Mikrofon Emekçilerde – 4 | İşçi Sınıfının Güç Birliğine İhtiyacımız Var!
Mikrofon Emekçilerde dizimiz devam ediyor. Son röportajımızdan bu yana İstanbul’da Krize Karşı Emekçi Mitingi ve İstanbul İşçi Buluşması gerçekleşti. Bu haftaki röportajımızı her iki işçi organizasyonunda da yer alan Hasıl İzzet Kulilk ile gerçekleştirdik. Hasıl İzzet, bir senedir bir yeminli mali müşavirlik ofisinde denetçi yardımcısı olarak çalışıyor. Ancak uzun yıllar boyunca tekstil sektöründe çalışmış, akrabalarının büyük çoğunluğu tekstilde çalışmaya devam ediyor. Bu yüzden Tekstil İşçileri Güç Birliği’nin gönüllüsü olmuş ve faaliyetlerini yürütüyor.
Sosyalist Gündem: Merhaba Hasıl İzzet. Bu röportajımızı İstanbul İşçi Buluşması’nın akşamında gerçekleştiriyoruz. Öncelikle senden başlayalım. Ne iş yaparsın? Nasıl geçiniyorsun?
Hasıl İzzet: Şu an bir mali müşavirlik ofisinde denetçi yardımcısı olarak işçilik yapıyorum. Aynı zamanda ofisin serbest muhasebe işlerine zaman zaman el atıyorum.
Mali müşavirlik ofislerinde bir yandan mali müşavir olmuş serbest çalışanlar var. Öte yandan onların yanında çalışıp, onların işlerini gören ancak işçi olarak ücretli çalışanlar var. Bir mali müşavirlik ofisine girdiğinizde genellikle “iş öğretme” bahanesiyle asgari ücretten çalışırsınız. Daha “deneyimli” olanlar ise ancak 2.500 – 3.000 TL ücret elde edebilir ancak.
Bu işte sabahtan akşama kadar zihinsel olarak çok ciddi bir yorgunluk oluşuyor. Çalışma saatlerimiz 9-10 saat. Bu açıdan baktığımızda emeğimizin karşılığını alıyor muyuz? Aslında almıyoruz. Patronlardan bize kalan sadece kırıntı…
“Neoliberalizm, İnsanları Yarış Atı Gibi Görüyor”
Hep aynı şikayetleri duyuyoruz. İyi ama milyonlarca emekçi bu koşullara neden katlanıyor?
Ülke genelinde özellikle son yıllarda ekonomik krizin kendisini iyice hissettirdiğini görüyoruz. Neoliberalizm, insanları yarış atı gibi görüyor. Önce okul, okul bittikten sonra iş, iş hayatında da ömrünün sonuna kadar yarış içerisinde.
Özellikle özel sektörde çalışanlara baktığımız takdirde iş güvencesinin olmadığını görüyoruz. Özel sektörün genelinde de ücretlerin düşük olduğunu görüyoruz. Bu nedenle insanlar genel itibariyle bu koşullara el mahkûm gözüyle bakıyor.
Bu koşulların değişmesi için işçilerin bir araya gelmesi ve mücadele vermesiyle mümkün olabilir. Onun haricinde tek başına girilen çabaların çok bir faydasının olmadığını, olmayacağını görüyoruz.
Bu tabloyu değiştirmek hedefiyle ortaya çıkan girişimlerden birini konuşalım öyleyse. Tekstil İşçileri Güç Birliği’nden bahsedelim. Nedir bu? Neyi hedefliyorsunuz?
Öncelikle şunu söylemek gerekiyor ki işçilerin en örgütsüz olduğu sektörlerden birisi tekstil sektörü. Yoğun bir emek sömürüsü var. Çalışma saatleri çok uzun, ücretler düşük. Benim de uzun yıllar çalıştığım bir sektör olduğu için iyi biliyorum koşullarını.
Bu koşulları değiştirebilmek, bir araya gelip mücadele etmekten geçiyor. Bireysel bazlı mücadelelerin herhangi bir başarısı söz konusu olamaz. Bunun bilinciyle tekstil sektöründe böyle bir oluşum meydana getirdik. Tekstil İşçileri Güç Birliği‘ni kurduk. Çekirdek bir kadro bir araya gelmiş durumda. Yapacağımız çalışmalarla birlikte bunu daha da ileri taşıyacağımızı düşünüyoruz.
Ben şu an için farklı bir işte çalışıyor olsam da sektörler arasında fark görmüyorum. Aslında işçilerin hepsinin kaderi aynı. Hepsi aynı koşullara mahkum edilmiş. Kimisi zihinsel emek, kimisi kol emeği harcar, fark etmez. Hepsi aynı sömürüye maruz kalıyor. Bizim sen tekstilcisin ya da sen muhasebecisin gibi ayrışmak yerine hepimizin birlikte işçi sınıfı olduğumuz bilinciyle bir araya gelmemiz gerekiyor. Mücadeleyi birlikte verdiğimiz ölçüde başarı şansımız olur. Ben de uzun yıllar çalıştığım ve iyi tanıdığım tekstil sektöründeki bu mücadeleye sektör fark etmeksizin destek oluyorum.
“Eğer bir yerde örgütlü değilseniz, mutlaka örgütlenin!”
Bugün (Pazar) İstanbul İşçi Buluşması gerçekleşti. Neydi bu buluşmanın amacı? Bundan sonra neler yapacaksınız?
İşçi sınıfının 1960’lar-70’ler boyunca kazanmış olduğu haklar, 1980’lerle birlikte neoliberal politikalar aracılığıyla tek tek elinden alınmaya başlandı. İşçi sınıfının örgütlü gücü dağıtıldı. Dahası geldiğimiz süreçte sendikalarda da bürokrasi ile birlikte “itibardan tasarruf olmaz” mantığıyla yaşam süren bir katman oluştuğunu görüyoruz. Aslında işçilerin haklarını savunması gereken işçilerin sırtında birer parazite dönüştü.
Özellikle son yıllarda ekonomik krizin yakıcılığı, artan enflasyon, zamlar, ek vergiler dikkate alındığında, emekçi kesim için hayat yaşanılamaz bir hale geldi.
Biz bu buluşmayı gerçekleştirirken bunları göz önüne aldık. İlerleyen zamanda işten çıkarmalar, tazminat ya da buna benzer haklarımız konusunda oluşabilecek sorunlar için bir araya gelip tartışabileceğimiz ve bunlara çözümler bulacağımız bir araç kurmayı hedefliyoruz.
Bu buluşmaya kafe-bar, tekstil, eğitim, enerji gibi sektörlerden katılım ve destek oldu. Bunu iyi bir başlangıç sayıyoruz.
Bütün işçi arkadaşlara şunu söylemek istiyorum. Eğer bir yerde örgütlü değilseniz, mutlaka örgütlenin! Çünkü mücadele tek başına yürütülemez. Patronlar nasıl örgütlülüğe sahipse – arkalarında koca bir devlet mekanizması var, polisi var, yargısı var – bizim de onlara karşı örgütlenmemiz gerekiyor ki haklarımızı kazanabilelim.
Bu buluşmada yeni bir sendikal soluktan bahsettiniz. Biraz bu meseleyi açalım isteriz. Önemli bir tartışma gibi görünüyor.
Mevcut sendikaların en azından onda yedisinin işçilerin sorunlarına dair herhangi bir ilgisinin olmadığını görüyoruz. Sendika bürokrasisinin oluştuğunu görüyoruz. Aidat topluyorlar, keyif sürüyorlar! Sendika ağaları işçileri umursamıyor.
İşçiler bugün sendika üyesi olduklarında bile ne yazık ki sahipsiz kalabiliyor. İşçilerin zihninde sendika meselesi öyle kötü bir sicile sahip ki… Biz bu algıyı değiştirmeyi hedefliyoruz.
Biz işçilerin güç birliğini kurmak için yola çıkarken, bunları göz önünde bulundurduk. İşçinin sorunlarına eğilen, işçiyle birlikte mücadele eden bir sendikal anlayışı yeşertmek için mücadele ediyoruz.
İçinde bürokrasinin olmadığı, aidat sendikacılığının yapılmadığı, her zaman işçinin yanında olan, deyim yerindeyse işçiyle yatan işçiyle kalkan bir sendika anlayışı geliştirmek lazım.
Karl Marks’ın artı-değer teorisinden yola çıkarsak, bir patronun kârını maksimize etmesi, tamamen işçileri sömürmesine bağlı. Ne kadar çok işçi ücretini kısarsa o kadar çok kâr elde edecektir. Bizim derdimiz de patronun artı-değer / kâr maksimizasyonu çabasına karşı kendi ücretimizi artırmak, sosyal haklarımızı geliştirmek, çalışma saatlerimizi düşürmek için mücadele etmek.
“Göçmenler olmasa patronlar maaşlarımızı daha mı yüksek yapacaktı?”
Yine bugünkü buluşmada göçmen işçiler meselesi de ele alınan önemli başlıklardan birisiydi. Kim düşman kim kardeş?
Sınıf mücadelesi verirken kimlikler, ırklar arasında işçilerin sıkıştığını görüyoruz. Bu yanlış bir şey. Nasıl mı yanlış?
Bizi sömüren Kürt ya da Suriyeli göçmen değil. Bizim cebimizdeki paraya bile göz diken, patronlardan başkası değil açıkçası. “Suriyeliler yüzünden maaşlarımız azaldı, kiralar arttı” gibi saçmalamak yerine bir araya gelip patronlara karşı ortak bir mücadele vermek zorundayız. Göçmenler olmasa patronlar maaşlarımızı daha mı yüksek yapacaktı bugün?
Aslında patronlar bizim maaşlarımız ya da diğer haklarımızı kısarken, bir yandan da Kürt ya da Suriyeli veya göçmenler gibi günah keçileri ortaya atarak tuzak kuruyorlar. Bizim bu tuzağa düşmememiz gerekiyor. Birlikte, ortak düşmana karşı mücadele etmek gerekiyor.
Ülke gündemine de bakalım biraz. Eski AKP’li Başbakan Ahmet Davutoğlu geçtiğimiz hafta “Gelecek Partisi”ni kurdu. Yine eski AKP’liler Abdullah Gül’ün hamiliğinde Ali Babacan tarafından bir parti daha kurulacağı biliniyor. İşçi sınıfı, bu yeni partilere nasıl yaklaşmalı?
Ahmet Davutoğlu ya da Ali Babacan’ın partilerinin emekçi kitlelerin sorunlarına eğileceğini ya da ülkenin sorunlarını çözeceğini düşünmüyorum. Ne ekonomik ne de Kürt sorunu gibi politik sorunları çözemezler.
Çünkü bunların beslendikleri siyasi yer de neoliberalizme dayanıyor. Bugün AKP aşırı baskıcı ve sömürücü bir politikayla emekçilerin canını çıkarıyor. Ama bunlar başa gelse farklı olacağını düşünmüyorum. Belki bir tık daha az olur ama yine sömürüleceğiz, yine kötü koşullarda, yine güvencesiz çalışacağız.
İşçilerin dostu aslında işçilerden başkası değildir. İşçi sınıfının kendi iktidarını kurması gerekiyor. Çünkü milyonlarca kişiyiz, üreten biziz. Bu döngü bizim sırtımızdan dönüyor. Bu yüzden bizim umudu başka yerde değil kendimizde aramamız gerekiyor. Hiçbir düzen partisinin farklı bir şey sunabileceğini düşünmüyorum.
Bizden bu haftalık bu kadar. Son olarak senin eklemek istediklerinle bitirelim.
Gebze’de Trelleborg fabrikasında işçiler greve çıktı. İşçilerin hakları için greve çıkması en doğal şey. Ve Trelleborg işçileri böyle bir mücadele ortaya koyarak bütün işçilere bir mesaj vermiş oldular. Ben de Trelleborg işçilerine selam ve dayanışmalarımı gönderiyorum.
Bana mikrofon uzattığını için teşekkür ediyorum.
Ne demek, biz teşekkür ediyoruz…