Mikrofon Emekçi’de 15: Müzik Emekçisi Lütfücan Kapucu ile Röportaj
Sevgili Lütfücan, öncelikle seni biraz tanıyalım. Müzikle ilişkin nasıl başladı, bu süreçte kimlerden ilham aldın?
Müzikle doğrudan ilişkim hayatımın ortaokul sonu, lise başı döneminde başladı. Çocukluktan itibaren bir ilgim vardı tabi; ama küçük bir mızıka ve okul eğitimindeki blok flütü saymazsak kendime ucuz bir klasik gitar aldığım dönem ortaokulun son zamanlarına tekabül ediyor. O zamanlar imkanlar el verdikçe her şeyi dinlemeye çalışırdım, özellikle büyük rock gruplarından Pink Floyd’u fazlaca dinlediğimi, gitar özelinde ise Pat Metheny’nin beni etkilediğini söyleyebilirim. Bu dönemler kendi başıma gitar çalmaya başladım, bir süre sonra çalım tekniğimin yanlış oturmaması için doğup büyüdüğüm yer olan Trabzon’da çok iyi bir blues gitaristinden dersler aldım. Daha sonraları nasıl olduğunu hatırlamadığım bir şekilde Erkan Oğur’un “Bir Ömürlük Misafir” albümü elime geçti. 2010-2011 yılları olması lazım. Albümü dinlediğim andan itibaren baştan sona tüm parçalarda kendimden geçtiğimi, kendimi böyle bir müzikle ifade etme isteğinin oluştuğunu hatırlıyorum. Tabii ki albümün baş kahramanı perdesiz gitar, müthiş ifade gücü olan bir enstrüman. Hayatımın dönüm noktası olduğunu söyleyebilirim. Daha sonra perdesiz gitar çalmak isteyen her gitaristin geçtiği aşamalar: eldeki gitarın perdelerini söküp derme çatma bir enstrümanla çalmaya başlamak, daha sonra bir gitar yapımcısı tarafından klavyesi değiştirilen düzgün bir perdesiz gitara terfi etmek…
Peki profesyonel müzik dünyasıyla ne kadar zamandır içli dışlısın? Ne tür çalışmalarda yer alıyorsun?
2012 yılında üniversite eğitimi için Ankara’ya yerleştim. Erkan Oğur’la tanışıp bir süre çalışma imkanım oldu. Burada lisans eğitimim müzik üzerine olmamasına rağmen vaktimin büyük kısmını müziğe ayırıyordum. Bulabildiğim her alanda çalma çabaları…
Üniversitenin halk müziği korosunda yine Erkan Oğur’un kopuz diye adlandırdığı ve tamamen kendisine has çalım tekniği ile icra edilen enstrümanı çalmaya başladım. Okulun müzik bölümünde daha fazla vakit geçirdiğim için müzisyenlerle ve eğitmenlerle tanışma fırsatım oldu. Bu süre içinde özel bir müzik kurumunda da gitar dersleri vermeye başlamıştım. Tüm bu bağlantılar vesilesiyle küçük sahneler almaya başladık. Daha sonra müzik üzerine yüksek lisans yapmaya başladım, İstanbul’a taşındım ve burada müzik festivalleri, performans sahneleri, kafe-bar gibi alanlarda her türden konserlere katılmaya ve stüdyo kayıtlarında çalmaya başladım.
Küçük yaşlarda müziğe ilgi duyup kendini geliştirme çabandan bahsettin. Bir hobi olarak müzikle uğraşmakla, müzik sektöründe yer alarak geçinmeye çalışmak arasında nasıl bir gerilim var? Kendi hayatından örnekler verebilir misin bu konuda?
Müziği profesyonel düzeyde icra edebilmek için çok fazla vakit ayırmak gerekiyor. Sadece hobi olarak müzikle uğraşmak bazı insanlar için bir tercihken bazıları için ise bir zorunluluk. Eğer müzikle ilişkiniz çok kuvvetliyse tüm vaktinizi ona ayırıyorsunuz ve bu sizin mevcut düzen içinde başka bir iş ile geçiminizi sağlamanızı neredeyse imkansız hale getiriyor. Hepimiz hangi iş olursa olsun çalışma saatleri ve koşullarını biliyoruz.
Profesyonel olarak müzikle uğraşıp başka bir mesleği de yapan insan sayısı yok denecek kadar azdır. Öncelikle müzik bir sanat dalı ve sanatı gerçekten icra edebilmek için ekonomik olarak rahat olmanız gerekir. Müzisyenlerin bir çoğu bırakın ekonomik rahatlığı, yoksulluk sınırında yaşayabilmek için bile özgürce sanatlarını icra edemiyorlar. Müzisyenler genelde popüler kültüre bir şekilde eklemlenmeye çalışmak, tüm sanatsal üretimlerini kapitalist ilişkileri göz önünde bulundurarak ortaya çıkarmak zorunda kalıyorlar. Belli dönemler belli müzik tarzlarının çok revaçta olduğunu ve hızlıca tüketildiğini görürsünüz. Müzisyenler arasında “bir tepsi börekle bir cazcı arasındaki fark, bir tepsi böreğin bir aileyi doyurabilmesidir” gibi espriler yapılır hatta.
Ben de sadece ekonomik kaygılar sebebiyle bulunmak istemediğim birçok projede yer aldığımı, yine bu kaygılar yüzünden kendi kafamdaki müziği profesyonel hayatta üretemediğimi söyleyebilirim. Yani müzisyenlerin büyük bir kısmı müziğe yabancılaşıyor aslında, hayatı üretmek için değil de hayatta kalabilmek için müzik yapmaya başlıyorlar çünkü. Ben hobi olarak müzikle uğraşayım derseniz üretim yeteneğiniz “hobi”yi karşılayacak kadar olur, profesyonel olarak yapacaksanız başka hiçbir şeye vaktiniz kalmaz ve tek gelir kaynağınız müzik olur. Böyle bir ikilemden söz edebiliriz.
Verdiğin örnek çok çarpıcı. Bu konuda müzisyenlerin kamuoyunda seslerini yükselttiklerini görüyoruz. Hizmet sektöründeki birçok meslek için geçerli olan şartlar müzisyenler için de fazlasıyla geçerli. Peki salgın öncesi ekonomik olarak koşullar nasıldı senin için? Müzik sektöründe çalışan emekçiler ne tür zorluklarla karşı karşıya?
Ekonomik koşulların salgın öncesinde de iyi olduğunu söyleyemem. Müzik emekçilerinin çok fazla sıkıntısı var; bir statüleri yok, güvencesiz çalışıyorlar, toplumsal olaylar, doğa felaketleri gibi durumlar direkt bu sektörü etkiliyor ve müzisyenler üzerinde bir baskı oluşturuyor. Müzik emekçilerinin bir kısmı herhangi bir işletmede belirli günler sahne alarak hayatını devam ettirmeye çalışıyor ama hiçbirinin sosyal güvencesi yok, işletme sahibinin yarın gelme demesi halinde yapabilecekleri hiçbir şey olmuyor. İşler iyi değil denilerek işletmeden parasını alamayan birçok müzisyen arkadaşım oldu.
Benzer durumlarda müzisyenler hukuki olarak haklarını aramak yoluna gitmiyorlar. Bunlara ek olarak “akşam geliyor, 2-3 saat çalıp gidiyor” şeklinde işveren tarafından oluşturulan bir algı var. Bu algının aynı işletmede çalışan diğer işçilere de sirayet ettiği durumlar oluyor, müzisyenlerin kolay yoldan para kazandığı düşünülüyor. Bunun sonucu olarak müzik emekçilerinin hayatına kasteden şiddet olaylarının olduğuna şahit olduk.
Salgın sonrasında nasıl bir değişim oldu?
Salgınla birlikte tüm toplu etkinlikler iptal olunca müzik emekçilerinin bir gelir kaynağı kalmadı. Devlet kurumlarında çalışanlar dışında müzisyenlerin hemen hemen hepsi işlerini kaybetti diyebiliriz. Daha önce dediğim gibi bir statüleri ve sosyal güvenceleri olmadığı için sorunu kendi aralarında dayanışarak ve farkındalık oluşturmaya çalışarak çözmeye çalışıyorlar; ama müzik emekçilerinin örgütlü bir gücü yok maalesef. Sosyal medya üzerinden canlı yayın konserleri vererek farkındalık yaratmaya, bir şekilde seslerini duyurmaya çalışıyorlar.
Salgının ilk haftaları binlerce müzik emekçisinin bulunduğu bir chat grubuna eklenmiştim. Bu grupta takip edebildiğim kadarıyla bazı temsilci arkadaşlar yerel yönetimlerle iletişime geçip gıda yardımı ve maddi destek görmüşler; ama çok kısıtlı ve sürekli değil. Maalesef hiçbiri önünü göremiyor ve tam bir geleceksizlik söz konusu. Ama bu durumla birlikte müzik emekçileri, var olan çelişkilerin farkına varmaya başlıyorlar. Çalıştıkları işletmenin günlük kazancıyla ona ödenen ücreti kıyaslıyor ve burada bir haksızlık olduğunun farkına varıyor. Ki şöyle bir durum var, bir işletmede düzenli olarak sahne alabilmenin koşullarından biri hatırı sayılır bir takipçi kitlesine sahip olmaktır. İşletme sahibi “bana kaç masa getireceksin?” diye sorar müzik emekçisine. Yani işletme sahibi diğer tüm emekçilere olduğu gibi müzik emekçisine de muhtaçtır çoğu durumda. Ama müzik emekçilerinin örgütlü bir yapısının olmaması işverenin eline koz veriyor. Salgınla birlikte müzik emekçileri bu çelişkileri daha çok konuşup tartışmaya başladılar.
Müzik emekçileri için alternatif bir çıkış yolu var mı? Mesela dijital platformlar bir çıkış yaratabilir mi? Daha kapsamlı bir çözüm için ne yapmalı?
Müzik emekçilerinin gündelik çözümlerden ziyade kalıcı ve kararlı çözümlere ihtiyacı var. Birçok sıkıntıdan bahsettik; müzisyenlerin bir statü elde etmesi, sosyal güvenceye sahip olması gibi temel hedefler için bir araya gelip tek bir yumruk halinde hareket etmelerinden başka alternatif bir yol olduğunu düşünmüyorum.
Dijital ortamlara gelecek olursak, salgın sürecinde sanal mecraları kullanmak müzisyen için olmazsa olmaz bir noktaya geldi. Fakat bu alanların müzik emekçisine doğrudan bir katkısı yok, bir profesyonel olarak müzik icra etmenin getirdiği yabancılaşma durumu bu alanda da mevcut. Yine birçok şeyi gözeterek bu alanları kullanmanız gerekiyor.
Bir diğer mecra ise müzik dinleme platformları. Bu platformlar tamamen müzisyenlerin ürettikleriyle oluşsa da müzik emekçisine maddi getirisi olan platformlar değil. Müzisyenler de var olabilmek adına bu alanları kullanmak zorunda olduklarını düşündükleri için tüm bu olumsuzluklara razı geliyorlar. Dijital ortamların -her alanda olduğu gibi- kullanışlı yönleri olsa da müzik emekçilerinin temel sorunlarına çare olamayacağı çok bariz. Kapsamlı bir çözüm için müzik emekçilerinin bir çatı altında örgütlenmesi, en temel problemlerini ortak kararlara tartışıp konuşması, haklarını iyileştirmek ve kazanmak için mücadele etmesi gerekiyor. Bu süreçte müzik emekçileri sömürüldüklerini fazlaca farkedip dile getirir oldular. Fakat “artık işveren çağırdığı zaman ücreti ben belirleyeceğim” demekten öte problemleri daha temelden çözecek eylemlelere girişmek, bir statü elde etmek için mücadele etmek gerekiyor. Bunun hiç de zor olmadığını belirteyim ek olarak. Ben şahsen pandemi sürecinde müzik emekçilerinin hızlı bir şekilde organize olabildiğini, birlikte hareket edebildiğini gördüm. Bu enerjiyi koşullarımızı iyileştirmek, haklarımızı elde edebilmek için kullanabilirsek eminim çok hızlı bir şekilde kazanımlar elde edilecektir.
Son olarak gündemdeki Grup Yorum meselesi üzerine bir müzisyen olarak ne demek istersin?
Grup Yorum 35 yıldır bu topraklarda var olan, üreten bir müzik grubu. Tarihin her dönemi protest müzik türünde eser vermese dahi, politik görüşü mevcut düzene muhalif olan her müzik insanı-grubu türlü zorluklarla karşılaşmıştır. Grup Yorum da halk kitleleri tarafından sevilen ve takip edilen bir grup, 2012 yılında Bakırköy’de gerçekleştirdikleri konserin inanılmaz bir kitleye hitap ettiğini hatırlarsınız. Bu denli kitlelere hitap edebilme durumu, çelişkilerin her geçen gün daha da belirginleştiği günümüzde, Yorum’un türlü baskılar ve zorluklarla karşılaşmasına sebep oldu. Müziğe bile tahammül edemeyen bir anlayışın karşısında Grup Yorum üyelerinin mücadelesine saygı duyuyorum. Bir müzisyenden önce bir insan olarak üç insanın çok rahatlıkla karşılanabilecek taleplerinin bile görmezden gelinerek, ölüme terk edilmelerinden ayrıca üzüntü duyuyorum. Grup Yorum’un tekrar kitlesel konserler gerçekleştireceği, türkülerin özgürce söylenebileceği günlerin gelmesini temenni ediyorum.
Teşekkür ediyoruz.
Ben teşekkür ederim.