Osmanlı’dan Cumhuriyet’e İşçi, Grev ve Sendika Yasaları (I) – Engin Kara
Bir yanda işçi sınıfının tarih sahnesine çıkmadığı iddiasıyla, devrimci mücadeleye atılan genç kuşakları ideolojik çıkmazlara sürükleyerek, on yıllar boyunca aşamacı zihniyeti aşamayan Stalinist sol; öte yanda, SSCB’nin yıkılması ile birlikte başlayan “dünyanın sonu”, “sınıf mücadelelerinin sona erdiği”, “Marksizmin öldüğü” gibi söylemlere koşut olarak işçi sınıfının yok olmaya yüz tuttuğunu ortaya atarak işçi sınıfının öldüğünü iddia eden – buna bağlı olarak da sınıf mücadelesi ekseninden çıkıp kimlik siyasetlerine adapte olan –liberaller, liberal-solcular… Kimileri onyıllarca işçi sınıfının doğmadığından bahsederken, kimileri de işçi sınıfının öldüğünü söylüyor. Yani işçi ne yaşar ne yaşamaz!
Oysa bu topraklarda ne işçi sınıfı ne de sınıf mücadelesi, bir türlü doğamamış, ya da çoktan son nefesini vermiş olan toplumsal varlıklar değil. 19. yüzyılın ortalarına doğru ortaya çıkmaya başlayan ilk işçi kitleleri, yine aynı yüzyılın sonlarında ortaya çıkmaya başlayan ilk işçi örgütlenmeleri… İlk etaptaki makine kırıcı eylemler, ardından gelen grev deneyimleri… Bunlara eşanlı olarak da, önce Saray tarafından verilen, işçi düşmanı “fermanlar”; 1908’in ardından ise İttihat ve Terakki önderliğinde örgütlenme ve mücadele hakkına yönelik saldırgan yasalar… Devamında ise, pek de değişen bir yaklaşım olmaksızın 1960’lara kadar çıkarılan benzer kanunlar…
Bu yazı bağlamında Osmanlı döneminde çıkarılan, işçilerin toplumsal statüsü, grev ve sendika hakları üzerinde kurallar (neredeyse tamamı yasaklamalardan ibaret olan kurallar) içeren ilk ferman ve yasalar üzerine bir inceleme yapacağım. Öyle ki bu yasalar, hem işçi sınıfının niceliğine ve niteliğine dair, hem de sınıf mücadelesinin egemenleri korkutmaya ne zaman başladığı üzerine bir fikir verecektir. Ek olarak bir sonraki yazı ile birlikte anlatılacak olan bu tarih, geçtiğimiz 29 Ekim’de tekrar gündeme gelen Cumhuriyet’in karakteri tartışmalarında da, safı emekçilerin, ezilenlerin yanında olanlar için önemli bir dayanak noktası olacaktır. Bir sonraki yazının konusunu ise Tek Parti Dönemi’nde işçi yasaları ile 61 ve 82 Anayasaları ile birlikte ortaya çıkan yeni yönelimler ve bu yeni anayasaların işçiler için neler doğurduğu oluşturacaktır.
Yazı boyunca konu edilen yasalardan veya yasa maddelerinden yaptığım alıntılarda, ulaşabildiğim sürece hem günümüz dilinde, hem de orijinal metinlerden yapılan aktarmalarda kullanılan dille yazacağım. Bu yöntem, hem kaynak açısından bir ciddiyet katarken, hem de edindiğim çevirilerdeki olası hataların önüne geçecektir.
A) İşçi Sınıfını Bağlayan İlk Önemli Yasal Düzenlemeler
1) Polis Nizamnamesi (PN) – 1845
Özellikle 1840’ların ilk yılları ile birlikte başlayan sanayileşme hamleleri, daha baştan çalışanlar tarafından “makine kırıcılığı” tepkisi ile karşılanmıştı. 19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkmaya başlayan “grevler”, bu tepkinin yerini alana kadar, makine kırıcılığı olayları devam etti. Yüzyılın sonlarına doğru ise grev yöntemi giderek yaygınlaşmaya başladı.
Bahsedilen sanayileşmenin ve ilk tepkilerin daha ilk yıllarına denk gelecek şekilde, zaptiye düzeninin disipline edilmesi amacıyla 10 Nisan 1845’te kurulan polis teşkilatının görevlerine dair çıkarılmış olan bu tüzük (PN), işçi hareketlerine ve örgütlenmelerine yönelik yasal düzlemde ilk saldırı olarak kabul edilebilir. Nitekim PN’nin 12. maddesi üretimin durmasına yol açan işçi gruplarının ve bunların oluşturacakları her türlü örgütlenmenin önüne geçmeyi amaçlıyor. Polis teşkilatının görevlerini sıralayan nizamnamenin ilgili maddesi şöyle:
Madde 12: İşini ve gücünü terk ve işlerin durdurulması amacında olan amele/işçi topluluklarının cemiyet ve kalabalıklarının ve gerek buna benzer kamu asayişini ihlal edecek her türlü fitne ve fesat cemiyetlerinin yasaklanarak yok edilmesiyle ihtilal hadisesinin önünün alınması vasıtalarına başvurmak ve bununla sürekli olarak uğraşmak. |
Onikincisi: İşini ve gücünü terk ile mücerred tatil-i mesalih-i ibad garazında olan amele ve işçi makulelerinin cemiyet ve zilhamlarının ve gerek bu misillü asayiş-i ammeyi ihlal edecek her guna fitne ve fesad cemiyetlerinin def-i ve izalesiyle ihtilal vukuunun önü kesdirilmesi esbabına teşebbüs ve müsaberet. |
Madde, hem işlerin durdurulması amacını, polis müdahalesine bir sebep olarak belirtmekte hem de bu amaçlı kurulacak olan cemiyetleri yasaklamaktadır. Osmanlı Devleti’nde, PN ile birlikte grev ve sendikaların ilk olarak resmi ve genel geçer olmak üzere yasaklandığını söyleyebiliriz.
12. Madde’nin yanı sıra bir sonraki maddede yer alan basın-yayın üzerindeki yasaklamalar, yani sansür de, işçi mücadelesinin ve sosyalist hareketlerin örgütlenme faaliyetlerini engellemesine neden olacak bir nitelik taşıyor. Söz konusu madde şöyle:
Madde 13: Ahlak ve genel adabı ihlal edecek bütün hususlarda matbaa ve kitabevi ve tüm kitapçı dükkânlarına dikkat edilmesi, bunların sezilmesi ve dışarıdan gelen kitap çeşitleri ve risaleler ve evrakların eski baskılarına bakılıp, lazım olan yasaklamanın getirilmesi veyahut bunlara el konulmasına dikkat edilmesi. |
Onüçüncüsü: Ahlak ve adab-ı ammeyi muhil olacak kaffe-i hususatta tabhanelere ve kitabhane ve bilcümle kitabçı dükkanlarına dikkat ve basiret ve hariçden tevarüd eden enva-ı kütüb ve resail ve evrakın kabl-el neşr bakılub lazım gelen men ve tevkifine dikkat. |
Henüz doğum aşamasında olan bir işçi hareketinin, Osmanlı iktidarını etkilemesi ve böylesine yasaklamaların ortaya çıkmış olması, devletin erken bir refleksi olarak yorumlanabilir. Bu noktada, Avrupa’da yükselen sınıf mücadelesi fikrinin kendi topraklarında yeni yeni ortaya çıkmaya başlayan işçi kitlelerine de sirayet etmesinden korkan devletin bu yöndeki çekincelerinin, bu yasal düzenlemelerde etkili olduğu söylenebilir.
2) Maden Fermanları
Keban, Ergani ve Gümüşhane bölgelerinin idari birimlerine gönderilmek üzere hazırlanan 1729 tarihli “Maden İşçilerinin Nizam ve Vazifelerine Dair Ferman” ile madenlerde çalışan işçilerin herhangi bir sebeple işi bırakmaları yasaklanmıştır. Maden faaliyetinin daha ilk baştan zorla çalıştırma ve ağır kölelik koşullarına maruz kaldığı Osmanlı’da bu kanun, maden işçilerinin – bireysel de olsa – bir takım tepkiselliklere giriştiğinin bir göstergesi. Fermanda şöyle yazıyor: “[…] içlerinden bazı şuursuz ve hayvan takımından olan fesadçılar ikide bir kendileri gibi hafif akıllıları tahrik ve gereksiz işler için kâh İstanbul tarafına gelmek kâh başka yerlere gitmek sevdası ile madenciler reayası arasında dedikoduya kalkışmak ve bu türden söylenen ve işitilenleri başka madenci takımlarını da işgal edip işlerinin düzeninin bozulmasına, karışmasına neden olup […]”. Metinde görüldüğü üzere birtakım “fesadçılar” “kendileri gibi hafif akıllıları” “tahrik” etmekteymiş. Oysa alıntılanan kısmın devamında belirttiği üzere “maden reayasının yaşamları için gerekli olan yegâne şey, bütün gün cevher çıkarmak ve her an ve zaman fırın yakmaklar uğraşmak” olmalıydı (!).
1867 tarihli Dilaver Paşa Nizamnamesi ise Ereğli bölgesindeki madenler için bölge halkına zorunlu çalışma yükümlülüğü getirerek, işlere çekidüzen vermeye çalıştı. “İrade vardı, kömür vardı. Bir şey eksikti. O kömürü çıkarsınlar diye yeraltına sokulacak insanlar. Çünkü ilk zamanlarda Fransız ve İngiliz şirketleri civar köylülerini penceresiz barakalarda yatırıp köle gibi çalıştırdıklarından yöre halkı madene inmeye pek gönüllü değildi.”* Dilaver Paşa Nizamnamesi ile bölgede yaşayan 13 ve 50 yaş arasındaki bütün erkekler için zorunlu çalışma kuralı getirildi. Yine nizamnameye göre, şirketlerin işçiler için sağlıklı konutlar yapılmasını zorunlu tutulurken, çalışmaktan kaçanlar için iki kat fazla çalışma yükümlülüğü getirilmişti. Şirketler için koyulan kurallar uygulanmazken, madenden kaçan işçiler, jandarma zoruyla madene geri götürülerek, yasanın işlerliği sağlanmıştı (!).
1894 yılında madenin metan gazıyla dolduğunu hissederek kaçan işçiler jandarma zoruyla madene geri indirilmişti. O dönemde kayıt tutulmadığı için bu fiilin sonucu bugüne ulaşmamıştır. Çeşitli yasalarla işçi hareketinin önü kesilmeye çalışılırken, aynı zamanda sömürüyü olabildiğince artırmak pahasına kitlesel işçi ölümlerine açılan yolun, ta 19. yüzyılın sonlarında döşenmeye başlandığı görülüyor.
B) 1908’in Ardından Yükselen Grevler ve “Tatil-i Eşgal”
Burjuva siyasetin önünü açan 1908 Devrimi’nin ardından özellikle sanayi ve doğal olarak işçi nüfusu bağlamında en gelişmiş bölgeler olan Selanik, İstanbul, İzmir ve Edirne başta olmak üzere yaygınlaşan grevler baş göstermiştir. İktidara geçene kadar işçi hareketlerini destekleyen bir görünüm çizen İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC), hükümet olduktan itibaren işçi kitlelerine yönelttiği baskı ve yasak politikalarıyla, bu alanda Türkiye burjuva sisteminin siyasi geleneğini yaratmış oldu. (1940’ların sonunda kurulan Demokrat Parti, başlangıçta grev ve sendika haklarını destekleyen bir görünüme sahip olarak muhalefet ederken, iktidara geldiği 1950’den itibaren tam aksi bir pozisyona bürünmüştü. İktidardan düşen CHP ise, grev ve sendika karşıtı tutumunu değiştirirken DP’nin muhalefetteyken yürüttüğü politikayı sergilemeye başladı. Böylece grev ve sendika hakları uzun yıllar sistem içi muhalif unsurların pragmatist politikası halinde gitti-geldi.)
Grevler – Osmanlı’nın iktisadi yapısı nedeniyle – çoğunlukla yabancı sermayeli işletmelerde görülmekteydi. Başlangıçta İTC, yabancı sermayeli işletmelerde yapılan grevlere göz yumar, hatta desteklerken, grevlerin ciddileşmesi ve yabancı sermayenin baskıları, İTC’yi koyu bir grev karşıtlığına sürüklemişti. Devrimin gerçekleştiği Temmuz ayını takip eden 2 ay içerisinde 27 grev gerçekleşmişti. Çoğunluğu demiryolu, kent içi ulaşım ve kömür madenlerinde gerçekleşen grevler İTC tarafından bastırılacak ve 25 Eylül günü geçici TECHKM kabul edilecekti.
1)Tatil-i Eşgal Cemiyetleri Hakkında Kanun-u Muvakkat (TECHKM)
1908’in yükselen grev dalgasının İTC’yi grev karşıtı bir konuma sürüklemesi sonucunda, 8 Ekim 1908’de bir Bakanlar Kurulu kararı olarak Tatil-i Eşgal Cemiyetleri Hakkında Kanun-u Muvakkat (Geçici Kanun) çıkarıldı. Yani İTC hükümeti, işçi hareketlerine karşı yasal bir düzenleme yapmak için, bu düzenlemeyi meclisin görüşmesini dahi beklemeyerek, Bakanlar Kurulu’nca oluşturulan geçici bir kanunla “gerekli önlemleri” almaya çalışmıştır. 1909 tarihli Tatil-i Eşgal Kanunu (TEK) ile TECHKM meclis tarafından onaylanarak kanun niteliği kazanmıştır.
TECHKM, grev ve sendika hakkına yönelik bir saldırı niteliği taşımaktadır. Sendikal örgütlenme net bir şekilde yasaklanırken, grev hakkı konusunda çeşitli tartışmalar halen sürdürülmektedir. TEK başlığı altında inceleyeceğim grev hakkı tartışmalarını bir kenara bırakırsak, herkesin kabul ettiği şekilde grev ve sendika hakkının fiili olarak ortadan kaldırılması hedeflenmiştir.
2) Tatil-i Eşgal Kanunu (TEK), 8 Ağustos 1909
TEK, 1908 tarihli TECHKM’ın meclisçe kabul edilmiş halidir. Ufak tefek değişiklikler dışında TECHKM ile neredeyse aynı hükümleri taşımaktadır. Grev hakkının kanunen yasaklanıp yasaklanmadığına dair aynı tartışmalar TEK için de geçerlidir.
Öncelikle sendika yasağına dair maddeleri inceleyelim. Yasa metnine göre “umuma ilişkin hizmetler”i gören işletmeler için sendika yasağı konmuştur. Ancak dönemin koşulları altında, önem taşımakta olan sektörlerin tamamına yakını bu kapsama alınabilirken, sendikalaşma da fiilen bitirilmiş oluyordu. İlgili madde şu şekilde:
Madde 8 – Umuma ilişkin hizmetler ifa eden müesseselerde sendika teşkili yasaktır. İşbu müesseselerde sendika teşkil eden, cebir ve şiddet uygulayarak hizmetin tatiline sebebiyet veren veyahut diğerlerinin çalışmasını men etmeye teşebbüs eden kimselerden teşvikler icra edenler bir haftadan altı aya kadar hapis cezası veya kendilerinden bir liradan yirmi beş liraya kadar nakit para cezası alınarak[…] |
Madde 8 – Umuma müteallik hidemat ifa eden müessesatta sendika teşkili memnudur. İşbu müesseselerde sendika teşkil eden ve diğerlerinin çalışmasını men eyleyen ve tahrikat ve iğfalât icra veya tehdidat ika ve cebir ve şiddet istimal ederek hizmetin ta’tiline sebebiyet veren kimselerden sendika teşkil ve diğerlerinin çalışmasını men edenler ve tahrikat ve iğfalât icrasile ta’til-i eş-gale sebebiyet verenler bir haftadan altı aya kadar hapis veyahut kendilerinden bir liradan yirmibeş liraya kadar ceza-yı nakdî ahzolunarak[…] |
Yasa koyucu sendika yasağı koyarken, 1908’in yükselen sınıf mücadelesinin hâlihazırda doğurmuş olduğu sendikaların kapatılması için de şu hükmü getirmiştir:
Madde 11 – Umuma ilişkin bir hizmet ifa eden müesseselerde, işbu kanunun yayınlanmasından evvel gerek amele ve müstahdemler ve gerek sermayedarlar tarafından kurulmuş bulunan sendikalar, işbu kanunun yayınlanmasıyla fesholunmuşlardır. |
Grev tartışmasında ise çoğunluğu oluşturan (Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi yazı kurulu da dâhil) bir grup yazar TEK’in grevi yasakladığını savunmaktadır. Tartışma 6. madde’deki terk-i hizmet kavramı üzerinden başlamaktadır. Şurası su götürmez ki kanun, 6. maddeye gelene kadar getirdiği hükümlerle, hizmetliler ve işçiler için ortaya çıkan bir iş uyuşmazlığının çözümünü, Ticaret ve Nafıa (Bayındırlık) Bakanlığı’nın hakemliğinde oluşturulacak bir uzlaşma kuruluna bağlamıştır. Tartışmalı madde ise şöyle:
Madde 6 – İki taraf uzlaşamadıkları takdirde, müstahdemler ve ameleler hizmetlerini terk etmekte serbest olup, fakat iş serbestisine aykırı her bir fiil ve hareket yapılması ve gösteri yapılması kesinkes yasaktır. |
MADDE 6 — Tarafeyn itilâf edemedikleri takdirde, müstahdemin ve amele terk-i hizmette muhtar olup fakat serbesti-i a’mâle mugayir her bir fiil ve hareket ikaı ve nümayiş icrası kat’iyyen memnudur. |
Görüldüğü gibi madde, hizmetlilerin ve amelelerin uzlaşma sağlanamadığı takdirde hizmeti terk etme (terk-i hizmet) yetkisi sağlıyor. Peki, terk-i hizmet ne anlama geliyor? Çoğunluğa göre bu kavram, grev anlamına gelmezken, çalışma şartları konusunda uzlaşma sağlayamayan işçinin, işten ayrılması anlamı taşıyor. Bir kısım yazar ise, bu kavramın grev anlamında kullanıldığını belirtirken, kanunun, uzlaşma kurulu için öngörülen zaten zorlaştırıcı hükümlerinin uyuşmazlığı çözmek için yeterli olmadığı takdirde işçilerin greve çıkabileceğine imkan tanıdığını savunmaktadır.
Altıncı maddenin aynı cümlesinde belirtilen “iş serbestisine aykırı davranmamak” kuralı, ikinci görüşü, yani grevin serbest olduğunu savunan görüşü kabule ettiğinizde bile, grev kavramının içinin boşaltıldığını göstermekte. Nitekim “terk-i hizmet” yapan işçilerin yerine işçi alınması ve üretimin durmasına yönelik tehditlerin savuşturulması patron lehine kanun ile güvence altına alınmıştır.
Madde 9 – İşbu kanun dairesinde müracaat ve neticeyi beklemeksizin veya beşinci madde gereğince bir uzlaşma sekli kararlaştırılmış iken umuma ilişkin hizmetin ta’tiline iştirak edecek olan kimseler yirmi dört saatten bir haftaya kadar hapis ve yirmi beş kuruştan yüz kuruşa kadar nakit para cezası ile cezalandırılacaklardır. |
Dokuzuncu madde ise, uzlaşma kurulu aşamasının beklemeden fiili olarak “hizmeti tatil” edenler için hapis ve para cezası öngörmüştür.
Son olarak da onuncu madde ile getirilen hüküm, sermayenin genel çıkarına aykırı gelişebilecek olan grev hareketlerine karşı kamu gücünün kullanılacağını belirtirken, savaş ya da savaş tehlikesi olduğu takdirde hükümetin işçilerin taleplerini erteleyebileceğini ve durdurabileceğini kabul etmiştir:
Madde 10 – Genel hizmetlerin temini ve istikrarı için gerek görüldüğü durumda genel kuvvetler kullanılacak ve harp veya harp tehlikesi meydana geldiğinde yüce hükümet müstahdemlerin ve amelelerin taleplerinin tetkikini erteleme ve ta’til hakkına sahip olacaktır. |
Osmanlı’nın son dönemlerinin hep savaş ya da savaş tehlikesi ile geçtiği ve aksine bir beklentinin söz konusu olmadığı göz önüne alınırsa, bu maddenin, grevin serbest olduğuna dair görüş kabul edilse bile, fiilen bir grevin gerçekleşmesinin önüne geçmek amaçlı olduğu açıktır. Nitekim TECHKM ve TEK’in ardından, 1908’in yarattığı grev dalgası geri çekilmiştir ve geri çekilmede etkili olan husus, kanun maddelerinden ziyade baskıcı İTC iktidarının kanun bağlamında devam ettirdiği baskıcı uygulamalardır.
* 16 Ton Belgeseli, Ümit Kıvanç