Taht Oyunları Ne Getirecek? – Emre Güntekin
4 Kasım’da başlayan “yolsuzluk operasyonları”yla birlikte Suudi Arabistan bir yol ayrımına girmiş görünüyor. Ortadoğu’daki mezhep savaşlarını kışkırtan, IŞID ve El Kaide gibi gerici çetelere her türlü desteği veren Suud rejimi hem ülkenin iç işleyişini hem de bölgede süregiden siyasi çatışmaları etkileyecek bir siyasi çalkantının içerisinde.
Her şey 4 Kasım’da 11 prens, 4 bakan, eski bakanlar ve 3 medya grubu yöneticisinin gözaltına alınmasıyla başladı. Ayrıca Prens Mansur bin Mukrin de operasyonlardan kaçarken helikopterinin düşmesi sonucu şaibeli bir şekilde hayatını kaybetti. Operasyonların arkasında Kral Selman bin Abdulaziz’in oğlu Veliaht Prens Muhammed bin Selman bulunuyor. Çıkarılan bir kararname ile Yolsuzlukla Mücadele Komitesi’nin başına getirilen Muhammed bin Selman (MbS) operasyonların ardından fiilen ülke yönetimini tekeline almış vaziyette.
Suud hanedanlığı içerisinden gelebilecek bir karşı darbe ihtimaline karşı güvenlik kurumlarının tepesindeki kraliyet ailesi üyeleri uzaklaştırılırken; aldığı yetkilerle birlikte MbS’nin istediğini tutuklarken dilediği kişinin mal varlığına el koyabilecek olması operasyonların genişleyebileceği ihtimalini güçlendiriyor.
Kraliyet içerisinde kazanın kaynadığı geçtiğimiz aylarda bilinen bir durumdu. Haziran ayında Kral Selman Prens Muhammed bin Nayif’i veliaht prenslikten azletmiş yerine oğlu MbS’yi atamıştı. Bu atamanın hemen öncesinde, Mayıs ayı içerisinde Trump, Suudi Arabistan’ı ziyaret etmiş ve İran’a karşı bölgede vekiller aracılığıyla yürütülen savaşın sertleşeceğine yönelik söylemler dile getirilmişti. Haziran ayındaki veliaht değişikliğinde ve son yaşanan operasyonlarda uluslararası bir gerekçe aramak gerekiyorsa bu noktaya önem verilmelidir.
Öte yandan Trump’ın başkan seçilmesinin ardından, Ortadoğu’daki en önemli maşalarından olan Suudi rejiminde değişim yaşanabileceğinin işaretleri kendisini gösteriyordu. Operasyonlarda en çok dikkat çeken isimlerin başında 17 milyar dolarlık servetiyle dünyanın en zengin insanları arasında yer alan Prens el Velid bin Talal geliyor. Talal başkanlık seçimleri sırasında Trump için “Amerika’nın yüz karası” ifadesini kullanmış, Trump ise bu açıklamaya cevap olarak budala dediği Talal’ı “baba parasıyla Amerikalı siyasetçileri yönlendirmeye çalışmakla” suçlamış ve seçilmesi halinde buna müsaade etmeyeceğini ifade etmişti. Görünen o ki MbS operasyonlar başlamadan hemen önce Riyad’ı ziyaret eden Trump’ın damadı ve danışmanı Jared Kuschner’i veTrump’ı kıramamış!
Gelecekte MbS’nin babasından sonra tahta çıkması ve Suudi rejiminin iplerini eline alması operasyonların ardından en güçlü olasılık olarak ortaya çıktı. Prensin bugüne kadarki açıklamaları ve icraatları Suudi rejiminin petrole dayalı krallığında somut değişimlerin meydana geleceğinin habercisi. Özellikle ülke içerisinde ciddi siyasi ve ekonomik değişimlerin yaşanması bekleniyor.
Veliaht Prens 24 Ekim’de yaptığı açıklamada “Suudi Arabistan, radikal düşünceleri derhal yok ederek 1979 yılı öncesinde olduğu gibi ılımlı İslam’a ve normal yaşama dönecek… Biz, daha önce olduğu gibi tüm dünyaya, geleneklere, halklara ve dinlere açık olan ılımlı İslam’a dönüyoruz.” açıklamasında bulunurken; buna paralel olarak kadınlara araba kullanma yasağı kaldırılmış ve stadyumlara belirli şartlarda giriş izni verileceği açıklanmıştı.
Peki, bayram değil, seyran değil yaklaşık 100 yıllık İslam’ın en radikal yorumlarından biri olan Vahhabi ideolojisiyle ülkeyi yöneten Suud rejimi neden böyle bir yönelime girdi?
Suud rejimi için böylesine kritik bir sorunun arkasında yatan en güçlü cevap ekonomide artık işlerin eskisi kadar iyi gitmemesi. 70’li yılların başında yaşanan petrol krizinin ardından ABD ve petrol zengini Körfez ülkeleri arasında kurulan petrodolar döngüsü, Suudi Arabistan gibi ülkeler açısından işlevselliğini yitirme sinyalleri veriyor. Bu döngüyü kısaca özetlemek gerekirse 1975 yılında OPEC üyeleri ile ABD arasında petrolün dolar ile satılacağı ve elde edilen petrodolarların ABD’nin finansal sistemi içerisinde değerlendirileceği kararlaştırılmıştı. Fakat petrole dayalı sermaye birikiminin de bir doğal sınırının olduğu Suudi rejimi tarafından keşfedilmiş görünüyor.
Kral Selman ve veliaht prensin başını çektiği “ılımlı İslam” yönelimini Suudi rejiminin olası ekonomik krize önlem olarak yönelmeye karar verdiği ekonomik alternatifler bağlamında ele almak gerekmektedir. Suudi Arabistan’ın petrol dışında yeni sermaye birikim araçlarını bundan sonraki süreçte daha fazla teşvik edeceği dillendirilmeye başlandı. Dini yasakların büyük bağlayıcılığının olduğu bir ortamdan, yabancı sermayenin herhangi bir tereddüt yaşamadan hareket edebileceği yeni bir siyasi iklim bu açıdan gerekli görünmektedir.
Bu değişim petrodolar döngüsü açısından doğrudan ABD’yi de ilgilendirmektedir. Ortadoğu’da ABD’den habersiz adım atmayan ve onun bölgedeki en önemli ortaklarından biri olan Suudi rejimi böylesi bir ekonomik değişimi de kuşkusuz onun onayı ve yönlendirmesi altında gerçekleştirecektir. Şimdilik kimse Suudi Arabistan’ın daha önce petrodolar döngüsünü petrolü Euro ile satarak kıran ve ABD’nin düşman listesine giren Saddam, Kaddafi, Chavez veya İran gibi olmasını beklemiyor. Fakat Trump’ın danışman damadının operasyonlar öncesinde Riyad’da yatıp kalkması ABD’nin ipleri sıkı tuttuğunun göstergesidir.
ABD’nin Suudi Arabistan’ı bu kadar önemsemesinin tek nedeni ekonomi değil. Siyasal olarak da Suudiler Ortadoğu merkezli ABD politikalarının hem finansörü hem de askeri olanaklarıyla işbirlikçisi. Suriye, Yemen, Lübnan, Katar, Mısır ve Yemen gibi birçok ülkede yaşanan krizlerde Suudi Arabistan İran’a karşı dengeleyici bir güç olarak öne çıkıyor. Olası sıcak çatışma ihtimalleri bugüne kadar Suudileri ABD’nin en büyük silah müşterilerinden birisi haline getirdi. Suudiler klasik bir emperyalizm taşeronluğunun da ötesinde artık bölgede emperyalizmin izin verdiği sınırlar içerisinde kendi hegemonya projesi olan alt-emperyalist bir ülke konumunda. Elindeki petrol kaynaklı devasa döviz rezervi Suudilere böyle bir hareket imkânı yaratıyor.
Yakın gelecekte Körfez coğrafyasında İran ve Suudi Arabistan arasındaki kriz daha geniş boyutlara ulaşacaktır. Her iki ülkenin de Lübnan, Yemen ve Suriye gibi çatışma sahalarında vekilleri var ve şimdilik onlar aracılığıyla sahada varlık gösteriyorlar. Bunun geniş çaplı bir savaşa dönüşüp dönüşmeyeceğini ise uluslararası kapitalizmin krizleri belirleyecektir.
bolsevik.org