Sadece AKP’nin Sözde Büyük Türkiye’si Değil Bütün Yağma Düzeni Çökmüştür! – V. U. Arslan
Az gelişmiş ülkelerde çarpık gelişen burjuva sistemin temel insani ve demokratik kriterleri karşılayamadığını ve karşılayamayacağını biliyoruz. Bu yüzden de demokratik devrim ya da insani kapitalizm ancak bir aldatmaca olabilir. Bu ülkelerde yerel burjuvalar ve emperyalistler kendileri için aşırı lüks ve korunaklı yaşamlar kurarken emekçileri yığınlar halinde felakete sürüklüyorlar.
Afetlere hazırlık, gerekli denetim ve kontroller, planlı ve uzun erimli bilimsel çalışmalar ne yerli-yabancı kapitalistlerin, ne küçük burjuva türedi müteahhitlerin ne de burjuva partilerin ve politikacıların işine gelir. Kaynaklar hayat kurtaran bu işler için değil, zenginler için harcanır; günübirlik ve kısa vadeli çıkarların önünde kimse duramaz. Politikacılar iktidarda kalmak niyetindedir, yerel yöneticiler ve bürokratlar da rüşvet mekanizmasından paylarına düşeni alır. Böylelikle emekçilerin hayatlarından kimisi büyük, kimisi küçük parçalar koparır.
Afetin ardından sergilenmesi gereken sürat, organizasyon yeteneği, yetişmiş tecrübeli personel, gerekli yardımlar… Hepsinin yerinde yeller esiyordur. Burjuva devletin perişan hallerini burada uzun uzun açıklamaya gerek yok, sosyal medyada ve muhalif TV kanallarında uzun uzun teşhir edildi. Ama belirtmek gerekir ki Maraş Depremi sonrasında sistemin çökme hali tarihe geçecek türdendir. Düşünün Türkiye bir Haiti, Endoneyza ya da Kongo değildir, görece gelişmiş bir sanayiye, yetişmiş bir iş gücüne ve her şeyden öte güçlü bir inşaat sektörüne sahiptir. Bu haliyle Türkiye’de sistemin içine düştüğü bu acziyet düzeyi uzaktan bakıldığında şaşkınlık vericidir. Ama eşitsiz ve bileşik gelişim yasasının örnekleri olarak en yeni teknolojik imkanlara sahip olunduğu halde enkazlara müdahale edecek vinç dahi bulunamıyor ya da arama kurtarmada profesyonelleşmeye aday yüzbinlerce gönüllüye rağmen binlerce insan enkaz altında yardım çığlığı ata ata ölüyor. Kısacası toplumun potansiyeli ile kapitalist gerçeklik arasında büyük uçurumlar oluşuyor. Kapitalist özel mülkiyet ayağa bağlanmış demir bir külçe gibi toplumu aşağı çekiyor.
Bakıldığında Kocaeli, Sakarya, İstanbul-Avcılar ve Düzce’de büyük yıkımlar yaratan 1999’daki depremin üzerine pek bir şey konulamadığı ortada. Hatta AKP ile geçen 20 yıldan sonra burjuva devlet aygıtının işlevselliğinin daha da gerilediğini söylemek mümkün. Bu 20 yıl boyunca ekonomiyi büyütüp seçmenin gözünü boyamanın ve özellikle çeteleşen yandaş sermayeyi palazlandırmanın en hızlı yolu inşaat balonunu şişirmekti. Devlet kaynakları fütursuzca yağmalandı, devlet aygıtı vasıfsız yandaş kadrolarla dolduruldu.
Şimdi de nüfusu 20 milyona dayanan İstanbul’da 7 ve üzeri büyüklükte bir depremde konutların en az %10’unun yıkılacağından ve on binlerce insanın öleceğinden söz ediliyor. Yıllardır konuşulan bu kabus senaryosuna rağmen hiçbir hazırlık yapmayan ve önlem almayan AKP hükümeti, bırakın deprem önlemlerini Kanal İstanbul gibi uçuk projelerle talanı derinleştirmenin derdine düşmüştür.
Umut Işığı
Depremin ilk saatlerinden itibaren Türkiye’nin dört bir yanından milyonlarca emekçi, sivil toplum örgütleri, emek örgütleri, sendikalar, sosyalist örgütler, sanatçılar depremzedelere yardım ulaştırmak için seferber olmuş, binlerce insan enkaz altında kalanları kurtarmak, destek olmak için bölgeye koşmuştur. AKP-MHP iktidarı kendi düzenlerini sürdürmek için ayrışmaları körükleyerek toplumsal dokuda hasarlar yaratmak için uzun yıllardır büyük uğraşlar verse de toplumsal dayanışma bu süreçte en üst seviyede kendisini gösterdi. Burjuva devlet aygıtının devre dışı kaldığı bir ortamda toplumun kendi içerisinde süratle örgütlenmesi egemen sınıfın acizliğini ortaya serdiği gibi böylesine güçlü bir dayanışma ruhunun ortaya çıkması bizleri umutlandırdı da. Özellikle sosyalist parti ve örgütlerin dayanışma hareketinde ön sıralarda yer alması toplumda karşılık buldu. Böylelikle sürekli marjinalleştirilmeye çalışılan sosyalistlerin toplumdaki saygınlığının bariz bir şekilde arttığını söyleyebiliriz. Bunun dışında sürekli devlet sopasıyla baskı altında tutulan toplumun ortaya koyduğu bu enerji toplumsal muhalefetin genelinde de iyimser bir havanın oluşmasını beraberinde getirdi. Tabii bütün bunlar AKP-MHP’yi öfkeden kudurttu. Haluk Levent’in iktidarın hedef tahtasına oturtulması AKP’deki çaresizliğin ve zemin kaybetme halinin bir yansımasıydı.
Bu noktada yeniden ısıtılan ulusal birlik martavallarının püskürtülmesi büyük önem taşıyordu. Nitekim toplumdaki AKP karşıtlığı o kadar yüksekti ki CHP bu konuda ileri atılmak zorunda kaldı ve AKP’nin bu hamlesi büyük ölçüde boşa düştü. Diğer taraftan meselenin sadece AKP karşıtlığı ile sınırlı kalmaması büyük önem taşıyor. Toplum olarak ihtiyacımız olan şey sınıf bilincidir. Örgütsüz işçi-emekçilerin yıllarca sürdürülen yağma ve talan politikalarına, yolsuzluklara, alınan vergilerin sermayeye peşkeş çekilmesine sessiz kalması doğrudan sınıf bilinciyle alakalıdır. O halde örgütsüzlüğü kırmak gereklidir. Deprem sonrası sosyalistlerin ortaya koyduğu büyük özveri örgütlü olmanın önemini bir kez daha ortaya koymuştur. Nitelikli geniş kadrolara sahip devrimci bir partinin yapabileceği işler muazzam boyutlarda olacaktır. Emekçiler cephesinde de durum farklı değil. Sistemin örgütsüzlüğe ya da mafyatik sendikalara mahkum ettiği milyonlarca emekçinin ses çıkarma kanalları kapatılmış durumdadır. Bu kanalların açılması devrimci sınıf mücadelesinin en hayati meselelerinin başını çekmektedir. Aksi takdirde işçi sınıfı boyun eğen örgütsüz yığınlara dönüşmeye devam edecektir. Emekçi sınıfların içerisindeki dinamik genç öncü katmanlar, daha büyük bedeller ödememek ve kendi kaderlerine yön verebilmek adına örgütlü mücadelenin kapısını çalmalıdır.
Çöküş
Daha önce söylemiştik. Türkiye’de burjuvazi AKP’yi iktidara taşıyıp RTE’nin (ve hatta Gülen grubunun) önünü açtığında aslında kendi çöküşüne imza atmıştı. AKP elinde burjuva sistemin kurumları ve vasıflı kadrolar bütünü büyük bir çöküntüye uğradı. Orman yangınlarına müdahale edemeyen koca devlet aygıtı şimdi de depremde iflas bayrağı çekti. Durum böyleyken hepsi de müteahhitlik işinden büyük vurgunlar yapan Türkiye burjuvazisi AKP’nin bu talanını ve çeteleşmesini gördüğü halde güdüklüğü ve parazit karakterinden ötürü gıkını çıkar(a)madı. AKP-MHP rejiminin “Büyük Türkiye’si” 6 Şubat depremleriyle kesin bir şekilde çöp olmuştur. İnsana, emeğe, doğaya, kardeşliğe odaklanan yeni bir düzeni kurmak zorundayız. Bu da ancak işçilerin, emekçilerin devrimi ve iktidarı ile mümkün olacaktır. Emekçilere yoksulluk, yıkım, savaş ve barbarlıktan başka bir şey vaat etmeyen bu sisteme karşı tek kurtuluş yolumuz partili mücadeledir.