Üniversitelerde Faşist Teröre Karşı Ne Yapmalı? – Arda Öztekin (ODTÜ MFT)
Son dönemde üniversiteler iktidar destekli faşist çetelerin saldırılarıyla sıkça karşılaşıyor. ODTÜ’de, Ankara Üniversitesi’nde bunun çeşitli örnekleriyle karşılaştık. Faşizmin güç kazandığı alanlarda özgür düşünceyi, yaşam tarzlarını nasıl baskıladığını birçok örnekten biliyoruz. Saldırıların artışı öğrenci gençliği gelecekte faşist çetelerin okullarda gerçekleştirdiği saldırılara karşı nasıl mücadele edilmesi gerektiği konusunda düşünmesini zorunlu kılıyor.
Bir olguyla mücadele etmek için öncelikle olgunun doğru tanımının yapılması gerekir. Böylelikle o şeyin esasında neye hizmet ettiği, neye dayandığı, zayıf ve güçlü tarafları ortaya konulur. Mücadele, bu sorular etraflıca cevaplanabildiği ölçüde somut bir zemine oturtulabilir ve işlevsel yöntemlerle tasarlanarak uygulamada başarılı sonuçlar elde edilebilir. Kısacası faşizmin doğru tanımı yapılmadan üniversitelerde faşist terör ortadan kaldırılamaz.
Faşist hareket Türkiye’de on yıllar boyunca egemen sınıfların sınıf mücadelelerine ve devrimci hareketlere karşı yedekte tuttuğu ve desteklediği bir araç oldu. Hatırlanacak olursa 68 hareketine ve 70’li yıllardaki mücadeleler karşısında ağırlıklı olarak MHP’ye bağlı Ülkü Ocakları etrafında toparlanan faşist çeteler bizzat devlet tarafından silahlandırılırken; Bahçelievler, Beyazıt, Maraş gibi acımasız katliamlara, sayısız cinayete imza attılar. O günlerde yetiştirilen Çatlıların devletle nasıl içli dışlı olduğu 1996 yılındaki Susurluk kazasıyla birlikte bütün kamuoyunun belleğine kazınmıştı. O günlerden bugüne gelindiğinde ne faşist hareketin sola, emekçilere, ezilenlere yönelik düşmanlığında bir değişiklik oldu; ne de devletin oynadığı rolde.
Tarihsel olarak faşizm, küçük burjuvazinin ve orta sınıfların sisteme olan öfkelerinin odağını farklı yerlere kanalize ederken (bu kimi zaman göçmen düşmanlığı olur, kimi zaman Kürt düşmanlığı vs.); Almanya’da Naziler örneğinde görüleceği üzere sistemi gerektiğinde bizzat iktidara taşınarak, bütün işçi ve emekçi örgütlerini, devrimci-demokratik bütün toplumsal muhalefeti ezme rolünü üstlenirler. Olası devrimci durumlarda devletin kolluk kuvvetlerinde de kopuşlar gerçekleşebileceğinden, faşizm kendi paramiliter sokak gücünü örgütler ve onu her zaman yedekte tutar. Tıpkı MHP’nin Ülkü Ocakları örneğinde olduğu üzere. Bunun bir benzeri yakın dönemde ekonomik kriz karşısında güçlü emekçi ve gençlik eylemleriyle sarsılan Yunanistan’da görülmüş; Yunanistanlı egemenler faşist Altın Şafak örgütünü palazlandırmıştı.
Her ne kadar faşizm burjuvazinin son kozu olsa da etkisini sergilemek için muhakkak iktidarda olmak zorunda değildir. Olağan koşullarda da kendine yeni örgütlenme alanları açmak ve kendi propagandasını yapmak amacıyla paramiliter örgütleri vasıtasıyla her an faaliyet yürütür. Dolayısıyla faşizmle mücadele onun iktidarda olduğu ya da güçlendiği zamanlarda değil; birfiil her gün ve görüldüğü ya da tutunmaya çalıştığı her yerde verilmek zorundadır.
Üniversitelerde Faşist Terör
Üniversiteler tarih boyunca toplumsal muhalefetin öncü seslerinden biri oldu ve bundan dolayı iktidarlar tarafından hep kontrol altında tutulması gereken yerler olarak görüldü. Burjuva iktidarlar olağan yollarla bastıramadıkları durumlarda bu üniversiteleri kontrol etmek üzere faşist çetelerin örgütlenmelerine ve bu alanları baskılamalarına ve saldırılara göz yumdu. Örneğin 70’lerde Türkiye’de devrimci geleneğin en güçlü olduğu yerlerden biri olan ODTÜ’de faşist Hasan Tan rektörlüğe atanmış, ardından üniversiteyi faşist kadrolarla doldurmuştu. Öğrenci gençliğin ve akademisyenlerin güçlü bir şekilde örgütlediği 9 aylık boykot sayesinde Hasan Tan ve çeteleri okuldan püskürtülürken, 2 Aralık 1977’de bir kişinin öldüğü, 52 kişinin de yaralandığı bir bombalı saldırıya imza atmışlardı.
Günümüzde de insanlığın karşısındaki büyük sorunlar karşısında söyleyecek tek bir sözü olmayan, haklı bir tarihsel temele dayanmayan faşizm üniversitelerde sadece devrimcilere değil kendi yaşam tarzını benimsemeyen her kitleye dönük teröre başvurur (Gazi Üniversitesi’nde bu durumun örnekleri hali hazırda pekala gözlemlenmekte). İşte tam da bu sebeplerden faşizmle mücadele sadece devrimcilerin değil, gerek yaşam tarzını gerek fikirsel özgürlüğünü korumak isteyen tüm kitlelerin vermesi gereken bir mücadeledir.
Faşizme Karşı Mücadele Nasıl Verilmeli?
Faşizm güçlü olduğu alanlardaki varlığını büyük oranda şiddetle ayakta tutar ve son olarak ODTÜ ve Ankara Üniversitesi örneklerinde de görüldüğü üzere girmeye çabaladığı alanlarda da bunu devreye sokar. ODTÜ ve Siyasal gibi devrimci mücadele geleneğinde önemli yer tutan alanlar faşizmin saldırılarına karşı korunacaksa burada bulunan siyasal öznelere önemli roller düşmektedir.
Faşizmle mücadele her alanda olduğu gibi üniversitelerde de kendiliğinden gerçekleşemez. Hayatın her alanında olduğu gibi antifaşist mücadelenin fitilini ateşleyecek, bulunduğu ya da tutunmaya çalıştığı her alanda faşizme gerek politik söylemlerle gerekse sahada aktif şekilde karşı koyacak hamleleri tasarlayan ve uygulamaya geçiren bir örgütlülüğün bulunması önem taşımaktadır. Örneğin ODTÜ ÖTK deneyimi 70’lerde öğrencisinden akademisyenine, emekçisine kadar okulun bütün bileşenlerini mücadele alanında kenetleyerek okulu kurtarmayı başarmıştı. Politik olarak ne kadar bilinçli olsa da, dar bir grubun sadece şiddet veya intikam dürtüsüyle hareket etmesiyle faşizmin geriletilemeyeceği bugüne kadar pek çok örnekle sabittir. Aksine bu faşizmin arkasındaki devlet desteği düşünüldüğünde çoğu zaman istediği de bir yoldur.
Örgütlü bileşenler öncelikle ODTÜ gibi faşist terörün hakim olmadığı ama zorladığı üniversitelerde, faşizmin kendine alan açarsa neler olabileceğini göstererek; faşist çetelerin hakim oldukları üniversitelerde ise faşist terör tarafından sindirilmiş, ses çıkaramayacak duruma gelmiş büyük çoğunluğa cesaret vererek onları da mücadelenin aktif özneleri haline gelmesini sağlamalıdır.
Bunun için aktif, enerjik, kitlelerin sorunlarına dokunan ve onları bunun etrafında birleştirebilen bir politik gelenek yaratabilmek zorunluluktur. Bu sadece faşizm tehlikesi gündeme geldiği zaman değil, hemen her gün çaba gösterilmelidir. Öteki türlü kitlelerin bu kriz dünyasında kolaylıkla umutsuzluğa sürüklenmesi, intiharlara meyletmesi mümkün hale gelmektedir. Dahası faşizm de genel olarak bu umutsuzluğu kendi propagandasının bir malzemesi haline getirmektedir.
Tarih bize faşizmle mücadelenin sadece devrimciler tarafından karşılıklı saldırı temelinde ilerlediği sürece karşı tarafın elini güçlendirdiğini, kitleselleştiği vakit ise faşistleri nasıl titretip atomize ettiğini gösterdi (1978 Faşizme İhtar Eylemi). Örgütlü bir topyekün karşı koyuşta Troçki’nin de belirttiği gibi faşistlerin birer insan tozu olduğu görülecektir.
AKP-MHP ortaklığı her alanda toplumsal muhalefeti yok etmeye, baskılamaya devam edecektir. Buna karşı gelecekte yukarıda belirttiğimiz doğrultuda yeni bir mücadele geleneği yaratmak tek çıkış yolu olarak görünmektedir. ODTÜ’de, Ankara Üniversitesi’nde bulunduğumuz her alanda Marksist Fikir Topluluğu olarak bizler okullarımızı, yaşam alanlarımızı savunmak için bu mücadeleyi sırtlanmaya devam edeceğiz.