Reis ve Dava- V.U. Arslan
Sermayenin en azılı iktidarı AKP kiralık işçilik uygulaması gibi emek düşmanı çok köklü saldırıları hayata geçirirken bir yandan da ülke RTE’nin çiftliği haline geliyor. Bir taraftan zoraki muhafazakarlaştırma projesi otoriter bir milliyetçilikle birleşirken demokratik haklar başta Kürt illeri olmak üzere tüm ülkede baskı altında.
Reis ve Dava Maalesef bu süreçte sol-sosyalist parti ve sendikalar ile diğer emek örgütleri o kadar etkisiz ki RTE’nin dikta planlarının engellenmesi için umutlar Abdullah Gül cephesine, Meral Akşener’e ya da ABD- FETÖ cephesinin askeri darbe yapmasına bağlanabiliyor. Örnek mi? KP’nin Sol Gazetesi yakında darbe var deyip bu konuda onlarca yazı çıkarınca ister istemez bu işten ne kadar heyacanladıklarını anlıyorsunuz. Ya da toplumsal muhalefetin önemli bileşenlerinden Can Dündar’ın yönetimindeki sosyal demokrat çizgideki Cumhuriyet Gazetesi, kah Abdullah Gül-Bülent Arınç cephesinden bir umut çıkarıyor, kah Meral Akşener için “Asena İktidara Meydan Okuyor” gibi başlıklarla parlatma işini üstleniyor. Çaresizlik diyebilirsiniz. Evet, bariz bir çaresizlik var. Çok bilindik bir deyiş var: “denize düşen yılana sarılır”. Sol toparlanmadıkça, birlikte ortak kampanyalarla somut hedefler için seferber olmadıkça insanlar yılanlardan medet ummaya devam edecek. Açık konuşmak gerekirse sosyalist solun kendi hesabına hızlı bir dönüşüm yaşayacağına dair ümitli olmak için elimizde fazla veri bulunmuyor. Sosyalist Emekçiler Partisi Girişimi olarak sosyalist solun yeniden yapılanmasına öncülük etmek zorundayız, kendimize güvenmeli ve bu süreçte birlikte, enerjik biçimde mücadele etmenin koşullarını aramalıyız. Sınıf düşmanlarımızın saflarını gözetlemek, güçler dengesini anlamaya ve somut durumun sağlam bir kavranışına sahip olmaya çabalamak küçümsenecek bir iş değildir. Bilakis işçi sınıfının mücadelesini layıkıyla örgütleyebilmemiz için yola çıkarken ilk yapmamız gerekenler bunlardır. Bizim eleştirdiğimiz sol aktörlerin, kendine komünist diyenlerin burjuvazinin çeşit çeşit zehirli yılanlarını parlatmasıdır.
TALİH KUŞU DAVUTOĞLU’NUN BAŞINDAN UÇTU GİTTİ!
Yıldızı parlatılanlar arasında Davutoğlu’nu da saysak durumu abartmış olurduk; ama bu, Davutoğlu’nun iktidar blokundaki önemsiz bir isim olduğu anlamına gelmez. Başbakanlığa epey ısınmıştı, bağımsız davranmaya çalışıyordu. Barış akademisyenleri, Can Dündar ve Kürt sorununda RTE’den farklı tavırlar geliştirdi. Usturubunca, durumu idare ederek kendi bağımsız kişiliğini ortaya koymaya çalıştı. Neticede herkes aradaki ayrılığı fark etti. RTE’yi istikrarsızlık kaynağı olarak gören ABD, AB ve diğer uluslararası güçler Davutoğlu’ndan memnundular. AB ile vizelerin kaldırılması anlaşması, Davutoğlu’nun geride bıraktığı belki de en büyük gurur kaynağı olacaktı. Ama kısmet değilmiş! Davutoğlu gönderilince anlaşma da rafa kalkmışa benziyor! RTE’ye yüz vermeyen ABD Başkanı Obama’nın Davutoğlu’na randevu vermesi ve Davutoğlu’nun ABD’de çok farklı bir “sıcaklıkla” karşılanacağının açık olması, kim bilir RTE’yi ne kadar sinir etmiştir. Derken zaten düğmeye basıldı ve Davutoğlu apar topar gönderildi.
RTE böylelikle büyüme potansiyeli olan bir çatlağı, iş fazla uzamadan kolayca bertaraf etti ve tek adam rejimini oturtmak konusunda ileriye doğru bir adım daha attı. Hayal kırıklığı, kırılan onur, bastırılmaya çalışılan küskünlük… Davutoğlu’nun kendisi de RTE’nin adamı olarak bir kenera atılan Abdullah Gül’ün üstüne basmamış mıydı? Küskün olmaya hakkının olmadığının farkında, şimdilik dava adamı pozlarında. Ama reise baş veren dava adamlığının önümüzdeki ayları çıkarıp çıkarmayacağı meçhul. Dava demişken gözlerden kaçmaması gereken bir husus daha var. Artık AKP bir parti ve kurum olarak önemini tümden yitirdi ve partinin yerini “reis” ve “dava” aldı. “Reis ve Dava” bir yandan dikta maksadını ortaya koyuyor diğer yandan Türkiye’deki rejimin giderek aile şirketine dönüşmesini resmediyor.
DIŞ POLİTİKADA U DÖNÜŞÜ MÜ?
Kimileri RTE’nin Davutoğlu’nun tasfiyesini aynı zamanda Suriye başta olmak üzere dış politikada bir U dönüşü fırsatı olarak kullanabileceğini yazdı. Böylelikle ABD ile ilişkiler rayına sokulacaktı. Bu beklenti bazı temel kusurlara sahip, zira gerek Suriye gerekse Kürt politikası RTE açısından geri dönülmez bir noktaya geldi. Bu saatten sonra RTE’nin Esad’ı muhattap kabul etmesi, Rojava ile Kürdistan’ın diğer parçalarındaki Kürt kazanımlarını kabullenmesi ve Sünni mezhepçi politikalara dayalı Osmanlı rüyalarından uyanması mümkün değil. Böyle bir U dönüşünün teknik olarak uygulanabilirliği ayrı konu, RTE ideolojik olarak da bu meselelere sıkı sıkıya bağlı. Aynı zamanda bunlar RTE için sadece dış politika konuları değil ki. Dışarıdaki bu “dava” ya da “davalar”, RTE’yi ihya eden ülke içerisindeki kutuplaşmalar için de olmazsa olmaz durumunda. Mezhepçi, milliyetçi dış politika seçmenlerin de buna uygun şekilde bölünmesine yol açıyor, bu da AKP’nin seçimlerde büyük çoğunluğa oynaması anlamına geliyor.
KÜRTLERLE SAVAŞ
Geçtiğimiz nisan ayında Davutoğlu “2013 Mayıs’ına dönülürse, o zamanki gibi PKK tüm silahlı unsurları Türkiye dışına çıkarıp ülke içinde tek bir silahlı unsur kalmazsa, her şey konuşulabilir” diyerek yeniden masayı işaret ettiğinde ki aslında önerdiği galibin mağluba yaptığı türden bir anlaşmaydı, RTE açtı ağzını yumdu gözünü: “Müzakere edilecek de görüşülecek de bir konu yok”. Davutoğlu da gıkını çıkaramamıştı. RTE demokrat maskesini çıkaralı çok oldu. Güçler dengesi gereği demokrat pozlarındaydı ve Kürtlerle müzakere ediyordu. O da tabi baştan sona aldatma ve oyalamaya dayalıydı. Ama düşmanlarını birer birer saf dışı bırakınca durum değişti.
7 Haziran 2015 seçimleri öncesinde savaşı yeniden alevlendirmek için her şey yapıldı. PKK 7 Haziran sürecinde bu girişimleri boşa çıkarırken HDP ve lideri Demirtaş seçimlerde büyük patlama yaptı. Ama 7 Haziran sonrasında PKK, RTE’ye istediğini verdi ve şiddetlenen savaş o gün bugündür RTE’nin ekmeğine yağ sürerken başta HDP olmak üzere, toplumsal muhalefet, CHP ve hatta herhangi bir politik rolü kalmadığından iyice AKP’ye angaje olan MHP de kriz içerisinde. Ülkedeki neredeyse bütün sağcı dinamikleri arkasına alan RTE, iyice güçlendi ve muhalefet kriz içerisindeyken istediği gibi at oynatıyor. Yükselen milliyetçilik sınıf hareketine ciddi zarar verirken demokratik muhalefet kötürüm hale geldi. HDP, tamamen gündemden düştü. CHP kendi ulusalcı sağ kanadının baskısı altında yalpalayıp dururken sağdan oy almak, emperyalist-kapitalistlerden el almak, “ılımlı” ve “saygın” olmak için ılıya ılıya iyice ekşileşti, silik ve etkisiz bir karaktere büründü. Eğer PKK 7 Haziran öncesi gibi bir tavrı korusaydı Demirtaş’ın çizgisindeki bir HDP’nin CHP’yi şimdilerde eritmekte olduğunu tahmin etmek güç değil. Neticede burjuva ve küçük burjuva bir içerikte de olsalar tabanı sol olan partilerin kriz içerisinde olması bu ortamda toplumsal muhalefetin alanını iyice daraltıyor.
GÜL – ARINÇ CEPHESİ
Çoklarının bel bağladığı Arınç ve Gül cephesine bakalım. Kimileri “ülkenin bir geleceği varsa bu Abdullah Gül ile olacaktır” noktasına kadar varmış durumda. Gül ve ekibi iktidara gelirse Türkiye, emperyalist kapitalist sistemin kuralları çerçevesinde normalleşecektir. Bu normalleşme bir anlamda sömürü düzeninin düzlüğe çıkması demek olacaktır. RTE kendi ikbalini ve Osmanlı rüyalarını bütün düzeninin işleyişinin önüne koyduğu için sistem ciddi bir kriz içerisinde. Kimilerine göre Abdullah Gül bu krizden çıkış bileti demek. Gelgelelim bu nasıl olacak? Cumhurbaşkanlığı gibi bir kariyeri olan Gül kazanamayacağı bir yarışa ne kadar girmek ister? RTE’nin kızının düğününde şahitlik yapan Gül, salt RTE’ye çelme takmak için siyaseten fiyasko yaşamak riskini alır mı? Arınç ve diğerleri parti kursalar ne kadar oy yapabilir? Aldıkları oylar da MHP’yi baraj altında bırakıp 2002 seçimlerindeki gibi bir senaryoyu gündeme getirmez mi? Kuşkusuz anket çalışmaları yapılacaktır, kuşkusuz yeni bir girişim oluşursa büyük bir cilalama kampanyası başlatılacaktır. Ama RTE’nin seçmen desteği çok güçlü, muhalefet zayıf ve elindeki güçle çok baskın bir kampanya yürütebiliyor. Bu yüzden Gül ve Arınç şartlar tam olgunlaşmadan kendisini güvende hissetmeden adım atmayacaktır. Kendisini nasıl güvende hissederler peki?
Anketlere ve ortama bakacaklar tabi ki. Bunun dışında AKP içerisinden ne koparılabilir, buna bakacaklar. Ama AKP’deki Davutoğlu çatlağının bertaraf edilmesinin kolaylığı da gösterdi ki AKP’de öyle kolay kolay kopma ve bölünmeler olmayacaktır. Özellikle gündemde olan erken seçim ihtimali ve bal tutan parmağını yalar mantığı yüzünden AKP’de bir bölünme beklemek için fazla sebep yok. Geriye kalıyor ekonomik durumun güçlü bir şekilde bozulması ihtimali. Ekonomik durumun önümüzdeki süreçte bozulacağı aşikar, ama bunun bir kırılma şeklinde olmayacağını söyleyebiliriz. Yani ekonomik durumdan da istenen büyük tökezleme çıkmayabilir.
ERKEN SEÇİM
RTE fiilen zaten devlet başkanı, hatta geçelim devlet başkanlığını ülkede tek adam rejimini yerleştirmek konusunda bile epey mesafe kaydetmiş durumda. Durum böyleyken fazla acele etmeden en uygun zamanı ve koşulu bekliyor. Zira anayasayı değiştirmek için en azından referandumu yakalamak adına 330 milletvekiline sahip olması şart. 14 koltuk eksiği var. Bunu nereden bulacak? Bu açıdan en uygun zaman ve koşullar açısından durum değerlendirildiğinde erken seçim alternatifi gündeme geliyor. Muhalefet darma dağın. HDP ve özellikle MHP’nin baraj altında kalma ihtimali bulunuyor. CHP çok tesirsiz, Kılıçdaroğlu ile bir seçimi daha kaldıracak durumda değil. Erken seçim durumunda niyetleri olsa bile Gül-Arınç tayfası da toparlanma fırsatı dahi bulamayabilir. Ülkede yükselen yeni bir siyasi figür de yok. Ortalık tamamen boş. Zaten MHP ya da HDP’den birisinin baraj altında kalması RTE için yeterli olacaktır. Bu arada dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla RTE başına bela olan Demirtaş’tan da kurtulabilir. Ama yine de Kürt ulusal bilincinin Kürt halkı içerisinde iyice kökleşmesiyle her şeye rağmen HDP barajı geçebilir. HDP bir kez daha konjonktür itilimini de arkasına alabilir. İşte bu yüzden RTE’nin MHP içerisindeki karmaşıklığa odaklandığı kesin. Eğer Bahçeli tahtından indirilir yerine bir başka MHP’li geçerse bu, MHP’nin toparlanmasını sağlayacağından RTE’nin planlarını bozacaktır. Zaten kamuoyu RTE’nin zorlama bir erken seçime yol açmasını yadırgayabilir ve cezalandırabilir. Bu da RTE’yi fren yaptıracak bir diğer faktör. Ama Bahçeli partinin başında kalmaya devam ederse işin rengi değişecektir. Bu yüzden AKP yargı savaşlarında Bahçeli’nin istediği sonuçları çıkartmak için gücünü kullanmaktadır. MHP’de Bahçeli’nin öncülüğünde bir dağılma olursa sonbaharda baskın bir erken seçim beklemek gerekir. Peki son günlerde gündeme getirilen Akşener tayfası ile Arınç tayfasının beraberliği projesi ne kadar gerçekçidir? Siyaset çizgilerindeki farklılıklar böyle bir buluşmaya engel olmasa bile yeni partinin başkanı kim olacaktır? Her iki taraf da diğer tarafın liderliğini kolay kolay kabul etmeyecektir. Akşener etrafında bir rüzgar yaratılıp Akşener’in kendi yolunu çizmesi de ihtimaller arasındadır. Ama böyle bir partinin rüzgarı güçlü estirilmezse istenen neticenin tam tersi sonuçlar alınacaktır.
SONUÇ
Bizler tabi ki burjuva politikasının seyrini yakından takip edeceğiz ve bunu sosyalist emekçi siyasetimizde kullanacağız. Ama burjuva unsurlara asla bel bağlamayacağız. Kendimize güven duymak zorundayız. Şu an sürmekte olan bir yönetim krizidir. Bu krizden emekçiler lehine en ileri ve radikal sonuçları çıkarmak zorundayız. Unutmamak gerekir ki kriz dönemleri aynı zamanda fırsatlar demektir, çünkü krizler radikal dönüşümlerin potansiyelini bağırlarında taşırlar. Bu yüzden ne devrimcileri ve mazlum Kürt halkını ezecek bir askeri darbeye ne de Gül ve ABD’ye bel bağlamaya niyetimiz var. Bizim yapmamız gereken emekçilerin devrimci sosyalist siyasetini yükseltmemiz, sol-sosyalist odaklar arasında ortak iş yapma ve düşmana birlikte vurabilme kapasitesinin oluşumuna ön ayak olmaktır. Bu yüzden tüm gücümüzle Sosyalist Emekçiler Partisi’nin inşa edilmesine yoğunlaşacağız.