Yükselen Göçmen Karşıtlığı ve Sağ Popülizm – Maharram Akbarov
معارضو الفاشية في كل الدول! لا أحد بيننا له الحق في الراحة حتى يتم تحطيم الفاشية المقترنة بالقمع 1الدموي والإرهاب والجوع والحرب وتحطيمها.
Son zamanlarda yeniden ateşlenen mülteci meselesi Türkiye toplumunda büyük tepki yaratıyor. Toplumsal eşitsizliklerin had safhaya çıktığı; enflasyon ve krizin her geçen gün derinleştiği; işsizliğin, geleceksizliğin ve umutsuzluğun normalleştiği bu günlerde etnisite ve milliyet üzerinden odak noktası haline getirilen eşitsizlik insanlarda mültecilere karşı öfkeyi tetikliyor. Toplumda oluşan bu nefret siyasi üst yapıda da kendi etkisini bırakmadan geçmedi: Neredeyse tüm siyasi partiler göç ve mülteci meselesini yeniden kendi politik ajandalarının merkezi unsuru haline getirdiler. Toplumsal öfkeyi en stratejik şekilde kullanarak yıldızı parlayan partilerden biri de Zafer Partisi oldu. Sağ popülist söylemlerle gittikçe ilgi gören Ümit Özdağ zaten belli bir ölçüde var olan ırkçılığı yeniden üreterek hem ırkçılıktan beslenen hem de ırkçılığı besleyen bir atmosfer oluşturdu diyebiliriz.
Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlup olarak ayrılmış, büyük ekonomik kriz, buhran ve borçların toplumsal sefalete yol açtığı Almanya’yı kısa bir ziyaret edelim. Savaş sonrası Almanya’da işsizlik had safhada, para birimi mark her gün amerikan dolarına karşı değer kaybediyor, aşağıya doğru mobilite artmakta ve her tarafı belirsizlik ve ümitsizlik bürüyordu. Bunun doğal sonucu olarak işçiler ve gençler arasında sınıf radikalizmi ve grevler boy gösteriyordu. Sermaye birikim rejiminin zarar görmesini önlemek, Alman kapitalizmini devrimci girişimler karşısında ayakta tutabilmek için tekelci kapitalizm faşizmi topluma yaymaya başlıyordu. Ekonomik krizin sebebi olarak yahudiler ve bolşevikler günah keçisi ilan edildi. Toplumsal belirsizlik ve güvencesizlik yabancılara karşı öfkeye çevrildi. Zehir gibi tabandan hızla yayılan faşizm ve ırkçılık 1933’te Nazilerin iktidara gelmesine sebep oldu.
Tarihe kısa bir bakıştan sonra, Marx’ın Kapital’in 1.cildindeki cümlesini2 biraz değiştirerek devam etmek istiyorum:
“Ama Türk okuyucu, Alman toplumunun durumları karşısında ikiyüzlüce omuz silkecek ya da Türkiye’de işler hiç de o kadar kötü gitmiyor diye kendisini iyimser bir havaya bırakacaksa, ona şöyle seslenmeliyim: De te fabula narratur! (Anlatılan senin hikayendir)”
Almanya’nın o dönemde yaşadığı özel durum Türkiye’nin şu an yaşadığı durumdan birkaç özelliğiyle farklı olsa da, faşizmin Almanya’da yükselişinin arka planından ders çıkarmak gerekiyor. İşsizlik, her gün artan enflasyon, gençler arasında hızlıca yayılan geleceksizlik korkusu, sefalet ve umutsuzluk her gün daha da artıyor; zenginler daha da zenginleşirken, fakirler daha da fakirleşiyor. Egemen sınıfın çıkarlarını gözetleyenler ise sınıflar arası çatışmayı yokmuş gibi göstermek ve toplumsal rızayı üretmek için, tüm sınıfları bir çatı altında toplayan “Türk olmak”, “Vatan” ve “Milli değerler” söylemlerini öne çıkararak başka bir “öteki düşman” yaratıyorlar: mülteciler. Ana programını “Mültecileri göndermek” üzerine kuran Zafer Partisi ve Genel Başkanı Ümit Özdağ toplumsal hafızanın kaybedilmesine de yol açıyor: “Sanki mülteciler olmadığı zaman Türk halkı refah içinde yaşıyormuş ve şu anki krizin nedeni Türklerin hakkını elinden alan mültecilermiş” gibi bir ilüzyon yaratılmış durumda. Burjuva muhalif partilerin bu söylemler karşısında sessiz kalması, muhalif solun enternasyonalist politikalarının zayıf olması ve sürekli devrim programını gözetmemeleri aşırı sağ atmosferin oluşmasına yol açıyor.
Tabii, oluşan bu atmosferin tek sebebi olarak Zafer Partisi’ni ve siyasal rejimi göstermek hatalı olurdu. Faşizm tepeden değil, alttan nüfuz etmeye başlar. Bunun için de kitle iletişim aracı olarak medyanın insanların düşüncesini belirlemedeki rolünü belirtmek gerekir. Gramsci, hegemonyanın iki biçiminden bahseder: rıza hegemonyası ve baskı hegemonyası. Egemen sınıflar ideolojik aygıtlar aracıyla üretim araçları üzerinde kontrolü ve mülkiyeti olmayan sınıflara kendi kültürlerini, düşünme biçimlerini yaymak ve onlar üzerinde güçlerini korumak yoluyla bir rıza üretirler. Bu ideolojik aygıtlardan biri de medyadır. Medya, hadiseleri ve dünyayı “bir perspektif içerisine yerleşerek” sunar. Gazetelerin, haber bültenlerinin, televizyon programlarının ve sosyal medya paylaşımlarının bize sunduğu objektif ve yaşanılan gerçeklik değil, belirli bir kesimin yaşanılmışlara karşı bakış açısıdır. Enformasyon toplumunda medya “iletişim sarhoşluğu” işlevini de görmektedir. Ulus Baker, “Medyaya Nasıl Direnilir” adlı yazısında iletişim sarhoşluğunu böyle anlatmaktadır:
“Medya “olaylar”ımızı kaybettiriyor bize. Dolayısıyla düşünce yeteneğimizi de… Çünkü her düşünce, kendisi de bir “olay” olmakla birlikte, olaylar üzerine olmak zorundadır. Medya ise bize “bireyleşmiş”, birbirinden kopmuş, yani üzerinde düşünemeyeceğimiz olaylar veriyor: Skandalların birbiri ardına sıralanışı, medyanın en esaslı iki tekniğiyle soyut, hayali ve düşüncesiz bir dünya anlayışını dayatmaktadır – yani tekrar ve ısrar teknikleri: birincisi gündeme getirilmiş bir olayı bıktırıcı bir tekrarla üsteleyerek kafalara işleme yoluyken ikincisi, kitle iletişiminin bütün kanallarını mobilize ederek, aynı olayı şurada duygusal, burada politik, bir yerde biçimsel, başka bir yerde enformatif biçimlerde, farklı mesaj türleriyle verip duruyor. Bu durumun en önemli sonucunun dezenformasyon yoluyla zihinleri etkileme değil, “olayları düşünülebilir olmaktan çıkarmak” ve tekdüzeleştirmek diyebileceğim bir durum olduğunu düşünüyorum. Artık medyatik olmayan, yani medyanın karşıtı olması gereken somut insan düşüncesi tarafından oluşturulmuş yeni bir “olay” kavramına ihtiyaç duyuyoruz. Medyatik olay parlar-söner, saman alevi gibidir. Ama asıl önemlisi olaylar birbirlerine “tekrar” ve “ısrar” adını verdiğim mekanizmalar dışında bağlanamazlar: sonucu, psikolojik etkilerini her an hissedebileceğimiz yoğun bir “dumur” duygusu, bir felç ve bıkkınlık halidir.”
Mülteciler hakkında olan tüm haberleri medya bize tekrar ve ısrar tekniklerini kullanarak sunar: Ufacık olayı bıktırıcı tekrarla sunan medya, yine aynı olayı bir yerde “Türklerle mülteciler arasında eşitsizlik” temalı toplumsal duygu üreten, başka bir yerde ise “Ülke liderlerinin yanlış politikaları” temalı politik biçimde sunar. Tekdüzeleşen ve sınıf bilinci olmayan toplum kendi kendine “Biz neden bu haldeyiz” sorusunu sorarken sebebi günah keçisi olarak ilan edilen mültecilerde görür. Haftalık ortalama 52 saatten çok çalışan; asgari ücretin altında maaş alan; enformel, güvencesiz, kayıtdışı işlerde çalışan göçmenler “Türk halkınının zenginliğini sömürüyor” şeklindeki sağ popülist söylemlerle işçi sınfının düşmanı haline getirilmiş oluyorlar. İşçiler onları sömüren patronlara, iktidara ve düzene sınıfsal nefret göstermek yerine birlikte çalıştıkları mülteci işçilere karşı öfke duyuyorlar.
Zafer Partisi’nin göçmenleri metalaşmış nesne şeklinde, sanki mülteciler insan olmak yerine bir yerden başka yere taşınılan şeylermiş gibi gösterdikleri “Mültecileri göndereceğiz” gibi sağ-popülist söylemleri, krize girmiş kapitalizmin öfkeyi yanlış kanallara yönlendirmesine ve bu sayede kapitalist krize karşı işçi sınıfının yanlış düşmana karşı silahlanmasına yardım ediyor. Emekçi düşmanı olan Ümit Özdağ, sanki Türk halkının refahını düşünüyormuş gibi gözükerek sömürü düzeninin ayakta kalması için faşizmi, ırkçılığı ve ayrımcılığı kullanıyor.
Türkiye’de sirenleri çalmaya başlayan bir tehlike olarak aşırı sağ dalgaya karşı enternasyonel sınıf perspektifli bir özgürlük mücadelesi gerekiyor. Kapitalizme karşı mücadele olmaksızın, faşizme karşı mücadele de olanaksızdır. Çağdaş kapitalizmin krizi ile faşizmin siyasi sahneye dönüşünün paralel olması tesadüf değildir. Bertolt Brecht’in Hitler’in bir fotoğrafı üzerine yazdığı bu dörtlüğü hatırlamakta fayda var: “Az kaldı dünya fethedecekti bu/Halklar onun üstesinden geldi./Ama sevinmeyin hemen, çünkü onu/Doğuran karın bugün hala verimli.”
Brecht’in bahsettiği “karın” kapitalizmdir. Soğuk Savaş bittikten sonra faşizm ve sosyalizmin neoliberalizme karşı “mağlubiyet”ini kutlayan “ideolojilerin sonu” tezinin hatası da burdadır; kapitalizmin egemen olduğu toplumlarda faşizm ve sosyalizm her zaman bir seçenektir. Savaşların olmadığı, göçün zorunlu bir fenomen haline gelmediği; gerçek refahın, eşitliğin olduğu ve sömürünün tamamen aradan kalktığı bir düzen için birlikte mücadele etmek gerekmektedir. Vatanı olmayan işçilerin3 köktenciliğe, ulusalcılığa, Zafer Partisi özelinde ırkçılığı, faşizmi ve ayrımcılığı körükleyen tüm düzen savunucularına ve bunların gizlediği sömürü düzenine karşı “Biji Azadiya Hemu Gelan”, “عاشت حرية كل الشعوب”, “կեցցե բոլոր ժողովուրդների ազատությունը”, ve “Yaşasın tüm halkların özgürlüğü” fikirlerini savunmaları gerekiyor.
Dipnot:
- Faşizmin tüm ülkelerdeki karşıtları! Kanlı zulümle, terörle, açlık ve savaşla birleşmiş faşizm paramparça edilip yere serilmeden aramızdan hiç kimse dinlenme ve mola verme hakkına sahip değildir. – Clara Zetkin
- Orijinalı şöyledir: “Ama Alman okuyucu, İngiliz sanayi ve tarım işçilerinin durumları karşısında ikiyüzlüce omuz silkecek ya da Almanya’da işler hiç de o kadar kötü gitmiyor diye kendisini iyimser bir havaya bırakacaksa, ona şöyle seslenmeliyim: De te fabula narratur! (Anlatılan senin hikayendir)”
- Marx, Komünist Manifesto’da böyle söyler: “İşçilerin vatanı yoktur. Onlarda olmayan bir şeyi alamayız onlardan.” Vatanı olmayan işçiler dediğim zaman, vatan olarak anlatılan toprak ve yaşam birliğininin kontrolünün işçi sınıfında değil, egemen sınıf olan burjuvazide olması vurgulanmaktadır. Ulusal egemenlik olarak anlatılan “gurur dolu” duygusal söylemler egemenliğin sınıfsal olduğunu gizlemektedir: egemenliği ulusal olduğunu söyleyerek işçi sınıfının da ulus üzerinde kontrolünün ve ya gücünün olduğu illüzyonu yaratılır ve asıl egemenliğin burjuvazide olduğu unutulur.
Kaynakça:
Amin, S. (2022). Faşizm Irkçılık Ayrımcılık Yazıları. Ütopya Yayinevi.
Baker, U. (1995). Medyaya Nasıl Direnilir. Birikim Yayınları. https://birikimdergisi.com/dergiler/birikim/1/sayi-68-69-aralik-ocak-1995/2268/medyaya-nasil-direnilir/4590
Koca, D. (2022, Nisan 19). Göçmen Karşıtlığı Neyi Örtüyor? – Derya Koca. Sosyalist Gündem. https://www.sosyalistgundem.com/gocmen-karsitligi-neyi-ortuyor-derya-koca/
Marx, K. (2017). Komünist Manifesto. Yordam Kitap.
Marx, K. M. S. (2022). Kapital Cilt: 1. Yordam Kitap.
Sorun göçmenler değil, sorun ırkçılar (2021). https://marksist.org/icerik/Yazar/16358/mobileRedirect