Sultangaliyev Gerçeği (II) – V.U.Arslan

Sultangaliyev Gerçeği (II) – V.U.Arslan

Yazının birinci kısmını okumak için tıklayınız: Sultan Galiyev Gerçeği I

Bolşevizmin her türden karşıtı, ezilen halkların (bu arada Müslümanların) Sovyetler’de en başından beri baskı altına alındığını iddia eder. Bu, standart suçlama birazdan da göstereceğimiz gibi olgusal gerçeklerle rahatça çürütülebilir. Sovyetler’de her konuda olduğu gibi ezilen halklar konusunda da Stalin ile beraber hayati kırılmaların olduğunu bilen Bolşevizmin daha incelikli eleştirmenleri ise Lenin ve Troçki’nin önderlik ettiği Sovyetler’in ilk dönemindeki ezilen halklardan yana olan tutumun dönemlik bir kandırmaca olduğunu iddia edip işin içinden sıyrılırlar (1).

Peki Lenin önderliğindeki Bolşeviklerin iktidar öncesi ve sonrasındaki gerçek deneyimleri, savundukları ve yaptıkları bize ne anlatır?

Bolşevikler, Din, İslam ve Ezilen Halklar

Bolşevikler, din karşıtlığının devrimci çalışmanın bir parçası olarak görülmesine en başından beri itiraz etmiştir. Onlara göre din, her yurttaşın özel alanına dahil bir konuydu. Ateizm, asla parti üyelik kriterlerinin bir parçası olmadı. Hatta Lenin, 1905 Devrimi’ni başlatan Kanlı Pazar’da öne çıkan isim Papaz Gapon’u örgütlemek için epeyce mesai harcamıştı. Bu örneğinde ötesinde Bolşevikler Ortodoksluğun muhalif tarikatlarına mensup emekçilere hitap edebilmek için yayınlar çıkarmışlardı.

Lenin, ateizmi parti programının asli unsuru olarak savunanlara karşı “Kapitalizmin karanlık güçlerine karşı verdiği kendi mücadelesi tarafından aydınlatılmadıkça sayısız bildiri veya vaaz proletaryayı aydınlatamaz” (2) çıkışını yaparken Marksist maddeci diyalektikten yola çıkıyordu. Kemalist “aydınlanmanın” neden başarısız olduğunu sorgulayanlar ya da bu başarısızlık nedeniyle halkı suçlayanlar meseleye bir de Lenin’in bu perspektifiyle bakmalılar.

Din konusundaki bu genel kavranışın dışında Bolşeviklerin ezilenlere yönelik sempatileri, onları Müslümanlar konusunda daha hassas hale getiriyordu. İşçi sınıfı içerisindeki oranları bir hayli az olan ve geneli itibariyle köylü bir grup oluşturan Müslüman halklar arasında Bolşevikler, ilk başta bir hayli zayıftılar. Şubat Devrimi’nden sonra bile Bolşeviklerin bu bölgelerde dayanabileceği çok az güvenilir komünist ve örgütlü çalışma yürüten parti komitesi vardı. Genel olarak Bolşevikler, kırsalda geriden geliyor; sanayi bölgelerinden askerlere, oradan kır emekçilerine ve son olarak da merkezden uzak taşra bölgelerine ulaşıyorlardı. Müslümanlar esas olarak bu en son grup içerisinde yoğunlaşmışlardı. Ama buna rağmen Bolşevikler, Türk ve Müslüman halkları kendi milliyetçi burjuvaları ve orta sınıflarından, SR’ler ve Menşeviklerin hegemonyasından kurtarabildiler. Bu nasıl mümkün oldu?

1) Bolşevik Devrimin gücüyle. Emperyalistlerin adına vatansever savaş dedikleri mezbahaneden Rusya’nın bütün çocuklarını kurtararak. Feodal beyleri, dinsel elitleri, kapitalistleri ezip köylüye toprak, işçiye de işyerlerinin kontrolünü vererek.
2) Müslüman halkı ve diğer ezilen ulusları Rus şovenizminden kurtarıp, gerçek enternasyonalist birliğin temellerini atarak.
3) Tüm Rusya’nın sola doğru kayması ve Müslümanların da aynı şekilde radikalleşmesi ve  devrimcileşmesiyle.
4) Mollanur Vahidov ve Sultangaliyev gibi devrimci liderlerin büyük kararlılıkları ve örgütçülüğü sayesinde.

Bolşeviklerin İktidar Deneyimi

Bolşevikler Ekim 1917’de iktidara geldiklerinde Sovyet devletinin dinsiz bir devlet olduğunu ilan ettiler, din karşıtı değil. Genç Sovyet hükümetinin 24 Kasım 1917’de yayımladığı “Rusya’nın ve Doğu’nun Tüm Müslüman işçilerine” başlıklı bildirgede şöyle deniyordu (3):

“..,Camileri, minberleri, inanç, örf ve adetleri Rusya Çarları ve zorbaları tarafından hiçe sayılıp ayak altında ezilen sizler, Rusya Müslümanları, Volga boylarının ve Kırım’ın Tatarları, Sibirya ve Türkistan’ın Kırgızları ve Sartları, Kafkaslar ötesi Türkler ve Tatarları, Kafkasların Çeçenleri ve Dağıstanlılar! Bundan böyle inançlarınız, örf ve adetleriniz, milli kültür yapılarınız dokunulmaz ilan ediliyor. Milli hayatınızı dilediğiniz biçimde, serbestçe kurunuz. Bu, sizin kutsal hakkınızdır. Gerek sizin haklarınızı, gerekse Rusya’da yaşayan tüm milletlerin haklarını devrim ve devrim organları olan İşçi, Asker ve Köylü delegeleri Sovyetleri bütün gücü ile korumaktadır…Biz, bayraklarımızla tüm dünyanın ezilmiş ve köle milletlerine özgürlük götürüyoruz.”

Bolşevikler, devrimden sonra Çarlık tarafından yüzlerce yıldır uygulanan ulusal baskı rejiminin yol açtığı yaraları sarmak için kapsamlı bir program eşliğinde kolları sıvadı. İşe Müslüman bölgelerindeki demografk yapıyı bozmak için getirilen Rus ve Kazak yerleşimcileri ile onların Rus Ortodoks Kilisesi içindeki ideologlarının eski yerlerine yeniden yerleştirilmeleriyle başlandı. Tek dil Rusça politikasına son verildi. Yerli diller okullar, devlet daireleri ve basında etkin bir şekilde yerini almaya başladı. Yerli halkın mensuplarına devlet organlarında ve komünist partilerde liderlik mevkileri verildi; işe alınmada Ruslar yerine onlara ayrıcalık tanındı. Rus olmayan yeni kuşak komünist liderler yetiştirmek üzere üniversiteler (KUTV-Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi) açıldı. 

Kiril alfabesinin kaldırılması, fabrikaların eski imparatorluğun uzak bölgelerine taşınması, yerel dil ve kültürün yaşatılması çabasına destek olunması dışında paralel yasal ve eğitim sisteminin kurulması da azımsanmayacak miktardaki kaynağın yeni iktidar tarafından bu konular için ayrılması… Bunun dışında Müslümanların dini günü olan Cuma günü Orta Asya genelinde tatil günü olarak ilan edildiğini de ekleyelim (4).

Bunun dışında her şey güllük gülistanlık değildi. Eski Rus şovenizminin çirkin yüzü kendisini bazen kızıl maske arkasına gizleyebiliyordu. Birçok uzak bölgede Bolşeviklerin ilk komitesini kurmaları ancak Ekim Devrimi’nden sonra mümkün olabilmişti. Bu gelişme süresince yerelde Bolşevik iktidar adına hareket eden unsurların enternasyonalist bir mücadele geleneğinden  gelmemeleri, çok olumsuz durumların yaşanmasını beraberinde getiriyordu. Ayrıca birçok kez de çeşitli bölgelerde şiddetlenen etnik gerilimde Rus şovenizminin taraftarları devrin değiştiğini fark edip kızıl elbiselerle eski meslekleri olan şovenizmi sürdürüyorlardı. Bu gibi şikayetler Moskova’ya kadar ulaştığında bahsi geçen bölgelere durumu incelemek ve rapor hazırlamak üzere güvenilir komünistler gönderiliyordu.

Örneğin 1921 yılı başında, Moskova, durum üzerine bir rapor hazırlaması için, Sultan Galiyev’i Kırım’a gönderdi. Sultan Galiyev, Mayıs 1921′de, Kırım’daki Sovyet yönetimini eleştiren bir rapor yayınladı. Raporda, rejimin, Müslüman nüfusla hiçbir bağlantısının olmadığı belirtiliyordu; devlet çiftlikleri, eski Çarcılar tarafından yönetiliyor ve yerel halkın ihtiyaçları göz ardı ediliyordu; Tatarların eğitimi ihmal edilmişti. Galiyev, Kırım Sovyet Sosyalist Cumhuriyetinin kurulmasını, Tatarların komünist örgütlere katılmasını, Solhoz örgütlenmesine son verilmesini öneriyordu. Yerel Komünistlerin itirazlarına ve Kırım Bölgesi Komünist Partisi Kongresinde, cumhuriyetin kurulmasına karşı çıkılmasına rağmen Moskova, Sultan Galiyev’in önerisini  kabul etti ve Kasım 1921′de, Özerk Kırım Sosyalist Sovyet Cumhuriyeti’ni kurdu (5).

Galiyevizm Şekillenir

Troçki “Sadece burjuvazi için parlayacaksa güneşi bile söndürürüz” derken ilk işçi iktidarını yıkmak isteyen Rusya ve bütün dünya gericiliğinin karşısında Bolşeviklerin gerekli irade ve sertliği kuşandığı mesajını dosta da düşmana da vermek niyetindeydi. Hamlet’in ünlü tiradında dendiği gibi Olmak Ya da Olmamak! İşte bu ölüm kalım savaşında Kızıl Ordu’nun Müslüman taburları hayati roller üstlendiler.

Üstenilen bu hayati görevler ve başarılar, önce Mollanur Vahidov’un ardından onunla aynı yolda olan Sultangaliyev’e öne çıkmaları için özgüven kazandıracak ve devrimi yaymak için farklı çağrışımlar yaratacaktır. Vahidov, Rus Müslümanları Komünist (Bolşevik) Partisi’nin bütün eski Çarlık coğrafyasında, hatta Afganistan ve İran boyunca örgütlenmesini tamamlamayı hedefler. Kazan’ın Beyazlarca düşürülmesi ve Vahidov’un katledilmesinden sonra bu plan kendiliğinden gündemden düşmüştür; ama Vahidov’dan sonra MüsKom başkanlığına gelen Sultangaliyev, bir yandan Bolşevizmin tüm Müslüman coğrafyasında gelip gelmesi için bütün enerjisini harcar, diğer yandan da Vahidov’un mirası fikirleri geliştirir.

Galiyev’in öncelikle Sovyetler Birliği’ne bağlı İdil-Ural Sovyet Cumhuriyeti fkrini savunur. Diğer taraftan bu geniş birlik bir yana daha Tataristan-Başkurdistan Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti bile hayatta kalamaz. Türki halklar içerisinde birbirlerine en yakın sayılabilecek olan Tatarlar ve Başkurtlar dahi ayrı özerk cumhuriyetler olarak yollarına devam edecektir. Bu ayrılıkta başrolleri oynayan, Başkurt Sovyetlerinin lideri olarak Başkurtların Tatarlardan ayrı bir millet olmaları hasebiyle kendi siyasi entitelerine sahip olmasını isteyen Zeki Velidov’dur. Bu Velidov, Sovyetlerden Türkiye’ye kaçtıktan sonra sağcı Turancı milliyetçiliğin ideologlarından biri olacak Zeki Velidi Togan’dan başkası değildir.

Tatar-Başkurt ayrışmasının tekil bir örnek olmadığını belirtelim. Çarlık Rusyası’nın yıkılmasından sonraki taşların yerinden oynadığı dönemde Türki halklar mozaiğinin siyasi temsilcileri birbirleriyle büyük çelişkiler içerisine düşmüşlerdir. Hepsini aynı torbaya koymak göründüğünden çok daha zor bir iştir. Daha geniş Türki birlikler önünde siyasi ve sosyo-kültürel engeller dışında coğrafi ve demografik açık nedenler de ortadadır. Söz konusu olan, uçsuz bucaksız genişlikteki bir alanda ve birbirlerinden coğrafi olarak kopuk birçok bölgede, diğer halklarla karışık olarak (ve birçok kez sayısal azınlık olarak) yaşayan halklardır .

Sultangaliyev Türki halkların Sovyetler Birliğindeki siyasi statüsünden ayrı olarak Bolşevik Devrim’in dünyaya yayılması konusunu da ezilen halklara bağlamıştır. Bu bağlamda Galiyev, Turan Federal Sosyalist Devleti hedefini gündeme getirir. Burada evvela Türkiye’de aşırı sağcıların ve milliyetçilerin “turan” algısı ile Galiyev’inki arasındaki kökten ayrımın altını çizmek gerekir. Galiyev’de Turan, sosyalist devrimin anti-sömürgeci bir karakterde doğuya yayılması anlamında kullanılır ve muhattabı herhangi bir etnik grup değil, genel olarak doğunun gariban ezilen halklarıdır. Türkiye’de milliyetçilerin kullandığı şekliyle turan ise etnisite odaklı, açıkça saldırgan milliyetçi hatta çoğu durumda ırkçı bir mahiyettedir ve Galiyev’in tam tersine ezilen halklara (Kürtler, Ermeniler vb.) düşman bir niteliktedir ve dünyadaki geri kalan ezilmiş kesimlere herhangi bir sempati duymaz.

Galiyev için Turan, Rusya Müslümanları ile diğer (İran, Afganistan, Türkiye, Çin, Hindistan) Müslüman halkları Bolşevik devrim mücadelesinde birleştirmek ve buradan sosyalist dünya devrimine ilerlemektir. “Turan Sosyalist Federe Devleti” ezilen sömürge halkları biraraya toplarken dünya devriminin tamamlanması için devrimin Doğu’ya yayılmasının kaldıracı olacaktır.

Bu noktada Gün Zileli, Galiyev’in Troçki’nin sürekli devrimini hatırlatacak şekilde bir çeşit sürekli sömürge devrimi savunduğundan bahseder. Tıpkı Troçki gibi Galiyev de tek ülkede sosyalizm teorisiyle devrimi yayma perspektifinden vazgeçilmesinden ötürü oldukça tepkilidir. Sultangaliyev tek ülkede sosyalizm ile beraber yükselen Rus milliyetçiliği yüzünden ayrıca bir alarm halindedir. Ne var ki Galiyev, Marksizmden üçüncü dünyacılığa kaydıkça Troçki-Galiyev ikilisi arasında azımsanmayacak prensip farkları oluşacaktır.
Elimizde yeterli sayıda kaynak olmasa da söz konusu prensip farklarının daha sonrasında bu ikilinin işbirliği önünde engelleyici bir faktör olduğu muhakkaktır.

Dikkat edilecek olursa Galiyev, Troçki ve Stalin’in üçü de Rusya’da ezilen milletlere mensuptur. Bunlardan Stalin azılı Rus milliyetçisi kesilirken Galiyev büyük hayal kırıklıkları içerisinde ezilen ulus kimliğini ön plana çıkaracaktır. Troçki ise Stalin liderliğindeki bürokrasiye karşı örgütlediği Sol Muhalefet ile işçi sınıfının ekonomik ve siyasal haklarını savunacak, parti içi demokrasinin yeniden tesisi için mücadele edecek ve tek ülkede sosyalizm politikasının sonuçlarını ve Stalin’in elindeki Komintern politikalarının somut iflaslarını kıyasıya eleştirecektir.

Milliyetler Halk Komiseri Stalin’in altında çalıştığı için ilk etapta Stalin’in adamı olarak adı çıkacak olan Galiyev, Rus milliyetçiliğinin yükselişine ve tek ülkede sosyalizm politikasına karşı sesini yükselttiği için ilk tasfiye edilen önde gelen komünist olacaktır.

Proleter Halklar Çıkışı

“Turan Sosyalist Federe Devleti” ile dünya devrimine ulaşmak olarak Galiyev’in ortaya attığı projenin önemli zayıf noktaları bulunuyordu. Bir kere Galiyev her ne kadar kendisini samimi bir şekilde komünizmi yaymaya adamış olsa da çıkarımları ve önerdiği yöntemler, Bolşeviklerin kabul edebileceği cinsten değildi. Bolşevikler, Marks’ın izleyicileri olarak tarihin esas devindirici gücü olarak sınıf mücadelesini görüyordu. Zaten Ekim Devrimi de esas olarak sanayi işçi sınıfının önce askerlerin ve daha sonra köylülerin desteğini kazanmasıyla gerçekleşmişti. Bu işin siyasetine yön veren ve örgütlenmeyi gerçekleştiren de Bolşevikler olmuştu. Bolşevikler bunu uzun yeraltı mücadelesi boyunca bunu örgütlemişler, Marx ve Engels’in öğrencileri olarak işçi sınıfının uluslararası birliği ve eylemine bel bağlamışlardı. Lenin, Alman Devrimi’nin başarısı için gerekirse Rus Devrimi’nin feda edilebileceğinden bahsediyordu (6).

Dünya devrimi için 3.Enternasyonal örgütlenmiş ve bütün umutlar buraya bağlanmıştı. Dünya devrimine giden yol da Rusya’dakine benzer bir rota izleyebilirdi. Almanya gibi metropol ülkelerde başarılı olacak bir proleter devrim, kızıl Rusya ile birleşecek ve diğer ülkelerde de dünya devrimi için gerçek bir kırılmanın yaşanmasına sebep olacaktı. Diğer taraftan henüz bağımsız politik bir rol üstlenecek kadar gelişkin bir işçi nüfusunun olmadığı sömürge ülkelerde de emperyalizme karşı ulusal mücadeleler desteklenecekti (Anadolu’daki hareket gibi). Böylelikle sömürgelerden elde ettikleri yağmanın kesilmesiyle emperyalist kuvvetlerin krizi daha da derinleşecek ve devrimci koşullar bu ülkelerde olgunlaşmış olacaktı. Batı Avrupa’da devrimin yeni ülkelere sıçraması ise kapitalist emperyalist barbarlığın tarihin çöp tenekesine atılmasına yol açacak, sömürge halkları özgürleştirecek ve onların sosyalist yoldan gelişiminin önünü açacaktı.

Oysa Galiyev Batı’daki işçi sınıfına güvenmiyor, hatta onların Doğu’nun sömürüsünden pay aldığını iddia ediyordu. Ekim Devrimi’ni izleyen Avrupa’daki ilk devrimci dalganın geri çekilmesinden sonra bu görüşlerin yayılması için uygun bir atmosfer oluşmuştu. Tek ülkede sosyalizm fkri de aynı zeminden gelişecekti. Galiyev ise devrimi yayma fikrinden vazgeçmeye kesinlikle yanaşmıyor ama dünya devriminin ana öznesinin değişmesi gerektiğinde ısrar ediyordu. Buna göre merkeze alınması gereken özne, esas olarak Batı’da cereyan eden proleter hareket değil, Müslüman halkların şahsında Doğu’nun mazlum halkları olmalıydı.

Müslüman halklar çoğunlukla geri kalmış bölgelerde yaşıyorlardı. Rusya’da Müslüman ve Hristiyan halkların birlikte yaşadığı yerlerde de kalifiyelik gerektiren işçiliklerde Ruslar çoğunluktaydı. Müslümanlar genelde köylüydüler. Galiyev bu açmazı ezilen halkları tümden proleter ilan ederek çözmeye girişir. Gerçekten de bu halklar gariban, yoksul ve ezilmiş değil midir? O halde bu halklar kendiliğinden ve öz itibariyle “proleter halklar”dır: “Doğu toplumlarında Batı’dakine benzer bir proleter sınıftan söz etmek mümkün değildi. Müslümanlar arasında sınıf farklılıkları olmadığı gibi, sömürgeciler toplumlar arasındaki katmanlar arasında fark gözetmeksizin sömürmekteydi. Bu nedenle tüm sömürge halklar proleterdiler” (7).

Galiyev, geri kalmış bölge halkları arasındaki sınıfsal ayrımların tabi ki farkındadır, ama bunları belirleyici önemde görmez. Marksist sınıf kavramının bu şekilde (aslında epeyce keyf biçimde) esnetilmesi, Galiyev’in stratejisini Marksist teorik bir zemine oturtma girişimi olsa da mesele, “proleter halklar” kavramının ortaya atılmasıyla kapanmıyordu. Sınıf mücadelesindeki araçlar ve mücadele yöntemi meselesi ne olacaktı? Yani yoksul Müslüman köylüler hangi araçlar ve mücadele ile devrimi yayacaklardı? İşte bu noktada Galiyev Müslüman Kızıl Ordu’nun kurulmasını öneriyordu. Galiyev’e göre Kızıl Ordu’nun Müslüman bir ordu olduğunu gören doğu halkları onları işgalci ve düşman gibi görmeyecek tam tersine onlara kollarını açacaktır. Bu yolla Turan Federe Sosyalist Devleti oluşacak ve Batı’daki emperyalist kuvvetlere karşı büyük bir savaşa girişilecektir. Böylelikle sömürge ve yarı sömürge ülkeler, metropoller üzerinde kendi diktatörlüklerini kurabilecektir:

“…İnsanlığın yeniden yapılandırılmasının maddi zemini, yalnızca sömürge ve yarı sömürgelerin metropoller üzerindeki diktatoryası aracılığıyla oluşturulabilir. Zira yalnızca bu yol, yerkürenin Batı emperyalizmi tarafından zincirlere vurulmuş olan üretici güçlerinin kurtuluşu ve atılım yapması için gerçek bir teminat sağlayabilir.” (8)

Bolşeviklerin böyle bir projeyi kabul etmeleri mümkün olamazdı.  Galiyev, Batı proletaryasının kuracağı proletarya diktatoryasının “insanlığın ezilen kısmının toplumsal yaşamında hiç bir değişiklik getirmeyeceğini” ileri sürecek kadar savrulmuştur: “Aralarında en gelişmişi olan İngiliz proletaryası durumunu ele alalım, Eğer İngiltere’de bir devrim başarıya ulaşsa bile, proletarya sömürgeleri tahakküme ve varolan burjuva hükümetinin politikasını izlemeye devam edecektir; çünkü bu sömürgelerin sömürülmesinde çıkarı vardır.

Doğulu mazlumun ezilmesini önlemek için, Müslüman kitleleri, bizim ve muhtar olacak bir komünist hareket içinde birleştirmeliyiz” (9). Batıda iktidarı ele geçiren proletaryanın neden doğunun sömürüsüne son versin ki sorusunu gündeme getirebilmiştir. Doğal olarak bu çıkışlar Bolşevikler için yenir yutulur sapmalar değildir.

Bilanço

“Kristof Kolomb! Avrupa emperyalistlerinin kalplerine ne kadar da yakındır adı. Avrupalı talancılara Amerika’nın yolunu ‘açan’ odur; İngiltere, Fransa, İspanya, İtalya ve Almanya, hepsi de eşit olarak ‘yerli’ Amerika’nın bu talanına, yıkımına ve silinip süpürülmesine katılmışlar ve onun zararına kapitalist kentlerini ve burjuva kültürlerini dikmişlerdir. Timurlenk’in, Cengiz Han’ın ve diğer Moğol şehzadelerinin Avrupa’ya akınları, tüm yıkıcı gücünün zalimliğine rağmen, Avrupalıların keşfettikleri bu Amerika’da yaptıklarının yanında sönük kalır.” (10)

Görüldüğü üzere Sultangaliyev daha sonraları epey popüler olacak olan “üçüncü dünyacılığın” temel önermelerini çok önceleri formüle etmiş ve bunu Bolşevizmle birleştirmeye çalışmıştır. Peki Galiyev haklı olabilir miydi? “Lenin de yanıldı, Troçki de! Avrupa, yani dünya sömürgesinin metropolü -düzenden şikayetçi değildi ve artık Batılı işçi sınıflarının, ‘zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri vardı’: Dünya Devrimi, onların sömürge rantından aldıkları payı, yokedebilirdi: II Entemasyonal -ki İşçi  Entemasyonali’dir- Moskova’ya yüz vermedi; bu vahim gerçeği, bir tek Tatar devrimci Galiyef görebilmiştir.” (11)

Bu sözler, Galiyev’i devrimci kişiliğinden ayırarak kendi yamalı bohça ulusalcı projesi için eğip bükmeye çalışan Atilla İlhan’a ait. Atilla İlhan meseleyi nereye vardırırsa vardırsın ortada bir gerçek var: Galiyevizmin çıkış noktası Batılı işçi sınıfının Doğu’nun sömürüsünden pay aldığı için devrimle bir alakasının kalmadığı iddiasıdır.

Bir kere tarihsel gerçekler, Batılı işçi sınıfının devrimci kalkışmalara giriştiğini zaten kanıtlamıştır. Almanya üç defa devrimci durum yaşamış, devrimci süreç iyi yönetilemediği için devrimler kaybedilmiş ve Naziler iktidara gelmiştir. Almanya’nın devrim ve karşı devrim arasında salınması bütün dünyanın kaderini belirlemiştir. İspanya işçi sınıfı da 1936-39’daki iç savaş boyunca kahramanca savaşmış ve devrimci olduğunu ispatlamıştır. Tıpkı 1.Dünya Savaşı’nda olduğu gibi 2.Dünya Savaşı sonrasında da Avrupa kıtası devrimlerle sarsılmış; Yunanistan, İtalya ve Fransa’da devrimci durumlar oluşmuş, nice kahramanlıklar yapılmış ve iç savaşlar yaşanmıştır. Devrimlerin başarısız olması, esas olarak devrimlerin başına geçecek Bolşevik tipte devrimci partilerinin olmayışı ile alakalıdır. Kaldı ki 1917 Rusyasında da şayet Lenin’in önderlik ettiği Bolşevikler olmasaydı Menşevikler ve SR’ler elinde Rus Devrimi de tarihe diğerleri gibi kaybedilmiş
bir devrim olarak geçecekti. Yani sorun Batı işçi sınıfında değil, önderlik krizindeydi. Devrimci olmayan Batılı işçiler değil, işçi sınıfının temsilcileri olarak hareket eden ve mutlak siyasi tekellere sahip olan Menşevik ve Stalinci 2. ve 3. Enternasyonaller idi.

Sultangaliyev, Marksist yöntemden bir diğer önemli hususta daha ayrılıyordu. Bu da kapitalizmin kendi çelişkileri ve tarihsel iniş çıkışlarını hesap etmeden statik bir ekonomik gelişim ve sınıf mücadelesi algısına sahip olmasıdır. Ekim Devrimi ile başlayan dünya devrimi dalgası geri çekilirken kapitalizm fırtınadan önceki sessizlik gibi bir rahatlama dönemi yaşamıştır. Sultangaliyev bu dönemin haleti ruhiyesini genellemiş ve teorize etmiştir. Oysa 1920’lerde kapitalizm hızla tarihinin en büyük ekonomik krizine koşmaktadır. 1929 Büyük Buhranı tüm Batı’da işçi sınıfını ve küçük burjuvaziyi işsizliğin ve sefaletin içerisine yuvarlamıştır. Stalin’in güdümündeki 3.Enternasyonal, bu dönemin devrimci fırsatlarının göz göre göre heba edilmesinin ve en acı şekilleriyle İspanya ile Yunanistan’da görüldüğü gibi büyük ihanetlerin baş sorumlusudur. Yine de emperyalist-kapitalist sistem, tarihin görmüş olduğu en büyük barbarlığı yaratmadan, 2.Büyük paylaşım savaşını, gaz odalarını ve soykırımları örgütlemeden bu krizden çıkamamıştır. Yani rahatı yerinde bir Batı işçi sınıfı portresi, gerçeklerle hiç örtüşmediği gibi devrimci sınıf mücadelesini tek yanlı biçimde yoksulluğa indirgemekte bir hayli sıkıntılıdır. Yani mesele sadece yoksulluk ve sefaletle ilgili olsaydı Afrika kıtasının dünya devriminin merkezi olması gerekirdi.

Sömürgelerde Mücadele Stratejisi

Galiyev’de merkezi önemde olan sömürgelerdeki mücadele stratejisi konusu, 1920’lerin ikinci yarısında Troçki önderliğindeki Sol Muhalefet ile Stalinizm arasına belirleyici önemde bir kavga konusu olacaktır. “Tek ülkede sosyalizm” öncesindeyse bu konu 3.Enternasyonal içerisindeki önemli tartışma başlıklarından birisidir. 

Sultangaliyev’in savunduğu fikirlerin bir kısmı zaten Bolşevik programın temellerini oluşturuyordu: 3.Enternasyonal eliyle bir yandan sömürge ülkelerinde ulusal kurtuluş hareketleri destekleniyor, diğer yandan bu ülkelerde komünist partiler oluşturulmaya çalışılıyordu. Sömürgelerden emperyalist metropollere giden kaynakların kurutulması gerektiği konusunda zaten herkes hemfikirdi. Asıl tartışma sömürgelerde yürüyen mücadelede 3.Enternasyonal’in kimi baz alması gerektiği üzerinden yaşanıyordu. Emperyalist odaklara karşı mücadele eden yerel milliyetçi burjuvaların hareketi mi desteklenmeliydi, yoksa esas olarak yerli komünist partiler mi? Sultangaliyev gibi Hindistanlı Marksist Roy da Bolşevikleri tercihlerini komünistlerden yana yeterince kullanmamakla suçluyordu. Bolşeviklerse güçler dengesini hesap etmek durumundaydılar. Ama bir yandan da olağanüstü basınçlarla karşı karşıya olan Sovyetler’de herşey hızla bozuluyordu.

Devrim dalgası geri çekilmiş, Rusya izole olmuş, iç savaşta tümden yıkılmıştı, sınıf bilinçli en iyi unsurlar ya hayatını kaybetmiş ya da devre dışı kalmıştı. İçeride bürokrasi hızla güçleniyor, NEP ile geriye doğru büyük adımlar atılıyordu ve 3.Enternasyonal, ilk dört kongresi boyunca dünya devriminin genelkurmayı olsa da Zinovyev liderliğinde her zaman iyi yönetilmiyordu. Roy ve Sultangaliyev’in itirazları ve haklılık payları, bu arada Mustafa Suphi-Mustafa Kemal örnekleri de dahil, ayrı bir yazıda incelenmeyi fazlasıyla hak ediyor Bürokrasinin bütün ipleri ele almasından sonraysa tek ülkede sosyalizm teorisiyle devrimin yayılmasından vazgeçiliyordu.

Bundan itibaren Sürekli Devrim ve Troçkizme karşı savaş açılmış, aşamalar teorisiyle de komünist partiler çok güçlü olsalar bile burjuva milliyetçilere tabi olmaları kendilerinden istenmiştir. Troçki sömürgelerdeki devrim sorunsalında Çin üzerinden büyük bir kavgaya girişecekti. Milyonlara hitap eden Çin Komünist Partisi’nin ve Çin Devrimi’nin burjuva milliyetçilerinin elinde katledilmesinden birinci derecede sorumluluğu olan Stalinizm’e karşı büyük bir mücadele verecekti. Ne yazık ki Sultangaliyev bütün bu tartışmalar ve mücadelelerde aktif bir rol oynayamamıştır .

Rus Milliyetçiliğinin Zaferi

Lenin ve Troçki, Sultangaliyev’in tersine 1920’lerden itibaren içerisine girilen kapitalist büyüme döneminin sınıf mücadelesinde geçici bir eğilim olduğunun farkındaydı. Ama herşeyden önce Sovyetler Birliği hayata tutunmak zorundaydı. Dünya devrimi için öncelikle Sovyet kalesi mücadelesini sürdürebilmeliydi. Bu yüzden geri adımlar atmak ve uzlaşmalar yapmak mecburiyetindeydiler. En başta da içeride gıda sorununu çözmek ve ekonomik üretimi canlandırmak için Sovyetler’de sınırlı serbest pazara izin veren Yeni Ekonomi Politika (NEP)’e geçildi. Lenin ve Troçki, bunun ayakta kalmak için geriye doğru atılmış bir adım olduğunu vurgulasa da işler hiç de iyi gitmeyecekti .

Devrim dışarıdan gelen müdahalelerle ya da eski mülk sahibi sınıfların içeriden saldırısı sonucu yıkılmayacaktı. Ama devrim kendi içerisinden çıkan yeni bir elitin elinde can verecekti:  Ayrıcalıklı Bürokrasi. Lenin’in hastalığı yüzünden politik etkisinin zayıflamaya başladığı 1922’den itibaren Bolşevik devrimciliğin ne kadar düşmanı varsa adeta hortluyordu. Bunların başında da Rus şovenizmi vardı.

Eski Rusya geri dönüyordu. Kendisi de ezilen bir ulustan gelen ve Sovyetler iktidarında Milliyetler Halk Komiseri olan Stalin, ezilen milletlere çok acı bir reçete hazırlamaktaydı. Her şey tersine çevrilmiş Bolşevik ihtilalinin politikası adeta ters yüz edilmişti. Hasta Lenin durumun farkındadır, gidişattan dolayı oldukça endişelidir ve hasta yatağından doğru da olsa elinden geleni yapmaya çalışmıştır. Bu da ister istemez hızla yükselen Stalin ile Lenin’i karşı karşıya getirecektir.

Daha 1920 Martı’nda yapılan 9.Parti Kongresi’nde Lenin “Bazı komünistlerin yüzlerini kazıyın altında Rus şovenizminin çıktığını göreceksiniz” uyarısını yapar 12. Daha sonraysa 6 Ekim 1922’de “Egemen ulusal şovenizme karşı ölümüne savaş ilan ediyorum” diye duyuracaktı13. İşçi devletinin bürokratikleşmesiyle birlikte devlet ve parti memurları Moskova’dan belirleniyor, Moskova  merkezciliği ve Büyük Rus Şovenizmi giderek güçleniyordu. Bu mekanizmanın başında olan da Stalin’den başkası değildi .

Fırtına Gürcü meselesinden patlayacaktı. Gürcü komünistleri Stalin ve ekibinin yerel komünistlere uyguladığı aşırı sert önlemlere karşı koydular, katı merkezileştirme politikasını ve maruz kaldıkları baskıları Lenin’e şikayet ettiler. Lenin, Gürcü komünistlerine sonuna dek arkalarında olduğunu bildirdi ve Stalin’e karşı mücadeleye girişti. “Rus milliyetçisi kampanyanın sorumuluğu şüphesiz Stalin’in ve Djerzinky’nin (ÇEKA başkanı) omuzlarına yüklenmelidir.” (14)

Lenin, Rus milliyetçisi kampanyanın ikiyüzlü karakterini şu şekilde vurgular: “biz kendimiz.. ezilen uluslara karşı emperyalist bir tavır içerisine giriyoruz, böylece kendi içtenliğimizin, emperyalizme karşı savunulması gereken temel ilkemizin altını ellerimizle oyuyoruz.” (15)

Gürcü meselesi Lenin’in politik yaşamının son politik kavgası oldu. 5 Mart 1923 tarihli mektubunda Troçki’den “Stalin’in baskısı altında olan Gürcü davasının savunusunu üstlenmesini” istiyordu. 6 Mart tarihinde de son politik belgesini Gürcü komünistlere hitaben dikte ettirdi:

“P.G.Mdivani, F.Y.Makharadze ve diğerlerine
çok gizli
Birer kopya Yoldaşlar Troçki ve Kamanev’e iletilecek

Değerli Yoldaşlar,
Tüm kalbimle davanızın arkasındayım.
Orjhinidze’nin kabalığına, Stalin ve
Dzerzinsky’nin suç ortaklığına çok
öfkeliyim. Sizler için notlar ve bir konuşma
hazırlıyorum.
Saygılarımla.
Lenin” (16)

Evet Lenin’in son kavgası ve hatta son dikte ettirdiği belge, Gürcü komünistlerinin şahsında Rus şovenizmine karşı ezilen ulusların haklarını savunmak içindi. İnsan bu satırları okuduğunda Lenin’i Rusya’nın altına dinamit yerleştirmekle suçlayan Putin ile Stalin’in nasıl da aynı hamurdan yapıldığını daha iyi anlıyor.

Sultangaliyev’in Tasfiyesi ve Son

Lenin’in ölümü hızla bozulan Sovyet düzeninde gerçek bir kırılma anlamına geldi. Zaten epey   aşama kaydeden Rus şovenizmi, artık ezilen ulusları pençesine almıştır. Ufuktaki kara bulutlar gitgide her yeri kaplıyordu. Gürcü komünistleri hızla ezildiler. 

Leninsiz gerçekleşen 12.Parti Kongresi (17- 25 Nisan 1923)’nde Sultangaliyev sözünü esirgemedi:  “İç cebimde parti kartı taşırken ben bu eşitsizliği hak eden biri değilim. Siz SSCB kurma fikrini bozmak yolundasınız, Yoldaş Stalin. Sizin teklif ettiklerinizin hepsi, Lenin’in önünde göz boyayarak anlatılmış bir ikiyüzlülükten ibaret!” (17)

Sultangaliyev mücadelesinde ısrar ederek Lenin’in hasta olduğu için katılmadığı Kongre’nin kararlarını Lenin’e götürerek O’nun da fikrini almayı önerdi. Stalin tabi ki bu teklife ateş püskürdü ve Sultangaliyev’i parti düşmanlığıyla suçladı. Nitekim Sultangaliyev bu kongreden 15-20 gün sonra bütün yöneticilik görevlerinden alındı ve ardından tutuklandı. Galiyev, milliyetçilik, Basmacılık ve komploculukla itham edildi, 45 gün tutuklu kaldıktan sonra Sultangaliyev’in parti üyeliğinden çıkarılması kararı alındı ancak idam önerisi bizzat Stalin’in karşı çıkması nedeniyle “Ekim Devrimi sırasındaki hizmetleri göz önünde bulundurularak” reddedildi (18).

Sultangaliyev artık takip altındaki bir muhalifti. Editörlük ya da çevirmenlik için başvurduğu hiçbir dergi veya gazeteden olumlu bir yanıt alamadı. Demiryollarında hamallık yaparak hayatını devam ettirdi. Bu süreçte suçsuzluğunu öne sürerek partiye tekrar kabul edilmesi için yaptığı başvuruların tümü Stalin tarafından reddedildi (19).

Stalin ile bir sürü dalaverelere giriştikten sonra Stalin’in yapabileceği korkunç işleri fark edip pişman olan Kamanev, Troçki’ye Sultangaliyev’i hatırlatır. “Önde gelen komünistlerden ilk defa Stalin’in inisiyatifiyle tutuklattırılan kişi Sultangaliyev’di. Stalin kan tadını ilk defa o zaman almıştı” (20).

Troçki, Stalinci bürokrasiye karşı Sol Muhalefet’i örgütlemeye başladığında Sultangaliyev’in ne derecede muhalefetle bağ kurduğu tam bilinmemektedir. Keza Tatar yoldaşlarıyla ne dereceye kadar rejim karşıtı gizli bir yapılanmaya gitmeye çalıştığına dair de fazlaca bir bilgi bulunmamaktadır. Sultangaliyev bu dönemde aktif politik mücadelenin uzağında gibi görünüyor, ama 1928’de Sovyetler’de bir büyük balyoz daha inmektedir. 1927’de Sol Muhalefet yasa dışı ilan edilir, Troçki sürgüne gönderilir. 1928’de ise Troçki’ye karşı Stalin ile işbirliği yapan Buharinci sağ kanat da tasfiye edilecektir. Birinci 5 yıllık Planlama ile bürokratik sistem, yasalardan sovyetleri kaldırarak işçilerin özyönetim organlarını tamamen sistem dışı ilan etmiştir. Artık çıplak diktatörlük vardır ve bu kovuşturmalardan Sultangaliyev de payına düşeni alacaktır. Aralık 1928’de ikinci kez tutuklanır. Sultangaliyev’in bu ikinci tutuklanmanın ardından hayatı büyük bir muammadır.

SSCB’nin yıkılmasının ardından ortaya çıkan KGB belgelerine göre ise Sultangaliyev Ocak 1931’e kadar tutuklu kalmış ve bu tarihte Kuzey Buz Denizi’ndeki Solovk adasındaki hapishaneye gönderilmiştir. Cezası Mart 1933’te sürgüne çevrilmiş ve üçüncü kez tutuklandığı 1937 yılına kadar Saratov’da sürgün hayatı yaşamıştır (21).

SBKP(B)’nin 30 Nisan 1990 tarihinde aldığı “iade-i itibar” kararına göre Sultangaliyev’in son tutuklanma tarihi 19 Mart 1937’dir. 8 Aralık 1939 tarihinde ölüm cezasına çarptırılmış ve 28 Ocak 1940’da Moskova’daki Lefortovo Hapishanesi’nde kurşuna dizilerek idam edilmiştir. Sultangaliyev’in gizli örgütüne bağlı oldukları gerekçesiyle Turar Rıskulov gibi pek  çok ünlü Türk komünisti de Sultangaliyev gibi Büyük Terör’ün kurbanlarından olmuştur (22).

Galiyev’in ikinci eşi Fatıma, 1937 yılı sonlarında bir gece yarısı alınıp götürülür ve bir daha kendisinden haber alınamaz. Oğlu Murat 19 yaşındayken, askere gitmek üzereyken Arça civarındaki ruh hastalıkları hastanesine götürülür ve bir daha buradan çıkamaz. Kızı Gülnar, 1949 yılında Lubyanka’ya çağrılarak, Krasnoyarskiy taraflarına, (kocasının bütün engelleme çabalarına rağmen) sürgüne gönderilir ve bir gardiyanın tecavüz etmesi sonucu bunalıma girerek kendini asar. İlk eşi Ravza’dan olan kızı Reşide de rahat bırakılmaz. Onu da kocası ve çocuklarından ayırarak 1948’de Sibirya’ya sürerler. Altı yıldan fazla ormanda ağaç keser. Stalin’in ölümünden sonra geri döner. Döndüğünde kocası tekrar evlenmiş ve bir oğlu da feci şekilde ölmüştür. O da ikinci oğlunu arayıp bulur ve onunla teselli bularak 1975 yılına kadar hayatını sürdürür. Kız kardeşi Züleyha Haydargaliyeva 26 Şubat 1990’da yazdığı bir mektupta şunları dile getirmektedir:

“… ben ağabeyime 1935 yılında Saratov’a para göndermiştim, çünkü o zaman ağabeyim ciğerlerinden rahatsızdı ve tedavi olmak için sanatoryuma gidecekti, hapishaneden yeni çıktığı için parası yoktu. Beni sorguya çektiklerinin ikinci günü çalıştığım işten çıkardılar. Ben iki çocuğum ile işsiz, parasız, ekmeksiz ortada kaldım. O zaman ben Ufa’daydım. Ondan sonraki günler benim için çok feci oldu. Kendi uzmanlık alanımda hiçbir işe almadılar…” (23)

1 milyondan fazla insanın katledildiği, üç kuşak komünist ve ailelerinin politik soykırıma tabi tutulduğu Büyük Temizlik’te (zirve noktası 1936-39 arasıdır) Sultan Galiyev’in sadece ailesi değil, birçok akrabası da yok edilmiştir.

Hazin bir öyküdür Galiyevinki..

Ezilen halkların, sönen umutların…

Politik soykırım kurbanı komünistlere,  kaybedilen güzel geleceğe  Sovyetlerde yakılmış hüzünlü bir türküdür Galiyevinki…

 

1) Örneğin Birikim Dergisi’nin 1998 Temmuz-Ağustos sayısında “Galiyev Üzerine El Sıkışmak” adlı bir yazısı yayınlanan Gün Zileli anti-Bolşevik anarşist söylem çerçevesinde Bolşeviklerin dünya tarihinde eşi benzeri olmayan enternasyonalist uygulamalarını görmek yerine niyet okumaya girişir ve ardından tarih dışı iktidar severlik, ya da devletsel stabilizasyon gibi klişelere sarılmak durumunda kalır.
2) Lenin, Sosyalizm ve Din, 1905, s.34
3) Benningsen Alexandre, Sultan Galiyev ve Sovyet Müslümanları, Çev:Nezih Uzel, Elips Kitap Yayınları, Ankara: 2005, s. 218.
4) Dave Crouch, Bolşevikler ve İslam, http://isj.org.uk/the-bolsheviks-and-islam/
5) akt.Gün Zileli, “Galiyev Üzerine El Sıkışmak”, Birikim, 1998 Temmuz-Ağustos
6) Lenin, Devrimci Lafazanlık Üzerine, Temel Yayınları, 1977, s. 24
7) Benningsen Alexandre, Sultan Galiyev ve Sovyet Müslümanları, Çev: Nezih Uzel, Elips Kitap Yayınları, Ankara 2005, s. 278
8) M.Sultangaliyev, Stat’i, Vıstupleniya, Dokumenti, s.232, akt. Halit Kakınç, Sultangaliyev
9) Benningsen Alexandre, Sultan Galiyev ve Sovyet Müslümanları, Çev: Nezih Uzel, Elips Kitap Yayınları, Ankara 2005, s. 64.
10) M.Sultangaliyev, Stat’i, Vıstupleniya, Dokumenti, s.190, akt Halit Kakınç, Sultangaliyev, s.162
11) Atilla İlhan, “Bazı Şeyleri Atlamak”, Cumhuriyet, 26.04.2000.
12) Lenin, Toplu Eserler, 29. Cilt, s.194 (akt. T.Cliff, Lenin-4, s.222)
13) Lenin, Toplu Eserler, 33.Cilt, s.372 (akt. T.Cliff, Lenin-4, s.225)
14) Lenin, Toplu Eserler, 42. Cilt, s.194 (akt. T.Cliff, Lenin-4, s.610)
15) Lenin, Toplu Eserler, 42. Cilt, s.194 (akt. T.Cliff, Lenin-4, s.611)
16) Lenin, Toplu Eserler, 45. Cilt, s.194 (akt. T.Cliff, Lenin-4, s.608)
17) Erol Cihangir (yay. haz.), Sultan Galiyev Davası, Doğu Kütüphanesi, İstanbul, 2006, s.15-16.
18) E. Cihangir, a.g.e.
19) E. Cihangir, a.g.e.
20) L.Troçki, Stalin, Yazın Yayıncılık, s. 629.
21) Kakınç, Halit., Sultangaliyev ve Millî Komünizm, Bulut Yayınları, İstanbul, s. 169.
22) Robert Landa, “Sultan Galiev,” Cahiers du mouvement ouvrier, 19, December 2002-January 2003 (akt. Matthiue Rennault,      “The Idea of Muslim National Communism: On Mirsaid Sultan-Galiev”, https://viewpointmag.com/2015/03/23/the-idea-of-muslim-national-communism-on-mirsaid-sultan-galiev/)
23) İkram Çınar, Avrasya’nın Geleceği: Sultan Galiyev’i Anlamak, Eğitim İş Yayınları.

KATEGORİLER
ETİKETLER