Yaptıkları ve Yapamadıkları ile TİP-Ali Baran Gökçer

Yaptıkları ve Yapamadıkları ile TİP-Ali Baran Gökçer

Türkiye’de işçi sınıfını arkasına almış bir partinin bulunmaması güncelliğini koruyan bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Diğer taraftan ise AKP’nin seçime favori olarak girdiği bir baskın seçimle karşı karşıyayız. Üstüne üstlük bu seçimlerde hiçbir sosyalist parti yer almayacak. Bu açılardan dergimizin yeni sayısında Türkiye İşçi Partisi’ni (TİP) incelemenin kıymetli olacağını düşündük çünkü TİP belki de ilk defa Türkiye’de işçi sınıfı ve emekçi halk içerisinde büyük bir güç yakalamış ve bir noktaya kadar sınıfı örgütlemeyi başarmıştır. Başka bir deyişle ilk defa Türkiye’de bir oluşum ”kitlesel bir emekçiler partisi” olmayı başarmıştır. Diğer taraftan ise 1965 seçimlerinde büyük bir başarı sağlayarak meclise 15 sosyalist vekil sokmuştur. Bu yazıda özetle TİP’in nasıl bir ortamda filizlendiği, ne ölçekte başarı sağladığı ve nerede yaptığı hatalardan ötürü kaybettiği incelenecektir.

27 Mayıs ve TİP’in Kuruluşu

1960’lara gelirken Türkiye solunda öne çıkan bir özne yoktu. TKP, 1950’lerin başında Türkiye’nin SSCB ile bağlarını tamamen keserek NATO’ya girmesi sonrası tekrar faaliyete geçmiş ve bir atılım gerçekleştirmişti. Ancak gelen büyük baskı dalgası ile gerçekleşen tutuklamalar ve partinin üye kayıpları ile yaşadığı iç bölünmeden ötürü TKP oldukça zayıflamıştı. Hikmet Kıvılcımlı gibi TKP’den ayrılmış kişilerin ise kurduğu partiler solda güçlü bir alternatif oluşturmayı başaramamıştı. Diğer taraftan ise işçi sınıfının gelişimiyle ilgili tam tersi bir hava esmekteydi. Türkiye’de ekonomik yönelim ithal ikameci modele dayalı sanayileşme politikasına doğru olunca işçi sınıfı sayıca gün geçtikçe artmakta ve güçlenmekteydi. Bunun en büyük göstergelerinden biri kuşkusuz Saraçhane Mitingi olacaktır. Ayrıca 1961 Anayasası’nın da getirdiği görece özgürlüklerden bahsetmek gerecektir. 61 Anayasası 27 Mayıs askeri darbesini örgütleyenlerin hiç beklemediği bir şekilde solun gelişiminin önünü açacak şekilde sendikal örgütlenmeye, derneklere, sokak gösterilerine, grev ve mitinglere geniş bir zemin hazırladı. Öyle ki egemen sınıf her fırsatta bu anayasaya karşı cephe alacak ve 12 Eylül 1980 darbesine kadar bunu değiştirmek için her türlü çabayı sarf edecekti. İşte tam da bu siyasi atmosferde 12 sendikacının bir araya gelmesiyle birlikte TİP’in temelleri atılmış oldu. 12 Şubat 1961 yılında İstanbul’da kurulan TİP, ilk başta dönemin sendikal yapısının politikleşmesinin bir tezahürü olarak ortaya çıkıyordu. İlk başlarda TİP işçilerin ekonomik taleplerini savunmak adına kurulmuş, politikleşen sendikacıların partisidir diyebiliriz. Öyle ki partinin kurucu kadrosundaki sendikacıların çoğunun sol bir geçmişi yoktur ve partinin de sosyalist olmak gibi bir iddiası başlarda kesinlikle olmamıştır. Yani TİP’in kuruluşunda Marksist etkiler aramak boş bir çaba olacaktır. Burada bir parantez açmak gerekirse Türkiye solunun neredeyse tamamının 1960’lara kadar TKP yani stalinist gelenekten geldiği söylenebilir. Bu da solun doğrudan Moskova’ya bağlı kendi iradesini koyamayan yapılar olmasını getirdi. Diğer bir deyişle Türkiye sol hareketi Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin uzantısı durumundaydı. TİP yalnızca sendikacıların kurduğu bir parti olarak değil aynı zamanda Moskova güdümünde olmayan bir parti olarak da yeni bir oluşum olma niteliği taşıyordu. TİP’in kuruluş sürecini hızlandıran ve onu içerik olarak da gelişmeye zorlayan etken, sol içi rekabetti. 1960’larda sol hareketin en önemli bileşenlerinden biri olan Doğan Avcıoğlu Çalışanlar Partisi adında bir parti örgütlemişti. Bu rekabet TİP’i hamle yapmaya zorluyordu.

İşte bu şartlarda 1 Şubat 1962 tarihi TİP’in kuruluş sürecinde önemli bir basamağa tekabül eder. Bu tarihte sendikacılar tarafından partiye davet edilen Mehmet Ali Aybar genel başkan olacaktır. Bu yeni süreci sadece Aybar’la sınırlı incelememek gerekir. Aslında bu süreç partinin aydınlara açılma sürecidir. Sendikacılar yetersizliklerinin farkındaydılar ve bu politik-teorik bir ifade kazanabilmek için sosyalist aydınları partiye çekmek durumundaydılar. Bu süreçte Sadun Aren, Behice Boran, Nihat Sargın gibi eski TKP’li aydınlardan bazı Kürt aydınlarına kadar birçok aydın kendini TİP saflarında bulacaktır. Diğer taraftan sol aydınlar da Türkiye’de yeni bir dönemin açıldığının, sol politikanın önemli fırsatlarla karşı karşıya olduğunun farkındaydılar. TİP’te siyaset bu açıdan oldukça cazipti.

Bu noktada Doğan Avcıoğlu ve YÖN dergisinin Türkiye siyasetindeki etkilerini de görmek gerek. YÖN’de yazan aydınlar, başta Doğan Avcı olmak üzere, oldukça dikkat çekiyordu ve dönemin sol yapısı üzerinde oldukça büyük bir etki gücüne sahipti. Bunu fark eden sendikacılar çareyi TİP’i dönemin aydınlarına açmakta çareyi görmüştü. Bu tercih ile partinin sosyalizm vurgusunun ortaya çıktığını ve partinin git gide genişleyerek kitle partisi olmayı başardığı söylenebilir. Ancak TİP’in ve tabii parti içinde ideolojik hegemonyayı elinde bulunduran Aybar’ın sosyalizm olarak ifade ettiği şey neydi?

Güler Yüzlü Sosyalizm

TİP, partiye katılan birçok aydın, solcu ve genç militanlarla beraber kısa sürede büyük bir güce ulaştı. Öyleki parti milli bakiye sisteminin* de avantajları ile 10 Ekim 1965 seçimlerinde %2.97 oyla meclise 15 milletvekili sokacaktır. Böylece Türkiye’de ilk defa kendisine sosyalist diyen bir parti mecliste koltuk kazanmış olacaktır. 1965’in seçmen sayısı baz alındığında bu oy oranının günümüzdekinden çok daha büyük bir etki gücüne sahip olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bu sadece, sosyalist hareketin kendi sesini daha geniş kitlere ulaştırmak için bir fırsat olmamış aynı zamanda 1965’e kadar yasaklarla ve tutuklamalarla gündeme gelen solun ülke siyasetinin meşru bir parçası olmasını sağlamıştır. Ancak sorun şudur ki 1965 yılındaki seçimlerde sağlanan görece başarı TİP yöneticilerinin partinin dümenini iyiden iyiye parlamentarizme kırmalarına sebep olacaktır. Mehmet Ali Aybar bu yeni rota için “Güler Yüzlü Sosyalizm” tanımını kullanacaktır. Burada amaçlanan, TİP’in seçimler yoluyla iktidara gelerek toplumdaki sosyalist dönüşümü çıkardığı yasalar ve tepeden gelme icraatlarla gerçekleştirme düşüncesidir. Marksizmin ABC’sini bilen biri çok rahatlıkla böyle bir dönüşümün gerçeklikten uzak bir hayal olduğunu rahatlıkla fark edecektir. Kaldı ki Türkiye’de o dönem egemen sınıfın zayıflığı ve demokratik bir istikrar çok daha zayıf olduğundan bu iddia iki kere boşa düşmektedir. Bundandır ki TİP’in bu yeni programının somut karşılığı partinin bütün çalışmalarının sandık merkezli yapılması olacaktır. Öncelikle bu tercihle beraber, ülke içindeki köylü nüfusunun fazla olmasından ötürü partinin artık temel hedef kitlesi köylüler olacaktır. Aslında köylü demektense ”köylü oyları” demek belki de daha doğru bir yaklaşım. Bu strateji doğalından 2 büyük sorun ortaya çıkarmıştır. Birinci TİP, şehirlerde gittikçe artan işçi ve gençlik hareketinden giderek uzak kalmış ve oraya hiçbir müdahale şansı bulamamıştır. Yakın dönemlerde TİP’in gençlik örgütü Fikir Kulüpleri Federasyonu‘nun parçalanarak DEV-GENÇ‘in kurulması tesadüf değildir. TİP’in sadece koltuk sayısını hesaplayan yüksek burjuva siyaseti bir noktadan sonra gençliğin radikal isteklerini ve acil bir toplumsal dönüşüm beklentisini karşılamamıştır. İkinci büyük sorun ise TİP’in oy uğruna ilkelerinden büyük ödünler vermesidir. TİP, 1969 seçimlerinde partiye 13.500 oy getireceği iddia edilen bir aşiret reisini aday göstermiştir. Gerici toplumsal ilişkilere savaş açtığını söyleyen TİP için bu olay büyük bir prestij kaybına yol açacaktır. TİP’in bu seçim odaklı girdiği yol partinin şehirlerdeki dinamizmini ve gücünü kaybetmesinde başat rol oynayacaktır. Sorunun bir kısmı kuşkusuz TİP’in lider kadrosunun Türkiye siyasetini en hafif ifadeyle tersten okumasında aranabilir ki belli açılardan da doğrudur. Ancak sorunu net bir şekilde söylemek gerekirse sorunun kalbi reformizm batağına saplanmak ve çırpındıkça daha da dibe çekilmek olmuştur. Gerek 68 gençlik hareketinin büyük eylemlerine gerekse 15-16 Haziran gibi büyük işçi direnişlerine müdahil olamayan TİP, 1969 seçimlerinde milli bakiye sisteminin de kaldırımasıyla beraber aldığı başarısız sonuçla de tam bir politik iflas yaşamıştır. Yani Aybar’ın seçimler yolunun çıkmaz yol olduğu kanıtlanmıştır. Egemen sınıfın böyle bir seçim sistemine daha fazla tahammül etmeyeceği ortadaydı. Diğer taraftan radikal gençlik heyacanı da TİP’in kalıbına sığmayacak kadar hareketliydi. Bu radikal gençlik ancak sınıf merkezli bir radikalizm ve ideolojik üstünlük temelinde elde tutulabilirdi. Ama bu ikisi de TİP’te olmayan şeylerdi. Neticede TİP olaylar tarafından aşıldı ve geride bırakıldı.

12 Mart Muhtırası ve İkinci TİP

Behice Boran

İşçi sınıfının hareketliliğini bir yere evirecek bir öznenin olmayışı ve öğrenci hareketinin doğal sınırlarına ulaşmasıyla beraber sol harekette bir tıkanma oldu. Bu ortam egemen sınıfa askeri bir müdahale yapacak zemini hazırlıyordu. 12 Mart Muhtırası ile hedef kuşkusuz soldu. Gençlik önderleri katledildi, birçok devrimci tutuklandı. TİP’te bu süreçten nasibini alarak muhtıradan yaklaşık 4 ay sonra 21 Temmuz 1971 tarihinde TİP kapatıldı. Liderler tutuklandı, 15 yıla kadar değişen hapis cezaları aldı. Türkiye siyasi atmosferinin tekrar normalleşmesi ile beraber TİP 1975 yılında Behice Boran’ın önderliğinde tekrar açıldı. Ancak kapatılmadan önceki TİP ile sonrası arasında büyük bir farklılık bulunmaktadır. Kuşkusuz bu ayrım da muhtıra öncesine dayanıyor. SSCB’nin Çekoslovakya’yı işgal etmesini Aybar ve TİP’ protesto etmişti. Ancak kısa bir süre sonra Boran ve Aren gibi liderlerin SSCB’yi desteklemesi partinin bölüneceğinin işareti olmuştur. Aybar 1969 yılında partiden istifa edecektir. Bundan sonraki süreçte ve özellikle Boran yönetimindeki TİP artık tam anlamıyla SSCB’ye yanaşmaya çalışacak, güler yüzlü sosyalizm yerine katı Stalinizme bırakacaktı. II.Tip’in I.TİP’in yakaladığı toplumsallığı yakalaması mümkün olmayacaktır. 1977 seçimlerinde de oyu %0.13’e kadar düşecektir. Karşımızda SSCB’nin desteğini almak için TKP ile rekabet eden çok da belirleyici olmayan bir fraksiyondan fazlası yoktur. 12 Eylül’e giden süreçte parti bölünme yaşayacak ve darbeden sonra tekrar kapatılacaktır.

Sonuç

TİP işçi sınıfı içinde hatrı sayılır bir güç yakalamasına rağmen reformist ve seçim odaklı perspektifinden ötürü tarihsel bir fırsatı kaçırdı denilebilir. Bu şekilde bakıldığında tek başına işçileri örgütlemenin yeterli olmayacağı sonucu çıkıyor. Evet işçi sınıfını örgütlemek kendisine sosyalist diyen her parti için olmazsa olmaz bir koşuldur. Ancak programı, kadroları ve liderliği ile proleter devrimci bir çizgi olmadan devrimci bir role sahip olmak mümkün değildir. Parti elinde bulunan kadrolar ve sınıfla beraber sistemi durdurabilecek taktik ve stratejileri geliştirmek ve onu yıkıp yenisini inşa edecek bir sürece hazırlamak zorundadır. Bu da Leninist bir parti anlayışı olmadan mümkün olacak bir şey değildir. Aynı zamanda sürekli devrim programına sahip olmadan kapitalizmin ufku asla aşılamaz.

Öte yandan anlattıklarımızdan parlamento veya seçimlerin önemsiz veya solun müdahil olmaması gereken bir süreç olduğu anlamı çıkmaz. Aksine, insanlar seçim dönemlerinde politikleşir ve seçimlere bakar. Bu da sola propagandasını geniş kesimlere yayma fırsatı sunuyor. Bu sebeple sosyalist solun bu seçimlerde temsil edilememesi ve bir cumhurbaşkanı adayının olmaması kaçırılmış bir fırsattır. Özellikle de sol her yerde baskılanmaya çalışılırken. Son söz olarak, bugün TİP güzellemesi yapmanın bir anlamı yok. Reformist eğilimlere kaymadan, artısıyla eksisiyle geçmişin derslerini çıkarmış, sınıfı örgütleyecek ve kitleri etkileyecek bir devrimci özne gerekliliği hala mevcut bir sorun ve bu açıdan sosyalist solun elini böyle bir dönemde taşın altına sokması gerekmektedir.

*Millî bakiye sisteminde seçim bölgelerindeki milletvekili sayıları nispi temsil sistemine göre bulunur. Partilerin seçim çevrelerinde aldığı bütün artık oylar toplanır. Açıkta kalan milletvekilleri sayısına bölünerek milli seçim kotası bulunur. Her partinin elindeki toplam artık oy milli seçim kotasına bölünerek, bununla orantılı bir şekilde milletvekilleri dağıtılır.

KATEGORİLER
ETİKETLER