Sağın Önlenemez Yükselişi mi? -Gökçe Şentürk

Sağın Önlenemez Yükselişi mi? -Gökçe Şentürk

ABD’de Trump’ın başkan seçilmesinin ve İngiltere’de Brexit referandumunun ardından tüm dünyada tartışılan yükselen sağ popülizm, İtalya’da gerçekleşen genel seçimlerin ardından tekrar gündem oldu. Son süreçte Batı’da gerçekleşen bir dizi seçimde sağ popülizm ve aşırı sağın yükselişi, açıklanmadığı ölçüde dünyadan umudunu kesmeye hazır karamsarlar için biçilmiş kaftan. Kapitalizmin tüm dünyada ideolojik hegemonyasının biricik dayanağı Batı demokrasisinde kriz derinleştikçe sağ popülizmin bir görüngü olduğu, krizin altında yatan asıl sebebinse sistemin kendi krizi olduğu ortaya çıkıyor. Ama bunu dünyadaki emekçi milyonlara görünür kılacak sol alternatif olmayınca insanlık tarihinde büyük acılara neden olan bu karanlık fikirler toplumsallaşmaya başlıyor.

Troçki’nin 1938 yılında IV. Enternasyonal’in programında ifade ettiği “Sosyalist devrimin yokluğunda insanlık medeniyeti felakete doğru sürüklenmektedir. İnsanoğlunun tarihsel krizi, devrimci liderlik krizine indirgenmiştir artık.” sözü, tüm dünyada yaşanan süreci özetler nitelikte. Sağın yükselişi öylesine gerçekleşmiyor; eşitsizlik derinleştikçe radikal solun yokluğunda aşırı sağ, yabancı düşmanı eski pisliği ağzına dolayarak ön plana çıkıyor. Bu yazıda yükselen sağ popülizmin ekonomik ve siyasal nedenlerine bakıp çıkış yoluna dair somut önerilerde bulunacağız.

Kapitalizm ve Neoliberalizmin Krizi

Sağ popülizmin 2008 krizi sonrası yükselmesi tesadüf değil, krizden çıkış için uygulanan politikaların krizi doğuran politikalardan farklı olmaması, krizin faturasının emekçilere kesilmesi ve zenginlerin daha da zenginleşmesi, toplumsal hoşnutsuzlukları artıran en önemli gelişme oldu.

Doğal sınırlarına çoktan ulaşan kapitalizmin neoliberal sermaye birikim modeli, eşitsizlikleri kopma noktasına gelecek kadar uçlaştırdı. Fakat bu, kendiliğinden gerçekleşmesi mümkün olan bir süreç değil. Sınıf mücadelesi sahasında varlığını hissettirecek emekçilerin siyasi alternatifine ihtiyaç var. Bu olmadığı durumda ibre aşırı sağa kayabiliyor.

2008 çöküşü sonrası anlamlı bir toparlanma yaşanmadığı için krizin faturasını emekçiler ödemeye devam ediyor. Oxfam’ın gelir adaletsizliği üzerine yaptığı araştırmaya göre tüm dünyada en zengin 8 kişinin serveti, en yoksul 3.6 milyar insanın servetine eşit. Üstüne üstlük de ekonomik durgunluğun emek piyasalarına yansımaları Dünya Çalışma Örgütü’nün (ILO) gözlemlerine göre; işsizliğin artması, güvencesizliğin sürmesi, ‘çalışan yoksulların’ oranındaki azalmanın yavaşlamasıyla karşımıza çıkıyor.

Bu 10 yıllık dönemde ekonomik alanda esaslı bir değişimin yaşanmaması (krizin etkilerinin sürmesi), siyasi alanda önemli değişimler yaşanmasına (liberal merkez siyasetin çökmesine) neden oldu. Kapitalizmin ağa babaları da sınıra toslamış neoliberalizmle daha ileriye gidilemeyeceğinin farkında. Artık yeni bir modele geçilmesi tartışılıyor ama sistemin ortaya yeni bir model koyması da mümkün değil. En fazla yeni-Keynesçilik fikirleri dillendiriliyor. O kadar ki Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) 2017 Mali izleme Raporunda gelir dağılımındaki eşitsizlikleri azaltmak için;
(i) Gelire göre artan oranlı vergilendirme,
(ii) evrensel temel gelir,
(iii) daha eşitlikçi bir eğitim ve sağlık sistemi için kamu harcama politikasının düzenlenmesi öneriliyor. Özetle; yükselen sağ popülizme karşı ana akım neoliberal araçlarla savaşılamayacağının farkında.

Sağ Popülizm Neden Yükseliyor?

Ekonomik zorlukların, göç ve kimlik politikalarıyla perçinlenmesiyle geleneksel burjuva partiler tamamen gözden düşüyor. Özellikle piyasacı sosyal demokrat partiler büyük yıkımla karşı karşıyalar. Bu durum sağa ve sola doğru radikalleşme ortamını beraberinde getiriyor. Devrimci sosyalistler Avrupa’da alternatif olamadıkları oranda ibre aşırı sağa kayıyor. İngiltere ve Fransa’da sosyal demokrasi içerisinden çıkan Corbyn ve Melanchon örnekleri kendilerini sistem karşıtı gösterebildikleri oranda büyük yükseliş gösterebildiler. Ama diğer ülkelerde asıl atılımı yapan aşırı sağ oldu.

ABD’de Trump’ın seçilmesinde gördüğümüz ve Avrupa’da da en son İtalya seçimlerinde ortaya çıkan şey, var olanı vadetmeye devam eden partiler seçmenler tarafından cezalandırılırken, milliyetçilikle eşitsizliğin sebebi olarak düşmanlaştırılan göçmen karşıtı söylemlere sahip aşırı sağ partiler yükselişte. Sağ popülizm neoliberalizmin dünya genelindeki kriziyle; ABD’den Britanya’ya, Fransa’dan Polonya’ya, Almanya’dan Avusturya’ya, Hindistan’dan Rusya’ya kadar etkilerini gösteriyor. Sadece Avrupa’da 2001/2017 arasında Sağ Partilerin oylarındaki yüzdesel artış tabloyu gözler önüne seriyor;

İtalya 4,4 21,3 Danimarka 12 21
Bulgaristan 3,6 14,3 İsveç 0,34 12,93
Polonya 18 25 Finlandiya 1 8,8
Avusturya 23 35 Almanya 0,1 12,6
İngiltere  1,7 12,17 Fransa 3,6 21,33
Yunanistan 0,3 7,6

Geçtiğimiz yıl gerçekleşen seçimlerde %30’u göçmen olan Hollanda’da Geert Wilders’in ırkçı Özgürlük Partisi’nin alacağı oy miktarı kıta genelinde aşırı sağın vardığı nokta açısından ilk gösterge olarak kabul göreceği için ilgiyle izlenmişti. Wilders beklenen çıkışı yapamayınca, AB kurmayları rahat bir nefes aldı ama aşırı sağ karşısında merkez sağ partilerin giderek onun söylemlerine angaje olduğu görülüyor. Wilders karşısında Rutte, Almanya’daki ırkçı parti AfD karşısında da Merkel göçmen karşıtı söylemlerle ayakta kaldılar. Buna rağmen, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ilk kez Naziler parlamentoya girmiş oldu. Daha önce de Sarkozy Le Pen karşısında partisini sağa çekerek ayakta tutmaya çalışmıştı. Aşırı sağ Macaristan dışında iktidara gelecek kadar güce sahip olmasa da siyaset yapma söylemi ve pratiğine egemen bir güç haline gelerek emekçi kitlelerde milliyetçi ve ırkçı fikirlerin kabul görmesine sebep oluyor. Çöken merkezin daha da sağa kayarak tutunma çabası da taklit aslını yaşatır misali sağ popülizmi ve aşırı sağı güçlendiriyor.

Yunanistan’daki neo-Nazi Altın Şafak örgütünün gösterisinden bir kare.

Sağ popülizmin ortak hedefine bakacak olursak, göçmen düşmanlığı ve AB karşıtlığı göze çarpıyor. Geleneksel partilerin eriyip gittiği ya da aşırı sağ ile ittifak yaparak tutunabildiği süreçte karizmatik tek lider etrafında örgütlenen aşırı sağ, kitlelerin sisteme karşı oluşan öfkesinin tek adresi olarak ön plana çıkıyor.

Özellikle Avrupa ve ABD’de ortak olarak deneyimlenen bir başka gelişme de Ortadoğu’daki savaşın etkileriydi. Gerek IŞİD’ın Batı’da düzenlediği katliamlar gerekse de savaştan kaçan mültecilerin bu ülkelere sığınması toplumu sarsan etkilere sahip oldu. Ortadoğu’daki savaş, terörizm ve mülteci dalgaları arasındaki neden sonuç ilişkileri, zaten ekonomik nedenlerle geleceğe dair umutları büyük ölçüde gölgelenen geniş toplumsal kesimlerin gözünde hızlıca görünmez hale geliyor ve “yabancılar”, bu kesimlerin yaşadıkları tüm olumsuzluklar için kolayca toptan bir nefret objesi haline gelebiliyor. Çünkü bu kadar eşitsizliğin, ölümün, yoksulluğun karşısında bir hedef olmak zorunda ve sağ partiler milliyetçilik ve göçmen karşıtlığı örtüsüyle sistemin çelişkilerinin üzerini örtüyor.

Sosyal Demokrasinin Çöküşü ve Alternatifler

Bu tabloda konuşulması gereken bir başka konu da yoksulluk ve eşitsizlik artarken nasıl oluyor da kitleler aşırı sağın rotasına giriyor konusudur. Aslında çöküş ya da gerileme yalnızca merkez sağda değil, ondan daha çok merkez solda. Blair’in “3.Yol Politikaları” neoliberal politikaların azgınca uygulanmasında açık bir şekilde suç ortağıydı. Neticede sosyal demokratlar tarihsel kayıplarını yaşıyor. Her zaman söylediğimiz gibi olağanüstü dönemler olağanüstü söylemleri ön plana çıkarırken yeni bir şey vadetmeyen de silinip gidiyor.

Yani kitlelerin gözünde muhafazakâr sağdan hiçbir farkı olmayan sözde sosyalist ve sözde işçi partileri patronlara çanak tutmaktan başka bir şey yapmadı. Almanya’da Merkel karşısında seçim kaybetmekten SPD’nin adeta başı döndü. Yunanistan’da PASOK yine öyle, yerine gelen Syriza yine aynı… İtalya’da Avrupa Sol Partisi’nin seksiyonu olan Rifondazione Comunista neoliberal sosyal demokratlara destek attığı için yok olup gitti. Yani sosyal demokrasi kadar sol sosyal demokratlardan fazlası olmayan Avrupa Sol Partisi de kriz içerisinde. HDP ve ÖDP’nin Avrupa Sol Partisi’ne üye olduğunu da geçerken hatırlatalım. Sözde sistem karşıtı olan Avrupa Yeşilleri de düzen siyasetine göbekten bağlı olduğunu ortaya koydu ve aslında kadavra yeşili olduğunu gösterdi.

Oysa daha fazla eşitsizlik ve toplumsal anlamda geriye gidişi fırsata çeviren aşırı sağın dünya genelinde yükselişi, radikal emek programıyla rahatlıkla durdurulabilir. Devrimci bir sol, tek umut olma özelliğini bugün hala taşıyor. Çünkü Sağ popülizmi doğuran nedenleri ortadan kaldırmadan ya da buna yönelik söylem geliştirmeden bu hareketlerle yapılacak mücadele, çoğu zaman kaybetmeye mahkûm.

Sonuç

Sağın yükselişi elbette önlenemez deği fakat sağa yer bırakmadan antikapitalist, somut ve elde edilebilir emek talepleriyle kitleler gözünde kendini ispatlayan öznelere ihtiyaç var. Bunu yapabilecek tek özne devrimci sosyalistlerdir. Tüm dünyada neoliberalizmin çöküşünü hızlandıracak olan, sosyalizmin öz değerlerine; emek söylemine dönüşe acil ihtiyaç var.

ETİKETLER