Yirminci Asrın “Pir Sultan”ı: Mahsuni Şerif – Emre Güntekin

Yirminci Asrın “Pir Sultan”ı: Mahsuni Şerif – Emre Güntekin

Mahsuni Şerif’in 18. ölüm yıldönümündeyiz. Mahsuni’nin ölümü üzerinden yıllar da geçse türküleri sevilerek dinlenmeye devam edilecek. Hatta ömrü boyunca muhalif kimliği nedeniyle pek çok baskıyla karşılaşan, devletin “sakıncalılar” listesinden düşmeyen Mahsuni’nin türküleri iktidar “şarkıcıları”nın bile diline düşecek kadar popüler kültüre mal oldu. 2017 yılında çıkarılan “Mahsuni’ye Saygı” albümünde Demet Akalın, Işın Karaca ve Mustafa Ceceli gibi meşhur saray “ünlü”leri de yer almış ve tartışma yaratmıştı.

Normal bir durum. Bu isimlerin türkülerinde, şiirlerinde “adaletsiz padişah”a çatan  Mahsuni Şerif’le ortaklaşabileceği bir zemin olması nasıl mümkün olabilir ki?

“Mahsuni” adının hikayesi bile onun toplumun hangi sınıfının yanında olduğuna bir işarettir. Asıl adı Şerif Çırık olan aşık, köyünde yaşayan Şakir Baba isimli bir kişinin “çok mahsun bir yüzün var” demesiyle Mahsuni adını alır ve 1971 yılında mahkemeye başvurarak adını değiştirir. Bu tarihlerde devlet baskısıyla yüzleşmeye başlaması da ilginç bir rastlantıdır.

1960’larda yolu ilk olarak askeri okula düşen Mahsuni bir süre sonra askerlik mesleğine devam edemeyeceğini anlar; zaten okuldan politik nedenlerle atılacaktır ve bunu şu şekilde anlatır: “İyi ki de kovuldum, çünkü askerliği sevmez olmuştum. Çünkü içinde evrensel güdüler taşıyan ve insanı Kâbe bilen bir gönül, bir sevda, bir aşk adamına eli silahlı meslek ayıptı, en azından uygun değildi.” Hatta Mahsuni’nin askeri okulda okuduğu sınıf gelecekte onun mahkeme salonu olacaktır.

1960’ların fırtınalı mücadele yılları Mahsuni’yi de hızla içine çeker. Bu dönemde Fikret Otyam’la tanışması hayatını değiştiren etkenlerden olur; onun aracılığıyla Mahsuni yavaş yavaş tanınan bir aşık haline gelir. Öte yandan yeni kurulan TİP’e yakınlaşır. Bir yandan Alevi öğretisinin etkisi diğer taraftan sosyalist mücadelenin yükselişi dönemin Mahsuni Şerif, Aşık Daimi, Kul Ahmet, Nesimi Çimen, Feyzullah Çınar gibi dönemin önemli aşık ve ozanlarını bir araya getirir. Mahsuni’nin anlatımıyla bu bir araya gelişin sebebi şöyle ifade edilmektedir:

“Bir Aşıklar Derneği kurmamız gerekti. Nedeni de şu idi. Türkiye de halk ozanalrı sürekli ezilmişlik, yoksulluk içinde yaşamışlardı. Bu durumdan tamamen olmasa da kurtulmaları gerekti. Örgütlenmeleri gerekiyordu. Biz bu gerekeni yaptık. Aşıklar Derneğini kurduk. Sesimizi duyurmaya, çeşitli yerlerde konserler vermeye çalıştık. Bu çabalarımızda da başarılı olduk. Dost Fikret Otyam’ ın ve Gazeteciler Sendikası’ nın desteği ile konserler verdik.”

 

Soldan Sağa : Veli Pamuk, Mahzuni Şerif, İsmail Pamuk, Feyzullah Çınar, Mahmur Erdal Ortada: Rıza Aslandoğan, Kulahmet, Osman Dağlı (1967)

1968 gençlik hareketinin lider kadrosunu idamlarla, katliamlarla ortadan kaldıran 12 Mart 1971 Muhtırası bir sille de Mahsuni’ye vurur. Denizlerin idamını protesto etmek için Nihat Erim hakkında “Erim erim eriyesin” türküsünü yazan Mahsuni bu nedenle yargılanır. Mahkeme sürecini kendi diliyle şu şekilde anlatır:

Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının asılmasını protesto için, “Erim Erim eriyesin” diye bir Türküden yargılanırken, Mahkeme Baskanı, “Erim’in plağının çalınmasını” istedi. Olayın ilginç yanına bak!

Bütün heyet, gazeteciler ve dinleyiciler herkes orda. Plağı koydular. Hakim, yargılamayı unutmuş, kalemi almış eline tempo tutuyor! Ben de güldüm tabii bu duruma. Gülünce hakim beni azarladı. Savcı da ona katıldı. “Bak, mahkemeyle alay ediyor, gülüyor” dedi. Siz olsanız nasıl gülmezsiniz?

O zaman rahmetli Başbakan Nihat Erim’in ifadesi geldi.

“Bir halk ozanı, Başbakan’ı sevmek mecburiyetinde değildir.” gibi bir ifadede bulunuyordu. Erim, şikayetçi olsaydı 4 yıl yerdim. Olmadığı için 10.5 ay yattım.

Cezaevleri 12 Mart’ın ardından da yakasını bırakmaz. Hatta eşinin ifadelerine göre bir gün Neşet Ertaş’ın evlerine misafir olduğu bir sırada Mahsuni’yi jandarmalar götürür. “Mahzuni bir gün dışarıda ise iki gün içeride. İşte böyle geçti hayatımız.” der eşi Fatma Hanım bu dönem için. 1973 yılında bu kez “halkı isyana teşvik”ten sıkıyönetim mahkemesinde yargılanır. Dönemin ünlü işkence tezgahlarına da yolu düşer. Bu konuda şöyle der: “Adı batasıca söylediğiniz şey, işkenceyi Ankara’nın bir yerlerinde çektim ama neresinde olduğunu bilmiyorum.” Bu dönemde cezaevinde Yılmaz Güney gibi dönemin önemli politik mahkumlarıyla aynı cezaevinde yatar.

https://www.facebook.com/yilmazguneysayfasi/videos/1345715975555722/

Mahsuni türkülerinde sadece düzene yönelik eleştirileri dile getirmez. O türkülerinde hayatın hemen her alanında gördüğü yanlışlara vurgu yapar; hatta dönemin solcu profilini de eleştirmekten kaçınmaz. “Zevzek” isimli türküsünde geçen “Belinde barabellom kimi kurtardın canım” dizesi dönemin küçük burjuva, silahlı devrimci profiline yönelik bir taşlamadır. Yıllar sonra Alevi toplumu içerisindeki çelişkilere de “Fırıldak Adam” şiiriyle yanıt verir ve şöyle der:

İkrar verdin ikrarını çiğnedin

Hayatında helal lokma yemedin

İnsanım demedin kulum demedin

Hacı bektaş mevlanada işin ne

Cezaevi yıllarının ardından Mahsuni için hayatın kendisi de bir “cezaevi”ne dönüşür. Yıllarca sahne ve plak yasakları, yurt dışına çıkış yasağı ve bunların getirdiği yoksullukla baş etmek zorunda kalır. Defalarca kez saldırıya uğrar, evi arabası bombalanır, kundaklanır.  

Öte yandan ünü artık Türkiye’ye yayılan Mahsuni’nin popüler kültüre mal olması da bu döneme denk düşer. Ersen ve Dadaşlar, Edip Akbayram, Cem Karaca, Selda Bağcan, Ahmet Kaya gibi sanatçılar eserlerini seslendirir. 80’li yıllarda darbenin ardından büyük bir yoksulluğa düşen Mahsuni için İbrahim Tatlıses gibi “popüler” figürlerin seslendirdiği eserleri en önemli geçim kaynaklarından birisi olur. Hatta normalde kendisinin hedef alındığı bir islahlı saldırıda yanındaki en yakın arkadaşının vurulması üzerine yazdığı “Dom Dom Kurşunu” adlı Tatlıses yorumuyla ağıt o kadar popülerleşir ki Ferhan Şensoy “Ferhangi Şeyler” adlı oyununun bir gösteriminde  “Bir dönem, bir yiğit solcudur diye vuruldu da Mahzuni Dom Dom Kurşunu’nu yaptı; siz diskolarda dingildeyesiniz diye değil!” diyecektir.

12 Eylül’ün ardından yıllarca sürgünde yaşayan Mahsuni’nin başı ölmeden önce de söylediği “Elhamdülillah Kızılbaş’ım ve laikim. Ben değil, yedi sülalem Kızılbaştır. Bir suç varsa o da dedemdedir.” ifadeleri nedeniyle 2001 yılında DGM’de yargılanır.

Başlığa dönecek olursak… Mahsuni’yi “yirminci asrın Pir Sultan”ı diye tanımlamıştık. Salt yaşadığı baskılar değil elbet bu şekilde tanımlamadaki sebep. Mahsuni aşık veya ozan kimliğinin toplumsal rolü üzerine yakın geçmişin en özgün örneklerden birisidir. Alevi-Bektaşi geleneğinin yıllarca Osmanlı’nın baskılarına karşı yükselen sesi olmuş Nesimi, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet, Köroğlu, Dadaloğlu, Serdari gibi ozanlarının geleneğinin 20. yüzyıla taşınmasında önemli bir rol oynamıştır.

Elbette çelişkileri yok değildi. Fakat bu asırda hala saraylara ve saltanatlara karşı mücadele yürütmek zorunda kalıyorsak sadece sıkılı yumruğa değil, gerektiğinde bir tek dizesiyle o saraylara öfkeyi harlandıracak Mahsuni gibi ozanlara da ihtiyacımız olacak.

Aşık Mahsuni Şerif’i ölümünün yıl dönümünde saygıyla anıyoruz.

KATEGORİLER