Nikaragua’nın Kısa Bir Tarihi: Sömürge, Emperyalizm, Diktatörlük, Devrim ve Çürüme – Engin Kara

Nikaragua’nın Kısa Bir Tarihi: Sömürge, Emperyalizm, Diktatörlük, Devrim ve Çürüme – Engin Kara

Nikaragua Orta Amerika’nın küçük ve yoksul bir ülkesi. 1979’da gerçekleşen Sandinist Devrimi ile birlikte bu küçük ülkenin kaderi baştan aşağı değişti. Nikaragua Devrimi 40 yıldan uzun bir süre Somozaların aile diktatörlüğü ile baskılanan emekçiler için bir kurtuluş hikayesi yaratsa da, ardından gelişen tarihsel süreçte ihanetle noktalandı. Nikaragua Devrimi günümüz için önemli dersler barındırıyor.

Sömürgelikten Emperyalizme Nikaragua

1 – İspanyol Sömürgesi

Kristof Kolomb’un 1502 yılında kıyılarına ulaştığı Nikaragua, 16. yüzyılın ilk yarısında bölgede yerleşim yerleri kurmaya başlayan İspanyollar tarafından sömürgeleştirildi. Sömürgecilerin ilk yerleşim yerleri, daha sonra sırayla Liberaller ile Muhafazakârların üslerine dönüşecek olan Leon ve Granada oldu.

İspanyol sömürgesi döneminde Nikaragua’ya biçilen ekonomik görev, İspanya’ya ve diğer sömürgelere kereste, kakao ve boya ile köle ihraç etmek oldu.

Köleliğin hüküm sürdüğü Nikaragua’nın sömürge statüsü 1821’de sona erer. Önce Meksika İmparatorluğu’nun parçası olan Nikaragua, monarşinin devrilmesiyle 1823’te Orta Amerika Birleşik Devletleri’ne katılır, ardından 1838’de ise bağımsız bir cumhuriyet yapısına kavuşur. Kölelik ise 1824 yılında resmi olarak kaldırılsa da 19. yüzyılın sonlarına kadar ülkede köle emeği kullanımı devam eder.

2 – “Bağımsız Nikaragua”da Liberaller ile Muhafazakârlar

Nikaragua’nın bağımsız olmasının ardından büyük toprak sahipleri sınıfını teşkil eden Granada’lı Muhafazakârlar ile ticaretle ilgilenen ve dünyadaki burjuva dönüşümün kendileri için faydalı olacağını fark eden Leon’lu Liberaller arasında başlayan iktidar yarışı 1840’lardan 50’lere süren bir iç savaş ile sonuçlanır.

“Nikaragua Sandinist Devrimi” kitabının yazarı Henri Weber, Liberaller ile Muhafazakârlar arasındaki mücadeleyi şöyle anlatıyor: “[B]u […] Avrupa tipi bir mücadeleyi içermiyordu. Nikaragualı ‘liberaller’, yurttaş hak ve özgürlüklerinden çok, serbest ticaretin savunuculuğunu yapıyorlardı ve kurdukları kişisel diktatörlükler de muhafazakârlarınkinden bir nebze olsun daha yumuşak değildi. Üstelik her iki kampta da, askerler esas olarak, toprak sahiplerinin komutasında hizmete zorlanan köylülerdi. Rakip soyluların klanları arasındaki savaşlara çok benzeyen iç savaşlar, ülkeyi öylesine derin, kronik bir istikrarsızlık durumuna soktular ki, her iki taraf da kurtuluşu, tereddüt etmeksizin yabancı güçlerde aradı.”

3 – William Walker

Liberallerin yabancı güçlere yaptığı çağrının bulduğu yanıt Nikaragua’yı yeni bir çalkantılı döneme taşır. Maceracı olarak tanınan paralı asker William Walker, oluşturduğu bir Amerikalı silahlı güç ile 1855’te ülkeye gelir. Ancak Walker, kısa sürede “liberal dost”larını atlatarak iktidarın iplerini kendi eline alır ve kontrolündeki kukla Patricio Rivas hükümetinin ardından 1856’da düzmece bir seçimle kendisini resmen devlet başkanı olarak seçtirir.

Walker gözünü diğer Orta Amerika ülkelerine de diker: “Ya Beş Ya Hiç”. Yani Nikaragua’nın yanı sıra Guatemala, El Salvador, Honduras ve Kosta Rika’yı da ele geçirmeyi hedeflemektedir.

Bu dönemde Nikaragua topraklarındaki San Juan Nehri ve Nikaragua Gölü, New York ile San Francisco arasında deniz yolu ticareti için büyük önem taşımaktadır. Walker öncesi dönemde bu yolun hakları yüzyılın en büyük servet sahiplerinden biri olan, ABD’nin demiryollarının önemli bir kısmını inşa etmiş ve Transit Geçiş Şirketi ile okyanuslarda da servet ağı yaratmanın peşinde koşan Hollanda asıllı Amerikalı Cornelius Vanderbilt’e verilmiştir. Walker ise Vanderbilt’in sözleşmesini feshederek ticaret haklarını kendi yandaşlarına vermek ister.

Walker’ın iktidarı hem Orta Amerika ülkelerini hem de Vanderbilt’i tehdit eder hale gelince harekete geçilir. Vanderbilt tarafından finanse edilen silahlı güçler Walker’ı 1857 yılında yenilgiye uğratır.

4 – 19. yy’ın İkinci Yarısında Nikaragua

Bu tarihten sonra 30 yıl boyunca iktidar Muhafazakârların elinde olacaktır. Bu dönemin ekonomik açıdan önemli özelliği “kahve”nin yıldızının parlaması ve Nikaragua ekonomisinin ve ihracatının ana maddesi haline gelmesi olur. 1950’lerde Somozalar döneminde yaşanan pamuktaki gelişmeye kadar kahve, Nikaragua’nın ekonomisinin başında yer almaya devam eder.

Kahvenin ekonomideki artan yeri, üretimde yer alacak özgür işgücünü gerektirince, yüzyılın başlarında yasal olarak başlayan köleliğin kaldırılması süreci hızlanır. Kızılderili köylülere uygulanan angarya çalıştırma, kölelik böylece son bulur.

Kahve üretiminin güçlendirdiği yeni plantasyon burjuvazisi, 19. yüzyılın sonlarında Liberal ve milliyetçi General Jose Santos Zelaya’yı iktidara getirir. 1893-1910 yılları arasındaki Zelaya yönetimi bir diktatörlük olacaktır. Zelaya, bir dava olarak kendisine Orta Amerika’nın kontrolünü sağlama hedefi de biçer. Zelaya diktatörlüğü, ülkenin toplumsal ilişkilerinin tepeden müdahalelerle burjuva anlayışla uyumlu hale getirilmesinin önünü açar. Henri Weber bu süreci “otoriter bir modernleşme yolu” olarak tanımlıyor ve Zelaya’yı “Nikaragualı bir Bismarck” olarak resmediyor.

5 – ABD Müdahalesi ve Emperyalizm

Zelaya’nın iktidarı boyunca yaptıkları, ABD’nin Nikaragua ve Orta Amerika’daki hedefleriyle çarpışmaya başlar. Nihayet ABD’nin Panama Kanalı açma kararına karşı Zelaya’nın rakip bir kanal inşası için Almanya ve Japonya gibi güçlerle görüşmesi sonucunda ABD ile ipler iyice gerilir. 1909’da Muhafazakârlar tarafından Zelaya’ya karşı başlatılan isyan ABD tarafından desteklenir ve Zelaya iktidarının sonu böylece gelir.

1909 olayında Muhafazakârların isyanının lideri olan Juan J. Estrada, Luz ve Los Angeles Madencilik şirketinin memuru olan Adolfo Diaz tarafından yönlendirilmektedir. Zelaya’nın yenilmesinin ardından Estrada ile ABD arasındaki anlaşmalar sonucunda Adolfo Diaz Nikaragua’nın yeni başkanı olur. Diaz’ın iktidarı ile “Zelaya’nın kurduğu devlet tekelleri kaldırıldı. Nikaragua, dış borcunu ödemeyi, gelirini yeniden organize etme işini yalnızca ABD bankaları yardımıyla yapmayı ve yabancı yurttaşların çıkarlarını güvence altına almayı taahhüt etti. […] ABD bankalarına verilen bir güvenceyle, Nikaragua gümrük bölümü, postanesi, ulusal bankaları, maden, demiryolu ve limanları iki alacaklı New York bankasının – W. Seligman and Co. ve Brown Brothers and Co. – denetimine verildi.” (Henri Weber, Nikaragua Sandinist Devrimi). Artık Nikaragua, emperyalizme tümüyle bağımlı hale gelmiştir.

Ağustos 1912’de bu kez Liberallerin isyan etmesinin ardından ülkeye giren ABD Deniz Kuvvetleri güçleri bu tarihten itibaren kalıcılaşır. ABD işgali 1925’e kadar sürer ve bu tarihte artık çıkarlarına uygun bir düzenin yerleşmiş olduğu düşüncesiyle askeri güçler geri çekilir. Ardından gelen seçimlerde devlet başkanlığına Muhafazakâr Carlos José Solorzano, başkan yardımcılığına ise Liberal Juan Bautista Sacasa gelir. Başta iki taraf da durumdan memnundur. Ancak iki ay sonra Muhafazakâr General Emiliano Chamorro darbe yapar, iktidarı alır ve Liberalleri kongreden atar.

Sonuçta 1926’da Muhafazakârlar ile Liberaller arasında bir kez daha iç savaş cereyan eder ve ABD Deniz Kuvvetleri bir kez daha Nikaragua’ya çıkartma yapar. ABD müdahalesi sonucunda ve yine Amerikalı temsilcilerin girişimiyle iki taraf arasında uzlaşma sağlanır, Liberallere hükümette koltuk verilir, Liberal General Moncada, taraftarlarına silahları teslim etme çağrısı yapar. Moncada 1928’de ABD’nin desteği ile başkan olacak, Liberal Sacasa ise Moncada’dan sonraki başkan olma sözünü alacaktır.

Süregiden iç savaş ve ABD müdahalelerinin bir sonucu Nikaragua’daki ekonomik ve sosyal gelişimleri tahrip etmek olur. Nikaragua emperyalizmin kontrolünde geri bir ülke olarak kalmaya mahkûm edilir.

6 – General Sandino ve ABD Karşıtı İsyan

Liberal General Moncada’nın silahları teslim etme çağrısına bir kişi karşı çıkar: Augusto Cesar Sandino. Gençliğini Orta Amerika’nın çeşitli ülkelerinde çalışarak ve toplumsal olaylarından etkilenerek geçiren Sandino, 1926’daki isyana katılmak üzere Nikaragua’ya döner. Liberal güçlerden ayrı küçük bir silahlı grubu örgütleyerek isyana katılan Sandino, Liberaller uzlaşmaya vardıkları sırada 300 silahlı adama sahiptir.

Sandino, son ABD askeri Nikaragua’yı terk edene kadar savaşmaya devam etme kararı verir ve kendi gücüyle birlikte dağlık bölgelere çekilerek gerilla mücadelesine girişir. Sandino’nun sloganı “Patria Libre O Morir” (Ya Özgür Vatan Ya Ölüm) olur.

Sandino ve gerillalar ABD güçlerine karşı etkili atışlar yaparak dünya çapında bir sempatiye ulaşmayı başarırlar. Komintern’in (Komünist/Üçüncü Enternasyonal) de Sandino’yla ilişki kurma çabasından söz edilebilir. Sandino’nun yardımcılığını yapan Salvador’lu Augustin Farabundo Marti kendisine komünist demektedir ve Sandino’yu Komintern’e katılmaya ikna etme çabası içindedir. Ancak Sandino ve ekibi, bölgedeki Komünist Partiler’e, dolayısıyla da onları kontrol eden Komintern’e eleştirilerde bulunur. Komintern ise Sandino’nun gerillaları arasındaki komünist grubun etkisini kullanarak onu kazanma çabası göstermek yerine (Stalinizmin üçüncü dönem politikalarının da etkisiyle) Sandino’yu “caudillo”cu bir eğilim olarak tanımlar. Neticede Sandino ile Komintern arasında bir etkileşim yaşanamaz.

Bu etkileşim yaşanmamıştır; ama bunun imkânları elbette vardır. Nikaragua’daki mevcut siyasi alternatifler çürümüştür, Sandino ise emperyalizme karşı sonuna kadar mücadele edebilecek tek toplumsal gücün “yalnızca işçiler ve köylüler” olduğu fikrine ikna olmuştur. Ancak Komintern, Sandino’yu kendi fikirlerine kazanamamış ya da bunun için bir çaba sarf etmemiştir.

Sonuç olarak Sandino’nun programı her ne kadar mücadelenin öznesi olarak işçileri ve yoksul köylüleri görse de küçük burjuva bir ufku aşamaz. Ulusal ekonominin geliştirileceği bir bağımsızlık hayali kuran Sandino için mesele antikapitalizm değil emperyalizmden bağımsız bir Orta-Latin Amerika ekonomisidir. Bu haliyle Sandino, olsa olsa bir ulusal kalkınma programına sahiptir. (Geçerken not edelim, Stalinizm bir sonraki dönüşle üçüncü dönem politikalarından vazgeçecek, ilerleyen dönemlerde de Stalinizm tarafından ulusal kalkınmacı hareketlere “sosyalist” payesi biçilecektir. Dolayısıyla Stalinci kafa açısından Sandino, geriye dönülüp bakıldığında “sosyalist” gözükebilecektir. Ama değildir.)

Ocak 1933’te ABD güçlerinin Nikaragua’dan çekilmesi ve Liberal Sacasa’nın başkan olmasının ardından Sandino, Sacasa ile anlaşarak silah bırakacaktır. Gerilla mücadelesi sona erdikten sonra Sandino, daha sonra komplo olduğu açığa çıkarılacağı üzere, başkent Managua’daki başkanlık sarayına resmi bir davet alır. Burada (birazdan ele alacağımız) Ulusal Muhafızlar tarafından katledilir.

7 – Ulusal Muhafızlar

İşgal sırasında ABD denetiminde kurulan Ulusal Muhafızlar, işgal sona erdikten sonra ABD’nin ülkedeki kontrolünü sağlayacak temel aygıt olacaktır. Ulusal Muhafızları kuran, eğiten ABD subaylarıdır.

Sacasa’ların damadı olan Anastasio Somoza Garcia, eski bir kumarbaz, serseri olmakla birlikte evliliği sayesinde açılan kapıdan generalliğe kadar yükselmiştir. İşgal sırasında ABD güçleri ile iyi geçinmeye bakan Somoza, işgal sona ererken ABD tarafından Ulusal Muhafızların başına geçirilir.

Ulusal Muhafızlar, 43 yıl sürecek Somoza ailesinin iktidarı boyunca diktatörlüğün temel aygıtı olarak görev üstlenecektir.

Somoza Garcia, 1936’daki seçimlere katılmak istese de başkan Sacasa tarafından engellenir. Ancak Somoza Garcia, Ulusal Muhafızların gücünü kullanarak Sacasa’yı istifaya zorlar ve yıl sonunda kendisini yeni Başkan haline getirmeyi başarır. Böylece 1979’a kadar sürecek Somoza ailesinin saltanatı başlar.

 

 Somoza Ailesinin Çiftliğine Dönüşen Nikaragua

    1 – En Büyük Sermaye Sahibi Olarak Somozalar

1936’da iktidarı ele geçiren Anastasio Somoza Garcia, 20 yıl boyunca ülkeyi yönetmenin yanı sıra kendi ekonomik iktidarını da kurar. 1956’daki ölümüyle yerine büyük oğlu Luis Somoza Debayle gelir. Onun 11 yıllık iktidarının ardından kalp krizi geçirerek ölmesiyle 1967’de iktidara küçük oğul Anastasio Somoza Debayle geçer. 2. Anastasio, 1979’da devrilene kadar ailesinin talanını ve iktidarını devam ettirecektir.

Anastasio Somoza Garcia, iktidarı boyunca ülkeyi kendi çiftliğine çevirir. Fuhuş, kumar ve içkiden alınan vergiler, yabancı şirketlerden imtiyaz karşılığı alınan komisyonlar, spekülasyon yoluyla elde edilen kârlar, devlet hazinesinden çekilen paralar, tehdit, baskı ya da “kamulaştırma” yoluyla mülklere el koyma… Somoza Garcia bu süreçte Nikaragua’nın en büyük kahve üreticisi ve en büyük toprak sahibi haline dönüşür. Sonuç, öldüğü sırada Orta Amerika’nın en zengin adamıdır; Nikaragua’nın ulusal zenginliğinin resmi ve düzenli olarak yağmalanması sayesinde.

1950’lerdeki kapitalist atılım ile birlikte Somoza ailesi daha büyük bir sermayeyi elde etme fırsatını bulur. Somoza’ların “yatırımları” sığır yetiştiriciliği, kahve üretimi ve altın madenlerinin işletilmesinden gıda işleme sanayisi, dokumacılık, deniz ve hava taşımacılığı, tütün, çimento gibi faaliyetlere yayılır. 1970’lere gelindiğinde hizmet sektörüne ve bankacılığa da açılırlar. 1972’de başkent Managua’da gerçekleşen ve kenti büyük bir yıkıma uğratan depremin ardından gelen dış yardımlar, son Somoza’nın kendi bankasını kurmasında kullanılır.

    2 – Somozaların “Yasal” Diktatörlüğü

1936-1979 arasında Nikaragua’yı yöneten Somoza ailesi baskıcı bir diktatörlük kurar. Ancak söz konusu olan, seçimlerin ya da siyasi partilerin olmadığı bir rejim değildir. Somozalar, kendi iktidar tekelini monarşist bir yolla vb. kurmazlar. Somozalar’ın diktatörlüğünde, demokrasi “biçimsel” olarak korunur.

Örneğin tekrar başkan seçilmenin önündeki engeli atlatmak için “continuismo” yöntemine başvurulur: Bir Somoza hükümetinin ardından bir kukla başkan seçilir, kısa sürelik iktidarının ardından Ulusal Muhafızlar tarafından kukla istifa ettirilir ve Somozalar yeniden başkan olur. Seçimlerin pek de adaletli geçmediği tahmin edilecektir, ne var ki yine de “seçim” yapılır.

Siyasi partiler de tümden yasak değildir. Kimileri “yabancı ideolojiler” gibi bahanelerle kapatılsa da Muhafazakâr Parti, Bağımsız Liberal Parti, Hristiyan Toplumsal Parti gibi partiler varlıklarını sürdürür. Biçimsel demokrasi açısından Somozaların böylesi aparatlara da ihtiyacı vardır.

Somozacı Milliyetçi Liberal Parti ile Ulusal Muhafızlar, Somoza diktatörlüğünün devamlılığında kullanılan esas araçlardır.

Diktatörlük boyunca demokrasi “biçimsel” olarak korunsa da, Somozalar’ın elinde biriken askeri, ekonomik ve siyasi güç, başkaca bir alternatifin “barışçıl” yollarla iktidarı almasının önünde bir engel teşkil eder. Sonuç, dünyaya şekli bir demokratik görüntünün servis edildiği sert bir diktatörlüktür.

    3 – Yüzyılın İkinci Yarısında Yükselen Kriz ve Muhalefet

Somozaların diktası altında devam eden kapitalist gelişme, Nikaragua’da işçi sınıfının da gelişmesinin önünü açar. Daha 1944’te Komintern’e bağlı Nikaragua Sosyalist Partisi kurulmuş fakat hemen iktidar tarafından yeraltına itilmiştir. Sandino efsanesi hâlâ unutulmuş değildir ve Küba Devrimi’nin de tetiklemesiyle 1962’de Sandinista Ulusal Kurtuluş Cephesi (FSLN – Frente Sandinista de Liberacion Nacional) kurulur.

Köylüler de Somoza ailesinin diktatörlüğüyle daha fazla karşı karşıya gelmektedir. Ekonomideki gelişmeler köylüleri topraktan koparmakta, toprak gittikçe az sayıda elde merkezileşmekte ve köylüler proleterleşmeye itilmektedir. Bir yandan da kentlerde işsizlik sorunu baş göstermektedir.

1977 yılına ait tabloda görüldüğü üzere nüfusun %5’ini oluşturan en zengin kesim için yıllık ortalama gelir 5.409 dolar iken ülke nüfusunun yarısını oluşturan en yoksul kesimin yıllık ortalama geliri sadece 286 dolardır. Yani aylık sadece 24 dolar. İşsizliğin ve enflasyonun 70’li yıllarda artışa geçtiği de dikkate alınınca Nikaragua halkının büyük çoğunluğu muazzam bir sefalete mahkûm hale gelmektedir.

Nikaragua burjuvazisi ise, Somoza yönetiminin ekonomik zorbalıklarına ve sürekli Anayasa ihlallerine tahammül ederek ondan uzun süre yararlandı.” (Henri Weber, age.). Ancak Somozaların sektörel açıdan da yaygınlaşan ekonomik gücü ve devlet gücünün ekonomik ilişkilerde kritik bir araca dönüştürülmesiyle birlikte 70’lere doğru Somoza iktidarı ile diğer burjuva güçlerin arası açılmaya başlar. 1972 Managua Depremi’nden sonraki Somoza vurgunu ipleri iyice gerecektir.

ABD’nin işgal döneminden bu yana Nikaragua’ya olan ilgisi sermaye yatırımlarından çok stratejik yatırımlar olmuştur. Dolayısıyla ülke içindeki üretici güçler, Somozaların değilse diğer yerli burjuva kesimlere aittir. Böylece ülke içinde hatırı sayılır bir güç olan yerli burjuvazi, alternatif bir alt sınıf hareketinin olmayışını da kullanarak Somoza karşıtı muhalefetin başını çekecektir. Anti-Somozacı burjuvazi muhalefeti işveren örgütleri, kilise ve muhafazakâr basın La Prensa gibi araçları kullanarak örgütler. Burjuva muhalefet, ancak Somoza’nın sonuna kadar uzlaşmaz bir tavır içinde kalması ve artık silahlı mücadele dışında alternatifin bulunmaması sonucunda direksiyonu kaybedecektir.

 Sandinistalar ve 1979 Devrimi

  1 – Sandinista Ulusal Kurtuluş Cephesi (FSLN)

1962’de Sandinoculuk ile Marksizmin bir “sentezi” olarak yola çıktığını ilan eden FSLN, temel motivasyonunu Küba Devrimi’nden almaktadır. FSLN’nin kurucu kadroları 60’larda bütün dünyada yayılacak olan “gerillacılık” romantizmine kapılmışlardır. Yurtseverlikle örülen bir anti-emperyalist mücadele tariflemektedirler. Somoza karşısında mücadelenin hedefi olarak ise “devlet yönetiminde bir burjuva kesimin yerini diğerinin alması değil, diktatörlük altında oluşturulmuş devlet aygıtının toptan yok edilmesi”ni koyarlar.

Girişilen gerillacılık macerası sonuç almaktan uzak kalıp da 1964’te Ulusal Muhafız güçleri tarafından ciddi darbe alınınca FSLN saflarında sorgulama başlar. Önce kentlere yönelirler, Nikaragua Sosyalist Partisi ile ilişki geliştirip kitleler içerisinde faaliyet yürütmeye çalışsalar da bunu “fazla legal ve ekonomist” bulurlar ve kırsala geri dönerler. Bu defa köylüleri örgütlemeye çalışırlar, yine sonuç alamazlar ve yine Ulusal Muhafızların saldırılarıyla yüz yüze gelirler.

FSLN’nin kurucu kadrolarından Tomas Borge 1969’da Maocu bir eğilimle “uzun erimli halk savaşı” stratejisini ileri sürer: Örgütlenme kırlarda yürütülecektir ancak bu süreç öyle hızlı gelişmeyecektir, uzun süreli bir halk savaşına hazırlanmak gerekmektedir. Tıkanıklık yine de aşılamaz ve FSLN mücadeleyi bir süre askıya alır.

1974’te yeniden harekete geçildiğinde ilk eylemler yine büyük darbelerle karşılaşınca FSLN içerisinde bir kriz daha yaşanır. İçine düşülen çıkmaza ilk tepki, Stalinist ülkelerdeki deneyimleri de bilen Jaime Wheelock’tan gelir: Nikaragua’da son dönemdeki endüstriyel gelişme neticesinde bir proletarya doğmuştur ve devrime bu toplumsal sınıf öncülük edecektir. Kendilerine “proleter eğilim” adını veren bu grup, işçi kitleleri arasında örgütlenme gereğini savunur.

İkinci eğilim ise Humberto ve Daniel Ortega kardeşlerdir. “Tercerista” (Üçüncü Eğilim) adını alan grup, ayaklanma durumunun hızla yaklaştığını söyleyerek bu ayaklanmaya “üçüncü bir toplumsal katman”ın önderlik edeceğini söyler: aydınlar, öğrenciler, gençlik, orta-küçük burjuvazi, gecekondu sakinleri… Devrimci bir durumun yaklaştığı düşüncesi doğru olsa da, FSLN’nin liderliğini ele geçirmiş olan Üçüncü Eğilimciler bu durumun gereği olarak “bütün ilerici güçlerin birleşmesi” gerektiğini öne sürecektir. Buradan açılan kapı devrimci bir sınıf çizgisi değil halk cephesi eğilimi olacaktır: FSLN’nin sermaye düzenini hedef alan noktalar içeren klasik programı bir kenara bırakılmalı ve muhalif burjuvazinin de kabul edebileceği bir program yerine geçirilmelidir (!).

   2 – Burjuva Muhalefette Tıkanma

Aydınların başını çektiği “12’ler grubu” aracılığıyla Anti-Somozacı burjuvazi, kilise ve FSLN

Tercerista arasında 1978 Temmuz’unda bir ittifak -Geniş Muhalefet Cephesi (FAO)- kurulur. (Artık Katolik Kilisesi de Somoza’nın karşısındadır.) Burjuvazi, 1974’te burjuva siyasi güçlerle işçi sendikaları ve Nikaragua Sosyalist Partisi gibi güçler arasında kurulan Demokratik Kurtuluş Birliği (UDEL) aracılığıyla ipleri elinde tutmaktadır. Şimdi de Geniş Muhalefet Cephesi (FAO) aracılığıyla aynı şeyi yapar. Burjuva güçlerin planı Somoza’yı uzlaşmaya zorlamak, anayasal bir geçiş süreci için kitle hareketinin desteğini kullanmak ve ABD başkanı Carter’dan gelecek destekle Somoza’nın yerini almaktır. Hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde burjuvazi için hedefler ılımlı, mücadele yöntemleri düzen sınırlarındadır. Burjuvazi, bu hedefler için barışçıl grevleri bile kullanır.

Bu sırada FSLN’nin çoğunluk liderliği burjuva güçlerle ittifak peşinde koşsa da FSLN içindeki üç eğilim de ortaya koydukları stratejilere göre örgütlenme ve eylemselliğe devam eder. Somoza diktasının uzlaşmaz tavrı ve her türlü kitle hareketine karşı azgın bir devlet terörü ile cevap vermesi, muhalefeti kaçınılmaz olarak iç savaş sorunuyla karşı karşıya getirir. Burjuvazi, kitle hareketi ötesinde bir “zora dayalı dönüşüm”ü göze alamayacaktır. Kitleler ise Somoza’nın saldırıları arttıkça radikalleşmektedir. FSLN’yi öne çıkaran, 1979 içinde sürecin liderliğini almasını sağlayan koşullar böyle olgunlaşmaktadır. Ancak yıl boyunca FSLN’nin kitleler yerine kendi kadrolarına dayanarak giriştiği silahlı eylemler ağır yenilgilerle sonuçlanacaktır.

ABD’nin de Somoza üzerinde basınç kurmasıyla birlikte burjuva muhalefet, 1978’de iktidar güçleriyle bir uluslararası uzlaştırma komisyonu aracılığıyla masaya oturur. Burjuvazi, FSLN’yi dışarıda bırakacak bir hükümet önerir ve Ulusal Muhafızlar ile Somoza’nın mülkiyetinin korunacağı garantisi verir. Burjuva muhalefetin nefesi buraya kadardır: Somoza hükümeti bıraksın ama bütün aygıt korunsun!
   

Sandinist devrimin sembolleşen karelerinden biri.

3 – FSLN, Hareketin Önderi Haline Dönüşür

Burjuva güçler uzlaşma arayışındayken, FSLN Somozalar’ın mülkiyetine el konulması ve katliamlarla

özdeşleşen Ulusal Muhafız’ın dağıtılması talepleri ile kitle hareketinin radikalleşmesinin beklentilerini karşılamaktadır. Somoza’nın, uluslararası komisyon önünde uzlaşma teklifini reddetmesiyle, kitle hareketinin gerisine düşen burjuva muhalefet dağılışa geçer. Dağılan geniş cephe yerine Şubat 1979’da FSLN önderliğinde sendikaları ve diğer kitle örgütlerini içine alan Ulusal Yurtsever Cephe (FPN) kurulur. FPN, kitle ve grev hareketini yönlendirme görevini üstlenecektir ve böylece FSLN kitle hareketinin önderliğini ele geçirmektedir.

1979 boyunca başta ABD olmak üzere dış güçler Somoza karşısında ikircikli bir tavır takınır. Bir yandan kimi yardımlar askıya alınır ama öte yandan dolaylı yollarla bir şekilde Somoza hükümeti desteklenir. Ancak yıl boyunca ekonomi Somoza için daha da kötüye gider ve 6 Nisan’da Nikaragua parası Cordoba’nın %42’lik devalüasyonu ekonomik çöküşü iyice ortaya koyar. Anastaiso Somoza Debayle artık Ulusal Muhafız’ın baskı gücünden başka bir şeye sahip değildir.

Ulusal Muhafızların gücü 15 bin kadardır ve FSLN yaygın hareketlerle bu gücü dağıtıp daha kolay baş edebileceğinin farkına varmıştır. Böylece adım adım kurtarılmış bölgeler ortaya çıkar.

16 Haziran’da güneydeki komşu Kosta Rika’da FSLN’den Daniel Ortega’nın içerisinde yer aldığı, güdümünde olan gruplarla birlikte FSLN’nin çoğunluk sağladığı bir Geçici Hükümet kurulur. Bu duruma karşı ABD’den Somoza’ya askeri yardım hamlesi düşünülse de, ABD’nin “barışı koruma gücü” gönderme planı diğer kıta ülkelerinde olumlu bir cevap bulmayacak ve boşa düşecektir.

Temmuz ortasında FSLN Leon, Esteli, Matagalpa, Masaya, Diriamba kentlerini ele geçirmiştir. Leon, Matagalpa ve Masaya, başkent Managua’ya komşu kentlerdi. 17 Temmuz’da ise “son Somoza”, Anastasio Somoza Debayle ülkeden kaçacaktır. ABD yönetimi, mevcut mevzileri koruyarak Somozacı devletin aygıtları (başta Ulusal Muhafız olmak üzere) ile Sandinist güçleri birleştirip yeni bir rejim tesis etme planları kursa da Ulusal Muhafızlar, Somoza’nın kaçış haberiyle dağılıp yok olacaktır.

Sonuçta FSLN 19 Temmuz 1979’da başkent Managua’ya girer. Arkada ise 50 bin ölü kalmıştır, her 60 Nikaragualı’dan biri, hayatını kaybetmiştir.

Bu tarihte (daha önce ayrılan üç eğilimin tekrar birleşmiş olduğu) FSLN’nin gerilla sayısı, Henri Weber’in aktardığına göre 500 kadardır. Ancak kitle hareketi içerisinde binlerce sempatizana sahipti ve geniş kitlelerin mücadelesini FSLN liderliğine sokan bu kitle ilişkisi olmuştur.

Nikaragua Devrimi’nin az sayıda gerillanın silahlı mücadelesiyle kazanıldığını öne süreceklere karşı FSLN liderliğinin gerilla-kitle ilişkisinin farkına nasıl vardığını bizzat kendi sözleriyle aktaralım. Humberto Ortega şöyle der: “Gerçek şu ki, biz her zaman kitleleri düşünmekle birlikte, onları, gerilla seferberliğinin Ulusal Muhafıza darbe indirmesini sağlayacak bir destek güç olarak gördük. Gerçekse tamamıyla farklıydı: Gerilla faaliyeti, düşmanı ayaklanma yoluyla ezen kitleler için destek görevi gördü.” (Henri Weber, age.) İşin esası, FSLN’yi öne çıkaran örgütlü bir güç olması ve diktatöre karşı zor yoluyla verilecek bir mücadeleyi kabul etmesidir. Bunun için gerilla örgütü olmak şart değildir. Devrimci bir işçi sınıfı partisi de bu anlamıyla aynı görevi görürdü. Bir sınıf partisinin etkisi, esas olarak kurulacak yeni düzenin karakterini de kökten bir şekilde değiştirme potansiyeline sahip olurdu.

 FSLN Nasıl Bir Programa Sahipti?

1 – 1969 Programı

Sandinista Cephesi’nin 1969 tarihli programı giriş kısmında örgütün hedefini şöyle tanımlıyor: “FSLN, stratejik hedefi diktatörlüğün askeri ve bürokratik aygıtını parçalayarak siyasal iktidarı ele geçirmek ve işçi-köylü ittifakına ve ülkedeki tüm yurtsever, anti-emperyalist ve anti-oligarşik güçlerin birliğine dayanan bir devrimci hükümet kurmak olan askeri-siyasal bir örgüttür”. (Nikaragu: Devrimin Stratejisi, Bibliotek Yayınları, 1987)

  • Diktatörlüğün askeri ve bürokratik aygıtının parçalanması hedefi doğrudur. Burjuva muhalefetin “Somozacı aygıtla Somoza’dan kurtulma” yanılsamasına düşülmemiştir. İşçi-köylü ittifakı tanımını bir kenara bırakalım ve böylece olumlu kabul edelim (Doğrusu, köylülüğü kazanmış bir işçi iktidarı olmalıdır. Doğrusu derken, sosyalist olmak için tabii.).
  • Örgütün askeri karakterine yapılan vurguyu aslında yazı boyunca tartıştık. İşçi sınıfından ya da daha geniş bir şekilde kitlelerden yalıtık bir gerilla mücadelesi ya da askeri faaliyetin sınırlarını ele aldık. FSLN’nin iktidara yürümesi için bu sığlığı aşması gerekecekti. Ancak bir devrimci irade göstermek açısından nihai olarak askeri bir perspektif -kitlelerden kopuk olmamak kaydıyla- doğrudur ve gereklidir.
  • Gelelim ifadenin en sorunlu yerine. Ne demek “ülkedeki tüm yurtsever, anti-emperyalist ve anti-oligarşik güçlerin birliğine dayanan devrimci bir hükümet”? Anti-kapitalizm şerhi konulmadığına göre ve anti-oligarşik ibaresi Somozacılar’ı tariflediğine göre bu uzun cümlenin özü şu oluyor: “bütün Anti-Somozacı güçlerin birliğine dayanan devrimci bir hükümet”. FSLN programı daha baştan, ilerici payesi biçtiği ulusalcı burjuva ve küçük burjuva güçleri müttefik kabul ediyor ve bu taktik bir eylem birliği değil stratejik bir hedef: devrimci hükümet kurma hedefi. İşçi-köylü ittifakı deyiminin de böylece Stalinizm’e uygun şekilde “Halk Cephesi”ne evrilmiş olduğunu görüyoruz.

Programın “I – Devrimci Hükümet” başlıklı bölümünde ‘alınacak ekonomik önlemler’ şeklinde yer verilen listedeki önlemlerden bazıları şöyle: “Somoza ailesine ve işbirlikçilerine ait toprak, fabrika, şirket vd. zenginliklere el konulacak; yabancı şirketlerin malvarlıkları ve bankacılık sistemi millileştirilecek; dış ticarete devlet denetimi getirilecek; kitle iletişim araç ve hizmetleri merkezileştirilecek…”

  • Eklektik bir program. Mesela dış ticaret tekeli değil dış ticarette devlet denetimi öngörülmüş. Kamulaştırma programı topyekûn değil bankacılık ve yabancı şirketler ile Somozacılar’ın mülkiyetiyle sınırlı tutulmuş. Bankacılık da zaten büyük ölçüde Somozacılar ile ABD ile ilişkili sermaye gruplarının elindedir.
  • Sadece Somozacılar ve işbirlikçilerinin mülkiyeti hedef alınmış. Böylece anti-Somozacı burjuvaziye mülkiyet hakkı baki kılınmış.

Bunun dışında programın çeşitli yerlerinde eğitimden sağlığa, asgari ücretten kadın haklarına pek çok başlıkta reformlar öne sürülmüş. Ancak mesela emekçilerin üretim üzerinde kontrolünden değil “günlük gereksinimleri karşılamaya yetecek kadar işçi geliri”nden bahsedilmiş.

Bağımsız bir dış politika ve “diğer dünya halklarıyla birlikte gerçek bir dünya barışı için kampanya”dan, sömürge ülkelere verilecek destekten bahsedilmiş; Amerikan emperyalizmine ve askeri müdahalelerine karşı söylemler geliştirilmiş; ancak bir proleter enternasyonalizmi anlayışından eser yok.

Yazıda sıkça atıf yaptığımız Henri Weber’in kitabında ileri sürdüğü “küçük burjuva sosyal bileşimine rağmen, Sandinist Cephe, emekçi sınıfların çıkarlarını savunmaya ve onları örgütlemeye çalışmıştır: İdeolojisi, programı ve uluslararası ilişkiler stratejisi ile birlikte bu gerçek FSLN’nin Nikaragua proletaryasının devrimci örgütü olduğunu gösterir” iddiası gerçekliğe uygun düşmemektedir. FSLN programı, eklektik ve burjuva sınırlardan kopamasa da alt sınıfların değişim beklentilerine denk düşen ve sınırlı ölçüde de olsa sermayeyi hedef alan eklektik, reformist, bağımsızlıkçı ve ulusal kalkınmacı bir program olma özelliği taşır.

Devrimcilik kavramına da bir paragraf açarsak, toplumsal anlamda devrimcilik, üretim ilişkilerini kökten değiştirmeyi gerektiriyor. Sadece silahlı bir mücadele vermek, bir grubu sosyalist devrimci yapmaz. Siyasi bir değişim hedeflense bile üretim ilişkilerinin radikal bir değişikliği hedeflenmiyorsa bunun adı devrimcilik değil reformculuktur. Bu açıdan FSLN, devrim sırasında emperyalizme ve Somoza diktatörlüğüne karşı Nikaragua halkını savunsa da programı kapitalizm karşısında devrimci değil olsa olsa sosyal demokrattır.

2 – Esnek / Geniş İttifaklar

Örgütün liderlerinden Humberto Ortega, Ocak 1980’de Şili’li bir gazeteci ile yaptığı röportajda 1977 itibariyle “esnek ittifaklar politikamız başladı” diyor. Ortega, FSLN’deki Üçüncü Eğilim’in kurucularındandır ve anti-Somozacı burjuva muhalefetle geniş muhalif cephelerin kurulması gerektiğini savunur. Bunun anlamı, FSLN’nin 1969’daki alt sınıflar lehine ve sınırlı ölçüde sermaye aleyhine olan reformist programından bile geri çekilmek anlamına gelir.

Röportajın devamında Humberto Ortega gerilla mücadelesini haklı göstermek için “geniş ölçekli bir parti örgütünün olmaması, işçi sınıfı ve genel olarak çalışan halkın iyi örgütlenmemiş olmasını” gerekçe gösteriyor. Ancak bu durumu tespit etmesine rağmen bu durumu tersine çevirecek bir girişime yanaşmıyor. Bunun yerine röportajın çeşitli yerlerine serpiştirilmiş şekilde esnek ve geniş ittifaklar politikasından bahsedip duruyor: “Hem ulusal hem de uluslararası düzeylerde esnek, akılcı ve olgun bir ittifaklar politikası olmadan hiçbir devrimci zafer elde edilemezdi.”; “Sekter bir tutum almadan, salt sol kesimlerler değil her ülkedeki belli başlı ilerici siyasal kesimler arasında davamıza karşı bir dayanışma duygusu yaratmak gerekli oldu.”; “İlericiler (‘burjuva ilericiler’ kastediliyor) hareketimizin devrimci bir hareket olduğunu ve onların ideolojileriyle tam bir uyum içinde olmadığımızı gördüler, fakat bir noktaya kadar onların da yararına olan bir siyasal programımız ve askeri gücümüz olduğunu da gördüler.” vs. vs. (Nikaragua: Devrimin Stratejisi)

Burada bahsedilenin bir işçi sınıfı cephesi değil, sınıf işbirliği demek olan halk cephesi olduğu açıktır.

3 – “Ulusal Birlik Ekonomisi”

“Nikaragua: Devrimin Stratejisi” kitabında yer alan bir başka belge devrim öncesinde Proleter Eğilim grubunun lideri olan devrimden sonra Tarım Bakanı görevini üstlenen Jaime Wheelock’un Ocak 1981 tarihli konuşması. Wheelock konuşmada baş mesele olarak emperyalizmi (aslında ABD’yi) koyuyor ve Nikaragua devriminin temel görevinin “ulusal birlik” olduğunu söylüyor.

Wheelock, bu düşünceyle paralel olarak “Devrimci bir iktidar yönetiminde orta hatta burjuva güçlerin bize katılmasını sağlamanın da olanaklı olduğunu düşünüyoruz” diyor ve ekliyor: “tıpkı bir tarım işçisinin yeni anavatanının inşası görevine enerjisini, kanını, terini katması gibi”. İşe bakın, burjuva güçlerin devrimci iktidarın ulusal birliğine katılması ile tarım işçisinin enerjisini, kanını, terini akıtması nasıl bir tutulmuş, ne proleter eğilim ama!

Wheelock, burjuvazinin de sürece katılmasının yaratacağı çelişkilerin “ortak düşmana karşı mücadelede getirdiği çözümlerden daha önemsiz” olduğunu ileri sürüyor. On yıllarca Nikaragua’nın talanı için ABD ile her türlü anlaşmayı yapan, Somoza diktatörlüğü iyice sapıtana kadar onun bütün nimetlerinden yararlanan ve Somoza devrilmek üzereyken bile hala ABD aracılığıyla Somoza ile sağlanacak bir uzlaşmadan medet uman burjuvazi, ortak düşmana (ABD’den başkası kastedilmiş olamaz) karşı çözümler getirecekmiş!

Wheelock konuşmasının devamında “Üretim araçlarına el koymaya gerek yok. Gerçekte artı-değere el koyuyoruz.” diye iddia ediyor ama sadece birkaç saniye sonra “Orta ve üst katmanlar mal varlıklarına saygı gösterdiğimizi ve zengin bir yaşam sürebileceklerini düşünüyorlar.” diyor. “Artı-değere el koyuyoruz” söyleminin aldatmaca olduğu ortada. Ama bir zamanlar yol arkadaşlarını “proleter bir bakışa sahip olmamak” ile eleştiren Wheelock, artık emperyalizme karşı burjuvaziyle birliğe ihtiyaç duyduklarını ve bunu sağlamak için de burjuvazinin mülkiyetinin doya doya tadına çıkarması gerektiğini söylüyor, hem de övünerek!

30 Mayıs. Protestocular Ortega rejiminin polisine karşı çatışıyor.

Sandinist Devlet

Devrimden sonra ilk hükümette FSLN azınlıkta olsa da FSLN’nin çoğunlukta olduğu üst organ Ulusal Yeniden İnşa Cuntası ipleri eline alır. Ancak Hükümetteki kimi isimler burjuvazinin etkisini de gösterir. Sanayi Bakanı, eski Ticaret Odası başkanı ve Muhafazakâr Casteasora’dır, Tarım Bakanı bir Hristiyan Demokrat ve toprak sahibi olan Manuel José Tores’dir, Savunma Bakanı eski bir Ulusal Muhafız albayı Bernardino Larios’tur.

“Dev bir kamu sektörü oluşturuldu. Fakat Cunta devletleştirmeyi, mali sistem, madencilik ve balıkçılığın yanı sıra Somozacılar’a ait bulunan sanayi, tarım ve ticaret işletmeleri ile sınırladı. Özel sektör hala büyük bir hâkimiyete sahipti ve faaliyetine hiçbir engelleme yapılmadı.” (Henri Weber, age.)

Ernest Mandel’in de liderlerinden olduğu Dördüncü Enternasyonal Birleşik Sekreteryası, Ekim 1979 tarihinde şöyle bir tavır açıklar: “Hem FSLN önderliğinin yapısı ve geçmişi hem de onun bu devrimin birinci aşamasındaki rolü, FSLN’nin belirleyici kesimlerinin, kesintisiz [sürekli – E.K.] devrim süreci geliştiği sırada aşamayacağı önsel bir limit koymanın hatalı olacağını gösterdi… FSLN baskıcı devlet aygıtını kontrolünde bulunduruyor fakat burjuvazi de ekonomide ve devlet yönetiminde hatırı sayılır bir gücü elde tutuyordu”. Deklarasyon, Nikaragua’daki durumu ikili iktidarın özel bir tipi olarak tanımlar: “Bu, iki merkezileşmiş gücün karşı karşıya geldiği (Kerensky’nin Geçici Hükümeti ile Sovyetler arasında potansiyel çatışmanın olduğu Rus Devrimi’ndeki gibi) bir durum değildir ve nihai sonuç da, iki güç arasında merkezi bir hesaplaşma sonucu karara bağlanmayacaktır. 1959’da Küba’da olduğu gibi Nikaragua’da da ‘gerçek iktidar’, Sandinistler’in elindedir. Ve süreç aynı dinamiği izlemeye devam ederse, bundan sonraki siyasal gelişmeler özden çok biçime ilişkin olabilir.”.

Birleşik Sekretarya’nın bu deklarasyonunu kitabında aktaran Henri Weber’in, bu yaklaşıma karşı çıktığı nokta ortada bir “ikili iktidar” olmadığı, özel sektörün gücü devam etse de belirleyici olanın (ekonomik alan ve siyasi alanı ayrıştırarak) “devleti kimin yönettiği” olduğunu ileri sürüyor ve bu tartışmayı “sosyalizme geçiş” başlığı altında ele alıyor.

Birleşik Sekreterya’nın gerçekten ne dediğini bakarsak açıkça meşrebi ulusal kalkınmacı ve ABD’ye bağımlılığa karşı çıkmakla sınırlı bir olan bir hareketten “sosyalizme geçiş” bekliyor. Deklarasyonda “önsel limit” koymadan FSLN’nin sürekli devrim programına açık olduğunu ileri sürülüyor! Yani Birleşik Sekreterya’nın reformist liderliği, gerilla hareketlerine eklemlenmenin bir örneğini yazıyor.

Weber, Sandinist iktidarın yıkıma uğramış bir ekonomi devraldığını ve bu yüzden “zaferini çok ileri götüremediğini” ileri sürüyor ve Sandinistalar’ın bir nevi ‘NEP’ uyguladığından bahsediyor. Bunun için de burjuvazi ile yeni bir ittifakın gerekli olduğunu söylüyor: “Böylelikle FSLN önderleri, daha önceleri diktatörlüğe karşı muhalefette kurulan ittifakın hükümette yeniden oluşturulmasını önermiş oluyorlardı. Kafalarında, gerçek tavizler vermeyi ve burjuvaziye en azından yüzeysel olarak sürecin efendisi olabilmesi için gerçek bir şans tanımayı içeren gerçek anlamda bir ittifak vardı.”

Sandinistalar, burjuvaziyle çeşitli düzeylerde işbirliği fikrini hiç elden bırakmasa da gerçekten de özellikle devletin kurumsallaşmasında ipleri ellerinde tuttular. Özellikle polis ve asker güçlerinin inşası tümüyle Sandinistalar’ın kontrolünde gerçekleşti. Aynı zamanda kısa süre içinde Hükümetin kritik konumları Sandinistalar’ın elinde toplandı. Sendikalardan gençlik hareketine, kırsal kesim örgütlenmelerine kadar halk kitlelerine nüfuz edecek aygıtlar geliştirildi.

Evet, devleti kimin yönettiği önemlidir; fakat “işçiler-köylüler adına ve burjuvaziyle işbirliği arayışında olan bir popülist ve uzlaşmacı bir grubun yönettiği devlet” ile “işçi sınıfının (ve yoksul köylü kesiminin) üretimde sahip olduğu kontrol aracılığıyla inşa edilen bir devlet” arasında epey fark vardır. Dikkat edilirse sosyal demokrat partiler de yıllarca pek çok devleti “işçi sınıfı adına” yönettiğini söylemiş fakat işçi sınıfının üretimde değil kontrolü söz hakkı bile olamamıştır. Keza SSCB’deki Sovyet iktidarı da yenilerek Stalinist bürokrasinin iktidarına dönüşmüş ve işçi sınıfı önce siyasi olarak ve hemen ardından ekonomik olarak mülksüzleştirilmiştir. Nikaragua’da işçi sınıfı hem siyasi açıdan mülksüzdür, çünkü bunu sağlayacak araçlardan yoksundur; hem de ekonomik açıdan mülksüzdür, çünkü özel sermayenin gücü kırılmamıştır. Burjuvazi ise FSLN’nin iddiası doğrultusunda “siyasi olarak mülksüzleştirilmiş” olabilir; ancak ekonomik olarak hala mülk sahibi otorite konumundadır. Bunun nelere yol açtığı ise bugünün Nikaragua’sında rahatlıkla gözlemlenebilir.

 Ortega: Yeni Bir Somoza

1 – Ortega’nın Somoza’ya Dönüşümü

FSLN iktidarı ele geçirdikten hemen sonra ABD’de iktidara neoliberalizmin ateşli uygulayıcılarından Ronald Reagan gelmiştir ve Reagan Nikaragua’ya daha saldırgan yaklaşacaktır. Önce Nikaragua’ya yapılan yardımları engeller. Sonra Honduras sınırında kurulan ABD destekli Contra (Kontra) kamplarında eğitilen silahlı çetelerle Sandinist iktidara karşı kanlı bir savaş başlatılır. 1990’a kadar devam eden Kontra saldırılarında 30 bin kişi daha hayatını kaybeder.

Daniel Ortega 1985 seçimlerinde devlet başkanı seçilerek kolektif liderliğin yerini alır. Ancak Kontralarla verilen uzun savaş, sonucunda varılan uzlaşma ve bu süreçte uygulanan ABD ambargoları gibi etkenlerin sonucunda Şubat 1990’da Ortega ve Sandinistalar iktidarı kaybeder. ABD yanlısı Ulusal Muhalefet Birliği ve lideri Chamorro seçimleri kazanır. Ortega ve Sandinistalar 2006’ya kadar iktidardan uzak kalacaktır. 2006’daki seçimlerde ise Ortega yeniden devlet başkanı seçilip bugüne kadar iktidarı elinde tutar.

İlk dönem iktidarında FSLN’nin silahlı mücadele geleneğinin etkisiyle “radikal” görüntü devam etse de Ortega’nın 2006’daki dönüşü artık tipik “sosyal-demokrat” demagojiden ibarettir. 2006’daki seçim kampanyasında “uyum, aşk ve uzlaşma” söylemlerini yükseltir.

Ancak değişen sadece söylemler değildir. Ortega iktidara sermaye yanlısı bir ekonomi programının yürütücüsü olarak döner. Nikaragua artık emperyalizmle uyumludur, IMF programları uygular. İkinci Ortega iktidarında Nikaragua ordusu artık ABD ordusu ile ortak programlar geliştirmektedir.

Ortega ve eşi Rosario Murillo ise Nikaragua’nın önde gelen zenginleri haline gelmiştir, çeşitli sermaye grupları tarafından da desteklenmektedirler.

Önce Ulusal Muhafızlar, ardından Kontralar. Nikaragua halkının ödediği onca bedelin ardından ortaya çıkan yeni bir Somoza tiplemesidir: ekonomik ve siyasal gücü tek elinde birleştiren Sandinista Ortega ailesi.

Ortegalar, Sandinizmin geleneğinin tüm sembollerini kullanarak diktatörlüğü meşrulaştırmaya çalışıyor. Ülkede binlercesi olan “Yaşam ağaçları” Sandinizmin değil artık rejimin sembolü. Protestocular ağaçları yıkarken.

Ortegalar bir tesadüf sonucu bu hale gelmedi. Onların önünü açan, Sandinista devriminden sonra korunan ve yeniden üretilen toplumsal ilişkiler düzeyi oldu.

2 – Ortegalar’a Karşı Toplumsal Mücadele

Bugün Ortegalar yeni Somozalar halini almışken, Nikaragua halkı yoksullukla ve baskıyla boğuşmaya devam etmektedir. Özel sermaye altında ezilmeye devam eden emekçilerin mücadelesi artık bizzat Ortega tarafından bastırılmaktadır. Sonuç toplumsal patlama olur.

2018’in ilk yarısında öğrencilerin protestolarıyla başlayan protesto hareketi giderek yayıldı ve “Ortega istifa” talebini yükselten bir toplumsal mücadeleye dönüştü. Ülkenin pek çok yerinde gelişen protestolar barikatları doğurdu. Ortega ise protestolara sert müdahalelerle cevap verdi. Şimdiye kadar 100’leri bulan ölü sayıları iddiaları mevcut.

Ortega iktidarı ikinci döneminde ABD ile uyumlu hale gelse de, özellikle Ortega’nın son dönemlerde Çin ve Rusya ile geliştirdiği ekonomik ve askeri ilişkiden rahatsız olan ABD, Ortega karşısında alternatif düşünüyor elbette. Ama Amerikancı muhalefetin Ortega’ya karşı yükselen toplumsal hareketi kontrol ettiğine dair izlenimler mevcut olmadı.

Nikaragua’daki protestolar, bir zamanların devrimcisi şimdinin egemenleri Sandinistalar’ın çürümüş rejimine karşı yoksullukla boğuşan kitlelerin tepkisi olarak gelişti. Ancak en büyük problem “Ortega istifa” sloganı atanların da henüz alternatif bir siyasi projeleri bulunmaması.

Ortega diktatörlüğüne isyan eden ve öğrencilerin kıvılcımını çaktığı eylemlerde kurulan barikatlarda. Barikatlar, aylardır süren protestolarda rejim ve eylemciler arasında bölünmüş küçük alanlar yarattı.

Neticede en büyük emperyalist merkezlerden, ufak tefek sayılabilecek ülkelere kadar modern dünyanın her yerinde işçi sınıfının iktidarını ve uluslararası devrimi hedefleyen bir sürekli devrim programı dışında çıkış bulunmadığı, bir kez daha, bu defa Nikaragua halkının hikâyesiyle aşikâr hale gelmiştir.

Nikaragua’nın hikâyesinin tümüyle kendi sınırları içinde belirlenmediğini hatırlatarak noktalayalım. Bu açıdan, 1920’lerin sonunda ya da 1970’lerde Nikaragua’daki hareketin zayıflıkları, SSCB’deki Stalinist dönüşümden bağımsız ele alınamaz. Bugün baskı ve sömürü karşısında harekete geçen kitlelerin siyasi alternatife sahip olmaması da her defasında tek tek yerellerde değil, uluslararası düzeyde deneyimlerin birleşmesi sonucunda aşılacaktır.

KATEGORİLER
ETİKETLER