Zengin Mutfağı’ndan Arta Kalanlar – Resul Altınok
Şener Şen dediğimizde belki de ilk akla gelen filmlerden biri olmayan Zengin Mutfağı, tarihsel alt metinleri ile Türkiye sineması için önemli politik başyapıtlardan birisi. Vasıf Öngören’ in 1977 yılında yazdığı epik oyun metninden uyarlama olan 1988 yapımı ve Başar Sabuncu imzasını taşıyan film bizlere hem yazdıldığı dönemin sınıfsal bir portresini sunuyor hem de barındırdığı mesajlar ile izleyicilerin hafızasında yer ediniyor. Başlı başına metafor olan bir mutfakta geçen film, 15-16 haziran 1970 unutulmaz işçi eylemlerinde toplumsal sınıfların aldığı tutumu anlamak açısından önemli.
Ne olmuştu?
1970 yılında yapılan değişiklik işçilerin sendika seçme özgürlüğünü önemli ölçüde kısıtlıyor, sendika değiştirmeyi güçleştiriyor, grev ve lokavt hakkı dahil işçilerin bir çok hakkını gasp ediyordu. Dönemin atmosferi sertti, işçi sınıfı hakkını arıyor binler onbinler sokaklara dökülebiliyordu. Bu atmosferde iktidar yanlısı Türk-İş’ten ayrılan işçiler DİSK’e üye olarak mücadele saflarına geçiyorlardı. Yasa ise DİSK’in yükselen coşkusunu baltalamaya yönelikti. Bunun üzerine DİSK yasaya karşı 17 Haziran tarihinde genel eylem kararı aldı; fakat işçiler 15 Haziran’da sokağa indiler ve kendi eylemlerini koydular. 75 bin işçinin katıldığı eylemlerde işbaşı yapılmadı. İstanbul’da hayatı durma noktasına getiren eylemler sırasında hükümetin hiçbir çabası yeterli gelmemiş; en sonunda da 60 günlük sıkıyönetim ilan edilmiştir. DİSK ve ona bağlı sendikaların yöneticilerinin pek çoğu sıkıyönetim mahkemelerince tutuklandılar ve yargılandılar. Daha sonrasında ise Anayasa Mahkemesi tarafından söz konusu yasa değişiklikleri iptal edildi. 15-16 Haziran eylemleri Türkiye’de ilk geniş çaplı işçi sınıfı eylemi olması açısından ve devletin işçi sınıfı karşısında zayıflığını göstermesi açısından oldukça önemlidir.
Ayrılmak mı zor, bu mutfakta hizmet etmek mi?
Filmin ilk bölümünde Şener Şen’in canlandırdığı köşkün aşçısı Lütfü Usta eşyalarını toplamış vaziyette belirir. Kendisini köşkü terk etmeye iten süreci anlatmaya başlar. Köşkte kalıp patronu Kerim Bey’e hizmet etmekle yirmi yıllık iş yerini terk edip yeni bir hayata başlamak arasında kalmıştır. Bu dramatik an ile film başlar. Sonrasında karakterlerimiz Lütfü Usta, evin hizmetçisi olan kadın, Selim (kadının nişanlısı), Seyfi (şoför), Ahmet (Seyfi’nin ağabeyi) etrafında gelişen bir takım olaylar verilir. Burda belki de ilk önemli noktalardan birisi de ismi olmayan tek karakterin anne ve babasını küçükken kaybeden ve Lütfü ustanın yanında çalışan kadın olmasıdır. Filmin merkez vurgularından olan mülkiyet duygusu bir nebze böyle işlenmiştir. Kızın, özel bir isim üzerinde bile mülkiyet hakkı yoktur. Evlilik konusundaki ısrarının sebebi mülkiyet edinme güdüsüdür. Daha somut bir mülkiyet sorunu Lütfü Usta üzerinden işlenmektedir. Lütfü Usta’nın zengin mutfağı dışında başkaca bir evi, ailesi yoktur; kendisi hiç evlenmemiştir, zengin mutfağında yaşamaktadır.
“Yeme köpek yeme, bizim köpek çiğ et yemez”
Filmde köşkün sahibi olan fabrikatör Kerim Bey hiç görünmez. Bununla işçisinin gücüyle para kazanan kapitalistlerin ortalıkta hiç görünmedikleri; ama seslerinin hep var oldukları anlatılmak istenmiştir. Kendisi işçilerin ayaklanmasının ardından yurtdışına kaçıyor, eğitimli bir kurt köpeğiyle dönüyor bir zaman geçtikten sonra. Lütfü Usta, patronu yetmiyormuş gibi bir de bu köpekleri besliyor bifteklerle. Köpek dediğin, mutfağın artığıyla beslenir. Zengin Mutfağı’nın artığı da ancak böyle olur. Köpek eğitimli deniyor; fakat herkesi ısırıp, hastahanelik ediyor. Hastahanelik ettiği herkes ise yoksul emekçi. Lütfü Usta ile patronunun huysuz köpeği arasında bir çatışma vardır. Bu noktada aşçı ile patronu arasındaki çatışmayı film bize bu köpek/ler üzerinden verir. Lütfü Usta hiç sevmez köpek/leri çünkü Kerim Bey’e hizmet ettiği yetmezmiş gibi köpeklerine de hizmet etmektedir. En sonunda karar verir ve zehirler köpeği. Daha sonrasında ise filmde diğer karakterlerden farklı bir dönüşüm seyri izleyen Selim karakteri bu köpeğin katilini aramaya koyulur.
“Bak kızım bizim ölçümüz bellidir. Bir insan ya bizdendir, ya karşıdan, bunun ortası yoktur. Kim olursa olsun bir şey değişmez.”
Ümitsiz bir üniversitesi öğrencisinden aniden kontrgerillaya dönüşen Selim’in öyküsü de oldukça çarpıcıdır. Kendisi bir anda Kerim Bey’in adamı olur ve onun pis işlerine koşar. Eskiden, işçilerin yanında duran Selim gidiyor, yerine faşizmin öncülerinden biri geliyor. Lütfü Usta düşünüyor kendince. “Ben de Kerim Bey’in adamıyım. Yani bende mi…….” Patronun emriyle, Lütfü Usta bir boğaza daha bakmak zorunda kalıyor ve Selim’i de etle besliyor. Tıpkı dışarıda ki köpekleri beslediği gibi.
Sonuç olarak, emek-sermaye kavgasının sıcak günlerinde bir zengin köşkünde çalışan insanların dönüşüm hikayeelerini konu edinen filmde o ana kadar dış dünyadan uzak kalmayı başarmış mutfak üyeleri, hayatlarını değiştirebilecek tehdidi yakınlarında hissederler. Ayrıca filmde, politikayla ilgilenmesek dahi politika bizimle ilgilenir- ondan uzağa kaçabileceğimiz kadar sağlam duvarlar yoktur ve hiçbir şeyi seçmiyor, hiçbir taraftan olmuyorum dediğinde aslında egemen ideolojiye hizmet edersin mesajları seyirciye çok güçlü bir şekilde verilir.