Mesele George Floyd’un Katledilmesinin de Ötesinde! – Emre Güntekin
ABD’de George Floyd’un öldürülmesinin ardından başlayan protestolar tüm ülkeyi sarmaya devam ediyor. Neredeyse 30 yıl boyunca tüm dünyaya devasa askeri kapasitesiyle kendi hegemonyasını dayatan; 2000’lerde Irak ve Afganistan’da askeri işgallerle kendi çıkarları etrafında yeni bir nizam inşa etmeye çalışan ABD emperyalizmi şimdi kendi evinde olayların kontrolden çıkmasının önüne geçmeye çalışıyor. Tabi ki sopanın ucunu göstererek: Ulusal muhafızlar sokağa salındı; buna protestoların en başından bu yana hız kesmeyen pervasız bir polis terörü eşlik ediyor.
Dün aralarında Atlanta, Los Angeles, Philadelphia, Chicago, Denver, Cincinnati, Portland, Oregon ve Louisville’in bulunduğu 25 kentte sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Sokağa çıkma yasağının ve ulusal muhafızların kullanılmasının gerekçesi ise hazır: Şiddet ve yağma olaylarının önüne geçmek…
ABD Kapitalizmi ve Şiddet: Ayrılmaz Bir Bütün
ABD sınıf mücadelesi tarihinin geçmişini bilenler Ulusal Muhafızlar’ın bu kan ve katliamla dolu tarihte nasıl kirli bir rol oynadığına aşinadırlar. ABDli egemenlerin ülke içindeki toplumsal olaylara ve sınıf mücadelesine karşı, özellikle de bu mücadelelerin düzenli ordu içerisine sıçrama ihtimaline karşı yedekte tuttuğu, Ulusal Muhafızların yarattığı vahşetin uzun dönemli mücadelelerin kapısını araladığını da görebiliriz. 1930’larda güçlü işçi mücadelelerine karşı kanlı katliamların ve egemenlerin baskı araçlarından biri olan Ulusal Muhafızların bugün isyanın merkezi olan Minneapolis’te, geçmişte de nasıl kullanıldığına dair şu ifadeler çarpıcı:
“Askeri güç kullanımı Minneapolis’te zirveye ulaştı. On yıllardır ilk kez, bir sendika merkezi askeri güçler tarafından işgal edildi ve sendika liderleri tutuklandı ve askeri depolarda hapsedildi. Dışarıdan kamyonlar sipariş edildi. Birliklerin Demokratik Vali tarafından çağrıldığı Toledo’da bile, işçi haklarının böylesine korkunç bir ihlali yaşanmadı. Asla daha önce, askeri güç tarafından bu kadar doğrudan ve doğrudan bir grev kırma eylemine tanık olunmamıştı. Minnesota Devlet Valisi Floyd B. Olson’ın komutası altındaki askeri kuvvetler, işçi hareketinin tam kalbinde büyük bir darbe vurdu.”
1970’lerin başında da ABD emperyalizminin Vietnam işgaline karşı yükselen radikal savaş karşıtı hareketin harlandığı noktalardan birisi Ulusal Muhafızların Kentucky State Üniversitesi’nde gerçekleşen protestolara saldırısı ve 4 öğrenciyi katletmesiydi. 1968’in fırtınası içerisinde siyahlara yönelik polis şiddeti ve cinayetler genelde siyah kamuoyu dışında kendisine yer bulamazken; Ulusal Muhafızların 4 beyaz öğrenciyi katletmesi siyahlara yönelik şiddeti de daha fazla görünür kılar. Bunun yanında katliam ülke çapında 4 milyondan fazla öğrencinin katıldığı grevleri fitilini ateşler.
Bugüne gelindiğinde, geçtiğimiz yıl dünya çapında başlayan ve hala etkisini sürdüren isyan dalgasını düşündüğümüzde yeni bir 68’in kapısının aralandığını söylemek abartı olmaz. Emperyalist savaşlar, kapitalizmin yapısal krizi, artık saklanamayacak hale gelen eşitsizlikler… Pandemi süreci, ABD özelinde konuşacak olursak, ABDli milyonlarca emekçi için yaşamı daha da katlanamaz hale getirdi ve bu durum karşısında Trump yönetiminin başvurduğu ırkçılık ve polis terörü toplumdaki derin çelişkileri gün ışığına çıkarmaktan başka bir işe yaramıyor.
Eşitsizlik Sarmalındaki Dünya
Birleşmiş Milletler Gelişim Programı geçtiğimiz günlerde açıkladığı İnsani Gelişim Raporu dünyadaki eğitim, sağlık ve yaşam standartları bakımından raporun yayınlanmaya başlandığı 1990’dan bu yana dünya genelinde ilk kez düşüşe geçtiğini ortaya seriyor. Dünya Bankası’na göre 40-60 milyon arası bir insan nüfusu pandemi nedeniyle aşırı sefalete sürüklenebilir; özellikle de yoksulluğun genelleştiği Sahra Altı Afrika ve Güney Asya’da. Dünya Gıda Programı’na göre de 250 milyon insanı yaygın açlık tehlikesi bekliyor. Uluslararası Çalışma Örgütü’ne göre dünya genelinde 3.3 milyarlık çalışan nüfusun (kayıt dışı çalışanlar da dahil olmak üzere) yaklaşık yarısına tekabül eden 1.6 milyar çalışan gelecek aylarda işini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir. Yangın sadece yoksul ve geri kalmış ülkelerle sınırlı değil. Kapitalizmin metropollerinde de, başta ABD olmak üzere, on milyonlarca çalışan şimdiden işini kaybetmiş durumda.
Üstelik bütün bunlar salgın boyunca Mark Zuckerberg, Jeff Bezos, Warren Buffet gibi kapitalistlerin sadece pandemi sürecinde servetlerini katladığı bir süreçte gerçekleşiyor. CNBC’ye göre Mart-Mayıs arasında ABDli dolar milyarderi servetlerine 434 milyar dolar daha eklendi. Bugün eylemler sırasında gerçekleşen yağma ve şiddeti eleştirenlerin büyük bölümünün görmek istemediği noktalardan birisi de bu. Çünkü sokaktaki bu istisnai örnekler pahalı takım elbiseler giyilmeden ve kapitalistlere pek de kibar gelmeyen yollarla gerçekleştiriliyor.
Sayısı yaklaşık 600’ü bulan ABDli dolar milyarderlerinin yaptığı bu yağmanın yanında birkaç elektronik mağazasının, süper marketin yağmalanmasının ekonomik değeri devede kulak bile kalamıyor. Esas sorulması gereken iktisadi kriz anlarında yoksul emekçilerin vergilerinden toplanan trilyonlarca dolarlık kurtarma paketlerinin kimlerce yağmalandığı ve toplumun büyük çoğunluğunun işsizlik ve yoksulluk sarmalına kimler tarafından itildiğidir. Korona virüs sürecinde Amerikan vergi sisteminde zenginler yararına yapılan değişiklikle birlikte kimlerin servetine servet kattığıdır. Petrol fiyatlarındaki düşüşle birlikte petrol tekellerine verilen trilyonlarca dolarlık destektir. Elbette ABD anakım medyasında bu soruların cevaplarına yanıt bulabilmek çok mümkün değildir. Elbette yağmacının en önde gidenlerinden biri olan Jeff Bezos’un sahibi olduğu Washington Post’un yaşananlarda derin bir kaos ve karmaşadan başka bir şey görmemesi sınıfsal doğasına çok uygun bir tepki.
Eşitsizlikten En Çok Pay Alanlar: Siyahlar, Latinler ve Yerliler
ABD’de bu eşitsizliklerin en çok vurduğu kesimlerin başında tarihleri boyunca aşağılanmanın, baskının, ırkçı saldırganlığın en ucunda yaşayan siyahların gelmesi şaşırtıcı değil. FED’in 2017 yılında yayınladığı bir araştırma gelir dağılımından eğitime kadar pek çok alanda siyahların, Latinlerin ve ezilen diğer kimliklerin durumuna ışık tutuyor.
Pandeminin merkezi haline gelen ABD’de ve siyah nüfusun ırkçı ayrımcılığa maruz kaldığı başka bir çok ülkede salgından en çok etkilenenlerin başında siyahlar başta olmak üzere diğer ezilen kimliklerin gelmesi bu eşitsizliğin doğal bir sonucu. Birçok zenginin, ünlünün hastalığa yakalanmasıyla birlikte salgın karşısında herkesin eşit olduğu yaygarası medyada sıkça dillendirilse de gerçekler tam tersini ortaya koyuyor. Tekil örnekler üzerinden yayılan bu söylem 31 Mayıs itibariyle gerçekleşen 1.770.384 vaka sayısı ve 103.781 ölüm içerisinde gerçekleşen demografik dağılıma bakıldığında başta siyahlar, Hispanikler, yerliler başta olmak üzere yoksul emekçi nüfusun geniş yığınlar halinde tehlikenin içine atıldığını gösteriyor.
Bu tabloyu tersine çevirebilmek ABD’de yüzyıllar içerisinde kemikleşmiş sosyal ve sınıfsal çelişkileri alaşağı etmeden mümkün değil. İlk kez bir siyahın, siyah hareketinin tarihsel figürlerinden Martin Luther King’in ikonik “I have a dream” (Bir hayalim var!) sloganıyla devletin zirvesine yerleştiği Obama döneminde bile büyük umutlar beslenmesine rağmen eşitsizliklerin daha da derinleşmesine tanık olduk. Şimdi Trump’ın yerine siyah nüfusun ve Obama’nın güçlü bir şekilde desteklediği Biden seçildiğinde ne değişecek? Eşitsizliklerin ve sınıfsal ayrımların kapitalizm altında çözülmesi bir ütopyadan öteye geçmiyor.
ABD’de egemenlerin George Floyd’un vahşice öldürülmesinin ardından bıçağı daha fazla bilemekten başka çözüm bulamamalarının sebebi budur. Tıpkı Fransa’da Sarı Yeleklilere Macron’un, Katalonya’da İspanya’nın; Şili’de, Ekvador’da, Irak’ta, Lübnan’da, Hong Kong’da iktidarların neoliberalizme, eşitsizliğe, ulusal baskılara karşı ayağa kalkan kitlelere daha fazlasını öneremedikleri gibi… Kriz içinde debelenen ve henüz yeni bir alternatif önermenin oldukça uzağında olan kapitalist egemenlerin gelecekte böylesi isyanlara karşı daha fazla saldırganlaşabileceklerinin örneklerini görmemiz muhtemeldir. Ki şimdiden dünyada kapitalizmin merkez üssünde gerçekleşen radikal eylemlerin heyecan yarattığını ve benzer örneklerle hemen her coğrafyada karşılaşmanın mümkün hale geldiğini görebilmek zor değil.
Şimdi ise sadece George Floyd’un öldürülmesine, siyah nüfusa yönelik sistematik ayrımcılığa karşı yükselen bir tepki yok karşılarında: “Eat the rich!” (Zenginleri yiyin!) Beverly Hills’in lüks semtlerine, Beyaz Saray’ın kapılarına dayanan yoksullar, emekçiler, dışlananlar, ezilenler bir kimliğin de ötesinde bir sınıfın öfkesini sokaklara taşıyorlar. Geçtiğimiz yıl büyük ses getiren Joker filminde belki de uzak bir geleceğin konusu olan sahneler, daha üzerinden bir yıl geçmeden yanı başlarında. İstenilen çok basit: Güneşin sadece süper zenginler ve egemenler için değil, milyonlarca ezilen ve sömürülen insan için de doğması ve nefes alabilmek! Bu istediklerini kapitalizmden olağan yollarla alamayacaklarının oldukça farkındalar. Bugün eylemlerin kendilerinden uzakta gerçekleşmesinin verdiği rahatlıkla timsah gözyaşları döken, Floyd’un öldürülmesi dolayısıyla ABD’yi kınayan ikiyüzlü egemenler de çok sevinmesin. Bu yangın hemen her yere sıçramaya teşne!
ABD’de özgürlük ve eşitlik için direnen ezilenlere ve sömürülenlere selam olsun!