Marx ve Yahudi Sorunu – Y. Can Derdiyok
İsrail’in Filistin’e uyguladığı vahşet tüm dünyanın gözü önünde devam ediyor. Hastaneler ve okullar vuruluyor, Gazze’de insanlar en temel ihtiyaçlarını dahi gidermekte zorluk çekiyor… Batı’nın İsrail’e desteği şu ya da bu şekilde devam ediyor. Televizyonlarda, sosyal medyada ve gazetelerde İsrail’in acımasız vahşeti dolambaçlı yollardan ve temelsizce meşrulaştırılmaya çalışılıyor.
Bunun yanında, Dünya çapında İsrail’in Siyonist vahşetine karşı protestolar da yükseliyor. Müslüman, Yahudi, Hıristiyan… Farklı dinlerden ve kimliklerden insanlar bu zulme karşı çıkan kampanyalar örgütlemeye çalışıyor.
Aynı zamanda meseleyi dinler ve kimlikler arasında bir çatışma eksenine döndürmeye çalışanların olduğunu da söylemek gerekiyor. Solun Filistin meselesindeki tavrı bu bağlamda önem kazanıyor.
Durum böyle olunca Marx’ın yazdığı Yahudi Sorunu isimli eseri de yeniden gündeme gelmeye başladı. Bu yazıda Marx’ın eserine tarihsel ve dönemsel bağlam çerçevesinde göz atacağız. Marx’a yönelik tutarsız eleştirilere yanıt verirken Marx’ın soruna bakışındaki yöntemsel bütünlüğünü ve düzen karşıtı duruşunu da göstermeye çalışacağız.
Tarihsel Arka Plan
Yaklaşık olarak 13. yy.’dan itibaren Avrupa’nın önemli ticaret merkezleri genellikle Yahudilerin ticari faaliyetleri etkisi altına girmiş, Yahudiler önemli ekonomik güç elde etmeye başlamışlar ve bu gücü de bir süre sürdürmüşlerdir.
Merkezi devlet yapılarının kurulmaya başlaması ve ardından uluslaşma çabalarının ilerlemesi Yahudiler için genel bir sorun niteliği oluşturmaya başlamıştı. Aydınlanma ve Fransız Devrimi’nin getirdiği eşitlik, hak ve özgürlük kavramlarından hareketle Yahudiler de sorunlarını çözmek adına bu bağlamda taleplerini yükseltmeye başladılar.
19. yy. bu taleplerle birlikte sorunun belirli bir evreye ulaştığı döneme tekabül etmektedir. Avrupalı düşünürlerin pek çoğu sorun üzerine yazmaya başlamış ve çeşitli görüşlerini aktarmıştır. Marx da bu tartışmalara Bauer’in yayımladığı iki eseri ele alarak katılmıştır.
1844 yılının şubat ayında Deutsch-Französische Jahrbücher’de (Alman-Fransız Yıllıkları) Karl Marx tarafından yazılan Zur Judenfrage* (Yahudi Sorunu Üzerine) isimli bir eser yayımlanır. Marx, bu eseri 1843 yılının sonlarına doğru kaleme almıştır ve eser bir polemik niteliği taşımakla birlikte Marx’ın din ve özgürleşme konularına o dönem nasıl baktığını da bizlere aktarmaktadır.
Polemik niteliği doğrudan Bruno Bauer’in 1843’te yayımlanan Die Judenfrage (Yahudi Sorunu) ve Die Fähigkeit der heutigen Juden und Christen frei zu werden (Günümüzün Yahudi ve Hıristiyanlarının Özgürleşme Yetisi) isimli iki eserine dair Marx’ın yönelttiği kapsamlı ve sert eleştirilerden kaynaklanmaktadır.
Marx’ın Bauer’in iki eserini de dikkatle okuduğu Bauer’in cümlelerini birer birer titizlikle ele alışından anlaşılmaktadır. Marx aynı zamanda Bauer’in akıl yürütürken düştüğü hataları ortaya çıkarmakta ve kendi akıl yürütmesini bu hataların nedenlerini açıklama noktasında kullanmaktadır. Bu bağlamda öncelikle Bauer’in “politik özgürleşme” çerçevesinde sorunu nasıl ele aldığına bakmalıyız.
Bauer ve Politik Özgürleşme
İlgili döneme bakıldığında henüz Avrupa’yı sarsan 1848 Devrimlerinin gerçekleşmediğine dikkat etmek gerekir. Yahudilerin artan politik özgürleşme talepleri karşısında Bruno Bauer kimi tezler öne sürer. Marx da kitabına Bauer’in yazdıklarını analiz ederek başlar. Bu doğrultuda önce Bauer’in söylemlerine odaklanmak gerekecek.
“Almanya’da kimse politik bakımdan özgürleşmiş değil. Biz kendimiz özgür değiliz. Sizi nasıl özgürleştirebiliriz? Yahudiler olarak kendiniz için özel bir özgürleşme peşindeyseniz, siz Yahudiler egoistsiniz demektir.” (akt. K. Marx, Yahudi Sorunu, s.7)
Almanya’da henüz politik özgürleşme sağlanamadığı için Bruno Bauer Yahudilerin taleplerinin zamansız olduğunu düşünüyor ve devam ediyor, Hıristiyan bir devletten özgürleşme talep eden Yahudiler, o devletin Hıristiyan niteliğini tanımış olmaktadır. Bu durum, ortaya bir çelişki çıkarmaktadır. Hıristiyan bir devlet neden Yahudilere politik özgürlük tanısın?
“Yoksa, Yahudiler Hıristiyan uyruklarla eşit tutulmak mı istiyorlar? Bu durumda, Hıristiyan devletin haklılığını kabul ediyorlar ve genel baskı rejimini de tanıyorlar. Genel boyunduruğu onaylıyorlarsa özel boyunduruğu niye onaylamasınlar? Yahudi, Almanın özgür-oluşu ile ilgilenmiyorsa, Alman, Yahudi’nin özgür-oluşu ile niye ilgilensin?” (akt. K. Marx, age, s.8)
Bauer, Hıristiyan devletin özü gereği Yahudileri özgürleştiremeyeceğini düşünüyor ve Yahudilerin de bu tavırla özgürleşemeyeceğini ekliyor. Ardından soruyor:
“Şu hâlde, siz Yahudiler, neye dayanarak özgürlük istiyorsunuz? Dininize dayanarak mı? Ama o, devlet dininin can düşmanı. Yurttaş olarak mı? Almanya’da yurttaş yok. İnsan olarak mı? Ama siz, başvurduklarınızdan daha çok insan değilsiniz ki.” (akt. K. Marx, age, s.9)
Bauer düğümlenmiş görünen durumu eşit yurttaşlık ilkeleri çerçevesinde ele almaya çalışıyor ve hem politik özgürleşmenin hem de genel (insani) özgürleşmenin bu çerçevede sağlanabileceğini iddia ediyor:
“Her tür dinsel ayrıcalık ve dolayısıyla ayrıcalıklı bir kilisenin tekelini de tümden kaldırmak gerekir; birkaç ya da birçok kişi ya da hatta büyük çoğunluk hâlâ dinsel yükümlülüklerini yerine getirmeleri gerektiğini düşünüyorsa, bu yerine getirme salt özel bir iş olarak kendilerine bırakılmalıdır. … Ortada artık ayrıcalıklı bir din olmadığında, din de artık yok demektir. Dinden onun kendine özgü gücünü aldınız mı o artık var olmayacaktır.” (akt. K. Marx, age, s.11)
Marx ve İnsani Özgürleşme
Marx, Bauer’in akıl yürütmelerinde hatalar olduğunu, onun çıkarımlarının dönemsel konjonktüre uygun gibi görünse de öyle olamayacağını belirten bir tespitte bulunur ve asıl açılımını daha genel bir çerçeveden ilerletir.
“Bauer’in kavramasında, Yahudi sorununun, Almanya’ya özgü ilişkilerinden bağımsız genel bir önemi var. Sorun, dinin devletle ilişkisi, dinsel bağ ve politik özgürleşme arasındaki çelişki sorunudur.” (K. Marx, age, s. 10)
Marx, sorunun Almanya’ya özgü olmaktan öte olduğunu ve soruna dair yönelimin hem tekil örnekler hem de tümel bakış üzerinden diyalektik bir çerçevede kavranmasının önemli olduğunu düşünmektedir ki metnini okuduğumuzda bu çıkarımı yapmak hiç de zor olmayacaktır. Can alıcı soruyu soran Marx, sorduğu soru üzerinden ilerlemeye devam ediyor: Ne tür bir özgürleşme?
“Bauer, sorunu bu düzeye çıkaramadığı için çelişkilere düşüyor. Politik özgürleşmenin özüne dayanmayan koşullar ileri sürüyor. … Onun hatası, ‘devlet olarak devlete’ değil, yalnızca ‘Hıristiyan devlet’e eleştiri yöneltmesinde, politik özgürleşme ile insani özgürleşme ilişkisini araştırmayıp sonra da politik özgürlüğün genel ve insani olanla eleştirmesiz bir karıştırılmasıyla açıklanabilecek koşullar öne sürmesinde görülüyor. Bauer, Yahudilere, kendi açınızdan politik özgürleşme istemeye hakkınız var mı diye sorarsa, biz de tersinden şunu sorarız: Politik özgürleşme kendi açısından, Yahudi’den Yahudiliğin ve insandan dinin kaldırılmasını isteme hakkına sahip mi?” (K. Marx, age, s.13)
Marx’ın çubuğu büktüğü nokta aslında din, devlet ve özgürleşme gibi çok daha genel alanların bağlamında bir değerlendirmeyi içeriyor. Ancak Marx bununla yetinmiyor, Almanya, Fransa ve Amerika üzerinden tekil örneklerle düşüncesini destekliyor:
“Politik devletin, devlet olarak devletin var olmadığı Almanya’da Yahudi sorunu, tamamen teolojik bir sorundur. … Anayasal bir devlet olan Fransa’da ise Yahudi sorunu anayasacılık sorunudur, politik özgürleşmenin tamamlanmamışlığı sorunudur. … Yahudi sorunu ilk kez, Kuzey Amerika’nın özgür devletlerinde -en azından bunların bir kısmında- teolojik önemini yitirdi ve gerçekten dünyasal bir soruna dönüştü.” (K. Marx, age, s.13)
Marx, sorunu din, devlet ve politika eksenine oturttuktan sonra teolojik, anayasal ve politik bağlamlarına işaret ederek yaşadığı dönemin özel örnekleri çerçevesinde ilerliyor. Bu ilerleme de Marx için yeterli gelmiyor ve sorunun nihai çözümüne dair politik özgürleşme ve insani özgürleşme meselesine giriyor, Bauer’in dinin sivil topluma bırakıldığında yok olacağı görüşünü çürütüyor.
“Politik özgürleşme başlı başına büyük bir ilerlemedir, genel olarak insanı özgürleşmenin son biçimi olmasa da bugüne kadarki dünya düzeni içinde insani özgürleşmenin son biçimidir. Anlaşılacağı gibi biz burada gerçek, pratik özgürleşmeden söz ediyoruz.” (K. Marx, age, s. 19)
Marx’ın özgürleşme bağlamında yaptığı bu ayrım, döneminin oldukça ilerisindedir. Burada Marx’ın yöntemsel olarak ne kadar sağlam temeller üzerinde ilerlediğini vurgulamalıyız. Bu yöntemsel sağlamlık daha sonra Paris’e gidip Smith ve Ricardo üzerine yoğunlaştıktan sonra ekonomi politik alanında da kendisini göstermeye başlayacaktır.
Nihayetinde Marx, dinden politik özgürleşmenin sivil toplum alanında dini yok etmeyeceğini, aksine yeni alanlar açabileceğini vurgulayarak Bauer’i alt ediyor. Yahudi sorununa Bauer gibi değil, daha ileri bir yaşam çerçevesi içinde ama aynı zamanda dönemsel koşulları da gözeterek bakıyor:
“Demek ki, biz Yahudilere Bauer gibi şöyle seslenmiyoruz: ‘Yahudilikten radikal olarak özgürleşmedikçe, politik bakımdan özgürleşemezsiniz.’ Biz onlara asıl şunu söylüyoruz: Yahudilikten tam ve çelişkisizce vazgeçmeden de politik bakımdan özgürleşebileceğiniz içindir ki politik özgürleşmenin kendisi insani özgürleşme değildir.” (K. Marx, age, s. 26)
Marx’a Yönelik Tutarsız Eleştiriler
Marx’ın Yahudi Sorunu üzerine yazdıkları çerçevesinde ona kimi eleştiriler yöneltilmiştir. Bu eleştirilerin saldırı amacıyla yapıldığını ve tutarlılığı olmadığını söylemeliyiz. Bunu göstermek üzere temel eleştiriye bir odaklanacağız: “Marx antisemitik bir tutum içindedir.”
Bahse konu olan eleştiri, Marx’ın eserindeki şu cümlelerden ileri geliyor:
“Nedir Yahudiliğin dünyasal temeli? Pratik gereksinim, özel çıkar. Nedir Yahudi’nin bu dünyalık dini? Bezirganlık. Bu dünyalık tanrısı? Para. Pekâlâ! Bezirgânlıktan ve paradan, bunun sonucu olarak pratik, gerçek Yahudilikten özgürleşme, zamanımızın özgürleşmesi olabilirdi.” (K. Marx, age, s. 39)
Marx’ın bu ifadelerini antisemitik bir tutumla özdeşleştirmek için özel bir çaba harcamak gerekiyor. Kitabın içinden bu ifadeleri almalı ve evirip çevirerek art niyetle yorumlamalısınız. Bu eleştiriye iki şekilde cevap verilebilir:
1) Marx’ın eleştirisine konu olan şey, Yahudilik değil, aksine paranın hüküm sürdüğü toplumsal ilişkilerdir. Marx’ın buradaki temel eleştirisi kapitalist toplumsal ilişkilerin iğrençliği üzerinedir.
2) Yahudiler -yazının başında da belirtildiği üzere- dönemsel olarak parasal ilişkiler konusunda belirli bir seviyededir. Marx, bunun farkında olarak ve bile isteye bu eleştiriyi yapmaktadır.
Bir not eklemek gerekir ki Marx’ın köken olarak Yahudi’dir ve Marx’ın ebeveynleri birkaç nesil haham torunudur. Marx’ın babası Heinrich Marx’ın Hıristiyan olmadan önce soyadı “Moderchai”dir, Hıristiyanlığa geçiş yapınca soyadı önce “Markus” sonra “Marx” olmuştur.
Genel Değerlendirme ve Sonuç
Marx’ın ilgili eseri kaleme aldığı dönem sorunun belirli bir evrede olduğu dönemdir. Marx ilgili tartışmalara katılmaktan imtina etmemiş, aksine bu tartışmalara can alıcı noktalarından sert bir biçimde dahil olmuştur.
Eserin yazıldığı dönemde Marx, ekonomi politik üzerine çalışmalarını yoğunlaştırmaya başlamamıştır ve eser daha felsefi bir temelde ele alınmıştır. Marx’ın ekonomi politik üzerine çalışmalara yoğunlaşacağı 1844 yılıdır ve Paris’te Adam Smith ve David Ricardo vb. isimleri de titizlikle inceleyecektir.
Yahudi sorunu bağlamında Marx’ın söyledikleri genel olarak döneminin ilerisindedir ve bir adım öteyi görecek biçimde yazıldığı belirtilmelidir. Marx’tan ne antisemitik bir tutum çıkar ne de din düşmanlığı. Marx’ı yazdığı tek bir eserden ya da tek bir cümleden herhangi bir “şey” ilan etmek akıl alır değildir, bir düşmanlık göstergesidir.
Marx, meseleyi özgürleşme çerçevesinde ele almış ve sivil toplum-devlet ilişkisindeki açılımıyla geleceğe ışık tutacak bir perspektif ortaya koymuştur. Bize de sahiplenmek düşer!
Dipnot
*Almanca doğrudan karşılığı “Yahudi Sorunu Üzerine” olan kitap, Türkçeye Sol Yayınları tarafından Yahudi Sorunu olarak çevrilmiştir. Yazının ilerleyen kısımlarında Marx’ın kitabından “Yahudi Sorunu” olarak söz edilecektir:
Marx, K. (2014). Yahudi Sorunu. (çev. Sol Yayınları Yayın Kurulu). Ankara. Sol.