Rosa Luksemburg: Mücadelesi ve Fikirleri – V. U. Arslan
Rosa Luxemburg, işçi devrimlerinin bu unutulmaz lideri ve teorisyeni, 150 yıl önce Polonya’da iyi halli ve açık fikirli bir Yahudi ailenin beşinci ve en küçük çocuğu olarak dünyaya geldi. (1871) Rosa’nın doğduğu yılda Parisli emekçiler göğü fethe çıkarak Paris Komünü’nü örgütlemişti. Bu muazzam deneyimden 48 yıl sonra Rosa, bir başka işçi devriminin başında, tüm dünyanın ve sonraki kuşakların kaderinin belirlendiği yerde can verecekti.
Çocukluğunda geçirdiği rahatsızlık yüzünden aksak kalan küçük Rosa’nın ailesinde ortam sıcak ve sevecendi. Ama doğduğu topraklarda sosyo-politik iklim bir hayli sertti. Ulusal ve sınıfsal tepkilerin kesiştiği Polonya’da hiç de nadir rastlanan bir durum olmayan politik radikalizm, sadece gençleri değil, devlet baskısını da kendisine çekiyordu. Rosa’nın daha 15 yaşındayken katıldığı Proletarya Partisi’nin genç liderlerinin payına düşen darağaçlarında can vermekti. Diğer taraftan Rus ve Alman işgaline karşı gelişen ve öteden beri güçlü olan Polonya yurtseverliği iyice gerici bir hal almıştı. İşçi hareketi ise güçleniyor, Marksizmin etki alanı genişliyordu. Bu ortamda daha çocuk yaşta devrimciliği seçen, genel grev örgütlenmesine katılan ve siyasi polisin radarına giren Rosa 18 yaşında İsviçre’ye üniversite öğrenimi almaya gidecekti.
İsviçre’de Çarlık Rusya’sından gelen mültecilerin siyasal çalışmalarına ve çabalarına katılan Rosa, Polonya ulusçuluğunun karşısında yer aldı. En yakın yoldaşı Leo Jogiches ile birlikte Polonya ve Litvanya Krallığı Sosyal Demokrat Partisi’ni örgütlemeye koyuldu. Sosyal demokrat o yıllarda işçi hareketine yaslanan Marksist partilerin kullandığı genel bir isimdi. Jogiches yetenekli bir örgütçü, Rosa ise etkili bir sözcüydü. Bu ikili arasındaki güçlü duygusal ilişki zamanla kopsa da sonuna kadar yoldaş olarak kaldılar ve Spartakist Ayaklanması’nın liderleri olarak birlikte ölümü kucakladılar.
Revizyonizme Karşı Mücadele
Rosa 1898’de sınıf mücadelesinin merkez ülkesi Almanya’ya geçti. Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD) yüz binlerce üyesi ve milyonlarca kişilik işçi desteğiyle 2.Enternasyonal’in merkez partisiydi. Ama yıllar içerisinde bağrında giderek güçlenen işçi aristokrasisinin (parti ve sendika bürokratları, parlamenterler vb yüksek siyaset erbapları) etkisiyle işçi sınıfının devrimci partisi olmaktan adım adım uzaklaşıyordu. Rosa bu reformist kayışa karşı duran partinin sol kanadının lideri olacaktı. Bernstein’ın öncülük ettiği revizyonist akımla tartışmaları için kaleme aldığı Sosyal Reform ve Devrim adlı broşürü çok sağlam bir cevap olarak hala güncelliğini korumaktadır.
Rosa SPD’nin reformizme kaymasına, burjuva sisteme entegre olup milliyetçi-militarist devlet aygıtına yedeklenmesine karşı mücadelede devrimci proletarya enternasyonalizminin sesi olmuştur. Diğer taraftan Rosa SPD içerisinde kendi sol fraksiyonunu örgütlemekten uzun yıllar boyunca geri durdu. Bu geri duruşun teorik arka planı, işçi sınıfı ve devrimci parti tartışmasında yatmaktaydı. Bu tartışmanın izlerini Rosa’nın 1904’te kaleme aldığı Rus Sosyal Demokrasisinin Örgütsel Sorunları adlı broşürde sürmek mümkündür. Bu metinde Rosa Bolşevikler ve Menşevikler arasındaki tartışmaya katılarak Lenin’in sıkı merkeziyetçi, öncü parti kavramına saldırır. Buna göre böyle bir parti, Lenin’in şahsi diktatörlüğünden başkası olmayacak ve işçi sınıfını vesayet altına almaya çalışacaktır. Böyle bir perspektifle Rosa’nın Almanya’da kendi liderliğinde ayrı bir politik örgütlenmeye trajik şekilde çok geç girişmesine şaşmamak gerekir.
Parti Teorisi
Rosa’nın alternatif olarak koyduğu şey ise işçi sınıfının tabandan gelen tazyikinin gücü, yaratıcılığı ve devrimciliğiydi. İşçi sınıfının hatalarından ders çıkarma ve bunları düzeltme yeteneği vardı. Lenin’in vurguladığı merkeziyetçilik fikri, SPD liderliğinin bürokratik ataletiyle boğuşan Rosa’ya iyi çağrışımlar yapmıyordu. Ama böylece Rosa kendisini kendiliğindenliğin sınırlarına hapsetmiş olacaktı. Buna uygun şekilde parti, geniş tabanlı, demokratik, mutlak bir kitle örgütü olarak işçi sınıfının farklı eğilimleri içeren ve sınıfla özdeşleşen bir karakterde olmalıydı. Bu tasarımın kaynağı Marx ve Engels olsa da onların zamanında siyasal partiler henüz bebeklik çağındaydı. Oysa işçi hareketinin uluslararası deneyimleri, kendiliğinden işçi hareketinin reformist partileri ve sendikal bürokrasiyi aşmakta başarısız kaldığını, burjuvazinin ve işçi aristokratlarının manevralarına karşılık veremediğini ve iktidarı almak konusunda tümden yetersiz olduğunu ispatlayacaktı. Dahası geniş tabanlı bir partinin daha demokratik olacağı keyfi bir yorumdu. Tersine pasif üye yapısına sahip geniş tabanlı partiler bürokratik eğilimlerin yerleşmesine daha müsaitti, ayrıca çoğulculuk adına birbirlerine benzemeyen farklı hizipleri bir araya getiren “geniş partiler” bürokratik gruplaşmalara ve ayak oyunlarının gelişimine daha yatkındı. Sonuç olarak parti teorisi konusundaki yanlışları yüzünden Rosa çok trajik biçimde kendi örgütü olan Spartakist Birliği’ni çok geç kurmaya başladı.
Kitle Grevi
Rosa Rusya’daki 1905 Devrimi’ni büyük coşkuyla karşıladı. Devrimde tam da o çok vurguladığı işçi sınıfının bağımsız eylem kapasitesinin dışavurumunu buldu. Tarihte ilk defa kendisini gösteren kitle grevi büyüleyiciydi. SPD’nin sol kanadı olarak Kitle Grevi, Parti ve Sendikalar adlı kitabında proleter devrim için kitle grevini önerdi. Kitle grevi, bürokratik atalet ve sisteme adaptasyonun panzehiriydi, ekonomik ve politik taleplerin birleştirilmesi, gündelik ve uzun erimli taleplerin kaynaştırılmasıydı. 1910 yılına gelindiğinde güya revizyonizme karşı ortodoks Marksizmi savunan SPD’nin merkez kanadının lideri Kautsky ile arası açıldı. Kautsky ılımlı, devlete saygılı ve seçim merkezli bir politikaya çoktan kendisini kaptırmıştı.
Sermaye Birikimi
Marksist bir iktisatçı olarak Rosa emperyalizm konusunda çalışmalarına yoğunlaştı. 1913’te ele aldığı Sermaye Birikimi adlı kitabında kapitalist ekonominin henüz kapitalist olmayan toplumsal formlara yayılmaksızın karlılığı yakalayamayacağı ve çökeceğini savunmuştur. Emperyalizm, bu çevre pazarların gelişmiş ülkelerce ele geçirilmesi için yapılan rekabetçi bir mücadeledir. Nihayetinde kapitalizmin yayılmasının sonuna gelindiğinde sistemin çöküşü yaşanacaktır. Ama Rosa, kaderci biçimde sosyalizmin kaçınılmaz zaferini müjdeliyor değildir. “Ya Barbarlık Ya Sosyalizm” şiarının anlamını şu şekilde açıklamıştır. “seçim yapmak durumundayız: Emperyalizmin zaferi ve kültürün gerilemesi, eski Roma’da olduğu gibi – bozguna uğraması, harap olması, yozlaşması, uçsuz bucaksız bir mezarlık; ya da sosyalizmin zaferi- emperyalizme ve onun yöntemi olan savaşa bilinçlice saldıran uluslararası işçi sınıfının zaferi. Bu, dünya tarihinin ikilemidir, sınıf bilincine sahip proletaryanın attığı zarla bu ikisinden biri gerçekleşecek”.
Rosa ve Ekim Devrimi
Rosa, emperyalist savaşa karşı çıktığında hapsedildi. SPD mecliste savaş kredilerine onay vererek işçi sınıfı emperyalist kıyma makinasına atmıştı. Rosa sosyal demokrasinin ihaneti karşısında Spartaküs Birliği’ni örgütlemeye koyuldu, hapsedildi. Savaş boyunca hapishanede tutulacaktı. Hapisteyken haberini aldığı Ekim Devrimi’ni coşkuyla karşıladı; Lenin, Troçki ve Bolşeviklere desteğini ve sempatisini sundu. Diğer taraftan Bolşevikleri toprak sorunu, uluslar meselesi ve sosyalist demokrasi konularında eleştiriyordu. Bolşevikler köylüye toprak dağıtarak devrime düşman küçük burjuva bir katman yaratmış, ulusların kendi kaderini tayin hakkını gerçekleştirerek milliyetçilere ödün vermiş ve diğer sosyalist partileri (Menşevikler ve Narodnik-SR’ler) bastırmışlardı.
Bolşevikler Rosa’ya Çarlığın bastırdığı ezilmiş ulusları dışarıdan gelen bir güç olarak bastıramayacaklarını; köylülere toprak dağıtarak işçi-köylü ittifakını sağlayabileceklerini, bu ittifak olmaksızın devrimin ayakta kalamayacağını; sosyalist demokrasinin bileşeni sayılan sözde sosyalist partilerin sosyalist devrime karşı olarak liberal burjuvalarla birlikten yana olduklarını, iç savaş şartlarının gözetilmesi gerektiğini belirterek cevap verdiler.
Spartakist Ayaklanması
Rosa 1918’de serbest bırakıldığında Alman İmparatoru düşmüş, ülke sosyalist devrimin eşiğine kadar gelmişti. Silahlı askerler ve işçiler kendi konseyleri vasıtasıyla örgütleniyor, iktidarın konseylere geçmesini talep ediyordu. Diğer taraftan tam da Lenin’in işaret ettiği gibi ortada koca bir liderlik sorunu vardı. Farklı Alman eyaletlerindeki işçiler arasında eşgüdümü sağlayan hiçbir mekanizma yoktu. Daha yeni Bolşeviklerden esinlenerek Alman Komünist Partisi ismini alan KPD (Spartakistler) Berlin’de kısmi bir güce sahip olsa da diğer kritik şehirler ve sanayi bölgelerinden tamamen kopuktu. İşçi sınıfı halen SPD ve ondan sola doğru kopan ama devrimcilikle reformizm arasında salınan USPD’ye bağlıydı. KPD ise belki çok büyük bir potansiyel taşıyordu, hızla büyüyeceği kesin gibiydi, nitekim ilerleyen aylar ve yıllarda böyle de oldu, ama Alman Devrimi’nin şafağında KPD henüz çok yetersizdi. İşte burjuvazinin ve onun hizmetindeki sosyal demokrat SPD’nin bir provokasyonu sonucu KPD erken bir ayaklanmayla silaha sarıldı. Rosa bunun çok vakitsiz bir girişim olduğunun farkındaydı, ama disiplini ve örgütsel işleyişi oturtamamış olan KPD Spartakist İsyanı’nı başlattı.
Önderlerin Kaybı
Korkunç emperyalist savaş ve 1917’de gelen Ekim Devrimi, tüm dünyayı mülk sahibi sınıflar ve işçi sınıfının ölüm kalım savaşı verdiği bir arenaya çevirmişti. Hemen her ülkede kıyasıya süren bu mücadelede devrimci liderlerin kaybedilmesinin ağır sonuçları oldu. Liderlik her zaman tayin edicidir, ama ezilen sınıf açısından durum çok daha belirleyicidir. Kapitalist sömürü şartlarındaki yoksunluğu ve ekonomik ve siyasal açılardan boyunduruk altında olması sebebiyle işçi sınıfı, devrimci liderlerinin boşluğunu kolay yoldan dolduramaz. Bu konuda birçok örnek verilebilir, ilk akla gelen isimler olarak Mustafa Suphi ve Lenin’in erken ölümünün dramatik sonuçları ortadadır.
Rosa ve Karl Liekbknecht’in katledilmesi de koca bir dönüm noktasıydı. Dünya devrimi için dolayısıyla dünya tarihi ve sonraki kuşakların geleceği için tayin edici ülke olan Almanya 1919’dan sonra da devrimci durumlar yaşayacaktı ama Almanya işçi sınıfı ve komünistler liderlerini kaybetmişti ve sonraki devrimci fırsatlar da kaçırılacaktı. Dünya devrimi dumura uğradı, Sovyetler Birliği emperyalist saldırılarda harabeye döndü, dünyanın geri kalanından izole oldu ve aldığı yaraları bir daha saramayarak bürokratik yozlaşmaya gömüldü.
Sonuçta Rosa’dan bugün de öğrenilecek çok şey var. Onun işçi aristokrasisine, şovenizme, reformizme ve bürokratik atalete karşı verdiği mücadele bugün tüm yakıcılığıyla geçerliliğini koruyor. Rosa’nın işçi sınıfının eylemine duyduğu bağlılık, ateşli enternasyonalizmi ve sistemle uzlaşmazlığı bugün de yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor.