Mücadele, Mücadele, Mücadele – Emre Güntekin
Hayatın en ufak bir boşluğu affetmeyeceğini; iyi ve doğru olanın terk ettiği alanları kötülüğün ve caniliğin hızla dolduracağını dün Osmangazi Üniversitesi’nde yaşanan katliamla somut olarak görmüş olduk. Üniversitelerden savaş karşıtı, muhalif akademisyenler iftiralarla, uydurma gerekçelerle uzaklaştırılırken; onların bıraktığı boşluğu hangi zihniyetteki insanların doldurduğunu dün 4 akademisyenin katledilmesiyle acı bir şekilde tecrübe ettik.
İki hafta önce de Boğaziçi Üniversitesi’nden onlarca öğrenci gözaltına alındı, 10’u tutuklandı. Neden? İktidarın savaş politikalarına karşı çıktıkları için, Boğaziçi Üniversitesi’ni “ele geçirilmesi gereken bir kale” olarak gören İslamcı-faşist çetelere karşı mücadele yürüttükleri için, bu nedenle tutuklanan arkadaşlarına mektup gönderme kampanyası düzenledikleri için… Muhtemelen bu saldırılar durmayacak ve Boğaziçi’nde belki de yakın gelecekte ODTÜ’de veya bir başka üniversitede aynı saldırıları tekrar tekrar izleyeceğiz.
Peki, üniversitelerde ilerici öğrenci ve akademisyenleri tasfiye etmeye çalışıyorlar; açılan boşluğu kimler nasıl dolduracak; ne kadar sorguluyoruz? Emekçilerin, yoksulların çocukları kazandığı zaman göğüslerini kabarttığı Boğaziçi gibi ODTÜ gibi üniversitelerin bu şekilde yıpratılması, polis terörünün ve İslamcı-faşist provokasyonların yuvası haline gelmesi, bilimsel düşüncenin yok edilip iktidarın politikalarına ve vahşi sömürü uygulamalarına “bilim” adı altında mühür vuran birer noterliğe dönüştürülmesi kime kaybettirecek? İktidara bir şey kaybettirmeyeceği açık. Onlar zaten “biz ara eleman ülkesiyiz” diyerek çapsızlıklarını ortaya koydular; bilimmiş, araştırmaymış, sorgulamaymış kimin umurunda! Hal böyle olunca Nuriyelerin uzaklaştırıldığı fakülteleri çevresini FETÖ’cü diye ihbar eden, etrafındaki akademisyenleri tehdit eden Volkan Bayarların doldurması tesadüf değildir.
Aynı mekanizma her alanda işliyor. Boş bıraktığımız, uzaklaştırıldığımız her alan aynı bayağılık, saldırganlık, çürüme –nasıl tanımlarsanız tanımlayın- tarafından hızla dolduruluyor, daha doğrusu işgal ediliyor.
Boş bıraktığımız veya uzaklaştırıldığımız okul sıraları, boş bıraktığımız yurt odaları, sokaklar, televizyon ekranları, gazete sayfaları, sosyal medya… Hızla akıldışı bir iktidarın tahakkümüne giriyor ve aydınlık olan ne varsa koyu karanlığa gömülüyor.
Çocuklara her milletten insanı sevmeyi öğreten Barış Mançoların, Yaşar Usta gibi rolleriyle herkese onurlu yaşamanın önemini hatırlatan Münir Özkulların, elindeki bağlamasıyla “İnsan olmaya geldim!” diyen Arif Sağların, İnce Memed’le direnmeyi öğreten Yaşar Kemallerin yerini; haki üniformanın arkasına sıralanmış ihale ve rant kovalayıcısı, nefretin ve şiddetin şakşakçısı “sanatçı” süprüntüleri doldurmaya yeltenebiliyor.
Mesela eskiden televizyonlarda Bizimkiler, Süper Baba, İkinci Bahar gibi bizleri anlatan dizileri izlerdik; şimdi ise iktidarın propagandasından başka bir anlatıya sahip olmayan dizilerin hâkimiyeti söz konusu. Artık anlatılan değil; sadece anlatılanı almaya mecbur bırakılmış bir kör, sağır ve dilsiz bir yığın olarak şekillendirilmeye çalışılıyoruz.
En önemlisi gerçeğin bıraktığı boşluk, hızla yalan tarafından dolduruluyor ve buna alıştırılan kesim giderek genişliyor.
Bu satırlar karamsarlığı aşılamak için değil, tehlikenin farkına varıp bir şeyler yapılması konusunda var olan aciliyeti anlatabilmek için yazıldı.
Önümüzdeki en önemli sorumluluk gerçeği ifade ettikleri için üniversitelerden uzaklaştırılan, ihraç edilen, hapse atılanların bıraktığı bayrağı yerden kaldırıp korkusuzca taşımaktır. Bulunduğumuz her alanda. İşte, okulda, tribünde nerede imkan bulabilirsek… Mücadele, mücadele, mücadele… Hızla genişleyen, her alanı saran kötülüğe ve onun taşıyıcılarının önüne geçebilecek başka bir bariyer bulunmamaktadır.