bir ekonomik krizin hızla diğer ülkelere yayılması kaçınılmaz görünüyor. Bu ülkelerin başında şüphesiz Türkiye de geliyor. Petrol fiyatları hızla düşerken dengeler de sarsılıyor. Kaya gazından petrol üretmeyi başaran ABD’nin petrol üretimi, 2008’den beri %80 artmış durumda. Bunun anlamı da ABD’nin enerji konusunda kendisine yeterli bir ülke haline gelmesi, Körfez ülkelerine bağımlılığının kalmaması ve petrol üretimin artmasından kaynaklı olarak petrol satıcısı ülkelerin büyük ekonomik zorluklarla karşılaşacak olmasıdır. (http://www.bloomberg.com/ news/2014-12-31/oil-set-for-biggest-slump- since-2008-as-opec-battles-u-s-shale. html) ABD’deki ekonomik toparlanmanın arkasında “kaya gazı devrimi”nin olduğunu burjuva iktisatçılar da kabul etmekteler (Bloomberg, Bank of America). ABD şu anda dünyanın en büyük petrol ve doğal gaz üreticisi konumuna yükselmiş durumda. Bu şu demek: Petrol fiyatları bir daha geçtiğimiz yıllardaki 115 dolarlar seviyesini zor göreceğinden ekonomisi petrole bağımlı ülkeler büyük ekonomik sıkıntılarla yüz yüze kalacaklardır. Bu ülkeler sadece Rusya’dan ibaret değil, Venezuela ve Bolivya gibi Latin Amerika ülkeleri ile gelirleri petrole bağlı olan İran, Nijerya, Azerbaycan ile Kazakistan ve Türkmenistan gibi Orta Asya ülkelerinin başı ciddi şekilde belada olacaktır. Suudi Arabistan bile birikmiş devasa döviz stoğuna rağmen hızla kan kaybedecek ülkelerin başında gelmektedir. Diğer taraftan S.Arabistan petrol fiyatlarının yeniden toparlanmasını sağlayacak olan hamleyi (petrol üretimini kısmıyor) yapmıyor, çünkü kendisinin tolere edebileceği düşen petrol fiyatlarıyla bir yandan ABD’nin çıkardığı ve maliyeti daha pahalı olan kaya gazını anlamsız hale getirmeye çalışırken diğer yandan da bölgedeki en büyük düşmanı İran’ı bu şekilde avlamak istiyor. S.Arabistan’ın ağabeyi olan ABD’nin de bu şekilde Rusya’yı avladığı ortada. Batı’nın Moskova’ya yönelik ekonomik yaptırımları ve kriz seviyelerine kadar düşen ham petrol fiyatları nedeniyle, Rusya ekonomisi 2014 yılı sonuna doğru yeni bir kriz dalgasıyla yüz yüze geldi. Rusya’nın para birimi Ruble, birkaç ay içinde yüzde elli oranında değer kaybetti. Rusya’daki kriz her yeri etkilemeye adaydır. AKP’nin düşen petrol fiyatlarına sevinmesi de bu noktada anlamsızlaşıyor. 2001’de Türkiye’yi vuran büyük krizin Rusya’daki krizden etkileştiğini unutmamak gerekir. Başta inşaat işleri ve turizm olmak üzere bavul ticareti ve sebze- meyve ithalatı gibi alanlardan kaynaklı Rusya ile Türkiye’deki kapitalistlerin ilişkileri çok derinlikli. Sadece turizmde yaşanacak daralmalar bile yüz binlerce turizm işçisinin ve binlerce otelin işsiz kalmasına yol açabilir.
Avrupa’da da durum bir hayli kötü. Yunanistan ve güney Avrupa’daki devasa boyutlara ulaşan sosyal kesintiler ve ekonomik kriz koşulları dünya kapitalizmi adına diğer bir kırılganlık noktasıdır. Başta Ukrayna olmak üzere doğu Avrupa ülkeleri de Rusya’dan kaynaklanan büyük sorunlara gebedir. IMF-DB gibi kurumlar bu ülkelerde emekçilerin haklarına köklü saldırılar yapılması için bastırıyorlar. Neticede özellikle de Ukrayna’nın neo-Nazi örgütlerin eline düşmesi gündemdedir.
%60’lık bir enflasyonla boğuşan, ekonomisi 2014’te %3 daralan ve bu aralık ayı itibariyle Arjantin’i geçerek L.Amerika’nın en borçlu ülkesi haline gelen Venezuela 80 dolar altındaki petrol fiyatlarıyla 2015’i çıkarmakta epey zorlanacak. Bu da Chavizmo’nun sonu olabilir ki bundan Küba başta olmak üzere bütün Güney Amerika etkilenecektir.
Çin ekonomisi de kötü sinyaller veriyor. Avrupa ve ABD’de alım gücü düştüğünden ekonomisi ihracata dayalı olan Çin ivme kaybediyor. Yani aşırı üretim bunalımı var ve Çin’in uyguladığı Keynezyen model zayıflıyor. Çin ekonomisi yavaşlarken petrole olan talebi de azalıyor ve bu da petrol fiyatlarını aşağı doğru çekiyor. Aynı durum yine ihracata dayalı bir ekonomiye sahip olan Almanya için de geçerli.
Kapitalist sistem krizler yaratmaya devam ederken emperyalistler arasındaki çelişkiler şiddetleniyor, bunların kaçınılmaz sonuçları da iç savaşlar ve IŞİD gibi aşırı sağcı örgütlenmelerin patlama yapması oluyor. Krizler aynı zamanda sınıf mücadelesini de tetikleyecektir. İşçi sınıfının daha örgütlü olduğu, devrimci sosyalist kanadın toplumsal bağlarının daha yaygın olduğu ülkelerde bu krizler daha fazla grev, daha fazla barikat ve daha fazla isyan demek. Ne var ki emperyalizm zincirinin en zayıf olduğu halkada kopması için Bolşevik bir geleneğin yeterince güçlü olması gerekiyor. Bolşevik geleneği bu topraklarda inşa ederken diğer yandan da yeni bir Enternasyonal mücadelesi içinde olmak da bizim görevimiz.