Olağanüstü Yönetimin Gerçekleri – Engin Kara
15Temmuz’un ardından 90 gün (üç ay) boyunca Olağanüstü Hal (OHAL) ilan eden AKP, Ekim ayının başında aldığı Bakanlar Kurulu kararı ile OHAL’i üç ay daha uzattı. OHAL -en azından şimdilik- 17 Ocak gününe kadadar uzatılmış oldu. Peki, OHAL neden uzatıldı? OHAL neye yarıyor? Kime karşı kullanılıyor? Ne zaman biter?
AKP CEPHESİNDE OHAL’İN AVANTAJLARI
15 Temmuz’un ardından girilen OHAL rejiminin iktidara sağladığı avantajlar saymakla bitirilemez. Yaklaşık 3 aydır memleketi olağanüstü halin sağladığı yetkilerle yöneten Hükümet, hem kafasına göre kurallar koyabiliyor hem de kimseye hesap vermek zorunda olmadığını ileri sürüyor. Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile pek çok kurumun yapısını değiştiren, hatta kimilerini kapatan iktidar, aynı zamanda yaptığı uygulamalardan doğan sorumluluğunu ortadan kaldırmaya çalışıyor.
AKP KHK’lar ile öncelikle gerçekleştireceği temel dönüşümler için mecliste uyması gereken zorunlu adımlardan kurtuluyor. Yasa teklif vermek, komisyonda görüşmek, muhalefet partilerinin yaptığı açıklamalarla uğraşmak, teklif genel kurula getirmek, burada yeniden tartışmak ve nihayetinde teklif yasa haline getirmek…
Mecliste zaten sandalye çoğunluğuna sahip olan AKP, aslında her istediği yasayı çıkarabiliyordu. Ancak KHK yöntemi, sayılan bu aşamalarla uğraşmak ve çıkarılacak yasanın içeriğini önceden kamuoyuna duyurmak zorunluluğundan kurtarıyor iktidarı. Sonuçta, Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılan ve yasa niteliği taşıyan kararnameler aracılığıyla bütün toplumu ilgilendiren kararlar alan Hükümet, gerçekleştirdiği dönüşümlerin KHK yürürlük kazandıktan sonra kamuoyu tarafından
öğrenilmesini sağlıyor. Söz gelimi siz memurluktan çıkarıldığınızı öğrendiğinizde bu karar Hükümet tarafından günler önce alınmış ve yürürlüğe konulmuş olabiliyor.
Öte yandan Hükümet, KHK aracılığıyla olağan yöntemlerle erişemediği keyfyet imkânına da sahip oluyor. Olağanüstü Hal KHK’larının denetim yollarının hükümetin ileri sürdüğü gibi kapalı olmasa bile daha kısıtlı olması sebebiyle, çıkarılacak KHK’lar tamamen AKP’nin, Erdoğan’ın çıkarlarına göre dizayn edilebiliyor.İktidarın hem KHK aracılığıyla hem de KHK’lara dayanarak yaptığı işlemlerle sağladığı bir diğer yetki ise keyf tasfye ve polis operasyonları.OHAL boyunca çıkarılan 8 KHK ile bugüne kadar toplamda 60 bine yakın kamu personeli görevden çıkarıldı. Ayrıca KHK’ların dışında on binlerce kamu görevlisi, herhangi bir soruşturma dahi geçirmeden açığa alındı. Üstelik ihraç ve açığa alma kararları, ceza verilmesi için
gerekli olan soruşturma aşaması hukuka uygun ve düzenli bir şekilde uygulanmadan gerçekleştirildi. Ve vurgulamak gerekiyor ki ihraç listelerinde çok sayıda solcu, muhalif kamu görevlisi de yer aldı.Akademide onlarca barış akademisyeni, KHK ile ihraç edildi. 10 bine yakın Eğitim-Sen üyesi öğretmen açığa alındı. Ayrıca OHAL
bahanesiyle gözaltı süresinin 30 güne çıkarılması da keyf gözaltılara ve işkenceye yol açmış durumda.
OHAL’in bir diğer avantajı da basın üzerinde iktidar kontrolünün artırılması oldu. Öncelikle 15 Temmuz gecesi AKP’ye kol kanat geren merkez burjuva medya, yandaş medyaya bile taş çıkartan yayınlarla basındaki tek sesli koroya katılmış oldu. Öte yandan ikinci KHK ile toplamda 99 dergi, gazete, radyo ve televizyon kanalı kapatıldı.Yine aynı KHK’da verilen yetki ile muhalif basın organlarına saldırı başlatıldı. Hayatın Sesi TV, İMC TV, TV10, Özgür Radyo gibi basın organları, polis tarafından basılarak yayınları kesildi ve mallarına el konularak TRT’ye devredildi.
Son çıkan 674 sayılı KHK ile Mecliste torba yasa ile geçirilmek istenen ancak tepkiler sonucu geri çekilen belediyelere kayyum atama yetkisi tanındı. Böylece olağan yollarla çıkarmakta zorlanılan bir yasa, Hükümet tarafından KHK içerisine dâhil edilerek sessiz sedasız yasalaştı ve uygulamaya girdi. Darbeye girişen FETÖ’ye karşı ilan edildiği söylenen OHAL yetkileri hiç de cemaate karşı kullanılmadı:
Belediyelere kayyum atama yetkisinin ilk kullanıldığı 28 belediyeden sadece 4’üne FETÖ suçlamasıyla kayyum atandı. Diğer 24 belediye ise DBP’liydi!
AKP’nin OHAL boyunca gerçekleştirdiği uygulamalardan biri de polisin toplumsal yaşama müdahalesini artırmak oldu. Darbecilerle mücadele gerekçesiyle alınan güvenlik (!) önlemleri, tıpkı bombalı saldırılardan sonra bombacılara karşı alınmış olan “güvenlik” önlemleri gibi kalabalık bölgelerde yapılan polisiye uygulamalar oldu. Metrolarda, terminallerde, meydanlarda polis denetimleri artırıldı. OHAL
bahanesine sığınan polisler ise hukuka aykırı uygulamalara tepki verenlere karşı, daha kendinden emin bir saldırıyla cevap vermeye başladı. Böylece özellikle Gezi direnişinden bu yana kurumsallaştırılan polis devleti, OHAL ile ete kemiğe bürünmüş oldu.
Nihayet OHAL’in sağladığı en temel faydalardan biri toplumun ses çıkarmasını engellemek oluyor. Basın açıklaması, miting gibi ifade özgürlüğünün temel araçları yasaklanabiliyor. Üniversitelerde bırakalım devrimci faaliyeti, öğrenci kulüplerinin çalışmaları dahi askıya alınabiliyor. Her yerde arama ve kimlik taraması yapan polisler, bombalı saldırı ya da darbeci arama bahanesiyle gündelik yaşama polis devleti uygulamalarını iyiden iyiye sokuyorlar… Neticede örgütlü muhalefet dışındaki geniş kesimleri sokağa çıkmaya korkar hale getiren bir tablo var karşımızda. Bu tablo yeni değil elbette, OHAL öncesinde de aynı durumu
çeşitli düzeylerde yaşamaktaydık. Fakat OHAL yetkileri, AKP’nin bu tabloyu daha fazla kendi lehine çevirebilmesini sağlıyor. OHAL’in AKP’ye sağladığı temel yararları bir liste halinde şöyle sıralamak mümkün:
• KHK’ler ile istediği kararı almak, istediği dönüşümü gerçekleştirmek.
• Keyfi kurallar, keyfi yasaklar koymak.
• Hukuka aykırı bir şekilde tasfiye ve polis operasyonları gerçekleştirmek.
• Gözaltı süresini uzatmak.
• İş güvencesini ve hukuki güvenceyi OHAL gerekçesiyle askıya almak.
• Basın üzerinde kontrol sağlamak ve sansür uygulamak.
• Belediyelere kayyum atamak ve “seçilmiş irade”yi askıya almak.
• Etkin bir polis devleti kurmak.
• Toplumsal muhalefetin sesini kısmak.
OHAL KİME KARŞI KULLANILIYOR?
Binali Yıldırım, OHAL’in ilk ilan edilmesinin ardından yaptığı açıklamada şu ifadeleri
kullanmıştı: “Alınan bu karar halkımızın gündelik hayatına yönelik olmayıp,devletin
mekanizmalarının düzenli ve hızlı işleyişine yöneliktir.” Bu sözlerde en ufak bir gerçeklik mevcut muydu? Elbette hayır! Daha ilk günden itibaren OHAL gerekçesiyle
yüz binlerce insan hakkında soruşturmalar başlatıldı. On binler açığa alındı, ihraç edildi. Sokaklarda, meydanlarda bekleyen polislerin sayısı artırıldı. OHAL’in yanı sıra devletin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden doğan yükümlülükleri askıya alındı. Bunun sonucu ise yurttaşların bireysel ya da kolektif olarak kimi temel hakları kullanmasının engellenmesi oldu. Kamu çalışanlarının iş güvencesi filen ortadan kalktı; hepsi uzun süreli olmasa da kimi hakları kullanmaları engellendi ve kamu çalışanları üzerindeki denetim ve baskı artırıldı.
Ve bir önceki alt başlıkta saydığımız onca antidemokratik uygulamayı da burada tekrar göz önüne almamız gerekiyor. Sonuçta OHAL’in ilk üç ayı boyunca ortaya çıkan tablo, AKP’nin OHAL’in halkın gündelik hayatına yönelik olmadığı önermesini bizzat yalanlamış oldu. OHAL tam da halkın gündelik hayatını zora sokmuş, kamu kurumlarının işleyişini geçici felce uğratmış ve “gündelik hayat”ın en canlı parçalarından biri olan toplumsal muhalefet kanallarını halka kapatmış oldu.
Farklı bir sonuç da beklenemezdi elbette.
Gelelim AKP cephesinin ikinci önermesine. Bu defa Numan Kurtulmuş, amaçlarının
kamudan cemaati tasfye etmek olduğunu ve OHAL’in süresini uzatmayı düşünmediklerini ileri sürmüştü. OHAL’in uzatılmayacağı iddiası zaten geçtiğimiz günlerde boşa düşmüş oldu ve Hükümet üç ay daha olağanüstü hal uygulanacağı kararı aldı. Peki, olağanüstü hal ve OHAL kapsamında gerçekleşen uygulamalar gerçekten sadece cemaati mi hedef aldı? Önce, cemaat üyeliği suçlamasıyla yapılan tasfiye ve tutuklama operasyonları bile hukuka uygun gerçekleşmediğini belirtmek lazım. Binlerce insan, “torba liste”lere dâhil edilerek, çoğu zaman savunmaları bile alınmadan baskıya, saldırıya uğradı. Yürütülen operasyonlar, yasalara uygun bir şekilde suç ve suçluyu tespit etmek ve yine yasalara uygun düşen ceza ile cezalandırmak şeklinde gerçekleşmedi. Yıllarca bizzat AKP tarafından desteklenen
cemaat faaliyetleriyle, herhangi bir yerde bir şekilde karşılaşmış olanlar listelere dâhil edildi.
Ancak OHAL’in can alıcı saldırıları cemaat çevresindekilerin dışında yaşandı. Cemaati tasfye amacıyla hazırlanan listelere muhalif, solcu, devrimci ve hatta yıllarca cemaate karşı politik mücadele yürütmüş insanlar sıkıştırıldı. Yüzlerce muhalif, cemaat listeleriyle açığa alındı, ihraç edildi. Hatta akademisyen Candan Badem olayında olduğu gibi, ateist ya da solcu olanlar cemaat üyeliği
suçlamasıyla gözaltına alındı.
Tasfiye operasyonları boyunca AKP’ye muhalif tiyatrocular, barış imzası veren akademisyenler, muhalif gazete ve gazeteciler, KESK üyesi kamu emekçileri iktidarın hedef haline geldi. ODTÜ’de OHAL karşıtı bildiri yayınlayanlar iktidarın medya organlarının hedef haline geldi. “Seçilmiş irade”yi kutsayıp darbe karşısında sokağa çağrı yapanlar, 28 seçilmiş belediye yönetimine kayyum atadı.Hatta OHAL KHK’sının verdiği yetkiye dayanarak 10 bine yakın Eğitim-Sen üyesi öğretmen açığa alındı. Nihayet İMC, Hayatın Sesi, Özgür Radyo gibi muhalif televizyon ve
radyolar kapatıldı. Kapatılan basın organlarının materyallerine el konuldu.
Böylece yaşanan olaylar tarafından iktidarın ikinci iddiası da boşa düşürülmüş oldu.
OHAL’in hedef sadece cemaat olmadı. Hatta kimi zaman cemaate yönelik operasyonlar bir meşruiyet kaynağı olarak kaldı, asıl cadı avı toplumsal muhalefete karşı yürütüldü.
AKP’NIN KRİZİ: OLAĞANÜSTÜ YÖNETME ZORUNLULUĞU
AKP iktidarı 2013’ten bu yana, Gezi hareketinin etkisiyle bir kriz durumunda. Ne
var ki bu kriz, doğrudan bir yönetememe krizi olarak karşımızda değil. Üstelik bu süre boyunca kendi iktidarına alternatif bir iktidar seçeneği oluşamadı da.
Ancak AKP’nin krizi, toplumsal gerilimi artırdığı ölçüde kendi iç gerilimlerinin
artması ve iktidar ortaklarının tek tek devre dışı kalması-bırakılması neticesinde bir “iç yalnızlaşma” bağlamında karşımıza çıkıyor. Bir de dış politikada yaşanan tıkanma durumu mevcut. Özellikle Suriye’de bataklığa batan AKP, en yakın müttefkleriyle bölge politikaları konusunda karşı karşıya gelmekte, Suriye’nin
kuzeyindeki olası Kürt hattı korkusundan Suriye bataklığına balıklama dalmaktadır.
AKP’nin iç gerilimleri, kendisine yıllarca destek olmuş, bütün kaynaklarını kullanmış olduğu kesimlerle karşı karşıya gelip tetikleri çekmesiyle büyümeye devam ediyor. Liberal destekçilerinin çoğunluğunu kaybetmiş olan iktidar, son üç yılda, geçmişteki en büyük ortağı olan cemaatle de köprüleri atmış durumda.
Cemaatle yaşanan kopuş, 15 Temmuz gibi kanlı bir karşı karşıya gelişle sonuçlandı.
Dahası emperyalist güçler tarafından uzun yıllar sırtı sıvazlanan AKP, aynı süreçte Batı ile de ilişkilerini çamura saplamış durumda. Hala somut işler üzerinden işbirliği sürdürülse de artık dünyada RTE’yi ciddiye alıp dinleyen kalmadı!
Hal böyle olunca, giderek yalnızlaşan ve iplerin tek adamda -RTE’de- yoğunlaştığı bir iktidara dönüşen AKP yönetimi, her defasında daha güçlü bir gerilimle karşı karşıya geliyor. Bizzat parti içerisinde devam eden karşılıklı cemaatçilik suçlaması furyası da iktidarın diken üstünde kalması anlamına geliyor. Artık bizzat Saray’dan ibaret olan iktidar, diken üzerinde kaldıkça olağan yöntemlerle ülkeyi yönetemez hale geliyor. İlla OHAL ilan edilmesine gerek de yoktu. 15 Temmuz öncesi de baskının zaten yüksek olduğu, toplumsal muhalefetin zor yoluyla susturulmaya
çalışıldığı, mitinglerin ve eylemlerin yine yasaklandığı bir dönemdi.İktidarın eski ortaklarından biri olan Fethullah’ın darbeye girişmesi ile Olağanüstü Hal rejimine geçilmiş oldu. Bir yanıyla da darbe girişimi, Erdoğan’a aradığı fırsatı verdi: tek
adam rejmini yükseltirken hukuki olanaklardan yararlanmak. 15 Temmuz olmasaydı yasal bir OHAL ilan edilemezdi. Fiilen olağanüstü hal yönetimi ise aynı meşruiyeti sağlayamazdı.
Sonuçta iktidar, istediği yeni rejimi örgütlemek için, üç yıldır olduğu gibi şimdi de baskı dozajını, muhalefete yönelik müdahaleleri artırmak zorunda. OHAL bu
iş için iyi bir araç oldu. Bu imkândan yoksun kalmak niyetinde olmayan Erdoğan, OHAL’in uzatılacağı sinyallerini de günler öncesinden vermeye başlamıştı.
Ocak ayında OHAL tekrar uzatılır mı? Bu sorunun cevabını şimdiden vermek mümkün değil. Ancak OHAL sona erse bile AKP’nin “olağan bir yönetim”e dönmesi pek mümkün görünmüyor. Hukuka uygun davranmak, demokratik haklara müdahale etmemek gibi seçenekler, AKP’nin iktidar olmaktan vazgeçmesi anlamına gelir. AKP ne iktidar olmaktan ne de olağanüstü bir yönetim ve baskı anlayışından vazgeçmeyecektir elbette. Ancak sosyalistler, devrimciler de bu olağanüstü rejime karşı mücadeleden vazgeçmeyecektir. Mesele,kitle ile gerekli bağları kurabilmekte, o bağları kurmak üzere uygun araçları yaratabilmekte ve bu araçları enerjik bir şekilde kullanabilmekte.