Soygun Soygun Türkiye Tarihi! – Emre Güntekin
Türkiye toplumu bugüne kadar birbirinden ünlü dolandırıcılar çıkardı. Sülün Osman’dan Banker Castelli’ye, Jet Fadıl’dan Çiftlik Bank vurgununun aktörü Mehmet Aydın’a bu konuda istikrarlı bir başarı var. Her biri adeta bir sosyolog edasıyla içinde yaşadıkları toplumun açık noktalarını yakalamış ve bu açıkları birer vurgun aracına dönüştürmekte ustalaşmışlardır.
Yeşilçam filmlerine bile konu olan Sülün Osman’dan itibaren dolandırıcıların profillerini incelersek memleketin o anki halet-i ruhiyesini yakalamak mümkün olacaktır.
Bugün bile iyi mi kötü mü olduğuna karar verilemeyen Sülün Osman 50’li ve 60’lı yıllarda köyden kente göç eden, köyleri dışında bir dünya olduğunu ilk kez kavrayan kalabalıkların en önemli avcısıydı. O dönemde köyünden İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük kentlere göçen yurdum insanı için her şey oldukça yenidir. Şehirlerin ışıltılı dünyası, geniş ve modern meydanlar, köprüler, taksiler, tramvay, vapur, televizyon gibi şeyler onlara çok yabancıdır. Onlar modern dünyaya alışmaya çalışırken, Sülün Osman yanı başlarında biter ve kaşla göz arasında vurgununu yapar. Kimine köprüyü, kimine Taksim Meydanı’nı, kimine de tramvayları satar.
Kendisine Galata Kulesi’ni neden sattığını soran hâkime ”Kusura bakma hâkim bey. Memlekette Galata Kulesi’ni satın alacak eşekler olduğu sürece ben bu kuleyi satarım” cevabını verir ve esas suçlunun kim olduğu tartışmasını yaratır. Sülün Osman dolandırmaya çalıştığı insanların masum olmadığını, kolay yoldan köşeyi dönmeye çalışan köylü kurnazlarını hedef aldığını söyler.
Gerçekten de tartışılması gereken noktalardan birisi budur. Sülün Osman kendisinden sonra gelecek her dolandırıcı, vurguncu için adeta bir prototip teşkil eder.
80’li yıllar ekonomi de neoliberalizmin hâkim olmaya başladığı, finansallaşmanın bankalar eliyle artmaya başladığı, işini bilenlerin, kendi gemisini kurtarmaya çalışanların hâkim olduğu bir on yıl oldu. 12 Eylül toplumun üzerinden silindir gibi geçmiş, bütün dayanışma ağlarını yok etmiş, adeta herkesi kendi içine kapanmaya mecbur bırakmıştır. Örgütlü bir kurtuluşun olmayacağını gören kitleler için bireysel kurtuluş aramak daha cazip gelmeye başlamıştır. Dönem bu değerlerle şekillenen Özalizm’in altın çağıdır.
İşte burada bankerler piyasaya çıkar. Kolay yoldan zenginleşme arayışında olan kitleler Şener Şen ve İlyas Salman’ın “Banker Bilo” filminde de çok güzel anlattığı şekilde ellerinde avuçlarında ne varsa bankerlere akıtır.
Bunların en medyatik olanı Banker Castelli’dir. Abidin Cevher Özden, bankalarla kitleler arasındaki mevduat akışını kontrol etmek için “Banker Castelli” adıyla bir şirket kurar ve yaklaşık 500 bin kişiden 100 milyon liraya yakın bir para toplar. Diğer bankerler de hesaba katıldığında toplanan para 150 milyar lirayı buluyordu (bugünkü değerle 2,5 milyar dolara yakın.). 24 Ocak kararlarıyla birlikte faizler serbest bırakılmıştı ve insanların umudu paralarının kısa sürede üçe beşe katlamasıydı. Castelli’nin vaadi de böyleydi. Reklamları televizyonda dönüyor ve toplumun sevdiği ünlü isimler reklamlarında rol alıyordu.
1982 Haziran’ında 40’a yakın banka artık bankerlerle çalışmama kararı alır. Yani bankerler devri biter. Banker Castelli başta olmak üzere neredeyse tüm bankerler yurt dışına kaçar, tabi ki paralarla birlikte. Türkiye’nin ilk “ponzi scheme” deneyimi on binlerce insanın birikimini bankerlere kaptırmasıyla, birçok bankanın batışıyla sonuçlanır. Görünüşte bankerler ne derece suçludur, sorgulanabilir. Onlar başlangıçta bankalarla yasal işbirliği kurmuş ve buradan aldıkları güçle kısa sürede zenginleşme hayali kuran kitlelere hayal satmışlardır. Aslında bu vurgun hikâyesi de neoliberal iktisada, finansallaşmaya doğru kontrolsüz bir şekilde yol alan Türkiye kapitalizminin deneme yanılmayla yol bulmaya çalışmasının bir sonucudur.
90’lı yıllarda Türkiye’de özel bir dolandırıcı aramaya gerek yoktu. Nitekim siyaset dünyasında iktidara gelip de götürmeyen yok gibiydi. Doğru Yol’dan, SHP’sine, ANAP’ından Refah Partisi’ne kadar iktidara her gelen devletin, kamunun elindeki tüm imkânları arpalığa çevirdi. Özel olarak hatırlatmak gerekirse iki örnek 90’ları anlatmak için yeterli olacaktır: Selçuk Parsadan ve Kenan Şeranoğlu.
Parsadan, özellikle Doğru Yol iktidarı döneminde Tansu Çiller için IQ testi olabilecek bir isim. Birgün telefonla dönemin Başbakanı Çiller’i arar, kendisini Genel Kurmay Başkanı Necdet Öztorun olarak tanıtır ve “İstanbul’da emekli subayların DYP lehine çalışarak binlerce oy toplayacağı” vaadiyle 5,5 milyar lirayı koparır. Bu para tabi örtülü ödenekten karşılanır. Örtülü ödenek bugün olduğu gibi 90’lı yıllarda da iktidara gelenlerin arpalığıdır. Parsadan vakası bu dönemde açığa çıkan sembol olaylardan biridir. Peki, suçlu Parsadan mıdır, yoksa mahkemede Parsadan’ın “saf kadın” olarak tanıttığı Çiller midir; yorum sizin.
Kenan Şeranoğlu’nun başlattığı Titan-Saadet Zinciri vurgunu ise 90’lı yılların en medyatik dolandırıcılık örneğiydi. 1998 yılına gelindiğinde 35 bin insan zincire katılmıştı ve yaklaşık 10 trilyon lira para toplanmıştı. 19 Ocak 1998’de Kenan Şeranoğlu o şaşaalı doğum günü partisini düzenlememiş ve de bu bütün ulusal basına yansımamış olsaydı belki de daha fazlasını toplayacaktı. İnsanlar tabiki bin bir umutla kaptırdıkları paralarının nasıl ezildiğini televizyonlardan izleyince skandal patlak vermişti. Bir ay sonra tutuklanan Şeranoğlu savunmasında masum olduğunu iddia etmiş ve “Titan bitmez!” diyerek ne kadar ileri görüşlü olduğunu kanıtlamıştı.
90’lardan 2000’li yıllara geçiş Jet Fadıl’ın devridir. Aslında Jet Fadıl’ın hikâyesi kendisinden sonra gelecek olan İslamcı, faizsiz kazanç taifesinin yapacağı vurgunların galasıdır. Bunların zincirin ilk halkası olan Jet Fadıl bir değil, iki değil, üç değil sayısız kez kitleleri dolandırmış, aynı kitleler tarafından seçilip milletvekili bile yapılmıştır. Bundan daha büyük bir güldürü bulmak imkansızdır.
Jet Fadıl’dan bugüne Kombassan, İhlas, Yimpaş gibi birçok “holding” kitlelerin dini inanışlarını sömürerek ellerinde ne var ne yok cukkalarken; Türkiye’de yavaş yavaş yükselişe geçen siyasal İslam’ın vurguncularının da en az eskiler kadar cevval olabileceğini kanıtlamıştı. Onların hikâyelerini de anlatmaya kalksak yazının boyutu bir kitap cildine ulaşır. Fakat bu kez hikayenin siyasal açıdan incelenmesi doğru olacaktır.
Ne Sülün Osman, ne Castelli, ne de Parsadan veya diğerleri… Bunlar çoğu zaman siyaset üstü karakterlerdi. Ki bunların çoğu erinde gecinde, dolandırılanlar paralarını alamasalar da, adalet karşısında yerlerini almıştır. Fakat özellikle AKP iktidara geldikten sonra aynı şeyi İslami vurguncular için söylemek zor. Jet Fadıl bile komik bir kefaletle serbest kalırken, diğer yukarıda saydığımız vurgunlar arkalarında güçlü bir iktidar desteği hissetmişlerdir. Yakın dönemden Deniz Feneri yolsuzluğunu ele alın. Bırakın hesap sormayı, iktidar Deniz Feneri soygununu gerçekleştirenleri cansiperane bir şekilde savunmuştu. Tabi balık baştan koktuğu için insan buna şaşırmıyor.
Gelelim Çiftlik Bank’a… Hikâye aynı. Anlaşılan o ki “Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştaki” Mehmet Aydın dersine iyi çalışmış. Memleket tarihini iyi okumuş ve geçmiş kuşakların deneyimlerini kendisine yol haritası yapmış. Yola çıkarken vatan millet, mehter marşı, dini hamaset, ülkede yatırım yapılmasını istemeyen dış güçler… Kutuplaşma iklimini sömürebilecek, kendi yakasındaki kimsenin yanlış yapmayacağına gözü kapalı inanabilen kitleleri peşinden sürükleyebilecek ne varsa heybesine doldurmuş.
Aferin çocuk! Kaçmana ne gerek vardı ki; zaten böyle konuşmaya devam etseydin seni el üstünde tutardık!