Melanchon, Sol Popülizm ve Önderlik Krizi – V. U. Arslan
Fransa’da seçim maratonu geçtiğimiz ay tamamlandı. Önce Nisan ayındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerini Macron kazandı. Macron’un ikinci turdaki rakibi aşırı sağcı Le Pen olunca sonuç da aslında baştan belli olmuştu. Ama aşırı sağ güçlenişini sürdürdüğünü kanıtladı. Özelilkle Haziran ayındaki parlamento seçimleri Le Pen için büyük bir başarı oldu.
Diğer taraftan her iki seçimde de Melanchon‘un elde ettiği kısmi başarı, küresel çapta solun eğilimlerine dair birtakım fikirler veriyor. Bu yazıda esas olarak bu konuyu tartışmaya çalışacağız. Öncelikle Melanchon neyi temsil ediyor konusuna biraz değinmemiz faydalı olacaktır.
Melanchon ve Fransa Solu
71 yaşındaki bu kurt politikacı, Fransa’nın iki ana partisinden biri olan Sosyalist Parti’de uzun yıllar en üst düzeyde politikacılık yaptı. Bakanlık, senatörlük, milletvekilliği… Ardından iyiden iyiye sağa kayan Sosyalist Parti’den bir çeşit Fransız ulusalcılığını da içeren sol bir bölünme yaratarak Sol Parti‘yi kurdu. Türkiye’den HDP ve Sol Parti’nin de üyesi olduğu Avrupa Sol Partisi‘nin sol kanadına liderlik etti. (Sağ kanada Yunanistan’dan Syriza ve Almanya’dan Sol Parti liderlik ediyor). Sosyalist Parti’den ayrıldığında varlık gösterip gösteremeyeceği belirsiz olan Melanchon, artık iyice zayıflamış olan Fransız Komünist Partisi (PCF) ile ittifaklar kurdu ve yüksek siyasette tutunmasını bildi. Daha sonra 2016 yılında La France Insoumise (LFI) ya da Türkçesi ile Boyun Eğmeyen Fransa hareketini başlattı. 2017 Fransa cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda birçok sol grubun desteği ile aday oldu ve %19,58 oy alarak 4. sırada yer aldı. Yakalanan bu oy oranı ve Sosyalist Parti’nin tamamen erimesi Melanchon’u solun ana figürü haline getirecekti.
Bu sene yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda %22 oy oranına ulaşırken, az farkla ikinci tura kalma şansını kaçırdı; ama parlamento seçimlerinde diğer sol partileri etrafında toplamayı başardı. Sosyalist Parti, Fransız Komünist Partisi, Yeşiller vb. meclis seçimlerine Yeni Ekoloji ve Toplumsal Halk Birliği (NUPES) adı altında ve Melanchon liderliğinde bir araya geldi. Bu farklı grupların birleşme motivasyonu ayrı ayrı değil de birleşerek seçimlere girip silinmekten kurtulmaktı. Üst düzey siyasetin insanları olan bu politikacılar, parlamento koltukları ve diğer makamlar olmadan yapamazlardı. Bu yüzden Melanchon’u hiç sevmeseler de onun liderliğinde bir araya geldiler. Bu durumun farkında olan gençler ve emekçiler, NUPES’in kurulmasından ötürü heyecanlanmadılar ama yine de sol oyların bir adreste toplanması Melanchon ve ortaklarını kısmi bir başarıya götürdü. Nitekim seçimin ilk turunda Macron ile başa baş oy elde eden NUPES, ikinci turda 131 koltuk elde ederek ana muhalefet partisi olmayı başardı. Böylelikle Macron parlamento çoğunluğunu kaybetmiş oldu. Gelgelelim bu sonuçlar anlatıldığı kadar parlak olmayabilir. Aşırı sağcı Le Pen’in partisi Ulusal Cephe’nin 89 vekillik elde etmesi aslında çok şey anlatıyor. Bu sonuç, Melanchon’un emekçi katmanlar içerisindeki geniş kesimleri Le Pen’in demagojisinden koparamadığını gösteriyor. Üstelik seçime katılım oranının tarihi en düşük seviyelerde olması da (%46) Melanchon’un gençlik kesimlerinde bir heyecan/fark yaratamadığını gösteriyor.
Ama neticede geçmişte Sosyalist Parti’den dışlanan Melanchon artık Fransız solunun ana lideri konumuna kavuşarak muradına ermiş oldu. Tabi ki bunun için zaten fazla sert olmayan Keynesçi programını daha da yumuşatması gerekti. NATO’ya, ABD’ye ve Fransız “seçkinlerine” yönelik eleştirileri yumuşattı. Seçim söylemini üç vaat (emeklilik yaşının düşürülmesi, asgari ücretin yükseltilmesi ve akaryakıt fiyatlarının düşürülmesi) üzerine kurdu. Soldaki diğer ılımlı güçlerle çıkara dayalı uzlaşının da Melanchon tarafından iyi yönetildiğini belirtelim. Sosyalist Parti, Fransız Komünist Partisi ve Yeşiller Melanchon ile birleşerek parlamento koltuklarına ve epey bir maddi imkana kavuşmuş oldular, aksi takdirde silinip gideceklerdi; ama bunun karşılığında Melanchon’un liderliğini tanımak zorunda kaldılar.
Fransa “Aşırı Solunun” Başarısızlığı ve Çağımızın Bunalımı
Tüm bu süreçlerin eksiksiz ve doğru bir kavranışı için bir başka parametreden daha bahsetmemiz gerekiyor. O da Fransa’da “aşırı solu” temsil etme iddiasındaki NPA ve LO‘nun başarısızlığıdır. NPA ve LO, Fransa’da seçimlerin gediklisidir ve geçmişte tepki oylarını kendisine çekebildikleri zamanlarda, esas olarak da cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, yüksek oy oranlarına ulaşmayı başarabiliyorlardı (Örneğin 2002 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde toplamda %10 civarında oy elde etmişlerdi). Melanchon’un öne geçmesi esas olarak bu güçlerin başarısızlığının bir sonucudur. Aslına bakarsanız NPA’nın Melanchon’un gemisine atlamamasının nedeni pazarlıkların sonuçsuz kalmasıdır. Sınıf mücadelesinde sağlam bir tutum geliştiremeyen NPA giderek dejenere olmakta, kendi sağından yükselen alternatiflerle girdiği pazarlıklar sonucu mana kaybına uğramaktadır. Neticede bu içsel gerilimler NPA’nın geleceğini bile tehdit edebilir. Sınıf hareketinde belirli bir gücü olan LO ise politik mücadelelere katılmaması, sendikalist ve sekter bir eğilim olarak tutucu bir güce dönüşmesi yüzünden büyük fırsatları asla değerlendirememektedir.
Aslında Fransa’da sınıf mücadelesi son 20 yılda hiç de zayıf seyretmedi. Sadece son yıllara baktığımızda koca koca grevler ve sokak hareketleri görüyoruz. 2018 sonunda başlayan ve aylarca Fransa’yı sallayan Sarı Yelekliler hareketi ya da 2019 Aralık ayında patlak veren emeklilik reformu karşıtı grev hareketleri muazzam hareketlerdi. Ama NPA ve LO bu mücadelelerde etkili olamadılar, dolayısıyla hareket içerisindeki öncü güçleri aşırı sola çekemediler ve toplumsal muhalefetin enerjisini kendilerine kanalize etmeyi başaramadılar. Haliyle hareket bir noktada geri çekildiğinde, akaryakıt zamları ve emeklilik reformu çöpe gitmişti; ama hareketin derinleşmesi ve kitlelerin radikal sola doğru politikleşmesi mümkün olmamıştı. Bu da yine NPA ve LO’nun başarısızlığıdır. Neticede bu iki politik akım da geriye düşmekte ve karamsarlığa kapılmaktadır. Grev ve sokak hareketlerinin bir noktada tıkanmasının ardından emekçi kitleler ve gençliğin öncü güçleri, seçim zamanı seçilmeye en yakın reformist sol adaylara oy veriyorlar. Bu yüzden Melanchon’u LO ve NPA’nın başarısızlığının bir ürünü olarak görmek gerekir. Diğer taraftan Melanchon gibi reformist liderleri yetersiz ya da sahte bulan geniş kesimler en kalabalık grubu oluşturuyor. Bu grup sandığa gitmeyince de tarihi düzeyde düşük seçime katılım oranları karşımıza çıkıyor.
Devrimci Solun Başarısızlığı Kendi Düşünsel Açılımlarını Yaratıyor
Aslında Fransa’da yaşananlar dünyadaki temel eğilimi yansıtıyor. Yakın tarihe bakıldığında kapitalizmin sonuçlarına karşı dünyanın birçok ülkesinde uçlaşan, kimi zaman isyanlara dönüşen tepkilerin sol reformist/popülist güçlere yaradığını gördük. Örgütsüz oldukları ve devrimci Marksist bir programa sahip olmadıkları için sokaktaki mücadeleleri bir noktada tıkanan ve geri çekilen kitleler, seçimlerde sol reformistlere ve popülist politikacılara oy veriyorlar. Melanchon, Tsipras, Iglesias, Corbyn, Sanders… Kolombiya’da geçen yıl çıkan isyanın meyvelerini toplayan bu yılki seçimleri kazanan reformist solun adayı Gustavo Petro oldu. Şili’deki büyük isyan ise reformist politikacı Gabriel Boric’e yaradı. Yakın tarihlerde farklı ülkelerde buna benzer birçok isim saymak mümkün.
Devrimci güçlerin yokluğunda/zayıflığında sol adına stratejiler üretmeye soyunan entelektüeller de sınıf mücadelesinin bu genel eğilimlerinden etkileniyor. Zaten tarih boyunca orta sınıf akademisyenler ve diğer entelektüeller sınıf mücadelesinin seyrine göre salınıp durmuşlardır. Büyük Ekim Devrimi Marksizmi çekim merkezi yaparken, 1968 gerillacılığın yıldızının parladığı bir sayfayı açmıştı. Yenilgi yıllarındaysa orta sınıf entelektüller hızla Marksizmden ve işçi sınıfından kopup kimlik politikalarına, sivil toplumculuğa ve bireyciliğe savrulmuştu. Radikal demokrasi, post-modernizm, post-Marksizm, toplumsal hareketçilik, kimlikler solculuğu vb bu dönemin ürünüdür.
Bugün tarih sıkışır, emperyalist savaşlar genişler ve aşırı sağ yükselirken örgütsüz orta sınıf entelektüellerde bariz bir panik havası yaşanıyor. Burjuva demokrasinin ılıman iklimine alışkın olan bu kesim gelişkin Batılı metropollerde yükselen aşırı sağ partiler ve diktatörlük meraklısı sağ popülist liderler karşısında büyük bir korkuya kapılıyor. Örgütsüz, bireyci ve orta sınıf varoluşları karamsarlıklarını daha da arttırıyor. Haliyle Melanchon gibi sol popülist/reformist liderlerin yükselişi bu entelektüeller için bir umut kapısı haline gelebiliyor. Onlar da bu umut kapısını parlatma ve teorize etme görevini üstleniyorlar.
Sadece Melanchon değil elbette. “Bernie Sanders belki devrim vaat etmiyor ama ücretsiz eğitimi hayata geçirmek (ya da bunun vaadi) de ABD devrim sayılmaz mı” diye düşünüyor bu aydınlar. Radikal demokrasinin teorisyeni Mouffe, sol harekete akıl vermek konusunda getirdiği önerilerle bu isimlerin en dikkat çekici olanlarından birisi. Mouffe ve diğerleri, dünya çapında sınıf hareketinin belirleyici yenilgiler aldığı 1980lerde klasik Marksist sınıf perspektifinin geride kaldığında ısrarcı olmuşlar ve zamanın ruhuna uygun olan bu çıkışlarıyla da bir hayli etkili olmuşlardı. Kimlik politikaları, aslında liberal demokrasiden başka bir şey olmayan radikal demokrasinin merkezi mücadele çizgisiydi. Bugün bu fikirler solda yaygın bir şekilde takip ediliyor, özellikle Türkiye’de.
Gelgelelim Mouffe’un son yönelimi epey farklı. O, bugün kimliklere değil, emekçi sınıflara seslenmek gerektiğini ve bunun için sol popülizmin en iyi strateji olduğunu salık veriyor: “Ernesto Laclau’yla beraber Hegemonya ve Sosyalist Strateji’yi yazdığımızda, sol siyasetin meselesi ‘yeni [toplumsal] hareketler’in taleplerinin farkına varmaktan ve onların talepleriyle daha geleneksel işçilerin taleplerini eklemleme ihtiyacından ileri geliyordu. Şimdilerde bu talepler tanınma ve meşruiyet açısından önemli ilerlemeler kaydetti ve büyük bölümü sol siyasetin gündemine girmiş durumda. Aslına bakarsanız, bugünkü durumla bizim otuz sene önce eleştirdiğimiz durum arasında bir zıtlık olduğu ve ihmal edilenin artık ‘işçi sınıfı’nın talepleri olduğu söylenebilir” (Mouffe, 2019: 69).
Yani tekrardan emek meselesi başa konulmuş durumda. Ama yanılgıya düşmemek gerekir. Sol popülizm stratejisi yine Marksist programın karşısındadır. Yapmaya çalıştıkları şey, kendi ifadeleri ile sosyal adalet vurgusu üzerinden “halkı inşa etmek” ve “oligarşiye” karşı bir mücadele oluşturup demokrasiyi güçlendirmektir. Yani geleneksel sosyal demokrat partilerden kopan ve oy potansiyeli olan bu yeni sol partiler, kendilerini düzenin/sistemin eleştirmeni olarak ortaya koymalı ve siyasal-sosyal elitlere karşı dışlanan halkın politik katılımını vurgulamalıdır. Dikkat edilirse Marksist sınıf mücadelesi perspektifinden ziyade oy getirecek ve kulağa hoş gelen söylemler siyasal stratejiyi oluşturmaktadır. Mouffe’un en yakın olduğu Melanchon, Fransız ulusalcılığı ve Keynesçi ekonomi politikalarından ibaret olan sosyal adalet politikasını birleştirmiş ve sağ popülizme karşı bir sol popülizm inşa etmeye koyulmuştur. Diğer taraftan burjuva devlete sadık olan bu çizginin sistem içi olduğunu uzun uzun anlatmaya gerek yok.
Merkezdeki geleneksel sosyal demokrat partiler öylesine çökmüştür ki ittifaklar vb aracılığıyla kendilerini yüksek politika katında bir alternatif olarak var edebilen yeni reformistler için alan ziyadesiyle açılmıştır. Bu alanı doldurmaya çalışan Melanchon, Sanders, Tsipras gibi yeni reformistlerin yükselişi Mouffe gibilerini heyecanlandırmış ve ilham vermiştir. Ama bilanço ortada. Bu yüzden “sol sosyal demokrat” derken bile dikkatli olmak gerekir. Tsipras ve Syriza’sı geleneksel PASOK‘tan ne derece farklıdır ki? Sol popülizmin iktidar deneyimlerine sahip İspanya’daki Podemos, Almanya’daki Die Linke, Portekiz’deki Bloco de Esquerda ve Yunanistan’daki Syriza gibi örnekleri “oligarşinin” programına tabi olmanın ötesine geçememiştir. Kısacası Mouffe’un sola verdiği akıl bir çıkmazdan ibarettir. Öyle ki reformist solun iktidar deneyimi, farklı farklı örneklerde yaşandığı gibi, hayal kırıklığı ve hezimet olduğunda bundan en çok karlı çıkan o çok korkulan aşırı sağ olmaktadır.
ABD ve İngiltere gibi merkez ülkelerde ise müesses nizam Bernie Sanders ve Jeremy Corbyn’in sol popülizmine iktidar deneyimi için geçit vermedi. Belli ki henüz ihtiyaç olmadığını düşündüler, sınıf mücadelesi onları yardıma çağıracak kadar keskin değildi belki de. Ama yeni reformist partilerin sadece Avrupa’daki performansı değil Latin Amerika’daki performansı da kapitalistler için korkutucu olmaktan çok uzak. Şili’nin çiçeği burnundaki devlet başkanı Boriç, öğrenci hareketinde yer aldığı kendi yakın geçmişini çabuk unutmuş olacak ki öğrencilere sert polis müdahalesine rahatça izin verebiliyor. Meksika’da Obrador, Brezilya’da Lula gibi dev ekonomileri yöneten “solcuları” da listeye ekleyebiliriz. Chavez Venezuela’sı parlamenter sosyalizm konusunda bariz bir istisna olarak gösterilebilir. Ama Maduro dönemine denk gelen Venezuela’nın “büyük iflası” korkutucu bir örnek olarak, Latin Amerika’daki diğer reformist liderleri daha ılımlı olmaya sevk edecektir.
Sistem tıkandığında, grevleri ve sokağı durultmak gerektiğinde reformist liderlerin yardımı sistem için çok kritik hale gelebilir. Meksika, Yunanistan, Bolivya, Brezilya, Şili, Kolombiya ve daha birçok örnek hep bunu gösteriyor. Kitleler kendilerine yakın gördükleri, solcu sıfatını taşıyan ve göstermelik birkaç reform ve icraat ortaya koyan bu iktidarlar karşısında daha toleranslı olma eğiliminde oluyorlar. Bunu da en iyi kapitalistler biliyor. O yüzden de çok uzun yıllar sonra Kolombiya ya da Şili’de solcu bir başkanın başa geçmesi, egemenler katında hiç de endişe verici bir durum değil, bizler için de çok matah bir durum oluşturmuyor. Kapitalistler gerekli teminatları zaten almış durumdalar. Bu reformist liderler emekçi sınıfları yatıştırmak için gerekliler.
Bakınız Melanchon Keynesçi ılımlı programı için bile ortakları olan Yeşiller ve Sosyalist Parti’ye bir dizi ödün verdi. Bu ödünler aslında sisteme verilmiş teminatlardı. NATO’ya, AB’ye ve Fransız elitlere karşı olan tutumu yumuşatmak, “sosyalizm” demagojisini bir kenara bırakıp sınırlı reform vaatlerine dayanmak gibi… Fransa’da sınıf mücadelesi gelecekte radikalleşirse sistem Melanchon gibilerine her zaman ihtiyaç duyacaktır.
Sonuç
Dünya çapında sınıf mücadelelerinin keskinleşeceği bir döneme giriyoruz. Yüksek enflasyonun vurduğu milyarlarca insan hızla birer ikişer kademe yoksullaşıyor. Artan gıda fiyatları, açlık ve yetersiz beslenmeyi tırmandırarak özellikle yoksul ülkeleri derinden sarsıyor. Sri Lanka, Lübnan gibi ülkeler herkesin gözü önünde battılar. Durum sadece az gelişmiş ülkelerde alakalı da değil. Örneğin Avrupa’nın en büyük ekonomilerinden İtalya da büyük bir borç batağı içinde çırpınıyor. Halkın yoksullaşması dışında bu borç batağının nasıl çevrileceği gibi büyük bir sorun var. Ama gelgelelim büyük bir mücadele geleneği olan İtalya solu tamamen dağılmış durumda.
Bu koşullar dahilinde her şey devrimci solun marjinallikten kurtulmasına, kitleselleşmesine, emekçilerle ve kitlelerle somut bağlar kurabilmesine bakıyor. Aksi takdirde sınıf hareketi bahsettiğimiz kısır döngünün içerisinde debelenip duracaktır. Toplumsal patlamalar önderlik eksikliği yüzünden devrimci kanallara yönlendirilemeyecek, bunun sonucu olarak fırsattan yararlananlar reformist sol liderler ve çoğu durumda da aşırı sağcılar olacaktır. Devrimci solun iddialı hale gelmesi ise bütün dünyada ses getirecek ve ilhamlar yaratarak güçler dengesinde hızlı değişimlere neden olacaktır.
Mouffe (2019) Sol Popülizm, İstanbul: İletişim