Yol Aynı, Yolculuk Aynı! – Emre Güntekin

Yol Aynı, Yolculuk Aynı! – Emre Güntekin

sol parti ile ilgili görsel sonucu"

ÖDP 22 Aralık’ta gerçekleştirdiği olağanüstü genel kurulla birlikte tabelasında değişikliğe giderek yoluna “Sol Parti” ismiyle devam etme kararı aldı. Kararın beş aylık bir tartışma süreci sonunda alındığı ve bunun partinin yaşayacağı “değişim”in ilk adımı olduğu belirtiliyor.

Önder İşleyen, Alper Taş gibi partinin önemli isimlerinin bu süreçte yaptığı röportajlarda değişimle ilgili çeşitli gerekçeler ortaya konuluyor: ÖDP’nin miadını doldurmasından ve gelinen noktadaki yetersizliğinden, partinin kurulduğu süreçteki dünya Türkiye’nin koşullarından çok farklı bir dünyada yaşamamız, yeni tartışma sürecinin kendisini dayatmasından, yeni bir sol seçeneğin yaratması gerekliliğine…

Bilindiği üzere 12 Eylül ve SSCB’nin yıkılışı ile büyük bir yenilgi yaşayan, yaşadığı yenilgiyi açıklayamayan sol öznelerin, kimi tasfiye olurken kimisi de çareyi yelkenlerini postmodern kimlikçi bir siyasal hatta savrularak ayakta kalmakta bulmuştu. “Aşkın ve devrimin partisi” olarak 1996’da kurulan ÖDP, bu yenilgi ortamında kendisine olan inancı yitiren, özeleştiri yapmaktan kaçınan ve çoğunlukla sırtını geçmişin nostaljik bir avunusuna yaslayan Devrimci Yol ve Kurtuluş gibi geleneklerin bir sığınağına dönüşmüş ve beş benzemezi bir araya getirmişti. Sonuç olarak yıllarca net bir devrimci programa dayanmayan, önemli meselelerde apolitik bir orta yolculuğu politik bir çizgi olarak benimseyen ÖDP 2010’lardan itibaren Devrimci Yol geleneğinin kontrolünde çareyi ulusalcı bir siyasal çizgiye yaslanmakta bulmuştu.

2013 yılında gerçekleşen Gezi Direnişi’nin rüzgârıyla ÖDP öncülüğünde girişilen Birleşik Haziran Hareketi (BHH) kısa bir heyecan yaratsa da sonuç ÖDP projesinden çok da farklı olmamıştı. Neredeyse bir yıl kadar kısa bir süre sonra BHH projesi içerisinde yer alan kimi özneler ÖDP geleneğini sekterlikle, projede adeta ev sahibi gibi davranmakla eleştirerek ayrılmışlardı.  

Şaşırtıcı değil. ÖDP geleneği kabul etmese de yıllardır bir siyasal iflas içerisinde ve bu süreçte yelkenlerini rüzgâr nereden eserse orayla şişirerek yol almaya çalışıyor. BHH Gezi’nin rüzgârını arkasına alma girişimiydi, olmadı. Kitle hareketinin motivasyonunun ve kitleselliğinin düşmeye başladığı bir dönemde girişilen bu projenin ölü doğacağı başından belliydi. ÖDP liderliği, BHH içine katılan yapıların getirdiği enerji ve 2015 yılındaki seçim atmosferiyle kısa süreli de olsa krizi erteledi, günü kurtardı.

Yakın zamanda solun birçok öznesiyle beraber ÖDP liderliğinin de yelkenleri bu kez sağ-Özalcı bir çizginin temsilcisi olduğu açık bir şekilde ortada olan Ekrem İmamoğlu rüzgârıyla şişirmeye çalıştığına tanık olduk. Bugün manifestolarında “talepler sağ bir programa, sağ bir ittifaka sığmayacaktır.” diyenler bırakın yerel seçimlerdeki bu politik rezalete ses etmeyi, Ekrem İmamoğlu’ndan bir teşekkür alamadıkları için yakınıyorlar. Ne bekleniyordu ki?

Öte yandan yerel seçim süreci ÖDP’nin CHP’nin programından öte bir fark ortaya koyamayacağını göstermiştir. Fark yaratılamaması ÖDP’yi kaçınılmaz bir şekilde CHP’nin kuyrukçuluğuna sürüklemiştir. Oysa bu toplumda sol sosyalist bir söylemle etki yaratabilmenin imkanlarının olduğu Maçoğlu örneğinde olduğu üzere görülmüştü. Ancak ÖDP’yi yönetenlerin ne böyle bir söylem yaratabilme iradesi var ne de takadi. Ellerindeki imkanlara rağmen gösterdikleri atıllık bunu kanıtlamıştır.

Ayrıca belediye seçimlerinin kaybedilmesini HDP seçmeninin yeterince destek olmamasına bağlayanlar, acaba böyle bir destek gerçekleşip başkanlık koltuğuna otursalardı “tartışma süreci” başlatacaklar mıydı, yoksa her şey çok güzel olacak deyip kulaklarının üzerine mi yatacaklardı? Elbette başarı siyasal krizi bir süre daha öteleyecekti. Ancak artık hayatın gerçekleriyle yüzleşme vakti. ÖDP liderliği, bu saatten sonra İmamoğlu ve CHP rüzgarının peşine takılmanın yarattığı hasarı parti adına “sol” etiketini basmakla telafi edebileceklerini düşünüyorsa yanılır.

Samimi bir özeleştiri yaşanan krizin veya yetersizliğin nedenlerini programatik düzeyde, siyasal taktik ve stratejilerdeki yanlışlarda, pratikteki atıllıkta aramak zorundadır. Neredeyse 10 yıldır ÖDP’yi tek başına yöneten Devrimci Yol geleneğinin bunu yapma konusunda en ufak bir çabasının olmadığı oldukça açık. Çare her zaman olduğu gibi etiket değişikliğinde, genel geçer doğruların bıktırıcı tekrarında aranıyor. Hal böyle olunca mevcut yapı ne hedef kitle olarak belirlediği gençlik düzeyinde ne de emekçi katmanlarda bir heyecan yaratabiliyor. Son Ankara mitinginde ÖDP kortejinin ve olağanüstü kongrede ön sıraları kaplayan kitlenin durumunda görüldüğü üzere elde kala kala Devrimci Yol geleneğinin mirasını namus belasına sahiplenen yaşlı bir kuşak kalıyor. Bu toplamın da köklü bir değişim yaratamayacağı onlarca yıllık tecrübeyle sabit.

ÖDP’yi elinde tutan gelenek en basitinden istese bugüne kadar bürokrasilerinde merkezi bir yer tuttuğu KESK, TMMOB ve TTB gibi emek ve meslek örgütleri aracılığıyla toplumsal muhalefetin sınıf eksenli bir zemin ekseni üzerinden yükselmesine önayak olma kapasitesine sahipti. Ancak ÖDP bu kapasiteyi harekete geçirmek yerine, basit siyasal pazarlıklarla elde tutmaktan öte bir şey ortaya koymadı. 90’larda sınıf mücadelesinin önemli dinamiklerinden biri olan KESK adeta Türkiye’deki siyasal gericiliğin yükselişine seyirci kaldı, rutini aşamayan ve tabana heyecan aşılayamayan eylemlerle gün kurtarıldı. Bunlara dair bir özeleştiri yapılacak mı? Hopa ve Samandağ Belediyeleri gibi kazanılan kimi siyasal mevzilerde bırakın sosyalist bir belediyecilik anlayışını, klasik CHP belediyeciliğinin ötesine geçilmedi ve bu mevziler sonraki seçimlerde kaybedildi. Var mı bunu gündeme getiren? Yok.

Kısacası Melih Pekdemir’in Birgün’de yayınlanan “Şimdi Sol Zamanı” başlıklı yazısında geçen bir ifade meseleyi özetliyor aslında: “Yol aynı yol, yolculuk aynı yolculuk.”

KATEGORİLER