Silivri’den Bazı Notlar- Elif Altunay

Silivri’den Bazı Notlar- Elif Altunay

Cumhuriyet yazarları Şık ve Sabuncu  tahliye edildikten sonra.

Ahmet Şık ve Murat Sabuncu’nun tahliye edildiği Cumhuriyet Gazetesi davasının altıncı duruşması bazı çarpıcı gerçekleri ortaya koydu. Bu celsenin genel seyrinde göze çarpanlara kısaca değinelim :

Davanın sabah saatleri, sanık avukatların üst üste sorduğu “Hangi gazetede yazıyorsunuz?” sorusuna rağmen Aydınlık gazetesinde yazarlık yaptıklarını söylemeye utanan iki tanığın ifadeleriyle yön buldu: Mehmet Faraç ve Mustafa Namık Kemal Boya. Birbirinden rezil ifadeleriyle her bakımdan düşkünlük örneği sergileyen ve avukatların sorularına verdikleri tutarsız cevaplarla izleyicilere kahkahalar attıran bu iki “tanık”, mahkeme heyeti tarafından birer saate yakın dinlendi. Bu esnada davanın seyri, ülkedeki yargının vaziyetinin içler acısı halini sergileyen bir kötü piyes gibiydi. Tanıkların içi boş ifadeleri ve tabiri caizse “hayat hikayeleri” ile geçen saatlerde davanın içi öylesine boşaltıldı ki; konu dakikalarca Cumhuriyet Gazetesinin tirajlarının düşüp düşmediğine, gazetenin gayrimenkullerinin maddi değerlerine saplanıp kaldı.Ülke tarihinin en önemli siyasi basın davalarından birisi, Aydınlık yazarlarının Cumhuriyet’e karşı rejimin yardakçısı olan bu iki zat ile mahkeme heyetinin boş laflarıyla geçti.

Mahkeme heyeti,sabah 11:00’den akşam 17:30’a kadar davanın seyrine gerçek bir katkı sağlamayacak bir yığın alakasız konuyu davayla bağlantılı hale getirmeye çalıştı.Sıra sanık avukatlarının savunmasına geldiğinde ise hakim, avukat Tora Pekin’in savunmasını henüz başındayken kesti ve UYAP’ı bahane ederek savunmalar için zaman kalmadığını söyledi. Ismarlama tanıklara tüm gün ayıran heyet, bir yıldan fazla süredir tutuklu olan sanıkların savunmalarını dinlemeye bile tenezzül etmedi! 18:50 de ise sanık avukatları savunma yaptığı esnada hakim birden ayağa kalkarak cübbesini çıkardı tek kelim etmeden salonu terk etti.

İnsanların hayatının söz konusu olduğu bu kadar önemli bir davanın bu kadar keyfi bir biçimde bilerek uzatılması gazetecilerin aylarına, yıllarıma mâl oluyor. Sanık avukatı,tanıklardan birinin birden fazla kez mahkemeye çağrılması “unutulduğu” için duruşmaların ertelendiğini ve bu keyfiliğin sanıkların aylarına mâl olduğunu ifade ederek heyetin bu konudaki mesnetsizliğini bir kez daha gösterdi.

Davanın bu celsesinin diğerlerine göre sıradışı bir tarafı, izleyici sayısının azlığı idi. Diğer celselerde salonda oturacak yer bulunamazken, bu celsede koltukların bir kısmı boştu. Hükümetin medyayı baskılayarak davayı göz önünden uzak tutma çabası,davanın komik sebeplerle uzatıldıkça uzatılması, kamunun davaya ilgisine de haliyle olumsuz yansıdı.

Genel anlamda bir çıkarım yapacak olursak şunlara değinmek gerekir :

AKP ile FETÖ senelerce elele verip memlekette üstüne çökülmemiş ihale, yağmalanmamış devlet kurumu bırakmazlarken, hükümetin bütün birimleri FETÖ’nün Türkçe Olimpiyatlarında Gülen’i nasıl öveceklerini şaşırırken Ahmet Şık , ‘Devletin sahibi kim olacak?’ kavgasına girdiklerinde “Paralel yürüdük biz bu yollarda” kitabını yazıyordu.

Sanık avukatlarının savunmalarının dinlememesine, medyanın baskılanmasına, hakimin satılmışlığına, aylarca insanlık dışı bir tecride, net bir suçlama bile olmaksızın tutuklu kalmasına ve diğer tüm haksızlıklara rağmen bir kere bile eğilmeyen onurlu bir sosyalistle başetmeye sizin gücünüz yetmez. Ahmet Şık’tan öğrendiğimiz bir şey de, cesaretini haklılığından alan özverili bir muhalefetin neleri başarabileceği, kimleri dize getirebileceğidir.

Tam da bu sebepten bu yazıyı Ahmet Şık’ın haklı ve umut dolu sözleriyle bitirerek ondan bir kere daha gerçeği öğrenelim:“Bu mafya saltanatının biteceğini ben size garanti ediyorum. Hakikate inanan herkes bilsin ki, bu mafya saltanatı hak ettiği yere gidecek. İşte biz o gün sevineceğiz.”

Son bir söz de dava başladığından bu yana toplumsal muhalefetin içinde olduğu durumdan bahsedelim. Cumhuriyet Gazetesine yönelik operasyondan sonra Ankara ve İstanbul’da Cumhuriyet gazetesi önü büyük bir dayanışma örneği görmüştü. Ancak aylar geçtikçe davadan davaya cılız bir desteğe dönüştü. Oysa ülkede milyonların gönlüne taht kurmuş Ahmet Şık vb gazeteciler tutukluyken sokak sokak mahalle mahalle örgütlenmek ve davalara akın etmek gerekirdi. Çağlayan’da yapılan davalarda bile az sayıda destekçi bulunuyordu. “Salona almıyorlar” mantığı ile hareket ettikçe sokakta mahkeme üzerinde kurulacak baskının önemi unutuldu.  Oysa bu başarılsaydı geniş kitleler yeni tutuklamaların da önüne geçebilirdi. Toplumsal muhalefet özgüven kazanırdı. Ama Silivri’de görülen son celsede bile salonun önemli bir kısmı boştu. Toplumsal muhalefet adına da, “AKP’yi nasıl gerileteceğiz” sorusuna verilecek cevap adına da üzerinden atlanmaması gereken bir konu. 

KATEGORİLER
ETİKETLER