Palu Ailesi ve Liberal Aydınların Evlere Şenlik Halleri – Güneş Gümüş

Palu Ailesi ve Liberal Aydınların Evlere Şenlik Halleri – Güneş Gümüş

İrfan Aktan’ın Türkiye gündeminde bir süredir yer edinen Palu ailesi üzerinden Boğaziçi Üniversite Sosyoloji Bölümü’nden Profesör Nükhet Sirman ile yaptığı röportajın yayınlanması tartışmaları da beraberinde getirdi. Curcuna koparmayacak gibi değil söylenenler…

Akademi dünyasının dışından unsurlarda ünvanların büyük bir ağırlığı var. Koskoca profesör konuşuyor sonuçta! Ama bakıyorsunuz bırakın ülkede sosyal gerçekliği anlamayı, dünyadaki hiçbir olguya dair bilimsel bir fikir yürütebilecek beceri, perspektif yok. Bolca kullanılan tumturaklı lafları kaldırdığınızda geriye büyük bir hiçlik kalıyor. Nükhet Sirman’ın söylediklerini de bu kategoriye yerleştirmek haksızlık olmaz.

Yazının içeriğine geçmeden önce yazıyı iyice komik kılan genel bir perspektif hatasını belirtelim. Ülkede, tek dertleri Kemalizm olan liberal aydın tipi var. Ülkede ne yaşanırsa yaşansın, güçler ilişkisi hangi noktaya gelirse gelsin hedefte hiç şaşma olmuyor. Bu kesim en az saydırdıkları ulusalcı Kemalistler kadar darkafalılar. Aslında karşıtlıkları birbirlerinden besleniyor.

Liberaller örneğin kadın sorununda Kemalizme saydırmak için paragraflarca kelam ederler, ama iktidarın kadın haklarına yaptığı topyekün saldırılara gelince ayırdıkları yer kibrit kutusu kadar olur! Bu bakış açısının sahipleri taktıkları at gözlükleriyle Kemalizme karşı AKP’yi ilerici zannettiler. Bunlara baksanız Türkiye gerçeğini en iyi onlar biliyor. Bunlardan bazıları AKP/Erdoğan’ın hegemonya projesinde faydalı salaklar olarak bir güzel kullanıldılar. Bu liberal aydınların bazıları şimdilerde günah çıkarıyor; ama bir arpa boyu yol almamış olanlar da az değil.

Akraba Evliliği & Çekirdek Aile

Gelelim Prof. Sirman’ın evlere şenlik yorumlarına. Sirman, Palu ailesi vakasını, sadece bu aileye has olmadığını söylediği ve aileyi birarada tutan çimento olarak gördüğü “karanlık aile sırları” ve akraba evliliği üzerinden değerlendirmeye girişmiş. İlginçtir röportajda Palu ailesi hikayesinin orta yerinde duran “cincilik” meselesine dair bir cümle edilmiyor. Bilin bakalım neden? Çünkü “üç harfliler”den ilerlendiğinde işin ucu muhafazakarlığa, toplumda dinin rolü ve etkisine uzanacak da ondan. O yüzden bu konu tamamen atlanır. Bunun yerine Sirmen akraba evliliğinin Cumhuriyet tarafından istenmemesi üzerine yoğunlaşır ve buradan aile sırlarına geçerek epey bir döktürür.

Röportaj müthiş tespitlerle dolu…. Cumhuriyet’in, erkeği “reis” olarak atadığı çekirdek aileyi daha kolay kontrol edebileceği için akraba evliliğine bir tür yasaklama getirdiği tespitini değerlendirmelerinin ana çıkış kaynağı yapmasıyla başlayalım. Geniş aileden çekirdek aileye geçiş sanki devlet yöneticilerinin istemesiyle gerçekleşebilirmiş gibi komik varsayımlardan yola çıkarak Profesörümüz daha baştan gerçekliğe takla attırıyor. Sanki toprağa bağlı üretim biçimi çözülmüyormuş, sanki şehirleşme yaşanmıyormuş, sanki kapitalistleşme yolunda yürünmüyormuş gibi…

Maddeci tarih anlayışına bu kadar uzak olursanız işte bu şekilde hikayeci olursunuz. Toprağa dayalı üretim biçimlerinin hakim aile biçimi olan geniş aileden (patriarki-ataerkil kavramının hakkını veren asıl aile modeli) çekirdek aileye geçiş, kapitalist ilişkilerin yaygınlaşmasıyla dünyanın neredeyse her köşesinde gerçekleşti. Dolayısıyla yeni düzenin egemenlerinin tercihlerinin bir anlamı olsa da üretim ilişkilerinin bir gereği olarak bu dönüşüm yaşandı. Toprakta çalışacak çokça işgücüne ihtiyaç duyulan ve hanedeki erkek nüfusunun kalabalıklığının toplumdaki güç ilişkileri açısından kritik önem taşıdığı bir dönemin ürünü geniş aile sonuçta.

Sirman, çekirdek aile ile akraba evlilikleri birarada olamazmış gibi konuşmuş durmuş. Oysa kuzenler ile evlilikler, azalsa da günümüzde hiç de istisna sayılmayacak düzeyde sürmektedir.

Genel bir suçlamaya girişmek istemem ama antropoloji, etnoloji üzerine çalışanların “otantizm”e duydukları saklamadıkları sempati, onları postmodernizmin karanlık sularına daha kolay sokuyor. Bu bakış açısıyla her toplumun bağrından çıkan değerler, gelenekler hangi maddi şartların ürünü olduklarına, toplumsal yansımalarına bakılmaksızın neredeyse olumlanan bir “değer” olarak alınıyor. Sirman’da da aynı tavır kendini gösteriyor; akraba evliliği ile çekirdek aile arasında nötr bir pozisyon alıyor. Hatta söyleyelim; Sirman yerine bir İslamcı röportaj verse çekirdek ailenin karşısına koyduğu akraba evliliği için üç aşağı beş yukarı aynı kelamları ederdi.

Çekirdek ailenin kadına hiç de özgürlük getirmediği tartışma götürmez. Ama Sirman ne derse desin toplumsal gerçeklik akraba evliliğine dayalı geniş ailenin kadın açısından çok daha büyük bir cehennem olduğunu gösteriyor. Kadının okuma yazma bilmediği, cehalete ve törelerin insafına terk edildiği, hayatında karşı dağın arkasını bile görmeden ölüp gittiği, Nazım’ın dediği gibi sofradaki yeri öküzden sonra geldiği geniş aile toplumlarının dolaylı yoldan olumlanması saçmalamanın ta kendisidir. Şehirleşme ve iş yaşamına katılımın kadınları güçlendirdiğini kim inkar edebilir. Kadın hareketinin ortaya çıkışının 1900’lü yıllara tekabül etmesi boşuna değil. Çalışma hayatının bir parçası olarak ekonomik güç elde eden, toplumsal yaşamın daha fazla parçası olan kadının özgüven kazandığı, istek geliştirmesi, bu talepleri için biraraya gelerek ses yükseltmesi mümkün oluyor.

Toplum, Sırlarla Biraraya Gelen Organik Bir Bütün mü?

Sirman, Herzfeld’den referansla sırlarla –“yapmamız gereken şeyi yapmadığımızı hep beraber bilerek” – aile, toplum olduğumuzdan bahsediyor. Röportajın devamında Palu ailesinin bir istisna olmadığını “her ailenin karanlık bir yüzü var” derken de bu bakışı hissettiriyor. Hatta bu noktadan ilerleyerek İrfan Aktan, “sırdaşlığı, suç ortaklığı olarak okuyabilir miyiz” diye sorunca da Sirman’dan net bir hayır cevabı alamıyoruz.

Sirman, aileyi aile, toplumu toplum yapan sırları saklama meselesine takılmış ama acaba olayın kahramanları açısından ortada bir suç var mı diye düşünmüyor. Mesela bir örnekte aile sırları olarak bize, İslam’da kadına toprak verilmesi gerektiği halde “aile yasasına” göre verilmemesini sunuyor. Bu noktada detaya girmeden İslam’ın bir tek yorumu olmadığını da söyleyip geçelim. Kadına toprak verilmemesi; bu olayın gerçekleştiği toplumsal dokuda çok da normal kabul ediliyor. Zaten öyle olmasa işlemez. Ortada bırakalım bir suç tariflenmesini, “yapmamız gerekeni yapmıyoruz” algısı bile yok.

Sirman’ın perspektifiyle aile, toplum; en iyisinden “yapmamız gereken şeyi yapmadığımızı” ya da daha ilerisi suçu birlikte örtbas ettiğimiz bir kolektiviteye dönüşüyor. Aslında tariflen

en bir tür çıkar ortaklığı. Suçu işleyenle, ona maruz kalanın aynı torbaya tıkıştırılması var karşımızda. Aile sırlarına kadına yönelik şiddeti dahil etmiş mesela Sirman. Buradan yola çıkınca kadının evde şiddete uğraması ve bunun gizlenmesi onları aile yapıyor! Aksine kadın, maddi-manevi başka seçenekleri olmadığından ya da olmadığına ikna edildiğinden bu şiddet sürüp giderken sessiz kalıyor olmasın! Kadının kendi ayakları üzerinde durabilecek bir gelire ulaştığı toplumsal gruplar arasında boşanmanın yaygınlığı boşuna değil. Ya da AKP’nin, siyasal İslam’ın başka başka temsilcilerinin bu temelden kadının çalışmasına karşı çıkması.

Bu bakış açısı açıkça söylesin ya da söylemesin toplumu karşıt çıkarlara sahip farklı toplumsal grupların birarada yer aldığı bir kolektiviteden çok, kaynaşmış bir kitle olarak görme eğiliminde. Kültürelci bir Webercilikten -temeli ne olursa olsun- bir şekilde kaynaşmış bir toplum, aile kurgusundaki Durkheim çizgisine de göz kırpılıyor böylece.

Tarihe ve topluma Marksist bir perspektifle bakmayınca hikaye anlatmaya başlıyorsunuz aslında. Profesör ünvanınız da olsa bu, sosyal bilim olmuyor.

 

KATEGORİLER