Türkiye’de Büyük Burjuvazinin Oluşumu (II) – Güneş Gümüş

Yazının ilk bölümüne buradan ulaşabilirsiniz.

1954-1980: İthal İkameci Sanayi Politikaları Altında Sanayi Sermayesi Birikimine Dayalı Gelişme

Türkiye’de büyük firmaların önemli bir kısmı İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulmuştur. Bu durumda Demokrat Parti’nin girişimci yanlısı politikalarının etkisi de dikkate değerdir. 1960 yılında yapılan bir araştırmaya katılan, 50’den fazla işçi çalıştıran 126 şirketten sadece 3’ünün 1923 öncesi; %75’i ise 1946-1960 arasında kurulmuştur. (Payaslıoğlu’ndan aktaran Buğra, 2010, s.85) TÜSİAD’ın 1989 üye profiline bakıldığında ise 405 üye şirketin sadece 22’sinin 1950 öncesi kurulduğu ve en çok sayıda şirketin (150 tanesi) 1970’lerden sonra faaliyete başladığı görülür (Buğra, 2010,s. 87). 1950 sonrasında ekonomi kamu ağırlıklı olsa da büyük sermayenin de büyük gelişme gösterdiği görülür. Büyük sermaye sanayiye doğru artan bir yönelim göstermektedir. Bu dönemde kamu ya da özel sektör eliyle gerçekleştirilen sanayileşme iç pazara dönüktür, ihracata kapalıdır; korumacı dış ticaretin sayesinde tekelci niteliktedir. Sanayinin yeniden üretimi dış borçla sağlanmaktadır.

Ataay’ın (2001) belirttiği gibi “1970’lere doğru Türkiye’de artık holding biçiminde örgütlenmiş, hemen her sektörde faaliyet yürütebilen, banka sahipliği ile bütünleşen, TÜSİAD’da bir araya gelmiş, genellikle İstanbul’da üstlenen, yabancı sermaye ile ortaklık yapan bir büyük burjuvazi oluşmuştur.” (s.60)

1950’lerde sonra Türkiye ekonomisi 1980’e kadar sürecek ithal ikameci bir model çerçevesinde örgütlenmiştir. İhracat ise uluslararası yeni işbölümüne uygun olarak tüketim malları üretimi temelinde gerçekleşmektedir.  Bu dönemde sermaye açısından 1954 yılında kurulan TSKB (Türkiye Sınai Kalkınma Bankası) önemli bir kaynak kuruluş olmuş; kredileriyle sanayi kuşağın gelişiminde etkili olmuştur.

1950 sonrasında burjuvazinin çıta atladığı, holdingler şeklinde örgütlenmeye başladığı ve bu holdinglerin bankalar kurarak finansal sektöre de giriş yaptığı görülmektedir. Bazı büyük holdinglerden 1950’lerde faaliyete başlayanlar Akkök, Kutlutaş, Borusan, Bodur, Tefken, Enka, ECA, profilo, STFA, Alarko, Akın, Deva, Tamek ve Altınyıldız; 1960’larda kurulanlar Anadolu Endüstri, Özsaruhan ve İzdaş; 1970’lerde işe başlayan ise Ekinciler’dir (Buğra, 2010, s.89).

Cumhuriyet’in ilk döneminde sanayileşme de demiryolu ağı boyunca Anadolu hattında belli ölçüde yayılmıştır. 1950’lerden sonra ise gelişmede özel sektörün payı arttıkça merkez İstanbul’a doğru kaymış; bu ilin sınırları dar geldiği noktada sanayi ve hizmetler Marmara bölgesindeki çevre illere taşınmıştır.

İşveren Örgütlenmeleri

Türkiye’de girişimcilerin Odalar biçiminde örgütlenmesi Osmanlı dönemine kadar gitmektedir. Ancak Odalar’ın bir üst örgütlenme altında birleşmesi, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin kuruluşu 1952 yılındadır. TOBB, 1960’lı yıllarda özel teşebbüsün tek temsilcisi durumundadır. Türkiye ekonomisinde küçük işletmelerin ağırlıklı olduğu düşünüldüğünde TOBB gibi zorunlu olarak bütün işverenleri kapsayan bir kurumda büyük sanayicilerin hegemonya kurması, kendi talepleri doğrultusunda kararlar aldırmaması çok mümkün olmamıştır. Bu durum neticesinde 1960’lı yılların sonunda, daha sonra TÜSİAD oluşumu ile sonuçlanacak Sanayi Odaları Birliği muhalefeti (Uğur ve Alkan, 2000, s.137) yaşanmıştır. 1969 yılında Erbakan’ın Anadolu’nun küçük ve orta işletmelerin desteğiyle TOBB başkanlığına seçilmesi bardağı taşıran son damla olmuş; büyük sermaye grupları 1971 yılında TÜSİAD ile gönüllüğe dayalı ayrı bir örgütlenmeye gitmişlerdir. TÜSİAD; Koç öncülüğünde Sabancı, Eczacıbaşı, Yaşar, Akkök, Tekfen, Altınyıldız, Elektrometal, Elyaflı Çimento, Şişe-Cam tarafından kurulmuş ve “tam anlamıyla bir sınıf örgütü niteliği” (Buğra, 2010, s.337) taşımıştır.

Önemli bir işveren örgütlenmesi de 1961 yılında yine Koç grubu öncülüğünde Demirdöküm, Profilo, Arçelik gibi MESS (Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası) temelinde yola çıkılarak kurulan TİSK (Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu)’dur.

Gönüllü üyeliğe dayalı girişimci örgütlerinin kurulması; küçük sermayedarlarla aynı örgüt çatısı altında hareket edemeyecek kadar serpilip güçlenen, holdingleşen ve büyük burjuva niteliğini tamamen kazanan sermaye gruplarının sınıf bilinçlerinin gelişmesinin işareti olmuştur:

“…1950’lerde ve 1960’larda, özel sektörün gelişmesiyle, bazı iş adamlarının sosyal konumlarının ekonomik faaliyetlerinin artan toplumsal önemiyle birlikte güçlenmeye başladığını görüyoruz. Başka bir deyişle, bu yıllardan başlayarak girişimci sınıfın ekonomik ağırlığına bir değişiklik oluyor.” (Buğra, 2010, s.322)

1980 ve Sonrası: Dışa Açık Koşullarda Tekelleşme Türkiye ekonomisi

1980’de önemli bir dönüşüm yaşamış; geçmiş dönem politikalarında bir kırılmaya gidilmiştir. 1980’e kadar daha çok iç pazara dönük ve kamu ağırlıklı ekonominin yerini bu tarihten itibaren dışa açılma, kamunun küçülmesi ve ihracata yönelik sanayileşme almıştır. Dünya ekonomisiyle kurulan ilişki değişmiş; uluslararası alana dahil oluş emek ya da hammadde yoğun ürünlerde uzmanlaşma şeklinde olmuştur. Bu dönemin ayırt edici niteliği özelleştirmelerle devletin imalat sanayi ve hizmet sektöründeki ağırlığı azalırken yürürlüğe sokulan sınır tanımayan piyasalaşma, özel girişimciliktir:

“Bu dönemle birlikte, devletin ekonomideki yeri hızla daraltılırken özel sektörün payı hızla genişlemiştir. Devletin payının azalması, yeni yatırım harcamalarının azaltılması ve başta KİT’ler olmak üzere kamu varlıklarının hızla özelleştirilmesi şeklinde gerçekleştirilmiştir. Bu yolla, toplam yatırımlarda 1960’da yüzde 50, 1985’te yüzde 45 olan kamu payı, 1990’da yüzde 31’e, 2005’te ise yüzde 252’ye kadar geriletilmiştir. Buna karşılık özel sektörün yatırımlardaki payı 1990’lı yıllardan başlayarak yüzde 70-75 dolayına çıkmıştır.” (Sönmez, 2010b, s.32)

Büyük oranda tekelleşen büyük sermaye İstanbul’da üstlenirken örgütlenmesini holding biçiminde gerçekleştirmiştir (hatta dikey holding modeline geçiş yaşanmış). Büyük burjuvazi finans, ticaret ayaklarını oluştururken sermaye grupları içinde yabancı ortaklı kesimlerin ağırlığı artmıştır. Bu dönem boyunca büyük burjuvazi daha karlı alanlara kayarken küçük-orta işletmelere tedarikçi, yan sanayi rolü verilmiştir: 26.teori “Kamu sektörünün imalat sanayindeki öncü konumundan uzaklaştırıldığı bu süreçte, büyük burjuvazinin göreli olarak katma değeri daha yüksek, daha büyük sermaye gerektiren, yabancı ortaklı ve ağırlıkla iç pazara dönük üretimde yoğunlaştığı, küçük ve orta boy işletmelerin bir bölümünün ise emek ya da hammadde yoğun sektörler olan ve döviz kazanmak bakımından büyük öneme sahip olan gıda ve tekstilde uzmanlaştığı görülmektedir.” (Ataay, 2001, s.70)

1980’lerden itibaren Türkiye ekonomisinde bölgesel dengeler iyice bozulmuş ve Marmara’nın ağırlığı karşılaştırılmaz ölçüde artmıştır. 1980 öncesi Anadolu’daki kamu sanayi yatırımları (KİT’ler) Marmara ile Anadolu’nun geri kalanı denge sağlamada belli ölçüde etkili iken özelleştirmelerle kamunun küçülmesi Marmara lehine artan bir gelişme yaratmıştır. 2010 yılında milli gelirin %21’i İstanbul’da üretilmektedir. İstanbul’un yanına Kocaeli, Bursa, Tekirdağ gibi çevre iller de eklenince bu bölgede milli gelirin üçte biri üretilmektedir (Sönmez, 2010b, s.47).

Yükselen Yeni Bir Sermaye Odağı: MÜSİAD

musiad-23-olagan-genel-kurulu-001

MÜSİAD, özellikle 2000’li yıllar boyunca süren AKP iktidarı döneminde serpilip boy atmış sermaye gruplarıyla akademik ve entelektüel alanda ilgi kaynağı olmuştur. Anadolu Kaplanları, İslami (ya da yeşil) sermaye gibi çeşitli sıfatlarla anılan MÜSİAD’a bağlı işadamları; otantik burjuvaziyi temsil ettiklerinden (İnsel, 2012) TÜSİAD’la çatışma halinde olan büyük bir rakip olduklarına kadar çeşitli değerlendirmelere konu olmuştur. MÜSİAD, devlet desteği olmadan geliştiği iddiası temelinde Batı’daki burjuva tipine en uygun örnek olarak tanımlanmış; Weber’in tariflediği Protestan ahlakına sahip ve dolayısıyla kapitalizmin ruhunun taşıyıcı şeklinde değerlendirmelere (Özdemir, 2006) mazhar olmuştur. Yazının konusunu Türkiye’de büyük burjuvazinin oluşumu teşkil ettiği oranda MÜSİAD’ın bu gruba dahil edilip edilmemesi tartışmasını yürütmek bir gerekliliktir.

MÜSİAD, biri hariç (Atom Kimya) küçük ve orta ölçekli işletmelerin bir araya gelmesiyle 1990 yılında kurulmuş; bu süreçte geleneksel küçük burjuvaziye dayanan bir sermaye örgütlenmesidir. MÜSİAD’ın üyesi girişimciler, 1980’lerde ANAP iktidarı dönemi ihracatı teşvik sistemi ve Arap sermayesinin desteğiyle güçlenme yaşamış; önce tekstil, perakende gibi sektörlerde öne çıkıp ancak daha sonraları bu sektörlerde ya da yeni alanlarda hacim olarak büyümüşlerdir. 1995 MÜSİAD kataloguna göre, 1900 üyesinin sadece 20’si 500’den fazla işçi çalıştırmakta; 1500 üyeden fazlasını 50’den az işçi çalıştıran işletmeler oluşturmaktadır (Uğur ve Alkan, 2000, s.141).

1980 sonrası ekonomik dışa açılma, o döneme kadar büyük sermayedarların yanında ezilmiş küçük ölçekli işletmelere büyüme olanağı tanımış; küreselleşmenin sunduğu olanaklarla dış ortaklar bulan bu sermayenin gelişmesi ivmelenmiştir. Dış ortaklar büyük oranda 1974 petrol krizi sonrasında gelirleri yükselen Arap kökenli firmalardır. Bu partnerlerle sadece Türkiye içinde değil dış ticaret alanında da faaliyet yürütülmüştür.

1980 sonrası Türkiye’ye ciddi bir Arap sermayesi girişi olurken bu dönemde İran, Irak, Libya ve Suudi Arabistan ile dış ticaret ilişkileri de gelişmiştir. İçeride ortaklık alanlarından önemli bir tanesi de finansal sektör olmuş; ANAP iktidarının verdiği izinle 1985’ten itibaren faizsiz bankacılık faaliyetleri başlamıştır. MÜSİAD’a üye sermaye gruplarının gelişiminde Arap sermayesinin petro-dolarları kadar daha sonra Refah Partisi’nin kazanacağı belediyelerden ihaleler yoluyla aktarılan kaynak da önemli olacaktır. Gelişen bu sermaye grupları gerekirse ortaklıklar oluşturarak özelleştirme ihalelerine girmiş; elde edilen en büyük pay ise Kombassan’ın aldığı Petlas olmuştur. İnşaat sektörü de 1990’lardan itibaren bu gruplar açısından önem taşımıştır.

12 Eylül darbesiyle başlayan yeni ekonomik politikalar ve uluslararası işbölümünde alınan yeni rol MÜSİAD üyesi girişimcilere yaramıştır. Bu sermaye gruplarının, 1995’teki üyelerinin yarısından fazlasının 1983’ten sonra Özal döneminde faaliyete başlamış olduğu (Sönmez, 2010b, s.96) düşünüldüğünde, Özal döneminin çocukları olduğunu söylemek hatalı olmayacaktır.

Uluslararası işbölümü çerçevesinde emek yoğun, kirlilik yaratan sanayi aşamalarının çevre ülkelere kayması sonrasında MÜSİAD teori.27 üyelerine tedarikçi sanayi rolü düşmüştür:

“Türkiye’de ilk birikimini sanayiden gerçekleştiren Koç, Sabancı, Eczacıbaşı gibi TÜSİAD kurucuları, sanayinin kar oranı düşük sektörlerinden çekilip finansa, İstanbul rantlarına, enerjiye, Tüpraş, Erdemir, PO, Petkim gibi özelleştirmelerin kaynaklarına yöneldiler. Terk edilen sektörleri ise, İstanbul ve Anadolu’da düşük ve ücretsiz emeği tepe tepe kullanma şansı olan KOBİ’lere bıraktılar. Küresel sermaye de eskiden İstanbul üstünden, büyük holdingler ile kurduğu tedarik ilişkisini, doğrudan İstanbul ve Anadolu’daki bu KOBİ’ler ile sürdürdü.” (Sönmez, 2010a)

MÜSİAD 2000 yılında 4 bin gibi kabarık bir üye sayısına sahiptir. Bu sayı, bir büyük burjuva örgütlenmesi için oldukça büyüktür. TÜSİAD için bu rakamın 2007 sonunda 576 olduğunu belirtilirse (ki bu üyelerin önemli bir kısmı aynı sermaye grubunun parçası farklı şirketleri temsil etmektedir) ne denilmek istendiği daha rahat anlaşılır. TÜSİAD üyesi şirketlerde toplam 626 bin kişi çalışmakta; bu şirketler ülkede yaratılan katma değerin yaklaşık %38’ini gerçekleştirmektedir. TÜSİAD bünyesinde şirketler özel sektörün cirosunun %20’sini üretmektedir. 2010’a kadar gerçekleşen 36 milyar dolarlık özelleştirmenin %80’i TÜSİAD üyesi 13 gruba yapılmıştır; Tüpraş (Koç); Erdemir (Oyak); PO (Doğan); KGM (Zorlu); Araç Muayene (Doğuş). TÜSİAD, dünyanın en büyük 186. şirketi olarak dünya devleri ligine dahil olan Koç gibi üyelere sahiptir (Sönmez, 2010b, s.75).

Sonuç olarak, İstanbul Sanayi Odası, 2009’da Türkiye’nin en büyük 500 sanayi şirketinin içinde MÜSİAD ve TUSKON üyesi 70’in üzerinde şirketin yer alsa da, MÜSİAD’ın temsil ettiği sermaye gruplarının çapı kurulduğu döneme göre hayli büyümüş olsa da Mustafa Sönmez’in bu grupların TÜSİAD ile karşılaştırılamaz olduğu tespiti haklı görünmektedir: “Türkiye’de büyük sermaye varlığının dağılımı nedir diye sorarsanız, ortada artık dünya devi ligine giren Koç Grubu vardır. Sabancı eski gücü ile olmasa da vardır. Oyak vardır, Doğuş, Eczacıbaşı, Tefken vb… Yani geleneksel güçler yine hakim güçlerdir. AKP ile organik bağı olanların varlığı, bunların yanında pek küçük kalır.” (Sönmez, 2008) MÜSİAD üyeleri içinde güçlenenlerinin TÜSİAD’a geçmesi de bu tespiti desteklemektedir; Ülker, Kiler gruplarında olduğu gibi.

Sonuç

tusiad main 1

Türkiye’de burjuvazinin gerçek hüviyetini kazandığı dönem olarak 1950’lerden sonraki dönemi işaretlemek gerekir. Serpilen sermaye grupları ticaretten sanayileşmeye doğru kayarken başladıkları tekelleşme sürecini 1980’den sonra büyük oranda tamamlamışlardır. Holding tipi örgütlenme modeli Türkiye burjuvazisinin temel iktisadi örgütlenme biçimine dönüşmüştür. Türkiye’de büyük sermaye gruplarının ana örgütlenmesi olan TÜSİAD’ın üye sayısı günümüzde 600’ü bulmamakta; bu üyelerin bir kısmı da aynı grup bünyesindeki farklı isimler olduğundan Türkiye büyük burjuvazisi çok sınırlı sayıda aileyi içine alan bir toplumsal grubu oluşturmaktadır: “Onlar, sayıları 50 bilemediniz birkaç fazlası… Ama o kadar. Bu 50 aile ya da sermaye grubu, Türkiye’de toplumsal yaşama damgalarını vuruyorlar. Ekonomik zenginlikler üzerindeki egemenlikleri, Türkiye’nin politikasına; politikadaki egemenlikleri güçlerine güç katıyor. Toplumda gerek politika, gerek ekonomi, gerekse diğer toplumsal yaşamla ilgili statüko hızla onların lehine gelişiyor. İşte, Türkiye ekonomisine yön verenlerin ulaştıkları gücün boyutları…” (Sönmez, 1992, s.19)

Türkiye’de işadamlarının toplumsal kökenlerini ele alan Ayşe Buğra (2010), büyük burjuvazinin geçmişinde toprak sahipliğinin ve esnaflığın (zanaatkarlık) önemsiz bir yer işgal ettiğini belirtmektedir. Büyük holdinglerin kurucusu işadamlarının kökenlerinde (aile düzeyinde) aslen ticaret ve kamu faaliyetleri bulunmaktadır. 1970 başında D. La Vere Bates’ın yaptığı çalışma da bu değerlendirmeleri desteklemektedir; önemli işadamlarının %77’si ticaret ve kamu bağlantılı bir iş geçmişine sahiptir (aktaran Buğra, 2010, 92). Buğra bu bulgulardan yola çıkarak Türkiye’deki iş anlayışının sanayi değil ticaret merkezli olduğu yorumunda bulunmaktadır. Bu durum da Cumhuriyet tarihinin önemli bir bölümü boyunca (1980’lere kadar) imalat faaliyetinin büyük oranda kamu tarafından gerçekleştirilmiş olması etkilidir. Dolayısıyla devletin, Türkiye’de büyük burjuvazinin oluşumunda doğrudan rolü kadar sonrasında da sermaye grupları üzerinde gerek ekonomik faaliyete doğrudan katılarak gerekse sunduğu kaynaklarla önemli bir etkiye sahip olduğunu belirtmek gerekir. Burjuvazinin kendi çıkışını yapma koşullarına sahip olmadığı bir Türkiye’de burjuvazi adına devletten (devlet bürokrasisinden) bağımsız bir gelişmeden bahsetmek mümkün olmayacaktır. Bu gelişmenin uzun dönemli etkileri (ekonomik, politik, toplumsal olarak kurulan ilişkiler düzeyinde) de olmuştur. Bu bağlamda burjuvaziyi oluşturacak unsurlar için ilk sermaye birikimi önemini kaybetmekte; devlet bürokrasisiyle kurulan bağlar asıl belirleyici olmaktadır.

Türkiye’de modernleşme sürecinin burjuvazi tarafından değil de devlet bürokrasisinin (sivil-askeri) eliyle yürütülmesi Türkiye demokrasisinin gelişimi kadar ekonomi, politika, hukuk gibi birçok alanı da belirlemiştir ve bu durumun yarattığı çelişkiler hala belli ölçülerde kendini hissettirmeye devam etmektedir. Dolayısıyla Türkiye’de büyük burjuvazinin oluşum serüvenini takip etmek Türkiye’nin tarihsel serüvenini takip etmeye denk düşmektedir.

KAYNAKÇA

Ataay, Faruk. (2001, Bahar). Türkiye Kapitalizminin Mekansal Dönüşümü. Praksis, 2, s.53-96.

Buğra, Ayşe. (2010). Devlet ve İşadamları, İstanbul: İletişim. İnsel, Ahmet. (2012, Aralık).

Türkiye’de Burjuvazinin Serüveni. TÜSİAD Görüş, 76, s.14-17.

Özdemir, Şennur. (2006). MÜSİAD: Anadolu Sermayesinin Dönüşümü ve Türk Modernleşmesinin Derinleşmesi. Ankara: Vadi.

Sönmez, Mustafa. (2008, 17 Eylül). “Anadolu Kaplanları” Efsane, AKP İstanbul’u ve TÜSİAD’ı İstiyor, bianet.org.

Sönmez, M. (2010a, 13 Ekim). Anadolu Sermayesi Değil, İslami Sermaye, Cumhuriyet

Sönmez, M. (2010b). Türkiye’de İş Dünyasının Örgütleri ve Yönelimleri. İstanbul: Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği.

Sönmez, M. (1992). Türkiye’de Holdingler Kırk Haramiler. Ankara: Arkadaş. Uğur, Aydın ve Alkan, Haluk. (2010, Yaz). Türkiye’de İşadamı- Devlet İlişkileri Perspektifinden MÜSİAD. Toplum ve Bilim, 85, s.133-155.

KATEGORİLER
ETİKETLER