Mikrofon Emekçilerde 21 – Soyyiğit Gıda İşçisi: “Örgütlenmeye Başlıyoruz!”

Mikrofon Emekçilerde 21 – Soyyiğit Gıda İşçisi: “Örgütlenmeye Başlıyoruz!”

Merhabalar! Mikrofon Emekçilerde serimizi bu hafta İstanbul – Esenyurt’taki Soyyiğit Group isimli gıda üretim fabrikasında çalışan işçi arkadaşımızla gerçekleştiriyoruz. Esenyurt – Kıraç bölgesinde yaklaşık 400 işçinin çalıştığı Soyyiğit fabrikası, Kent Boringer başta olmak üzere çeşitli markalar altında bulyon, kabartma tozu, nişasta, un, kahve, yağ gibi ürünler üretiyor. Soyyiğit fabrikasının patronu, son yıllarda işçilerin haklarına yönelik saldırılarını büyütmeye başladı. Bunun üzerine fabrika işçileri örgütlenme kararı alarak işyeri komitelerini kurmaya başladı. İlerleyen süreçte örgütlenmenin büyümesi için daha büyük adımlar atılacak. Biz de Soyyiğit işçilerinin seslerini duyurmak için onlarla bir röportaj gerçekleştirdik.

Sosyalist Gündem: Merhaba. Tanışalım öncelikle.

Merhaba. İsmim şimdilik “esmer adam” olsun. Ben yaklaşık 5 yıldır Soyyiğit Gıda’da çalışıyorum.

Ne üretiyorsunuz fabrikada?

Bulyonlar, şekerli vanilin, hamur kabartma tozları, puding, mısır unu, nişasta, oralet, çikolata, toz içecekler, kahve, hazır çorba… Genellikle Bim ve Şok marketlere çalışıyoruz. Bir de yurtdışına. Yurtdışı üretimi daha çok. Geçenlerde Amerika’yı da bağladı.

Fabrikada çalışma koşullarınızla başlayalım. Nasıl özetlersin?

Fabrikada 400 kadar işçi çalışıyor. %60-70’i kadın işçiler.

İlk yıllarda ciddi maddi sorunlar yaşamıyorduk. Ödemeler görece düzenliydi. Erzak yardımı gibi çeşitli katkılar alıyorduk. Mesela haftanın iki günü izinliydik, evde ailemizle vakit geçirebiliyorduk. Şimdi ailemizle vakit geçirmeyi bırak, evimizi ancak otel olarak kullanabiliyoruz.

İş ortamı çok sıkıntılı. Fabrikada işçi sağlığı söz konusu değil. Bizim orada toz içecekler vb. üretiliyor. Gerekli havalanma sistemleri olmadığından ya da yetersiz kaldığından toza maruz kalıyoruz. Yönetim, işçileri yapmamaları gereken işlerde çalıştırıyor. Mesela operatörlere mekanik işler, kaynak işleri yaptırıyorlar. Hiçbir belgeleri olmadan. İşçilere hor davranıyorlar. Hakaret, aşağılama, küfür… Patronlar gelip işçilere hakaret ediyor, bir de üstüne işten kovuyor.

Son zamanlarda işlerimiz daha da kötüye gitmeye başladı. İşyeri açısından değil tabii ki, biz işçiler açısından…

Neler oldu?

Mesela bir fabrika müdürümüz var. Tam bir işçi düşmanı! Yani “ben ne yapabilirim de patrona yaranabilirim” diye elinden geleni yapıyor. İşçileri azaltmaya çalışıyor ama buna rağmen tam kapasite çalışmayı zorlayarak işçileri sıkboğaz ediyorlar. Yeni ve teknoloji yoğun makineler alınıyor, yeni yatırımlar yapıyorlar. Ama bir yandan da işçileri işlerinden ediyorlar.

Şimdiye kadar işçiler olarak fabrikada hiçbir kazanımımız, kârımız olmadı. Aldığımız fazla mesai ücretlerinde bile patronun gözü oldu. “Bu adam neden gelmiş, ne iş yapıyor” diye müdürlere laf ediyor. İyi de sen çağırmışsın, fazla mesai yapsınlar demişsin! Hem fazla çalıştırıyor hem de laf ediyor.

“PATRON FABRİKADA SİLAHLA GEZİYOR”

Bir gün yemek molasından dönerken (molamız 30 dakika), tam üretim alanına varmak üzereyken köşeden patron saatine bakarak geliyordu. Baktı 2-3 dakika geçmiş, hemen “ee 3 dakika geçmiş, neden makine başında değilsin” dedi. Ben sabahın 8.15’inde iş başına geliyorum, 15 dakikamı kendimden sana veriyorum, sen bana iki dakikanın, üç dakikanın hesabını yapıyorsun!

Ben soruyorum patrona: Sen fabrikada bizim yanımıza neden silahla geliyorsun?

Patron fabrikada silahla mı geziyordu?

Evet, “büyük patron” Fikret Soyyiğit, fabrikada silahla geziyor. Öyle zamanlar oluyor ki silahı bize kemerinin altından gösteriyor. Hayırdır? Burası Teksas mı? Biz buraya ekmeğimizi kazanmaya geliyoruz. Neden böyle bir şey yapıyorsun?

Ya da insanlara neden bağırıyorsun? Makineler çalışsa bile illa bir şeyler arıyorlar. Çöpleri karıştırıyor adam yahu! İnsan çöpü karıştırır mı be! Koli, kutu düşmüş mü diye çöpe bakıyor. “Beni zarara sokmuşlar mı?” diye bakınıyor.

“BİZİM FABRİKADAKİ ÜCRETLİ KÖLELİK DÜZENİ!”

Sen yerini bil, biz işimize zaten sahip çıkarız. Biz çalışmak için buradayız.

Öyle bir izlenime kapılmışlar ki biz onların kölesiymişiz gibi. Şu an bizim fabrikadaki düzen ücretli kölelik düzeni! İşçilere istediğimizi yapabiliriz, istersek kovarız, istersek çalıştırırız… Sürekli böyle.

Sürekli üretim müdürü değişiyor, idari işler müdürü değişiyor. Senin müdürlerin senin yanında durmuyor. Neden? Senin demek ki dönüp de aynada önce kendine bakman lazım.

Ben buraya gelip de 10 saat, 12 saat, 16 saat senin için çalışıyorsam sen hakkımı vermek zorundasın, bana insan gibi davranmak zorundasın. Ama bana yaptığın tek şey kölelik muamelesi! Ben senin kölen değilim! Biz senin kölen değiliz! Biz buraya geliyorsak, ekmeğimiz için geliyoruz. Bize köle muamelesi yapamazsın.

“YEMEKHANE KUYRUĞU 24 DAKİKA SÜRÜYOR”

Yemekhane ve yemekler nasıl?

Yarım saat yemek molamız var. Öğlen 1’de yemeğe çıkıyoruz. 15-20 dakika sadece sıra beklemekle geçiyor. Bir gün hesapladım, sıranın başıyla sonu arasında tam 24 dakika sürdü. Ben ne zaman yemek yiyeceğim? 6 dakika içinde yemek mi yiyeceğim, mola mı yapacağım, dinlenecek miyim? Yemek molamızda içtiğimiz sigaraya bile karışıyorlar. Ben iş başvuru formunda yazmışım sigara içiyorum diye. Ona da karışmayacaksın kardeşim…

Geçenlerde yeni bir tesis yaptılar yemekhane için. Bizi memurlardan ve yöneticilerden ayırdılar böylece. Eskiden beraber yemek yiyorduk. Hoşumuza gidiyordu. Şimdi, işçi ayrı memur ayrı yerde yemek yiyecekmiş. Neden? Aynı yemek değil mi? Sen benim sayemde oralara çıktıysan eğer benimle yemek yemekten gurur duymalısın. Ama yok, o da yok…

Bir de taşeron çalışmadan bahsetmiştin röportaj öncesinde.

İlk zamanlarda taşeron yoktu ama mesela beni inşaat işçisi olarak sigortaya kaydetmişler ve Edirne’de göstermişler. Bunu da bir gün sigortanın beni aramasıyla öğrendim. İş saatinde aradıkları için daha sonra konuşalım dedim. O sırada insan kaynakları müdürü bizi odaya çağırdı ve “sigortaya bu yazdıklarımızı söyleyeceksiniz, bunu dışına çıkmayacaksınız” dedi. Neden dedim, bana dedikleri tek şey şu: “Öyle gerekiyordu öyle yaptık.”

Biz o gün mecburiyetten boyun büktük. Bizim sesimizi duyuracak kimsemiz yoktu o zaman. Sesini çıkaran işten atılıyordu.

Daha sonra bunlar büyümeye başladı. Yeni makineler geliyor, fabrika arazisi içine yeni tesisler yapılıyor. İşçi sayısı yeterli gelmediği için ve bütün çıkan işçiler fabrikadaki çalışma koşullarını kötülediği için eleman bulamadılar bir süre.

FABRİKADA İŞÇİLER 3 GRUBA BÖLÜNDÜ

Yeni bir dönem başladı: Taşeron çalışma. Sigortaları var mı yok mu bilmiyoruz. Gelen taşeronlara başta bizden daha iyi davrandılar. Ama bu defa sayı artınca çay kuyrukları, yemek kuyrukları iyice uzadı. Eskiden ekmek kuyrukları vardı ya, aynı onun gibi. Başı var sonu yok. Bu sefer taşeron işçi kardeşlerimiz de tepkilerini dile getirmeye başladı.

Anlaştıkları taşeron şirketin işçilerinin sayısı azalınca başka bir taşeron şirketle daha anlaştılar. Şimdi biz fabrikada işçiler olarak üç grubuz. Bir “bordo yelekliler” var, bir “beyaz önlüklüler” var, bir de biz varız.

Yöneticiler nasıl davranıyor?

Mücahit Onan isimli bir fabrika müdürümüz var. Mesela bir sıkıntın olduğunda gidip anlatıyorsun derdini. Hemen terslemeye başlıyor. Pandemi döneminde hastalığın yaygınlaşmasına rağmen çalıştırıldık. Mesela ben fabrikadayken Covid’e yakalandım. Bir kere arayıp sormadılar bile “nasıl oldun” diye. Ama raporumun bitmesine bir gün kala arayıp “yarın tekrar test ol, hemen gel iş başı yap” dediler. Hastayken umurlarında değilsin ama iş ihtiyacı olunca kıymete biniyorsun.

Kat sorumlusu olarak da kadın personel alındı işe. Ama fabrika yönetimi öyle kaba davranıyor ki kadın yöneticiler bile hakaret ederek ortalıkta dolanıyor. Mesela kadın işçilerin özel hastalıkları olduğunda izin bile verilmiyor.

Hep baskıcı olmaya çalışıyorlar. “İpin ucu bende yakalayabilene aşk olsun.”

Yöneticiler, patron kata ya da bölüme girince panik oluyorlar. Hemen bir ıslıklar, komutlar… Yalakalık yapmaya çalışırlar. Patron gittiği zaman bu defa yöneticiler kral kesilir. Ama hiç düşünmüyorlar ki orada biz işçiler işi bırakırsak eğer bu yöneticiler hiçbir işe yaramayacak.

Ürünler aslında genel olarak güzel. “Sen o ürettiklerinizi evine götürüp gönül rahatlığıyla yiyebilir misin?” dersen, genel olarak evet derim. Makineleri de iyi aslında. Bunlar bizim milli servetimiz aslında. Biz olmazsak o makineler de olmaz.

Patron bana sana güvenip de o makineleri alıyor ama bir yandan seni hor görüyor. Biz bugüne kadar sesimizi içeride duyuramadık. Ama artık dışarıda da duyurmak istiyoruz. Bizim köle olmadığımızı bütün patronların duymasını istiyoruz.

İçeride işçiler arasında kademe ayrımı yapıyorlar. Ama üretim sürecinde bir işçi olmazsa ben de olmam. Üretim bütünlüklü ilerliyor.

Bizim derdimiz “bu fabrikadan çık ona gir, oradan çık öbürüne gir” değil. Sevdiğimiz bu işi, iş sağlığını düzeltilerek ve bize daha iyi davranılarak yapmak istiyoruz. Haklarımızı kaybetmeyecekler. Mesela son zamanlarda avans hakkımızı elimizden aldılar. Şimdi de fazla mesailerimizi bölmek istiyorlar. Yani maaşı ayın 5’inde fazla mesaiyi ayın 15’inde ödeme kararı almışlar. Ama gelip de “arkadaşlar böyle bir sıkıntımız var da, mesaileri şöyle yapalım böyle yapalım” diye bir şey yok. Yapıyorum kardeşim, istemeyen gitsin diyorlar.

Sürekli yeni yatırımlar yapılıyor. Son yıllarda 10 milyon dolara yakın. Yani 84 milyon TL’ye yakın bir para. Bu para nereden geliyor? E biz üretiyoruz ya. Bizden geliyor, bizim gücümüzden geliyor. Sen bu kazandığını bizimle paylaşmak yerine bizim maaşımıza göz dikiyorsun, mesaimize göz dikiyorsun.

Tesisler büyüyor, makineler çoğalıyor, ama sizin payınız küçülüyor…

Evet, gitgide payımız küçülüyor. Onlara geliyor muslukla, bize geliyor damla damla. Damla da kesildi artık. Bir tık, sonra bekliyorsun ki devamı gelsin…

Mesaimizde gözü olan patron istemiyoruz. Bize hakaret eden, küfür eden patron istemiyoruz. Bütün işçi arkadaşlarım seslerinin duyulmasını bekliyor. Bunu gerek patronlara gerekse bütün işçi sınıfına duyurmamız lazım.

O yüzden sadece burada da değil. Bir fabrikada mücadele veriyorsak, bütün işyerlerindeki işçilerin bundan haberdar olması lazım. Patronlar, paranın, sermayenin güçlü olduğunu göstermeye çalışıyor ama yanlış! İşçilerin hepsi kardeştir, eğer mücadele edeceksek bunu her yerde hedeflemek lazım. Mücadelemiz sadece Soyyiğit’ten ibaret olmayacak. Biz Soyyiğit’te doğmadık ki orada ölelim. Ekmeğimiz her neredeyse biz orada mücadele edeceğiz. Önemli olan bizim örgütlenmemiz ve mücadele etmemiz.

Bir şey yapamıyorsak bile elimizdeki haklarımızı elimizden almalarına izin vermememiz lazım. Mesela şu an pazar tatillerimizi de kaldırmaya çalışıyorlar. Neymiş, hafta içi bir gün izin verilecekmiş, pazar günleri çalışacakmışız. Buna karşı da mücadele etmemiz gerekiyor.

“HAKKIMI VERMEZSEN ŞALTERİ İNDİRİRİM!”

Peki, Soyyiğit işçilerini nasıl bir mücadele bekliyor? Neler yapılması lazım?

İşçi arkadaşlarımı sağduyuya davet ediyorum. Haksızlığa kızıp işi bırakmanın anlamı yok. İşimize dört elle sarılacağız ve bunun mücadelesini işten çıkmakla değil de fabrikada masaya yumruğunu vurarak yapacağız. Diyecek ki “kardeşim ben bu hakkımı arıyorum, eğer vermezsen şalteri indiririm!”.

Gerektiği zaman sendika üyeliklerine de başlayıp hızlıca tamamlayacağız. Eğer sağlam ve güvenilir bir sendika bulursak… Ama bu hemen bir sendikaya üye olacağız anlamına gelmiyor. Bu bazen aylar alır. Ama en azından işyerinde sesimizi duyuracak ve bizi temsil edecek işyeri komitelerimizin ve işçi temsilcilerimizin olması lazım.

Mesela yakın zamanda işyeri işçi temsilcisi seçimi oldu. Oylarımızı kullandık. Aslında bizim oy verdiğimiz başka bir aday kazanacaktı. İki hafta sonra sonuçlar açıklandı. Boş zarfları kendileri doldurup kendi elemanlarını kazandırdılar. Eğer “patronun seçtiği” kişi bizim haklarımızı savunacaksa olsun, ama ben bunu yapacağına inanmıyorum. Daha önceki temsilci işyeri denetimi sırasında biraz karışık ifadeler verince patron yeni temsilci seçim sürecini başlatmıştı. İşte sonucu…

Gerek sendika, gerek işçi komiteleriyle fabrika içinde illaki bir şeyler yapacağız. Sizi yıllardır tanıyorum. Tabii ki sizin de desteğinizle ilerleyeceğiz. Patronlar sürprizlere hazır olsun.

Şu an alttan sağlam bir temelle örgütlenmemize başladık. Bizim yanımızda olan arkadaşların hepsini bir araya getirdikten sonra örgütlenmemiz daha da genişleyecek. İşyerinde herhangi bir haksızlığa uğrayan birisi olursa onu hemen yanımıza çekeceğiz.

Fabrikayı gelecekte neler bekliyor dersin?

Bizim patron kabadayı müsveddesi. Belinde silahla geziyor yahu. Büyük terbiyesizlik. Silah nedir yahu! Mertlik kalple olur silahla olmaz. Gel karşımıza oturalım konuşalım. Silah ne? Burası dağ başı değil. Patron gelir küfreder gider, oğlu gelir söver gider, müdür gelir… Daha bizim müdür yeni geldi, 3-4 gün oldu. Diyor ki “yahu kardeşim ben nereye düştüm?”.

Bir gün fabrikadayım. Eski bir müdürümüz vardı. Patron bizim bölüme gelmiş. Müdür de patrondan hakaret yememek için kolilerin arkasında saklanmış. Hemen durumu anladık. O sırada bir işçi patrona bir şeyler söyledi, başka bölümde birkaç makinede sorun mu varmış neymiş. Tabii patron da hemen koşa koşa oraya gitti. Müdür de derin oh çekti.

“İŞÇİYİ KIZDIRIRSAN FABRİKAN DA ELDEN GİDER”

Ben hiç görmedim bir patronun bir gün gidip de bir işçinin evine misafir olduğunu, yemeğini yediğini. Ya da hiç görmedim bir patronun “acaba bu işçinin borcu mu var harcı mı var” diye düşündüğünü. 80 milyon liralık yatırım bir gecede yükselir bir gecede batar o önemli değil.  İsterse 100 trilyon yap. Ama işçileri bir kızdırırsan fabrikadan da elden gider.

Bizim çalışma koşullarımız bizim değil de işverenin inisiyatifine kalmış. Mesela makine çalışmaz, bu makine neden çalışmıyor diye bir de bize sorar. Bakım yapmaya zaman kalmıyor ki! Dinlenme fırsatımız bile yok. Patronun mantığı “Rabbena hep bana”.

Bazen düşünüyorum, “Covid-19 bunlara iyi mi geldi acaba” diye. Çünkü devlet bunlara hep destek veriyor. Ufak bir baraka bile yapsalar devlet bunlara yatırım desteği, yani para veriyor. Büyüyorlar, büyüyorlar… 7-8 sene önce 200 bin TL harcayıp bir depo yapmışlar. Şu an o depoyu yıkıyorlar. Ne kadar da kolay yıkıyorlar. 200 bin çöp. Ne yapıyorlar? Gelsin yeni yatırımlar, yeni teşvikler.

Patronlar aile boyu. Hakkı Soyyiğit yönetim kurulu başkanı, Fikri Soyyiğit asıl patron, Aydın Soyyiğit ve Temel Soyyiğit de diğer ortaklar. Genellikle firmayla ilgilenen Fikret Soyyiğit. Bizim patronlar işçiyi hep aşağıda görüyor. Hiçbir gün görmedim ki “arkadaşlar bir derdiniz sıkıntınız var mı” diye işçinin yanınsa gelsinler. Hiçbiri yok! Ama yeter artık. Gözümüz açıldı. Artık buna bir dur demenin zamanı geldi.

Gerek sosyal medya, gerek basın, gerek işyeri komitesi, gerek sendika… Her yolu deneyeceğiz. Her şekilde mücadele edeceğiz.

Bütün işçi arkadaşlarımdan bu mücadeleye destek vermesini bekliyorum. Ben destek vereceklerine de inanıyorum. Umudum yüksek.

Biz de sizin mücadelenizin yanında olacağımıza söz veriyoruz. Ne gerekiyorsa, mücadeleyi birlikte omuzlayacağız. Varsa son eklemelerini alalım kısaca.

Geçen benim oğlum ağlıyordu. “Baba sen kötü bir babasın” diye. Ne oldu oğlum dedim, “biz senin yanımızda olmanı istiyoruz ama sen hep çalışıyorsun”. Daha 6-7 yaşında bu çocuk. En son anaokuluna yazdırdık, başkalarıyla arkadaşlık kursun da beni unutsun bari diye.

Oğlum az önce evden çıkarken “of baba yine mi işe gidiyorsun” dedi. “Yok oğlum bu sefer işe değil” dedim. “Sizin geleceğiniz için gidiyorum bu sefer” dedim. Yolumuz açık olsun.

ETİKETLER