Türkiye'de Şikenin Tarihi: Endüstriyel Futbolun Tarihi – Çağın Erdinç
Türkiye’de, istisnasız her futbol karşılaşmasından sonra “şike” iddiaları ayyuka çıkar. Türkiye futbolunda taraf olmak, taraftar olmak kaybetmeyi kabul etmemektir.
Aslında çoğu zaman paranoya ve mağlubiyeti kabullenmeme dürtüsünün yarattığı şike “iddiaları”, özellikle Türkiye futbolu için, salt iddia değil, gerçekliğe işaret eder. Lâfı uzatmadan, Türkiye futbol tarihinin yakın döneminde yaşanan (2000 sonrası) şike iddialarına göz atalım.
2003-2004 Sezonu
2003-2004 sezonu yakın tarihin en karanlık futbol sezonlarından birisidir. Beşiktaş bir önceki yıl ligi domine etmiş ve uzun bir zaman sonra şampiyonluk ipini göğüslemeyi başarmış, 2003-2004 sezonuna da fırtına gibi başlayarak devre arasına 11 puan farkla girmiştir. Herkes Beşiktaş’ın tarihi puan farkı yaparak şampiyonluğunu ilan edeceğini düşünürken sezonun ikinci devresinde inanılmaz bir düşüş yaşayan Beşiktaş, ligi şampiyon tamamlayan Fenerbahçe’nin 14 puan gerisinde 3. tamamlamıştır.
Bu, futbol tarihinde pek rastlanan bir düşüş değildir. Üstelik Beşiktaş, ligin arasına aynı kadroyla girip bir iki eksik dışında kadrosunu korumayı başardığı halde bu düşüşü yaşamıştır. Peki bu “düşüşün” arkasında ne vardı? Söz konusu sezonla ilgili çok fazla komplo teorisi üretildiği için, olabildiğince komplolardan uzak durup bilgi ve belgelerle 2003-2004 sezonunda yaşananları Nokta Haber’de 2004 yılında yayınlanan yazılarla da destekleyerek kısaca açıklayalım.
Sermaye Piyasası Kurulu, 31 Mart 2003’te Beşiktaş başkanı Serdar Bilgili hakkında suç duyurusunda bulunma kararı almış ve borsada işlem yasağı koymuştu. Hal böyleyken Bilgili fütursuzca borsayla ilgisi olmadığını söylüyordu. Fatih Altaylı’nın köşesinden nakledelim: “Serdar Bilgili aradı ( … ) Borsada yıllardır tek bir kağıdım, tek bir işlemim yok. Kimsenin parasına da ihtiyacım yok. Hayal mahsulü şeyler bunlar’ dedi. ‘Bunları aynen yazayım mı?’ diye sordum. ‘Yaz lütfen dedi”
Evet, Serdar Bilgili’nin borsayla “oynadığını” herkes biliyordu ancak Bilgili, Fatih Altaylı ile gerçekleştirdiği konuşmada “iddiaları” reddediyordu.
İşte bu noktada, 2003-2004 sezonunda Sedat Peker’in Serdar Bilgili’ye 20 milyon dolar yolladığı iddiası önem kazanıyor. Sedat Peker pek bir “hayırsever” (!) olduğundan, daha sonra tapelere de düşecek olan ses kayıtlarında söylediği gibi futbol kulübü başkanlarına para yolluyordu! Elbette bunu “babasının hayrına” yapmıyordu. Futbol üzerinden o dönem Sedat Peker’in büyük paralar kazandığı birçok kişi tarafından biliniyor fakat ses çıkartılmıyordu.
O dönemde (Ekim 2004) Necil Ülgen (Serdar Bilgili’nin yakınlarındaki isimlerden biri) 12 Ekim’de [2004] Fanatik‘te yayınlanan ve fırtına koparan yazısında, süreci şöyle anlatıyordu: “Sabah aldığı telefondan sonra (Bilgili’yi kastediyor) hiç bu kadar korkmamıştı. Hattın diğer ucundaki sesin, o, insanın vücut kimyasını bozan tonu ve söylediklerini hafızasında tekrarladı. ‘Bana tam 100 milyon dolara mâloldun. Ya bu parayı getirirsin, ya da sen bilirsin…’ Borsadaki operasyonu yöneten arkadaşına okkalı bir küfür savurdu yeniden! Speküle ettikleri kağıtların kime ne yapacağını, onun gibi bir uzman atlamamalıydı. Mafyanın 100 milyon dolarına mâlolmak… İçinin titrediğini hissetti yeniden.”
Necil Ülgen’inde anlattığı gibi, söz konusu dönemde Serdar Bilgili, Sedat Peker’in 100 milyon dolarına mâl olmuştu! Sedat Peker’in 100 milyon doları Serdar Bilgili’ye hibe etmeyeceğini herkes bilir! Aslında Sedat Peker’in Serdar Bilgili’ye “kaptırdığı” 100 milyon doların karşılığında Peker’in istediği şeyler çok açıktı. “Beşiktaş’ın şampiyonluğu dışındaki iddia oranlarının” o sezon (2003-2004) çok yüksek olduğunu biliyoruz. Ya da tek tek maçlar üzerinden değerlendirildiğinde, Beşiktaş’ın maç kaybetmesi, bahis oranlarında Beşiktaş’ın rakiplerine oynayanlara büyük paralar getiriyordu. Sedat Peker’in Bilgili’ye hitaben söylediği “Bana 100 milyon dolar kaybettirdin” çıkışını bu minvalden değerlendirmek lazım.
Aslında Beşiktaşlı oyuncuların da, 2003-2004 sezonunun devre arasında dönen “dümenleri” bildikleri çok açık. Birçok futbolcu, sezonun ikinci yarısında hiç olmadığı kadar agresif davrandı. 2003-2004 sezonunun ikinci yarısının ilk karşılaşması olan Samsunspor maçında Beşiktaşlı 6 futbolcuya kırmızı kart çıktı.
Kartlara bakın, hepsi doğru karar. Ancak maçtan sonra Cem Papila günah keçisi ilan edildi. Taraftarlar, yönetim, futbolcular, herkes Papila’yı suçladı! Zira taraftarlar o sezon dönen pis işlerin hiçbirini bilmiyordu. Beşiktaş’ı başarıdan başarıya koşturan Mircea Lucesku Türkiye’den ayrılırken “Ben bu kadar kirli işlerin döndüğü başka bir lig görmedim” dedi. Endüstriyel futbolun para çarkının döndüğü tüm liglerde bu tip kirli işler olur. Ancak Lucesku’ya katılmamak elde değil. Türkiye ligi tüm diğer liglerden biraz daha kirli!
2003-2004 sezonunun sonunda Çarşı grubu Serdar Bilgili’nin bazı işlerin içinde olduğunu idrak edip yönetimi istifaya çağırdığında, Serdar Bilgili Çarşı grubunun İnönü Stadyumu’nda oynanan Fenerbahçe maçına alınmasına bir şekilde engel oldu. İnönü Stadyumu’ndaki belki de en “sessiz” karşılaşma Beşiktaş-Fenerbahçe karşılaşması oldu. Bilgili protesto edilemedi, takım desteklenmedi!
Bu noktada belirtmek gerekir ki 2003-2004 sezonunda dönen kirli işler bu anlattıklarımızdan ibaret değil. O sezon tüm takımların içerisinde yer aldığı bir “çark” söz konusuydu. 2003-2004 sezonundan sonra bu sezonla ilgili bir soruşturma başlatıldı. Soruşturmadaki telefon kayıtları bir şekilde Milliyet Gazetesi’nde yer aldı. Telefon görüşmelerinin yer aldığı 23 Ekim 2005 tarihli yazı aynen şöyle: “Olgun Peker, telefonda konuştuğu bir kişiye ‘Göksel’le görüştüm (Samsun kalecisi). Diyarbakır’a golü Serkan atacak’ diyor. Sonuçta Samsun, Diyarbakır’ı 3-1 yeniyor, ilk golü Serkan atıyor. Rizesporlu Saffet’in adının anıldığı konuşmanın ardından Rize, Akçaabat Sebat’a yeniliyor, Beşiktaşlı Sergen için Vedat Peker ‘evladımız’ diyor ve Rize’nin ölüm kalım maçında Sergen kadroda olduğu halde özellikle forma giymiyor.
14 Mart 2004, saat 12.01. Olgun Peker, X şahısla konuşuyor:
Peker: Samsun – Diyarbakır maçı için Göksel ile görüştüm. Diyarbakır’a golü Serkan atacak.
18 Mart 2004, saat 22.18. Olgun Peker ile X şahıs görüşüyor:
Peker: İstediğimiz hakemi tayin ettiremedik. O köyün müftüsü Diyarbakır’da Müftü (Hakem Kuddusi Müftüoğlu) olacak.
22 Nisan 2004, 21.34. Olgun Peker ile Zeki Mazlum konuşuyor:
Peker: Diyarbakırspor Başkanı Reis’in dostudur. Reis havalimanında iyi bir karşılanma istiyor. Başkanı iyi ağırlayın.
Mazlum: Abi tamam. Merak etme. Rizesporlu Saffet ile bağlantımız var mı? Maçla alakalı görüşmeliyiz.
Peker: (Kızıyor) Onunla konuşuruz. Telefonda bu işleri yapmayın.
10 Mayıs 2004, 13.15. X şahısla Vedat Peker’in telefon görüşmesi:
X: Teşvik primiyle ilgili rahatsızlık duyuyorum. Reis’le görüşmek istiyorum. Bursaspor, Beşiktaş’a prim yollamış. Sergen’i çağıracaksın “iş bitecek” de, Sergen evladımız değil mi?
Vedat Peker: Hiçbir yere prim yollamayın. Sadece bana para getirin, sorumlusu benim.
Evet, konuşmalar böyle. Maçların sonuçlarına doğrudan tesir edebilecek “paranın gücü” her sezonda olduğu gibi 2003-2004 sezonunda da konuştu. Anadolu kulüpleri başta olmak üzere tüm kulüpler para çarkının yarattığı “girdaba” kapıldı!
Peki 2003-2004 sezonunun “finalinde” ne mi oldu? Beşiktaş, Akçaabat Sebat’la içeride oynadığı son maçı kaybetti (bu da bir mucize) ve Bursaspor küme düştü. Bu süreçten sonra Bursasporlu taraflarla Beşiktaşlı taraftarlar arasında büyük bir kavga başladı. Futbolun zirvesinde mafyatik ilişkilerle zenginler sonuçları tayin ederken yoksul taraftarlar birbirini boğazladı.
Aradaki “husumete” son vermek için 2010 yılında bir hamle yapıldı. Bursaspor taraftarlarının İnönü Stadyumu’na gelmesine izin verildi. Ancak 5 Aralık 2010’da deyim yerindeyse kan gövdeyi götürdü. Beşiktaş taraftarları polis barikatını aşıp Bursasporluların içerisine girdi ve 3 Bursaspor taraftarı bıçaklandı. O taraftarlar bıçaklanırken parayla oynayanlar purosunu içmeye devam etti! Aradan 11 yıl geçmesine rağmen kavga devam ediyor. Pazar günü Beşiktaş ile Bursaspor Bursa Atatürk Stadyumu’nda karşılacak; ancak Beşiktaş taraftarı maça gidemiyor!
Uzun lafın kısası, başlıkta da belirttiğimiz gibi, Türkiye’de endüstriyel futbol geliştikçe Türk futbolu kirlendi. Şike, endüstriyel futbolun olgunlaşma tarihiyle birlikte gelişti. Mesele 2003-2004 sezonunda Beşiktaş’ın şampiyonluğu kaybetmesi ya da Fenerbahçe’nin şampiyonluk kazanması değil. Böyle pis işlerin döndüğü bir ligde, her başarı ve her yenilgi şaibelidir. 2003-2004 sezonu pis işlerin çok bariz ortaya döküldüğü sezon olduğu için bu sezona özellikle yer verdik. Yoksa, emin olun, her sene böyle “tuhaf” işler dönüyor paranın konuştuğu liglerde.
Sonuç
Futbolun ilk dönemlerinde Baba Hakkı vardı; Metin Oktay vardı; Lefter vardı… Dedelerimiz anlatır: Bir maçın ilk yarısında çok farklı skor elde edilince rakip takım kaptanını kenara çekip sessizce “Sizinkilere söyleyin, bu iş böyle olmaz. Maça biraz asılın! İnsanlar futbol izlemeye geldiler.” diyen Baba Hakkılardan, “Amaca giden her yol mübahtır” diyenlerin olduğu sürece evrildi futbol. Taraftarların stadyumu ikiye bölüp birlikte tezahurat yaptıkları süreçten, rakip takımın stadyuma alınmadığı, insanların destekledikleri takım uğruna birbirlerini gözlerini kırpmadan katledebildikleri sürece evrildi futbol! Kapitalizm, insana ait her alanı mahvettiği gibi sporu da mahvetti. Bugün artık özellikle futbol, zenginlerin kurguladığı “çarktan” ibaret ve asla “temiz” bir oyun değil. Bu pisliği ancak ve ancak devrim temizleyebilir! Endüstriyel futbola karşı “3 kornerin 1 penaltı ettiği” bir spor düzeni hayal değil! (Yakın tarihin “şike sezonlarını” yazmaya devam edeceğiz)