Şeyh Said ve Bazı Temel İlkeler – V. U. Arslan
TKP Diyarbakır örgütünün “Diyarbakır’ı Cumhuriyet Düşmanlarına Bırakmayacağız” başlıklı açıklaması şiddetli tartışmaları beraberinde getirdi. Bu konuda bazı temel devrimci hususları ortaya koymak gerekiyor.
Şeyh Said İsyanı’nı salt bir şeriatçı ayaklanma olarak lanse etmek en başından beri sürdürülen devlet tavrıdır. Devlet aklı en başından beri gerek ülke içinde gerekse dünya kamuoyunda, Şeyh Sait İsyanı’nın Kürt halkının talep ve arzularıyla ilgili kısmının göz önüne çıkmaması için büyük çaba sarf etmiştir. Ne de olsa padişah ve hilafet yanlısı gerici bir isyanı bastırmak meşrudur ama talepleri olan bir halkın ulusal arzularını ezmek o kadar kolay bir şey değildir. Kaldı ki ulusal bir isyan kendi geleneğini geleceğe taşıyabilecektir. Bu yüzden şeriatçı bir isyan diyerek dosyayı kapatmak ve meseleyi sonraki nesillere bu şekilde aktarmak devlet geleneği için anlaşılırdır. Hiçbir somut kanıt olmamasına rağmen isyanın İngiliz oyunu olduğu iddiası da yine milliyetçi devlet aklının bir ürünüdür. Ve gelin görün ki TKP bu milliyetçi anlatıları tekrarlıyor. TKP’yi tanıyanlar şaşırmayacaktır.
Evet Şeyh Sait İslamcı bir figürdü fakat aynı zamanda Cumhuriyet’in Kürtleri yok sayan tekçi-asimilasyoncu-baskıcı politikalarına karşı patlak veren Kürt isyanları dizisinin de bir parçasıydı. Bu bariz gerçeği atlamak, milliyetçi perspektife kökten şekilde bağlı olmanın bir yansımasıdır.
Canhıraş biçimde savunduğu Cumhuriyet’in patron/toprak ağası/bürokrat ve eşrafın devleti olduğunu umursamayan TKP, Amed’de ofis açmış faaliyet yürütürken dahi, Cumhuriyet’in Kürtlere ne getirdiğiyle ilgilenmiyor. Bir caddeye Şeyh Said isminin verilmesine refleksif şekilde kafa göz saydırırsanız ve resmi devlet tezlerini tekrar ederseniz bunun adı komünizm olmaz, ulusalcılık olur. Oysa gerçek komünistler ezilen bir halkın ulusal duygu ve özlemlerini en üst düzeyde umursar. Şeyh Said ile dünyamız çok farklı olabilir, ama bu farklılıklar komünist bir şekilde ortaya konur. Ve bu noktada temel referans Leninist ezilen ulusların kendi kaderini tayin hakkı (UKKTH) ilkesidir.
Şimdilerde belirli siyasal tıkanmaların neticesi olarak Kürt ulusal duyarlılığı birtakım arayışlar içerisinde. Tam da HDP’nin sol kurumlarla ittifak ilişkisi, Kürt ulusal tabanında yanlış biçimde günah keçisi ilan ediliyorken TKP etiketiyle bu tarz milliyetçi çıkışlar yapmak, Kürt ulusal tabanının sağa doğru olan tepkiselliğini hızlandıran bir etki yapacaktır. Bunun adı gericiliktir. Umuyoruz ki devrimci Kürt emekçileri ve gençleri TKP ile gerçek komünistler arasındaki farkı geniş kesimlere anlatacaklardır.
Kürt meselesi Türkiye’deki burjuva düzenin en hassas olduğu noktadır. Eğer bu konuda devlet tezlerini (sol ambalajla) tekrarlayıp durursanız bu “biz devletimizin yanındayız” demekten farklı bir şey olmayacaktır. Bu yol, Kautsky’lerden de öte Ebert’lerin yoludur. Şefik Hüsnü’lerin Doğu Perinçek’e uzanan yoludur. Bir de Perinçek olsun Kemal Okuyan olsun sık sık Stalinist SSCB’den referans gösterirler. Bu ise Sovyetler’de yaşanan kopuşla alakalı başka bir durumdur. Yani bozacının şahidi şıracı durumu bizlere hiçbir şey anlatmaz.
Gerçek komünistler ezilen bir halkın acı ve özlemlerine saygı gösterirler. UKKTH perspektifi, ulusal hareketin peşine takılmak değildir. UKKTH ahlaki bir prensipten öte Kürt emekçileri ile Türk emekçilerin gönüllü devrimci birliğinin anahtarıdır. Yani sosyalist devrimin olmazsa olmaz koşuludur. Lenin bir kez daha yol göstermektedir.