Paris Komünü Dersleri – Lev Troçki
Komün tarihini her incelediğimizde, daha sonraki devrimci mücadeleler ve hepsinden öte yaşanan son devrimlerden, sadece Rus değil aynı zamanda Alman ve Macar devrimlerinden, elde edilmiş deneyimler sayesinde, onu yeni bir açıdan görüyoruz. Fransa-Almanya savaşı kanlı bir patlama, büyük bir dünya kıyımının habercisiydi; Paris Komünü ise bir dünya proleter devriminin yıldırım müjdecisi.
Komün, bize, emekçi kitlelerin kahramanlıklarını, tek bir blok halinde birleşme kapasitelerini, kendilerini gelecek adına feda etme yeteneklerini ve aynı zamanda da kitlelerin kendi yollarını tayin etmedeki yeteneksizliklerini, hareketin liderliğindeki kararsızlıklarını, ilk başarıdan sonra düşmanın nefes almasına izin veren bir duraksamaya girme yönündeki tehlikeli eğilimlerini gösterdi.
Komün çok geç kalmıştı. 4 Eylül’de iktidarı almanın bütün imkanlarına sahipti ve bu, Paris proletaryasına Thiers’e olduğu kadar geçmişin bütün güçlerine ve Bismarck’a karşı verilen mücadelede kendisini bir çırpıda ülke emekçilerinin başında konumlandırmasına izin vermekteydi. Ne var ki iktidar demokratik laf ebelerinin, Paris delegelerinin ellerine düştü. Parisli proleterlerin ise ne bir partileri ne de önceki mücadelelerle kendilerine sıkıca bağlandıkları liderleri vardı. İşçi sınıfının desteğini arayan ve kendilerini sosyalist zanneden küçük burjuva vatanseverlerinse gerçekte kendilerine hiç güveni yoktu. Onlar proletaryanın kendine inancını sarstılar; hareketin liderliğini emanet etmek için, devamlı olarak, bir düzine belli belirsiz devrimci laftan oluşan bohçaya sahip ünlü avukatların, gazetecilerin, delegelerin arayışına girdiler.
4 Eylül’de Jules Favre, Picard, Gamier-Pages ve şürekasının Paris’te iktidarı ele almasının sebebi Paul-Boncour, A. Varenne, Renaudel ve daha birçoğunun bir süreliğine proletaryanın partisine hakim olmasına izin veren sebeplerle aynıdır. Renaudel’ler ve Boncour’lar ve hatta Longuet’ler ve Pressemane’ler duygudaşlıkları, entelektüel alışkanlıkları ve davranışları dolayısıyla Jules Favres ve Jules Ferrys’e devrimci proletaryadan çok daha yakın. Onların sosyalist söylemleri, onların kitleler üzerinde etkili olmasına izin veren tarihsel bir maskeden başka bir şey değil. Çünkü Favre, Simon, Picard ve diğerleri liberal-demokratik söylemi kullanmakta ve istismar etmektedir ki bu da oğullarını ve torunlarını sosyalist bir söyleme başvurmak zorunda bırakmaktadır. Oğullar ve torunlar babaların layık olarak kaldılar ve işlerine devam ettiler. Fransa’da idari kliğin bileşimi değil de çok daha önemli bir sorun olan hangi sınıfın iktidarı almak zorunda konusunda karar vermek gerekli olduğunda, Renaudel, Varenne, Longuet ve benzerleri Millerand’ın kampında – Galliffet’in yani Komün kasabının suç ortağı- olacaklardır. Salon ve parlamentoların devrimci gevezeleri gerçek hayatta devrim ile yüz yüze geldiklerinde onu tanımazlar.
İşçilerin partisi -parlamenter manevralar için bir araç değil, gerçek bir parti- proletaryanın birikmiş ve örgütlü deneyimidir. Ancak geçmişinin bütün tarihine dayanan; gelişimin tüm safhalarını ve patikalarını teorik olarak öngören ve buralardan gerekli eylem formüllerini çıkaran bir partinin yardımıyla, proletarya kendisini tarihine sürekli yeniden başlamaktan, duraksamalardan, karar yoksunluğundan ve hatalarından muaf tutabilir.
Paris proletaryasının böyle bir partisi yoktu. Komün’e dadanan burjuva sosyalistler, kitleler el yordamıyla ilerler ve kimilerinin kararsızlığı ve diğerlerinin fantezileri yüzünden pusulayı şaşırırken gözlerini göğe dikmiş, bir mucize veya bir ilahi söz için beklemiş, duraksamıştı. Sonuç olarak devrim bunların ortasında, çok geç bir zamanda patlak verdi ve Paris kuşatıldı. Proletarya geçmiş devrimlerin, çarpışmaların, demokrasinin yinelenen ihanetlerinin derslerini hafızasında yeniden oluşturmadan önce altı ay akıp gitmişti ve sonunda iktidarı aldı.
Bu altı ay telafisi imkansız bir kayıp olduğunu kanıtladı. Eğer 1870 Eylül’ünde devrimci eylemin merkezileşmiş partisi Fransa işçi sınıfının başında bulunmuş olsaydı, Fransa’nın tarihiyle birlikte bütün insanlığın tarihi de başka bir yön almış olacaktı.
Eğer 18 Mart’ta iktidar Paris proletaryasının eline geçtiyse bu, iktidar bilerek ele geçirildiği için değil, düşman Paris’i terk ettiği için olmuştur.
Bu sonuncuları sürekli zemin kaybediyorlar; işçiler onları küçümsüyor ve onlardan nefret ediyordu. Küçük burjuvazinin artık itimadı kalmamıştı; büyük burjuvazi ise kendilerini savunma kapasitelerinin daha fazla kalmadığından korkuyordu. Askerler subaylara düşmanlaşmıştı. Hükümet, birlikleri başka yerlerde yoğunlaştırmak adına Paris’ten kaçtı. Ve ancak ondan sonra proletarya duruma hakim olmuştu.
Ancak o bu gerçeği sonraki günlerde anladı. Devrimle beklemediği bir anda karşılaşmıştı.
Bu ilk başarı pasifliğin yeni bir kaynağıydı. Düşman Versay’a kaçmıştı. Bu bir başarı değil miydi? O zamanlarda neredeyse kan dökmeden hükümet çetesi ezilebilirdi. Paris’te, başında Thiers’in bulunduğu bakanlar tutuklanabilirdi. Onları savunmak için de kimse el uzatmazdı. Bu yapılmadı. Her şeyi etraflıca gören ve kararlarını gerçekleştirmek için özel organları olan merkezileşmiş bir parti örgütlenmesi yoktu.
Piyade birliklerinin geri kalanı Versay’a geri çekilmek istemedi. Askerler ve subayları birbirlerine bağlayan bağlar çok zayıftı. Ve Paris’te yönetici bir parti merkezi bulunuyor olsaydı çekilmekte olan orduya – çünkü geri çekilme olasılığı vardı- birkaç yüz ya da birkaç düzine sadık işçiyi dahil eder ve onlara şu talimatları verirdi; askerlerin subaylara karşı hoşnutsuzluğunu arttırın, askerleri subaylardan koparmak için psikolojik olarak ilk elverişli andan faydalanın ve Paris’te halkla birleşmesi için onları geri getirin. Thiers destekçilerinin kendi itiraflarına göre bu kolaylıkla gerçekleştirilebilirdi. Ancak hiç kimse ne bunu düşündü ne de bunu düşünecek birisi vardı. Dahası, büyük olayların tam ortasında böylesine kararlar ancak devrimi sabırsızlıkla bekleyen, onun için hazırlanan bir devrimci bir parti tarafından benimsenebilirdi. Etraflıca düşünmeye alışmış ve eyleme geçmekten korkmayan bir parti ile pusula şaşırılmazdı.
Ne var ki bir eylem partisi Fransız proletaryasının sahip olmadığı tek şeydi.
Ulusal Muhafız Merkez Komitesi, gerçekte, silahlı işçilerin ve küçük burjuvazinin Delegeler Konseyi’dir. Devrimci yola girmiş olan kitleler tarafından doğrudan doğruya seçilen böyle bir konsey, kusursuz bir eylem aygıtını temsil eder. Fakat aynı zamanda kendileri devrime yakalanmış bulan kitlelerle arasındaki öz ve doğrudan bağlantı nedeniyle, konsey, kitlelerin sadece güçlü yanlarını değil aynı zamanda zayıf yanlarını da yansıtıyordu. Hatta başlangıçta güçlü yanlarından daha ağır basan zayıf yönlerini yansıtıyordu; kararsızlık ve beklemeci ruh durumunu ve ilk başarıdan sonraki eylemsizlik eğilimlerini ortaya koyuyordu.
Ulusal Muhafız Merkez Komitesi’nin önderliğe ihtiyacı vardı. O, proletaryanın politik deneyimleriyle cisimleşmiş ve sadece Merkez Komite içinde değil lejyonlarda, müfrezelerde ve Fransız proletaryasının derinliklerinde sürekli varolan bir örgütlenmeye sahip olmak vazgeçilmezdi. Delegeler Konseyi’nin aracılığıyla –ki verili durumda Ulusal Muhafız’ı organlarıdır- parti kitlelerle sürekli bağlantı halinde olabilir, haleti ruhiyelerini bilebilirdi. Yönetici merkezi her gün parti militanları aracılığıyla kitlelerin düşüncelerini ve iradelerini birleştirecek, onlara nüfuz edecek bir slogan ortaya atabilirdi.
Hükümet Versay’a doğru çekildikten sonra, tam da sorumluluğunun en büyük olduğu anda, Ulusal Muhafız sorumluluğu üzerinden atmak için acele etti. Merkez Komite, Komün için ‘yasal’ seçimler hayal ediyordu. Kendisini, sağdan, ‘yasallık’la kaplamak için Paris belediye başkanları ile görüşme yoluna gitti.
Aynı zamanda Versay’a yönelik şiddetli bir saldırı hazırlanmış olsaydı belediye başkanları ile görüşmeler askerî bakış açısından amaçla uyum içinde tam bir kurnazlık olarak savunulabilirdi. Ancak gerçekte, bu görüşmeler yalnızca, mücadelenin şu ya da bu mucizelerle önüne geçmek amacıyla yürütülüyordu. “Legalliğe” ve “legal” devletin bir parçasını cisimleştiren adamlara -delege, belediye başkanı vb.- saygı duyan küçük burjuva radikalleri ve sosyalist idealistler, ruhlarının derinliklerinde devrimci Paris kendisini ‘yasal’ Komün’le örttüğünde, Tiers’in önlerinde saygıyla duracağını umuyorlardı.
Pasiflik ve kararsızlık, bu durumda, kutsal federasyon ve özerkliğin prensibiyle desteklendi. Bildiğiniz gibi Paris, diğer birçok komünden yalnızca biriydi. Paris, kimseye bir şey dayatmak istemiyordu; ‘örnek bir diktatörlük’ söz konusu olmadıkça diktatörlük için savaşmıyordu.
Özetle, yaşanan, gelişmekte olan proleter devrimin yerine bir küçük burjuva reformunu -komünal özerkliği- ikame etme girişiminden başka bir şey değildi. Gerçek devrimci görev ise proletaryayı tüm ülkede iktidarı almaya ikna etmekti. Paris onun tabanı, dayanağı, kalesi olarak hizmet etmeliydi. Ve bu amacı gerçekleştirmek için zaman kaybetmeksizin Versay’ı yenmesi ve tüm Fransa’ya ajitatörler, örgütçüler ve silahlı güçler göndermesi gerekliydi. Düşmanın muhalefetini bozguna uğratmak; duraksayanları güçlendirmek ve sempatizanlarla ilişkiye geçmek gerekliydi. Durumu kurtarmak için tek yol olan saldırı ve hücum politikası yerine Paris’in liderleri kendilerini komünel özerkliğe hapsetmeye giriştiler. Başkaları saldırmadığı sürece onlar da saldırıya geçmeyeceklerdi; her şehrin kutsal öz yönetim hakkı vardı. Gerçekte, bu idealist lakırdı – sıradan anarşizmle aynı cinsten- nihai sona kadar aralıksız sürdürülmesi ya da hiç başlamaması gereken devrimci eylem karşısındaki korkaklığın üzerini örtmeye yarıyordu.
Kapitalist örgütlenmeye düşmanlık – ki küçük burjuva yerelciliği ve özerkliğin mirası- hiç şüphesiz Fransız proletaryasının belli bir kesiminin zayıf tarafıydı. Kimi devrimcilere göre bölgelerin, semtlerin, taburların, şehirlerin özerkliği gerçek eylemin ve bireysel bağımsızlığın en yüce garantisiydi. Ancak, bu, Fransız proletaryasına pahalıya patlayan büyük bir hata oldu.
“Despotik merkezciliğe karşı mücadele” ve “boğucu” disipline karşı olma görünüşü altında çeşitli grupların ve işçi sınıfının alt gruplaşmalarının varlığını muhafaza etmesi amacıyla; onların küçük çıkarları adına onların bölgesel liderliği ve liderlerin yerel sözcüleri önderliğinde bir savaş gerçekleşti. Tüm işçi sınıfı; başında, grupların, mahallelerin, bölgelerin üzerinde yer alan, demirden bir disiplinle biraraya tutulan merkezileşmiş bir örgütün varlığında, kültürel özgünlüğünü ve politik farklarını muhafaza ederek, olayların yedeğinde kalmaksızın düşmanın zayıf taraflarına öldürücü darbeyi vurmak üzere düzenli ve kararlı şekilde hareket edebilir. Her ne şekil alırsa alsın, partikülerizm yönündeki eğilim, ölü geçmişin bir mirasıdır. Fransız komünizmi -sosyalist komünizm ve sendikalist komünizm- kendisini ondan ne kadar erken ayrıştırırsa proleter devrim için o kadar iyi olacaktır.
***
Parti, devrimi, istediği vakit iradi olarak yapamaz; iktidarı alacağı zamanı istediği gibi seçemez. Ancak olaylara aktif bir şekilde müdahale edebilir; devrimci kitlelerin ruh halini her an kavrar, düşmanın direnme gücünü değerlendirir ve böylelikle belirleyici eylem için en uygun ana karar verir. Bu, görevinin en zor tarafıdır. Partinin her durum için geçerli olan bir kararı yoktur. İhtiyaç duyulan; doğru bir teori, kitlelerle derinlikli bir bağlantı, durumu kavrama yetisi, devrimci bir algı ve büyük bir kararlılıktır. Devrimci bir parti proleter mücadelenin bütün alanlarına ne kadar derinden nüfuz ederse, amaç ve disiplinin birliğiyle o kadar bütünleşmiş hale gelir, sorunları çözmek konusunda da bir o kadar başarılı ve hızlı olur.
Zor olan, içte demir disiplinle kaynaşmış; kitle hareketiyle -gelgitleriyle- yakından bağlantı kurmuş bu merkezileşmiş parti örgütüne sahip olmaktır. İktidarın ele geçirilmesi emekçi kitlelerin güçlü devrimci basıncı olmaksızın başarılamaz. Ancak bu eylemde hazırlık unsuru kesinlikle zorunludur. Parti, konjonktürü ve anı ne kadar iyi anlarsa direnişin temelleri o kadar iyi hazırlanır, güçler ve roller o kadar iyi dağıtılır, başarı o kadar fazla kesinleşir, o kadar az kurban verilir. İktidarı alırken politik-stratejik görev, etraflıca hazırlanmış bir eylem ve bir kitle hareketinin korelasyonunu sağlamaktır.
Bu bakış açısından 8 Mart 1871 ile 7 Kasım 1917’yi kıyaslamak çok öğreticidir. Paris’te öncü devrimci çevreler safında eylem için inisiyatifin mutlak yokluğu söz konusuydu. Burjuva hükümet tarafından silahlandırılmış proletarya, gerçekte kentin asıl sahibiydi; emrinin altına tüm maddi iktidar araçları -toplar ve tüfekler- vardı; ancak bunun farkında değildi. Burjuvazi devin silahlarını almaya yeltendi; proletaryanın topunu çalmak istiyordu. Girişim başarısızlığa uğradı. Hükümet, panik içerisinde Paris’ten Versay’a kaçtı. Alan boş kalmıştı. Fakat proletarya ancak ertesi gün Paris’in efendisi olduğunu anlayacaktı. “Liderler” olayların gerisindeydi; çoktan olan biteni kaydettiler ve devrimci ucu köreltmek için ellerinden gelen her şeyi yaptılar.
Pertograd’da olaylar farklı bir şekilde gelişmişti. Parti, iktidarın ele geçirilmesine emin adımlarla ve kararlı bir şekilde ilerledi; adamları her yerde bulunuyor, her pozisyonu sağlamlaştırıyor, bir tarafta işçilerle garnizonun diğer tarafta da hükümetin bulunduğu her çatlağı derinleştiriyordu.
Temmuz günlerinin silahlı gösterisi, parti tarafından yürütülen engin bir keşifti ve kitlelerle yakın ilişkinin ve düşmanın karşı koyma gücünün düzeyini yoklamayı hedefliyordu. Keşif, ileri karakolların mücadelesine dönüşmüştü. Geri püskürtülmüştük ancak eylem parti ve kitlelerin derinlikleri arasında bağlantılar kurmuştu. Ağustos, Eylül ve Ekim ayları güçlü bir devrimci akıntıyı gördü. Parti bundan kazançlı çıkmıştı; işçi sınıfı ve garnizonda destek noktalarını artırdı. Sonrasında, konspiratif hazırlıklar ve kitle eylemleri arasındaki uyum neredeyse otomatik bir şekilde gerçekleşti. İkinci Sovyet Kongresi’nin Kasım’da yapılması kararlaştırıldı. Bundan sonraki tüm ajitasyonlarımız Kongre’nin iktidarı alması yönündeydi. Böylece, devrim peşinen 7 Kasım’a adapte oluyordu. Bu gerçek düşman tarafından iyi biliniyor ve anlaşılıyordu. Kerenski ve kabine üyeleri Petrograd’da belirleyici an için, çok küçük ölçüde olsa da, kendi konumlarını güçlendirmeye için çabaladılar. Garnizonun en devrimci kesimlerini sevkiyata katmak üzere başkent dışına çıkarmaya da ihtiyaç duydular. Biz, kendi hesabımıza, Kerenski’nin bu girişiminden belirleyici önemde olan yeni bir çatışma kaynağı olarak faydalandık. Kerenski hükümetini, açıkça, Petrograd garnizonunun üçte birini askeri amaçlarla değil, karşı devrimci emellerle nakletmeyi planlamakla, suçladık – suçlamamız sonradan bulunan bir resmi belgeyle doğrulandı. Bu çatışma bizi garnizona daha yakından bağladı ve garnizonun önüne çok açık bir görev koydu: 7 Kasım’da gerçekleşecek Sovyet Kongresi’ni savunmak. Hükümet -zayıf bir şekilde dahi olsa- garnizonun gönderilmesinde ısrarcı olduğundan, çoktan elimize geçmiş olan Petrograd Sovyeti’nde hükümetin planlarının askeri sebeplerini ortaya koymak bahanesiyle bir Devrimci Savaş Komitesi yarattık.
Böylelikle Petrograd garnizonunun başında duran, gerçekte silahlı ayaklanmanın yasal organı olan, tümüyle askeri bir organa sahip olduk. Aynı zamanda bütün askeri birimlere, yığınaklara vb. (komünist) komiserler atadık. Gizli askeri örgüt belli teknik görevleri başarıyla gerçekleştirdi ve Devrimci Savaş Komitesi’ne önemli askeri görevler için son derece güvenilir militanlar sağladı. Silahlı ayaklanmanın hazırlıklarına, gerçekleştirilmesine ilişkin temel işler, öylesine uluorta ve sistematik ve doğallığında yapıldı ki, Kerenski liderliğindeki burjuvazi gözünün önünde ne olup bittiğini tam olarak anlamadı. (Paris’te proletarya gerçekten bir zafer kazandığını –aslında bilerek elde etmeye çalışmadığı bir zafer kazandığını- ancak ertesi gün anlamıştı. Petrograd’da ise durum tam tersiydi. Kendisini işçilere ve askerlere dayandıran partimiz, iktidarı çoktan almış bulunuyordu, burjuvazi ise ancak sakin geçen bir gecenin sabahında ülkenin kontrolünün mezar kazıcısının eline geçmiş bulunduğunu öğreniyordu.)
Stratejiye konusuna gelecek olursak, partimiz içerisinde çokça görüş farklılığı vardı. Merkez Komite’nin bir kesimi, bilindiği gibi, zamanın daha gelmediğine ve Petrograd’ın ülkenin geri kalanıyla; proletaryanın köylülükle vs. bağlantısının kopmuş olduğuna inanarak iktidarı almaya karşı olduğunu ilan etti.
Diğer yoldaşlar ise askeri planlamaya yeteri kadar önem vermediğimizi düşünüyorlardı. Merkez Komite üyelerinden biri ise Ekim’de Demokratik Konferans oturumlarının yapıldığı Alexandrine Tiyatrosu’nu kuşatarak parti Merkez Komitesi’nin diktatörlüğünü ilan etmesini önerdi. Şöyle diyordu: İkinci Kongre anı için ajitasyonlarımızı olduğu kadar askeri hazırlığımızı da yoğunlaştırarak planımızı düşmanımıza gösteriyoruz, kendisini hazırlaması ve hatta bize engelleyici bir darbe indirmesi için ona imkan veriyoruz. Ancak hiç şüphe yok ki Alexandrine Tiyatrosu civarında yapacağımız bir askeri komplo girişimi olayların gelişimine çok yabancı kalacaktı, hatta kitleleri şaşırtan bir olay olacaktı. Fraksiyonumuzun hakim olduğu Petrograd Sovyeti’nde bile mücadelenin mantıksal gelişiminin önüne geçecek böyle bir teşebbüs; kararsızlıkların olduğu garnizonlarda ve çok güvenilir olmayan alaylar arasında -hepsinden önce de süvari alaylarının arasında- o anda büyük bir karışıklığa neden olabilirdi. Kerenski için kitlelerin beklemediği bir saldırıyı ezmek, yaklaşmakta olan Sovyet Kongresi adına kendi pozisyonunu daha da sağlama alan garnizona saldırmaktan daha kolay olurdu.Bu nedenle Merkez Komite’nin çoğunluğu Demokratik Konferans’ı kuşatmayı reddetti ki bunda da haklıydı. Konjonktür çok iyi değerlendirilmişti: silahlı ayaklanma neredeyse kan dökülmeden, İkinci Sovyet Kongresi’nin toplanması için önceden ve açıkça kararlaştırılan tarihte zafer kazandı.
Ancak bu strateji özel koşulları gerektirir; genel bir kural olamaz. Artık hiç kimse Almanlarla savaşa inanmıyordu ve daha az devrimci olan askerler cepheye gitmek üzere Petrograd’dan ayrılmak istemiyordu. Garnizon sadece bu sebep için bir bütün olarak işçilerin safında olmuşsa da Kerenski’nin entrikaları açığa çıktığı ölçüde bu kanaat sağlamlaştı. Ancak Petrograd garnizonunun bu ruh halinin köylü sınıfının durumu ve emperyalist savaşımın gelişiminden kaynaklanan çok daha derin bir sebebi vardı. Garnizon içinde bir bölünme gerçeklemiş olsaydı ve Kerensky birkaç alayın desteğini alma olanağını elde etseydi planımız başarısız olabilirdi. Sadece askeri komplo unsurları (gizlilik ve büyük bir eylem hızı) hakim gelirdi. Bu durumda kesinlikle ayaklanma için başka bir an seçmek gerekecekti.
Komün de iktidara ve komuta kademisine tüm güvenini ve saygısını yitirmiş köylü alaylarının desteğini kazanmak olanağına sahipti. Yine de Komün, bu amaçla hiçbir şey yapmadı. Buradaki hata köylü ile işçi sınıfı arasındaki ilişkide değil devrimci stratejideydi.
Bu bağlamda, çağımızda Avrupa ülkelerindeki durum ne olacaktır? Bu konuda bir öngörüde bulunmak kolay değil. Ne var ki, yavaş gelişen olaylar ve geçmiş deneyimlerden faydalanan burjuva hükümetlere bakarak öngörülebilir ki proletarya, askerlerin sempatisini kazanmak için belirli bir anda, büyük ve iyi örgütlenmiş bir direnişin üstesinden gelmek zorunda kalacaktır. Sonrasında devrim cephesinden ustalıklı ve iyi zamanlanmış bir saldırı gerekli olacaktır. Devrimci partinin görevi kendisini buna hazırlamaktır. Tam da bu nedenle parti, kitlelerin devrimci hareketine açıkça önderlik edecek ve aynı zamanda silahlı ayaklanmanın gizli aygıtı olacak merkezileşmiş bir örgüt niteliğini sağlamalı ve geliştirmelidir.
***
Komuta kademesinin seçilmesi sorunu Ulusal Muhafız ile Thiers arasındaki önemli çatışma nedenlerinden biriydi. Paris, Thiers tarafından şekillendirilmiş olan komutayı reddetti. Akabinde Varlin, Ulusal Muhafız komutasının yukarıdan aşağı Ulusal Muhafızların kendisi tarafından seçilmesi talebini formüle etti. Ulusal Muhafızların Merkez Komitesi’nin destek bulduğu nokta burasıdır.
Bu mesele iki yönden değerlendirilmelidir; birbirlerine bağlı ancak ayrıştırılması gereken politik ve askeri açılardan. Politik görev, Ulusal Muhafız’ı karşı devrimci komutadan arındırmayı içeriyordu. İşçi ve devrimci küçük burjuvalardan oluşan Ulusal Muhafız için seçim bunun tek aracı idi. Ayrıca ‘komutanın seçilebilmesi’ söylemi piyadelere kadar genişlemiş bulunduğundan, Thiers tek bir vuruşla özel silahından, karşı devrimci subaylarından mahrum kalabilirdi. Bu planı gerçekleştirmek için tüm askeri birimlerde adamları olan bir parti örgütü gerekliydi. Tek kelimeyle, seçim ilkesinin bu safhada acil görevi müfrezelere iyi komutanlar vermek değil; onları, burjuvaziye adanmış komutanlardan kurtarmaktı. Seçim ilkesi orduyu sınıf hatları boyunca iki parçaya bölen bir kama görevi gördü. Bu nedenle, bu sorun Kerenski döneminde, herşeyden önce Ekim’in arifesinde de ortaya çıktı.
Öte yandan orduyu eski komuta aygıtından kurtarmak kaçınılmaz olarak örgütsel bütünlüğün ve savaşma gücünün zayıflamasını da beraberinde getirir. Bir kural olarak seçilmiş komuta, askeri-teknik bakış açısından, düzeni ve disiplini sağlamak konusunda oldukça zayıftır. Bu sebeple ordu kendisini ezen eski karşı devrimci komutadan kurtulduğu anda bu görevi gerçekleştirecek devrimci komutanın sağlanması sorunu gündeme gelir. Bu sorun hiçbir şekilde basitçe seçimlerle çözümlenemez. Geniş asker kitleleri iyi bir komutaya karar verme ve seçme deneyimini elde etmeden önce devrim, komutanlarını seçme noktasında yüzyılların deneyimiyle hareket eden düşman tarafından yenilecektir. Şekilsiz demokrasi yöntemleri (basit seçim ilkesi) yukarıdan seçme önlemleriyle desteklenmeli, hatta belli oranda yerlerini onlara bırakmalıdır. Devrim, komuta kademesini seçmek, atamak ve eğitmek için bütün yetkilerini ona vererek, mutlak bir güven duyulacak deneyimli, güvenilir örgütçülerden oluşan bir organ yaratmak zorundadır. Partikülarizm ve demokratik otonomizm genel olarak proleter devrim için son derece tehlikeli ise, ordu için on kat daha tehlikelidir. Bunu Komün’ün trajik örneğinde gördük.
Ulusal Muhafız Merkez Komitesi otoritesini demokratik olarak seçilebiliyor olmasından alıyordu. Bir proleter partinin liderliğinden mahrum olan Merkez Komite ne zaman ki saldırı anındaki inisiyatifini en üst düzeye çıkarmaya ihtiyaç duydu, pusulasını şaşırdı ve güçlerini çok daha geniş bir demokratik temele ihtiyacı olan Komün’ün temsilcilerine bırakmak konusunda acele etti. Ancak böylesine bir zamanda seçimler ile oyalanmak büyük bir hata idi. Ancak seçimler bir kez yapılıp Komün toplandığında her şeyi tek bir hamleyle Komün’de merkezileştirmek ve Ulusal Muhafız’ı yeniden örgütleyebilecek gerçek güce sahip bir organ yaratmak gerekliydi. Ancak durum böyle değildi. Seçilmiş Komün’ün yanında Merkez Komite de muhafaza edildi: Merkez Komite’nin seçimle belirlenmiş yapısı ona siyasi bir otorite verdi; bu sayede de Komün ile rekabet edebilmesi mümkün oldu. Fakat aynı zamanda, Komün’ün örgütlenmesinden sonra, varlığını haklı çıkartan askeri sorunlarda gerekli olan enerji ve sağlamlıktan yoksundu. Seçim ilkesi, demokratik yöntemler proletarya ve partisinin ellerindeki araçlardan yalnızca birisidir. Seçim ilkesi hiçbir suretle fetiş haline getirilemez, her soruna çözüm olamaz. Seçim ilkesinin yöntemleri atama yöntemleriyle birleştirilmelidir. Komün’ün gücü seçilmiş Ulusal Muhafız’dan geliyordu. Ancak Komün bir kez yaratıldığında güçlü bir elle Ulusal Muhafız’ı yeniden örgütlemeli, ona tepeden tırnağa güvenilir liderler atamalı ve sıkı bir disiplin rejimi kurmalıydı. Kendisi güçlü bir devrimci yönetici merkezden yoksun olan Komün bunu yapmayarak ezildi.
Tüm Komün tarihini sayfa sayfa gezinebiliriz; içinde bulacağımız tek bir ders olacaktır; güçlü bir parti liderliğine ihtiyaç. Fransız proletaryası, diğer ülke proleterlerinden daha fazla kendisini devrim için feda etmiştir. Fakat hiçbiri de ondan daha fazla kandırılmamıştır. Burjuvazi, kapitalizmin zincirlerine vurmak için proletaryanın gözlerini birçok kez cumhuriyetçiliğin, radikalizmin, sosyalizmin tüm renkleri ile kamaştırdı. Ajanları, avukatları ve gazetecileriyle burjuvazi, proletaryanın ayaklarında, onun ileri gitmesini engelleyen birer engelden başka bir şey olmayan bir yığın demokratik, parlamenter, otonomcu formül öne sürmüştür.
Fransız proletaryasının doğası devrimci bir lavdır. Ancak bu lav, şu an, hilelerin ve aldatılmışlığın sebep olduğu kuşkuculuğun külleri ile örtülmüş durumda. Aynı zamanda Fransa’nın devrimci proletaryası kendi partisine karşı daha sert olmalı ve söz ile eylem arasındaki her uyuşmazlığın maskesini daha acımasızca düşürmelidir. Fransız işçileri, devrimci hareketin her yeni safhasında kitleler tarafından denetlenen liderleri ile çelik gibi güçlü bir örgüte ihtiyacı var.
Tarih kendimizi hazırlamamız için bize ne kadar zaman verecek? Bilmiyoruz. Fransız burjuvazisi elli yıldır, Komünarların kemikleri üzerinde Üçüncü Cumhuriyet’in seçilmesinden bu yana iktidarı elinde tutuyor. 1871 savaşçıları kahramanlıktan yoksun değildi. Yoksun oldukları şey yöntemde açıklık ve merkezileşmiş öncü bir örgüttü. Bu nedenle yenildiler. Fransız proletaryası Komünarların ölümlerinin öcünü alma meselesini yükseltemeden yarım yüzyıl geçti. Fakat şimdi, eylem daha sert ve daha yoğunlaşmış olacak. Thiers’in varisleri tarihsel borçlarının tamamını ödemek zorunda kalacak.
Zlatoost, 4 Şubat 1921
bolsevik.org