Manyak Olmasına Manyak, Ama Neden Seçildi? – Güneş Gümüş

Bir Manyağın Peşinde

8 Kasım Salı günü gelecek 4 yıl için devlet başkanını seçmek üzere sandık başına giden ABD’de beklenmeyen oldu ve dolar milyarderi şovmen emlakçı D.Trump, sürpriz bir şekilde ipi göğüsledi.

Sürpriz dediğimize bakmayın; seçim anketleri ve medya sürekli Clinton’ın kazanacağını pompalıyordu; ama aslında Clinton’un seçimlerin en az sevilen adayı olduğu kimse için sır değildi. Yani ABD’de en sevilmeyen iki başkan adayının yarıştığı bu seçimde demagojik sağ popülist söylemi kullanan kazandı. Gençler (18-35 yaş arası) arasında yapılan bir seçim anketinde katılan her dört kişiden biri, Beyaz Saray’a Clinton ya da Trump’un seçilmesindense dünyaya meteor çarpmasını tercih edeceğini söylüyordu. Düzenin adamı olarak görülen Clinton’ın çok az albenisi varken Trump’ın söyleyecek şeyleri, verilecek mesajları vardı (yalan da olsa).

trump-lilcoln

Olağanüstü Dönemler- Olağanüstü Söylemler

Olağanüstü dönemler, olağanüstü söylemlerin güç kazanmasına imkan verir. Soğuk Savaş’ın anti-komünist merkez üssünde, McCharty’ciliğin ülkesinde daha birkaç ay önce Vermont senatörü Bernie Sanders, “demokratik sosyalist” olduğunu söyleyerek, saatlik 15 dolarlık asgari ücreti savunarak, yoksullara-emekçilere hitap eden bir söylem geliştirerek Demokratların başkan adaylığı önseçiminde Clinton’ı çok ciddi şekilde zorladı. Sol popülist söylem kullanan Sanders, önseçimde sağ popülist Trump’la aynı miktarda oya (14 milyon) ulaştı. Clinton ancak parti kodomanı süper delegelerin desteği ve çoğu eyalette uygulanan tabandaki üyelere kapalı önseçim sistemi sayesinde Sanders’ı alt edebildi. Yaşlı Sanders tutturduğu solcu söylemle gençliği heyecanlandırmayı başarsa da ABD politik düzeni tarafından saf dışı bırakıldı.    

Düzenin adamı olduğu tartışma götürmeyen; aynı tas, aynı hamam parababalarının çıkarlarını sürdüreceğini ilan eden Clinton, Sanders’ı ekarte ettikten sonra da kadınlar-siyahlar-latinler üzerine kurulu kimlik politikalarıyla hiç de etkili olamadı. Hatta Clinton, siyahları ve Latinleri harekete geçirmeyi kesinlikle başaramadı. Her fırsatta Latin karşıtı ajitasyon yapan Trump, Cumhuriyetçilerin bir önceki seçimde kazandığı Latin oylarından fazlasını topladı; Latin nüfusun %30’unun oyunu Trump’un aldığı ifade ediliyor.

Şimdilerde “Clinton yerine Demokratların başkan adayı Sanders olsaydı Trump’u yenerdi” diye konuşuluyor. Haklılar diyebiliriz. Ekonomik ve siyasal kriz dönemlerinde ana akım kapitalist partiler ve onların söylemleri değil, sisteme karşıt olan ya da kendisini öyle göstermeyi başaranlar güç kazanır.

2008 krizi ABD’yi derinden sarsmıştı. Durum değişmiş değil. Siyasi elitlere ve süper zenginlere ciddi bir öfke birikmiş durumda; ekonomik istikrarsızlık yakıcı şekilde hissediliyor; yoksulluk artmış; ırkçılık katlanmış… Bu koşullarda bozuk düzenle özdeşleşmiş isimler (Clinton ailesi gibi) pek rağbet görmez. Ya daha sola ya da daha fazla sağa doğru bir gidiş öneren radikal politikalar, değişim talepleri destek görür. Bernie Sanders, altını dolduramayacağını kısa sürede gösterse de (Clinton destekçisi haline gelerek) sol bir söylem geliştirdiğinde hemen karşılığını bulmuş; kendisinden hiç beklenmeyen bir etki yaratmıştı.

Tersinden Trump da aynısını yaptı. Clinton, bütün seçim çalışmasını Trump’un ne kadar kötü bir aday olduğuna-neden seçilmemesi gerektiği üzerine inşa edip kadınlar-siyahlar-Latinler üzerinden kimlik siyasetiyle düzenin olağan akışını koruyacağını ilan ederken Trump; korumacı önlemlerle ekonomiyi yeniden canlandırmaktan, Amerikalıların işlerini çalan 11 milyon yasadışı göçmenin (işgücünün %5’i) sınırdışı etmekten, gümrük duvarları inşa etmekten, ticaret anlaşmalarını yenileyerek ihracat üzerindeki vergileri artırmaktan, iş yaratmaktan bahsediyordu. “Amerika’yı yeniden büyük yapalım” şiarıyla çalışma yürüten Trump, mevcut durumun değişmesini isteyen Amerikalılara hitap etti. ABC News’ın seçim çıkışı anketinde katılımcıların %38’i “seçiminizde ne belirleyici oldu” sorusuna “değişimi getirecek adaya oy verdim” diyordu. İşte Trump, sağ popülist bir temelde böyle bir değişim öneriyordu. Onun için de sadece Clinton’a karşı değil; kendi partisinin de ona istememesine karşı seçimden kazanarak çıktı.

Beyazların Oyuyla Kazanan Trump?

Trump’ın seçim başarısının arkasında kırsal kesimlerin ve beyaz ABD’lilerin desteği olduğu analizi yapılıyor.

Öncelikle ABD eyaletlerinin Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında neredeyse tarihsel bir bölünmesi olduğunu belirtelim. Neredeyse son 10 seçimdir Alaska, Utah, Idaho, Montana, Wyoming, Kuzey Dakota, Güney Dakota, Nebraska, Kansas, Oklohama, Teksas, Louisiana, Arkansas, Missouri, Missisippi, Tennessee, Kentucky, Alabama, Güney Carolina, Georgia, Batı Virginia eyaletleri Başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçi adayları destekliyor. Trump’un bu bölgede yarattığı bir değişiklik yok. Hatta bu eyaletlerin bir kısmı Kuzey-Güney savaşında kölelik yanlısı tavır almış Güney eyaletleri: Güney Karolina, Missisippi, Florida, Alabama, Teksas, Georgia, Louisiana, Virginia, Arkansas, Kuzey Karolina, Tennessee.

Gelelim seçimin kaderini belirleyen eyaletlere. Daha önceki seçimlerde Demokratların kazandığı Ohio (18 temsilci), Florida (29), Pennsylvania (20), Iowa (6), Wisconsin (10), Michigan (16) ve Arizona (11) eyaletlerinde Cumhuriyetçiler bu seçimde başarı elde edince Trump başkan olabildi. Bu eyaletlerden Ohio ve Iowa’yı Obama iki seçimde de kazanmıştı. Ya da Michigan’da 1988’den beri Cumhuriyetçiler kazanamıyordu. Bu eyaletler bir önceki ve ondan önceki seçimde siyah bir başkan adayına oy vermişlerdi. Yani mesele Beyazların ırkçılığı meselesi değil.  Ya da “Meksika sınırına duvar örme”nin propagandasını yapan Trump’ın, Latinlerin arasında %29 oy oranına ulaşması da basitçe beyazların ırkçılığının bir ifadesi olarak açıklamanın yetersiz olacağını gösteriyor. Yine seçimin kaderini tayin eden eyaletlerden Florida çok yoğun bir Latin nüfusa sahip olduğu halde Trump bu eyaleti rahatça alabildi. Örnekler, çoğaltılabilir, ama Trump’ın zaferini beyaz emekçilere bağlamak, hayata salt kimlikler üzerinden bakmanın, tek yanlı ve geçersiz düşünme biçiminin bir örneği.   

Trump Ne Değiştirebilir?

Cumhuriyetçiler, bu seçimde Başkanlığın yanısıra Senato ve Temsilciler meclisinde de çoğunluğu elde ettiler. Dolayısıyla Trump’un seçim kampanyasında vaat ettiği korumacılık, ticaret anlaşmalarının tekrar düzenlenmesi, gümrük duvarları, inşaata dayalı büyüme yürütülmesi konusunda adım atma konusunda eli daha güçlü. Başkan’ın kendi özel yetkileri de var. Örneğin Başkan 150 gün süreyle ihracat ürünleri üzerine ekstra %15 vergi koyabiliyor.

1970’lerdeki kapitalizmin krizinden çıkış reçetesi olarak uygulanan neo-liberal politikalar serbest ticaret üzerine kurulu. Neo-liberalizmin tıkandığı 2008 krizinden beri açıkça neo-liberalizmin şaşmaz ideologları tarafından da dillendiriliyor. Ancak kapitalistler bir çıkış projesi üretebilmiş değillerdi. Trump’un korumacı önlemleri; serbest ticareti, ABD’nin stratejik ortaklıklar oluşturma siyasetini, Çin’i çevrelemek için Asya’da yürütülen ticaret anlaşmalarını tehdit ediyor. Bu politikalar gerçekten yaşama geçirilirse dünya çapında etkileri ve jeo-politik yansımaları olacaktır.

Çinle ticaret savaşı başlatma tehditleri yapan, Çin’in ihracat ürünlerine %45 vergi koymaktan bahseden Trump, şimdiden özellikle Asya’da, Meksika’da ve aslında dünya piyasalarında deprem etkisi yarattı.

Dünya üzerinde ekonomik ve siyasal kriz koşullarından beslenen aşırı sağ; göçmen karşıtlığı kadar korumacılık yanlısı söylemleri yükseltiyor. İngiltere’nin AB’den çıkışının üzerinden çok zaman geçmedi; birçok AB ülkesinde yeni çıkışları sağlamak için aşırı sağ partiler çalışma yürütüyor. Şimdi de dünya kapitalizminin tepesinde aynı sesler yükseliyor. ABD’nin yeni bir Brexit olma ihtimali dünyadaki bütün dengeleri değiştirecektir. Tabii ki böyle topyekun bir politika değişimi sadece Trump’un sağcı popülist vaatlerini aşar; ancak ABD egemen sınıflarının isteği ve onayıyla yaşama geçebilir.

Olağanüstü İmkanlar

Trump’un ABD’nin 45. Başkanı olması ABD toplumunda büyük bir öfke ve tepkileri beraberinde getirdi; yanında umutsuzlukla birlikte. Elbette ki Trump’un ve Cumhuriyetçilerin büyük güçler elde etmesi emekçilere, ezilenlere yönelik birçok saldırının kapısını açacaktır. Ancak bu, gerçeğin sadece bir yüzü. Diğer yanda Trump’a karşı polisin silah kullanmasını gerektirecek bir öfke şimdiden sokaklara inmiş durumda. Trump’a karşı bu öfke eylemlerle örgütlendiğinde ABD’li emekçiler ve ezilenler ileri de gidebilir. Umutsuzluğun mu mücadelenin mi yükseleceğini bizzat mücadelenin kendisi belirleyecektir. Ama son yıllara bir hayli zinde giren ABD işçi ve gençlik hareketi adına umutla olmak için güçlü sebeplerimiz var.

ABD’de şu an var olan düzen partilerine karşı derin bir hoşnutsuzluk hüküm sürüyor. Amerikan rüyası, geniş kitleler açısından da ölmüş durumda. Son yıllarda artan eşitsizlik, ırkçılık, ekonomik istikrarsızlık, politik elitlere ve süper zenginlere karşı nefret, kendisini hızlanan mücadele sürecinde göstermişti. İşgal et hareketleri, saatlik 15 dolar minimum ücret mücadelesi, Black Lives Matter (Siyahların Yaşamı Değerlidir) hareketi; hepsi ABD’de toplumsal muhalefetin artan canlılığını gösteriyor.

Trump, göçmenleri ya da ABD’nin ticaret ortaklarını hedef göstererek kitleleri etkilese de, ekonomik iyileşme vaat etse de ABD’nin ve dünya ekonomisinin derin krizinden çıkışı kolay olmayacak. Kitlelerdeki ekonomik ve politik krizin yarattığı hoşnutsuzluk ise sürecek; yeni mücadeleleri besleyecek zemin yaratacaktır. Yeter ki bu zemin örgütlensin!

KATEGORİLER