Soğan kokusu AİHM’in kokusunu bastıramaz! – Hilal Nesin (IMP News)
AİHM’in Selahattin Demirtaş için verdiği kararın ardından soğan depoları basıldı. Sanırım basılmadık HDP’li evi kalmadı, canları sıkıldı soğan depolarını basmaya başladılar. Oysa soğan önümüze atılmadan önce AİHM önümüze kebap atmıştı, onun tadına bakmadan abandık kuru soğana.
Günlerdir soğanla yatıp soğanla kalkıyor, tabiri caizse pis pis kokuyoruz. İşin kötüsü; “İsmet İnönü’nün yağ kuyruğu” diye söze başlayanların soğan depolarının önünde tuttuğu nöbeti izlemek de yine bize düşüyor. Ülke gündemi bir soğana teslim oldu, biz de farkında olmadan soğan yahnisi olduk. Hani yarın sarımsak küsüp, “yeter biraz da benim kokum yayılsın” deyip isyan çıkartırsa onun da kokusunu elimizden geldiğince yayacak durumdayız.
Sebzeleri meyveleri saklamak için yapılan depoların neden yapıldığını unutup soğan depolarını basanların depoları basmasına şaşırmadık. O depolar düğün salonu niyetine yapılmadı elbette, depolarda ürettikleri ya da toptan aldıkları sebze meyveler konulacaktı! Çiftçiler toptancılar bugüne kadar mallarını nereye koyuyorlardı evlerine mi? Koca Türkiye Cumhuriyeti soğana teslim oldu, soğanın culusunu eline aldı bi o yana bi bu yana salladı durdu. Derken her gündem haberi gibi bu haber de damakta hoş bir koku, akılda güzel bir anı bırakmadan son buldu.
Döndük yine başa, yarın ne olur, hangi depolar hangi saçma gerekçelerle basılır bilmem, veya hangi booom güm haberi gündemi kuşatır onu da bilmem, uzun zamandır gündemlerin ülkesiyiz.
Fakat şu tesadüfe bakın ki AİHM’in Selahattin Demirtaş için verdiği kararın ardından soğan depoları basıldı. Sanırım basılmadık HDP’li evi kalmadı, canları sıkıldı soğan depolarını basmaya başladılar. Oysa soğan önümüze atılmadan önce AİHM önümüze kebap atmıştı, onun tadına bakmadan abandık kuru soğana.
Maalesef yine tuzağa düştük, kendimi bu konuda eleştiriyorum hatta feci kendime kızıyorum. Eyyyy Hilal! Sana ne soğandan, sen insandan söz et, 2 yılı aşkın süredir devletin esir aldığı insandan söz et. 6 milyon insanın oyunu almış, “seni başkan yaptırmayacağız” deme cesareti göstermiş bunu da esir alınmayı göze alarak söylemiş biri var içerde, sen ondan söz et, soğan da neymiş, soğan yemediği için ölen kaç insan var, fakat insan haklarını yok sayanlar yüzünden kaç kişinin öldüğü, siyasi esir olarak içerde tutulduğu ortada.
Dön konuya, dön AİHM’in aldığı karara, tuzağa düşme, ağzını açma gözünü aç, önüne atılan her yeme koşma. Neyse ki üç gün soğan yedim, baktım olmuyor, midem bulandı zorla kimse bana soğan yediremez…
Gelelim ve geldim en önemli konuya. Sürekli yazılmalı konuşulmalı tartışılmalı AİHM kararı. Zartı zurtu muhteremin kurduğu: “AİHM kararları bizi bağlamaz. Karşı hamlemizi yapar, işi bitiririz” cümlesi; “Bir Alzaymırın Anıları” kitabında yer almalı, zira kendisi üç kez AİHM’e başvurmuş ve onların verdiği kararla şu an o koltukta oturmaya hak kazanmış. “Senin elin kolun bağlıyken başvurduğun olumlu yanıt aldığın AİHM kararı nasıl seni bağlamıyor” diye sormazlar mı adama. Değinmeden geçemeyeceğim bence AİHM’in almış olduğu en zartu zurtu yanlış kararı muhterem için vermiş bu kararı da sanırım adlarının içinde bulunan “insan” ibaresinden dolayı almışlardır. Bu kararın onu insanlıktan çıkartacağını tahmin edememiş olmalılar…
…
Bir anım geldi aklıma, bundan birkaç yıl evvel “Gümüş Sesler” koroma ezberlemeleri kolay türkülerden seçip veriyordum, yaşları 60’ın üstünde olmasından kaynaklı bilindik türküler seçiyordum ve tabi söylenmesi kolay türküler. Birçoğunun hafızasına diyecek yokken içlerinden bazılarının hafızası oldukça zayıftı, birçoğunda “demans” vardı, bu çok normaldi yaşı seksene yaklaşanlar da vardı, bazılarında da hafif derece de “alzaymır” başlamıştı. Sürekli duydukları türküleri unutabiliyorlardı bu nedenle onlarla özel çalışma yapıyordum. Beyin jimnastiği olur düşüncesiyle ezberlemelerini söylüyordum ki bunu doktorlar da tavsiye ediyordu, beyin hücrelerinin çalışmasına katkı sunuyormuş. Bir türküyü en az on kez aynı derste söyletirdim. Ve onlara sorardım şu türküyü söyledik mi, birçoğu “söyledik” derdi. Fakat bir öğrencim vardı emekli öğretmen, yaşı yetmişlerde, on kez söylettiğim türküyü, “yok hocam onu söylemedik” derdi. Tabi ısrar etmezdim ters teper kırılır üzülür düşüncesiyle o zaman bir daha söyleyelim derdim ve ders bitmeden aynı türküyü bir kez daha söyletirdik, türkü bittikten sonra aynı türküyü tekrar sorardım, şu türküyü söyledik mi, aynı öğrencim, “yok hocam söylemedik” derdi. İki dakika önce söylediği türküyü unuturdu. ‘Bir dahaki derste söyleyelim’ derdim, uzman değilim ısrar etmemin ‘söyledik’ dememin ona vereceği zararı kestiremediğim için kırmadan dökmeden idare etmeye çalışırdım. O öğrencim birkaç ders sonra ağırlaşan hastalığı dolayısıyla derse gelmedi, kızının gözetimi altında tedavisi başladı. Birgün Antalya Lara sahilinde çay içerken öğrencimi kızıyla otururken gördüm kalkıp yanına gittim, o bana “hocam” der ben ona “hocam” derdim. ‘Hocam merhaba nasılsınız’ diye girdim söze, şaşkın şaşkın yüzüme baktı sonra kızına döndü ona da şaşkın şaşkın baktı kızı, “baba tanıdın mı” diye sordu, “tanımıyorum” dedi. Kızı “senin öğretmenin sana ders veriyordu” dedi, babası “tanımıyorum” dedi, kızı ısrarla “baba hani fotoğraflarınız var çok seviyordun öğretmenim diyordun” dedi. Babası, bir kızına bir bana şaşkın bakıp “tanımıyorum” dedi. Kızına “ısrar etmeyin” demek zorunda kaldım, çünkü onun suratında ki acı çekme ifadesini okuyabiliyordum, ağlamaklı olmuş üst üste “tanımıyorum tanımıyorum tanımıyorummm” diyordu. Kızı bu kez de, “beni tanıyor musun” diye sordu, kızına bakıp, “tanımıyorum” dedi. Ne diyeceğimi bilmiyordum, kızının yüzü düşmüş, gözleri dolmuştu, gittiğime gideceğime pişman olmuştum, “üzülmeyin” dedim. Kızı “hadi sizi neyse de beni tanımaması beni feci üzüyor” dedi.
Kızın serzenişi içimi acıtmıştı, onu rahatlatmak için ‘tanımazsa tanımasın, biz de onu tanımayalım’ dedim, aslında bu biraz da günümüzde işine gelmeyen kişiyi tanıdığı halde “tanımıyorum” diyenlere bir atıftı, öylece ağzımdan çıkıvermişti. Kızı gülmeye başladı, ağlamakla gülmek arasında kaldığı belli oluyordu, gözlerinden yaş geliyor fakat gülüyordu. Onu gülerken ağlatmış mıydım ağlarken güldürmüş müydüm bilmiyordum. “Babanız hasta, onun hastalığını kabul ederseniz sadece gülersiniz, ağlamazsınız, zor biliyorum ama onun tanımıyorum demelerinin hastalığından kaynaklı olduğunu artık kabullenin” dedim. “Haklısınız hocam” dedi. Baba kızı masada bırakıp gidip yerime oturdum, açtım haberleri. Aaaa o da ileri derecede bir hasta daha. Bu hasta da AİHM kararını tanımıyor, AYM kararını, danıştay kararını tanımıyor, TC mahkemelerinin kararını tanımıyor, seni beni onu bunu şunu tanımıyor. Tek tanıdığı şey yeşil sermayesi. O an yerimden doğrulup babasıyla çocuk gibi ilgilenen kıza baktım, aslında yanına gidip; “Üzülme senin baban sadece ikimizi tanımıyor, elde neler var bak şu cartı curtu muhtereme, yazık onun hastalığı babanınkinden daha ileri boyutta, hatta boyutunu aşmış, boyunu aşmış haddini aşmış sınırları aşmış, sanırım bu hastalık onu götürecek” demek istedim. Demedim diyemezdim de, herkes kendi hastasının derdine düşmüş bilonun babası hastaymış kimin umurunda…