Türkiye Normalleşebilir mi? – Emre Güntekin
Gezi Davası’nda süren tiyatronun ilk perdesinde Osman Kavala dahil mahkemede bulunan bütün sanıkların beraat etmeleriyle bir anda “normalleşme” sevdalılarının istediği zemin oluşmuş oldu.
İmamoğlu’nun “yargıya güven tazelendi” şeklinde yaptığı çıkışla birlikte başlayan bu çıkış titrek bir mum alevi gibi saatler sonra yargının siyasal iktidar tarafından nasıl darmadağın edildiğini kanıtlarcasına sönüverdi. Gezi Davası’ndan beraat eden Osman Kavala’nın, bir başka mahkeme tarafından 15 Temmuz darbe girişimiyle ilişkilendirilerek tutuklanmasıyla normalleşme beklentileri yine bir başka bahara bırakıldı.
Sonrasında Kavala’yı beraat ettiren mahkeme heyeti için soruşturma başlatıldı.
Bunlar ve içinde yaşadığımız süreçle ilgili veriler bir araya getirildiğinde soruyu şu şekilde değiştirmek daha anlamlı olacaktır: Türkiye normalleşebilir mi?
Böyle bir istek toplumun kimi katmanlarında mevcut. Daha ehlileşmiş ve aşırılıkları törpülenmiş bir “Erdoğan rejimi” özellikle TÜSİAD merkezli büyük sermaye tarafından öpüp de başa bile konabilir ki, Gül-Babacan ikilisi, Davutoğlu veya İmamoğlu seçenekleri böyle bir işlevi yerine getirmeye oldukça yatkın. Bunların Erdoğan’ı zorlayan bir alternatif haline gelip gelemeyeceklerini zaman belirleyecek. Şimdilik kesin olan böyle bir arayışın varlığı…
Öte yandan toplumun alt katmanlarında da 18 yıllık AKP iktidarının yorduğu, son haliyle umutsuzluğa gömdüğü muhalif kesimler içerisinde de gitsinler de nasıl olursa olsun yaklaşımı kendisini hissettiriyor.
Kavala’nın salıverilmeyeceği anlaşıldıktan sonra Ahmet Şık’ın “Kimse enseyi karartmasın, artık bu mafya rejimi 2020’yi bitiremeyecek.” çıkışı biraz da bu duyguya hitap ediyor.
Şurası kesin: İktidarın yarattığı bu çürümeden kolay bir çıkış yolu yok. Kötü bir haber belki ama 2020 yılında da eğer mucizeler olmazsa iktidar yerli yerinde kalacak.
Sorunun cevabını da verelim: Hem de anormalleşmenin sınırlarını zorlayarak kalacak.
Önümüzdeki süreçte ekonomik krizin etkilerinin ağırlaşacağı muhakkak. İşsizlik her geçen gün yükseliyor ve iş bulma umutları tamamen köreliyor. İşsizlik ve yoksulluk kaynaklı intiharlar daha da görünür hale geliyor. Zamlar, vergiler emekçilerin belini bükmeyi bırakın hayatı yaşanmaz hale getiriyor.
Tersinden iktidarın kendi yandaşlarına kamu kaynaklarını, kadroları nasıl fütursuzca dağıttığını artık herkes biliyor, duyuyor, görüyor.
En ufak bir afet bile iktidarın içine battığı kirli ilişkileri, yolsuzluk ve yağma düzenini, halkın sağlığını ne denli umursamadığını tekrar hatırlatıyor. Çılgın projelerle kentler talan ediliyor, gelecek kuşakların bile geleceği karartılıyor.
İktidar sıkıştıkça Suriye ve Libya üzerinden savaş politikalarını harlıyor, ancak artık toplumun küçük bir kesimi dışında kimsenin eski heyecanı yok! İç kamuoyunda yaratılmak istenen milliyetçi-şoven hava dönüp dolaşıp yine hayatın gerçeklerine çarpıyor. Dahası kitlelerde artan Suriyeli düşmanlığı giderek iktidara karşı bir tepkiye dönüşüyor.
Adalet sisteminin artık nasıl işlediğini, yargıya zerre güvenilemeyeceğini kime sorsanız söylüyor.
Erdoğan ve iktidar bu saatten sonra ancak anormalliğin sınırlarını sonuna kadar zorlayarak, baskıyı koyulaştırarak, toplumun nefes alma kanallarını kapatarak ayakta kalabilir. Onlar da en ufak bir gevşemede yeni ve belki de daha geniş çaplı Gezilerle karşı karşıya kalacaklarını biliyorlar. Öte yandan bu kez tepkinin daha sınıfsal olacağı da bir gerçek. Özellikle kriz süreciyle birlikte hem işsizlik hem de emekçi sınıflarda yaşanan yoksullaşma iktidarın erimesinin başat sebebi ki bunu iktidarın yerel seçimlerde neredeyse bütün büyük sanayi kentlerini muhalefete kaptırmasıyla bir kez daha gördük.
Dolayısıyla normalleşme bekleyenler enseyi karartabilir.
Bizim için emekçi yığınların sorunlarının halının altına süpürüldüğü ve yine kazananın sermaye olacağı bir normalleşme kabul edilebilecek en son seçenektir. AKP elbet gidecek, gitmeli; ama bunu kolay bir yolu yok. Bunu iktidar da görüyor ve safları sıklaştırmak için darbe söylentilerinden savaş kışkırtıcılığına kadar her yolu deniyor. İktidar gidecekse bu bugüne kadar dizginsiz bir sömürüye tabi tuttuğu, çocuklarının geleceğini çaldığı emekçiler eliyle gerçekleşmelidir. Eşit, özgür, adil bir düzeni kuracak; bizi bu karanlıktan çekip çıkaracak güç ellerimizdedir.