Savaş, Kimin Savaşı? – Emre Güntekin

Savaş, Kimin Savaşı? – Emre Güntekin

İktidarın yeni mottosu: “Şehitler tepesi boş değildir, boş kalmayacaktır.” 

Ülke içerisinde yoksul emekçilere söyleyecek hiçbir sözü kalmayan, 18 yıllık iktidarı sonunda ülkeyi derin bir ekonomik ve siyasi krizin içine sürükleyen iktidarın elinde kalan son şans belki de Suriye’de oldukça zayıf bir elle oturulan kumar masasının ayakta kalması. Ancak masaya konulan yoksul emekçilerin çocukları olunca mızrağı çuvala sığdırmak mümkün olmuyor.

Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı gibi operasyonlarda Erdoğan rejimi toplumu Kürt halkına karşı oluşan milliyetçi histeri üzerinden toplumun büyük kesimini ikna edebilme yeteneğine sahipti; ancak artık IŞİD türevi cihatçı çetelerle kol kola girişilen İdlib macerasının, iktidarın geleceğini kendi geleceği olarak gören bir çıkar grubu ve kemikleşmiş milliyetçi-İslamcı kesimler dışında, kimse için iler tutar yanı yok.

Savaşa sarayda yaşayanların çocuklarının gitmediğini asker cenazelerinden anlamak zor değil. Sıvası dökük evlerden çıkan cenazeler “ne mutlu şehidime” ve “şehitler tepesi” edebiyatı parçalayan güruh dışında kimseye mutluluk vermiyor. Vatan haini olarak damgaladıkları da dahil!

Mutlu olan birileri var elbet: Savaşı Türk’ün düğün olarak ilan edenler, konuşmalarında savaşın nihai hedefini açık edercesine petrol meselesini gündeme getirenler, savaşın yıkıntısı üzerinden parsayı toplamayı hedefleyenler…

TSK’nın neden İdlib’de olduğu, ölen onlarca askerin kimin savaşının kurbanı olduğu dün kahkahalarla inleyen Dolmabahçe toplantısının ardından açık bir şekilde görülmüştür.

Her adımlarından bir sahtelik ve ikiyüzlülük kendisini hemen açığa vuruyor.

Bugüne kadar Suriyeli göçmenler söz konusu olduğunda “ensar” edebiyatı yapanlar; ilk başları sıkıştıklarında çocuk, kadın, yaşlı, genç demeden savaş mağduru insanları bilinmez bir yolculuğa sürüklemekten; pazarlık karşılığı elde tutulan rehineler olduklarını hatırlatmaktan; kurban pazarlığı yapan tüccar edasıyla AB ülkelerinden gelecek avantayı büyütmekten, Maraş ve Antalya’da olduğu gibi linççi güruhların hedefi haline getirerek hoyrat bir ev sahibi olduklarını göstermekten geri durmuyorlar.

İktidar destekçisi otobüs firmalarının, devletin resmi kurumlarının birilerine ders vermek amacıyla sınır kapılarına göçmen yığmak için nasıl seferber olduklarını, insan kaçakçılığının canlı yayında iktidar güvencesiyle nasıl rahatça anlatıldığını şaşırmadan izliyoruz.

Savaş dönemleri her iktidar için aynı zamanda kendisinden farklı düşünenleri susturmanın vaktidir. Savaşla ilgili gerçekleri hatırlatanların gözaltına alınması, sosyal medyada hemen her muhalif yorumun altına paralı aktrollerin emniyeti etiketlemek için damlaması, Sputnik çalışanı gazetecilerin Ankara’daki evlerine saldırılması daha gördüklerimizin belki de küçük bir özeti. Şirazesini yitiren ve savaşı derinleştirmekten başka çıkar yolu kalmayan iktidar kendisini tehlikede hissettiğinde böyle küçük özetlerle bize yapabileceklerinin sınırlarını hatırlatmak istemektedir.

AKP iktidarının siyasi hırslarının bizi yıllar sonrasında getirdiği nokta son bir haftada yaşananlardır. Hesapsızca girişilen maceranın sonunda, şimdi yana döne NATO’nun ve ABD’nin savaşa müdahil olmasını isteyenlerin nasıl tehlikeli bir çaresizlik içerisinde olduğu açıkça görülmektedir. İktidar Suriye bataklığına geri adım atarak çıkamayacağı kadar gömülmüş durumdadır.

Savaşın yükünü çeken, bedelini ödeyen yalnızca biz yoksul emekçileriz. Bugün savaşa evet demek, iktidarın savaş borazananın peşine takılmak yarın geleceğini, emeğini, hakkını iktidarın ve sermayenin insafına terk etmek anlamına gelecektir. Bir savaş verilecekse bu ezilenleri, emekçileri birbirine düşman edenlere; savaş dönemlerinde bize sadece ölümü ve yoğun sömürüyü reva görenlere karşı verilmelidir.

Tıpkı Fransız Devriminde baldırıçıplakların dile getirdiği gibi “Saraylara savaş, kulübelere barış!” yegane şiarımız olmalıdır.

 

 

 

KATEGORİLER