15-16 Haziran’ı Hatırlarken – Av. Engin Kara

15-16 Haziran’ı Hatırlarken – Av. Engin Kara

Türkiye işçi sınıfı tarihinin önemli mücadele deneyimleri bizler için basit birer hatıra ya da takvim günü olarak kalmamalı. Öte yandan sadece geçmişin teknik analizini yapmak da yetmiyor. Eğer mücadeleye katkı sunacaksak, tarihsel deneyimlerin doğru analizi üzerinden ihtiyaçları, görevleri, hedefleri vb. netleştirmek ve bu yoldaki eksiklerimizi tamamlamak üzere harekete geçmek zorundayız.

1960’lar Türkiye’sinin Bakiyesi: 15-16 Haziran 1970

Yüzyılın ilk yarısında her açıdan gelişmeye başlayan ve henüz gençlik çağındaki Cumhuriyet, 1950’lerle birlikte ciddi bir hareketlenmelere yer sağladı. 1950’lerde kentlerde ivmelenen sanayileşme, tarımsal üretim araçlarındaki gelişmeler, kırdan kente göçün artışı ve artan proleterleşme süreci, rakamsal ve oransal ilişkilerle birlikte çelişkileri de proletarya lehine yoğunlaştırıyordu. Ülkenin ekonomik geriliğinin, ileri düzeyde sermaye atılımlarıyla keskin şekilde örtüşmeye başladığı yıllardı.

1960’lar ekonomik altyapıda süregiden ilerlemelerin, politik bakımdan yansımalarının da yükseldiği bir dönem oldu. Daha 1961 Anayasasının yasaları hazırlanmadan patlayan grevler -örneğin Kavel-, mitingler, yürüyüşler… İşçi sınıfı hem aritmetik hem de politik olarak güçlenirken, sosyalist-devrimci hareketin kendi zirvesine doğru yürüyüşü de güçleniyordu. 1961 TİP’i ile Yön ile başlayan ve daha solda hızla gelişen dergi örgütlenmeleri, nihayet ’68 hareketi ile taçlanacaktı.

Tablo, işçi sınıfının örgütlenmesine ve harekete geçmesine her bakımdan sadece elverişli değil aynı zamanda teşvik de ediciydi.

Sebepten Sonuca DİSK’in Rolü

Yeni Anayasanın getirdiği göreli özgürlük alanından yükselen işçi hareketi, bir çeşit “devletçi sendika” olan Türk-İş tekelini kırarak 1967 yılında DİSK’i kurdu. Özellikle TKP kökenli solcu sendika yöneticilerinin bu sürece liderlik ettikleri yadsınamaz. Ancak bu liderliğin kapasitesinin ciddi sınırları oldu ve yükselen sınıf hareketi, söz konusu sınırlara takıldı.

DİSK’in büyümesini -haklı olarak- ciddi bir tehlike olarak algılayan Türkiye egemen sınıfı, kendi iç kavgalarını geçici olarak askıya alarak Sendika ve TİS kanunlarını değiştirerek DİSK’i devre dışı bırakmak üzere harekete geçmişti. Adalet Partisi, CHP, Turhan Feyzioğlu’nun Güven Partisi oylarıyla değişiklikleri Meclis’ten geçirdiler.

Hem DİSK yönetimi hem de Meclis’teki müttefik durumundaki TİP grubu, yasaya karşı protestolara başladı. Fakat önlerine ciddi mücadelelere girişme görevi konulmamıştı. İşçilerin sıra dışı öfke dalgasına rağmen, yöneticiler hâlâ olağan miting ve hukuki süreçler vb. planlar peşindeydi. Ya da örneğin dönemin DİSK Başkanı Kemal Türkler, DİSK kaynaklarında da yayınlanmış olan konuşmalarında görevleri net olarak ortaya koymaktan itinayla geri duruyor, direnişin adını netleştirmekten ve daha ileri hedefleri gündeme almaktan kaçınıyordu. Fakat yine de, daha kuruluşta açığa çıkmış olan DİSK bürokrasisinin kaderi ve geleceği de güçlü bir direnişe bağlıydı. Bu yüzden aynı bürokratlar, kitle içerisinden gelen basıncın ileri atılmasına bir yere kadar yardımcı oldular. Ancak kelimenin burjuva anlamıyla “olaylar kontrolden çıkınca”, yani 15-16 Haziran direnişi devrimci bir yöne doğru yönelince ve egemen sınıf reaksiyona başlayınca, DİSK yönetimi olayları kontrollü bir şekilde sona erdirmek için elinden geleni yapacaktı.

Böylece ülke tarihine “15-16 Haziran direnişi” olarak geçecek olan işçi isyanı gerçekleşmiş oldu. İsyanın temeli DİSK’i yaratan ve büyüten dinamiklere dayanıyordu, sebebi egemen sınıfın işçi sınıfının mücadele aygıtını daha başta parçalamak istemesiydi. İsyanın sonuçları ise DİSK ile Türk-İş tabanının kaynaşması, DİSK’in daha da büyümesi ve 1970’lere damgasını vurarak ekonomik paylaşımdaki payını sürekli olarak artıracak bir işçi hareketi oldu.

15-16 Haziran’ın Bakiyesi: 1970’ler Türkiye’si

Öncelikle, Türkiye işçi sınıfı ilk defa böylesine genel ve ciddi bir mücadeleye girişmişti. Devrimci programın yokluğunda, hareket yıkıcı etkilerini yeniden inşa edici bir yöne çeviremedi. Ama bu güç ve özgüven, 1970’lerde özellikle ekonomik mücadelede ama aynı zamanda politik mücadelede önemli kazanımlar sağlayan hareketlenmeye vesile oldu.

Patronlar sınıfını 12 Eylül darbecilerinin önünde alkış sırasına sokacak olan sınıf mücadelesinin 1960-80 arası dönemdeki içerik bakımından zirve noktası 15-16 Haziran olmuştu. 15-16 Haziran’daki sınırlar DİSK’e özgü değildi, bir bütün olarak dönemin Türkiye solunu kapsıyordu ve ideolojik temelleri vardı. İsyandan sonra sınıf hareketi daha da kitleselleşti ancak işçi sınıfının özne olacağı bir geleceğin kapısı, hareketin sonraki aşamalarında bu kadar geniş açılmayacaktı.
15-16 Haziran’ın bakiyesi, işçi sınıfının iktidarını hedefleyen devrimci bir programla örgütlenebilseydi, 1970’lerdeki büyüyen mücadelelerin sonunun darbeye değil devrime çıkması işten olmayacaktı.

Yeni 15-16 Haziranlar İçin

Türkiye işçi hareketi, 1960’ların tersine 2000’li yıllarda örgütsel genişleme değil örgütsel zayıflama dönemi yaşıyor. Fakat biriken enerji, gerilimler, çelişkiler vb. oldukça benziyor. Ekonomik olarak işçi sınıfı dibi görmeye mahkûm edilmiş durumda. Hak gaspları istisna değil kural olmuş. Yasalar vb. işe yaramıyor. Tıpkı 1960’ların başında olduğu işçi sınıfı ne kazanacaksa dişiyle tırnağıyla mücadele ederek kazanacak.

Sınıf hareketinde öfke kabarmaları ve bunun pratikteki yansımaları çok sık yaşanabilir. Örneğin, ölçek bakımından epey küçük olsa da Ocak-Şubat 2022 işçi eylemleri, neredeyse tümüyle örgütsüz işyerlerindeki kabarmalar olmuştu. Ama gelgelelim, bu hareketin işyeri sınırlarını aşacak en ufak bir kazanımı bile olamadı. Çünkü genel ve merkezi bir -iyi ya da kötü- örgütlü güç yoktu ve hareket içerisinde de bu konuda öne çıkacak örnekler yaratılamadı.
15-16 Haziran gibi en azından ülke tarihini sarsacak, yarım yüzyıl sonra bile üzerine konuşmayı hak edecek ve en önemlisi bu kez daha ileri giderek sadece kapıyı aralamakla yetinmeyerek zafere ulaşacak büyük mücadelelere hem şahit olmak hem de hazır olmak istiyorsak görev belli. 1960’lar boyunca yaratılan örgütlenme ivmelenmesini, bu kez işçi sınıfı devrimi programıyla birleşecek şekilde yeniden sağlamak zorundayız.

Bu görev, zor ya da uzun görünebilir, pekâlâ öyle de. Yerine getirilmesi bile tarihsel olan ve tarihsel sonuçlara yol açacak bir görev. Fakat 1960’larda patlayacak sınıf örgütlenmesi, belki bir avuç sayılabilecek kararlı öncü pratisyen ile başlamıştı. Bugün işçi hareketinin ve gençliğin içerisinden bu kez ideolojik olarak proleter devrimi programıyla silahlanmış bir liderlik yaratabiliriz. Bu görevi tamamladığımız ölçüde gelecek bize ait olacaktır.

KATEGORİLER