Öcalan'ın Mesajı ve Bir Bilanço – V.U. Arslan
A.Öcalan, kardeşi Mehmet Öcalan aracılığıyla kamuoyuna “Eğer devlet hazırsa, iki adamını buraya gönderir, bu sorun ağır sorundur, projelerimiz hazırdır, altı ayda bu sorunu çözeriz. Bu kör bir savaştır, kimsenin kimseyi yenemeyeceği bir savaştır. 30-40 senedir bu savaş devam ediyor, belki 80 sene daha devam edecek. Ölen insanlara yazıktır, artık bu kan gözyaşı dursun.” şeklinde mesaj gönderdi.
Öcalan’ın mesajını “devlet müzakereye yanaşırsa ben PKK üzerinde nüfuzumu kullanırım” şeklinde okumak mümkün.
Bu sözler tam da saray diktasının Eğitim Sen’deki büyük çoğunluğu Kürt olan 11 bin öğretmenin açığa aldığı, HDP’li belediyelere kayyum atadığı, TSK’nın Suriye’nin kuzeyinde esas meselesi Kürt kazanımlarını tırpanlamak olan işgal hareketine giriştiği, ülke içerisinde operasyonların ve savaş konseptinin çok hızlandığı bir dönemde geliyor.
Önümüzdeki süreçte de başta belediye çalışanları olmak üzere tüm kamuda yurtsever Kürt kamu çalışanlarına yönelik Milli Eğitim’deki tasfiyenin bir benzeri başlayacak. Hatta HDP’li milletvekillerinin tutuklanması gündeme gelecek, askeri operasyonlar tam gaz sürecek, kayyum atanan belediyelerin sayısı artacak. Saray diktasının OHAL’i toplumsal muhalefeti bu arada Kürt muhalefetini bastırmak için kullanmaya başladığı kimse için bir sır değil.
Şu nokta açık: AKP rejimi, gelinen noktadan çok memnun. İçeride ve dışarıda Kürt hareketine net bir üstünlük sağladığını düşünüyor. Bu noktada “bu savaşın kimsenin kimseyi yenemeyeceği bir savaş” olduğunu herkes bilse de AKP rejiminin müzakerelere başlamak konusunda hiç acelesi yok. Neden olsun ki?
Bu noktada birbirleriyle bağlantılı şu iki temel tespiti ortaya koyalım:
- Kürtlerle savaş AKP’yi güçlendirmektedir.
- PKK’nin 7 Haziran sonrası uygulamaya soktuğu askeri stratejisi askeri ve politik açılardan başarısız olmuştur.
Savaş AKP’ye Yarıyor
11 Temmuz 2015’te KCK Yürütme Komitesi “2012 sonunda fiilen başlatılan, 2013 yılı Newrozu’nda ise kamuoyuna duyurulan ateşkesin sona erdiğini” duyurduğunda AKP ve RTE’nin 7 Haziran seçimlerinden aylar önce başlattığı, ama sonuç alamadığı savaşı başlatma çabaları nihayet karşılık bulmuş oldu.
Neticede tüm ülke ve esas olarak Kürt illeri geçen Temmuz ayından beri savaşı yaşıyor. Ölen binlerce insan, yıkılan şehirler ve göç etmek zorunda olan yüz binler dışında siyasi sonuçlar ortada:
- AKP 1 Kasım ‘da belirleyici bir seçim zaferi aldı. “Teröre” karşı verilen savaşta AKP’ye destek veren milliyetçi oylar MHP’den AKP’ye kaydığında ve savaşın yeniden başlamasından ötürü Kürt hareketine kızan büyük bir Kürt seçmen kesimi AKP’ye geri döndüğünde RTE “tekrar seçim”den istediğini almasını bildi.
- Kamuoyunu şovenizmle zehirleme fırsatı kaçırılmadı, milliyetçiliğe oynayan RTE “ulusal önder” pozlarına girebildi.
- 1 Kasım sonrası saray diktası yükselirken 7 Haziran sürecinde diktanın önündeki engel olarak öne çıkan HDP hızla düşüşe geçti. Sağ kesimlerden bile sempati toplayan Demirtaş rüzgarı dindi, silahlar konuştukça HDP etkisizleşti.
- Savaş başlayınca sol-sosyalist kesimin alanı daralırken milliyetçilik her yanı kapladı. Sınıf mücadelesi geriliyor, demokratik muhalefet zorlaşıyor ve bundan doğal olarak HDP de nasibini alıyor. Böylelikle AKP’nin Gezi’den beri başına bela olan kitlesel mücadele ve toplumun geniş kesimlerini etkilemeye başlayan yıpratıcı sol söylem gündemden düşerken HDP ve Demirtaş faktörü de ortadan kalkmış oluyor.
- Toplumsal muhalefetin zayıflaması bir yana savaş, AKP’ye toplumsal muhalefete doğrudan saldırma fırsatı veriyor. Nitekim, 15 Temmuz’u fırsata çeviren AKP “teröre karşı savaş” kapsamında akademisyenler ve Eğitim Sen örneğinde olduğu gibi toplumsal muhalefete ağır darbeler indirmektedir. Bu kapsamlı saldırıların devamının geleceği ortadadır.
Savaş Bir Yere Varmıyor
11 Temmuz 2015’te KCK ateşkesi bitirdiğini ilan ettiğinde neyi hesap etmiş olabilir? PKK’nin şehirlerdeki gücünü, kırsaldaki geleneksel yeteneklerini ve Rojava’da IŞİD karşısında alınan zaferleri hesaba katarak askeri kapasitesini abartmış olabilir. HDP ve Demirtaş’ın Kürt ulusal hareketinin merkezine gelmesini ve Kandil’in ikincil bir pozisyona düşmesini engellemek için savaş stratejisine dönülmüş olabilir. Geniş bir Türk ve Kürt kamuoyu tarafından benimsendiği gözlenen Türkiyelileşme politikası yerine daha Kürdistani bir yol tutturulmak istenmiş olabilir.
Sebep olarak belki de bunların bir karışımı söz konusu, ama sonuca baktığımızda elimizde 14 aylık askeri bir bilanço var:
- Kürt hareketinin denetiminde olan şehirler kaybedildi. Bu şehirlerdeki halk, hendek savaşlarında büyük bedel ödedi, evleri yıkıldı, kendi ülkelerinde mülteci durumuna düştü. Savaşlarda binlerce Kürt genci hayatını kaybetti. Devlet, şehirlerde kontrolü ele almak için bu kentleri yerle bir edebileceğini ortaya koydu.
- Devlet, şehir savaşlarında ortaya koyduğu gaddarlıkla Kürt meselesi konusunda kendi içerisinde birlik sağlayabildiğini ve yükseltilen şovenizm sayesinde derinleşen askeri çatışmaları göğüsleyebildiğini kanıtladı.
- Sur, Nusaybin, Cizre, Yüksekova gibi koca şehirler yıkılırken İstabul’u Ankara’sı; Diyarbakır’ı Van’ı, yani ülkenin geri kalanı normal yaşantısını sürdürüyordu. Yani, derinleşen savaş karşısında toplumsal doku sarsılmadı. Kürt illerinde dahi Kobane olaylarında olduğu gibi “serhıldan” türü halk tepkisi gelmedi.
- Çeşitli saldırılarda 5-10 asker ve polisin ölümünü kamuoyunun kanıksadığı ve dolayısıyla bu tarz saldırıların askeri-politik-sosyo psikolojik açıdan pek etkili olmadığı gözüktü.
- TAK’ın batıdaki metropollerde sivil halkı hedef alan bombalamaları da katliamcılıktan öte bir etkisi yaratmadı. Kürt davasına da ihanetten başka bir anlamı olmayan bu saldırılar, esasında AKP’nin işini kolaylaştırdı. Ses getirmesi planlanan Kürt illerindeki büyük bombalı saldırılar da çoğu kere yaşanan büyük sivil ölümleri ve yaralanmaları nedeniyle halka zarar vermekte.
Yapılması Gereken
Türkiye Kürdistanında yürüyen askeri kampanyanın tıkanmış olduğu ortadadır. Bu kampanyayı sürdürmek, hele hele TAK üzerinden yeni saldırılar gerçekleştirmek ülkede yerleşen dikta rejiminin ekmeğine yağ sürmek demektir. Bu saatten sonra sivil siyasete dönmek, kitlesel eylemleri ve halk hareketini organize etmek, demokratik mevzileri korumak, sol ve emek eksenli kapsayıcı bir söyleme ağırlık vermek ve Demirtaş’ın ya da onun çizgisinin yeniden öne çıkmasını sağlamak gerekmektedir.
Yeni dönemde sivil zeminin kapandığı ve silahlı saldırı kampanyasının tek yol olduğu iddiası doğru değildir. Muazzam bir kitlesel gücü olan Kürt hareketine rağmen isteseler de sivil mücadele alanını kapatamazlar. Savaşın tek çıkar yol olduğunu savunanların Kürt halkının kazanımlarının 7 Haziran sonrası başlayan savaşla beraber çok gerilere gittiğini görmesi gerekiyor.
Şimdi HDP’nin kitlesel, güçlü kampanyalarda etkili şekilde kullanması gereken bir çok konu var. Bölgede açığa alınan Eğitim-Sen’liler, kayyum atanan belediyeler ve bütün ülkede demokratik alanın daraltılmasına karşı emek ve demokrasi mücadelesini örmek gerekiyor. Kürt sorununun çözümü için AKP’nin sıkıştırılması ve müzakere kanalının zorlanması şart.
Şimdi fiili-kitlesel zeminden yüklenme zamanıdır. Bu noktada HDP dışındaki sol ile benmerkezci olmayan bir ortak mücadele çizgisi benimsenmeli vet ülke genelinde birlikte güçlü çalışmalara imza atılmalıdır. Dikta rejimine karşı ayakta kalmanın olmazsa olmazı budur. Ülkede yerleşen dikta rejimiyle daha etkili bir şekilde mücadele etmenin yanısıra Kürt halkının ulusal ve demokratik taleplerinin de ancak bu şekilde daha ileri gideceğini görmek gerek. Yoksa şu koşullarda mevcut “kör savaş” ile bir yere varılamaz.