Macar Devrimi (V.U. Arslan) | Marksist Bakış Arşivinden
Sunuş
V.U. Arslan’ın ilk kez Marksist Bakış Dergisi’nin 2006 yılına ait 9. sayısında yayınlanan bu yazısını Macar Devrimi’nin 60. yılı yaklaşırken okurlarımızla paylaşıyoruz. Okuyucularımız, güncelliğini hala koruyan bu yazıyı okurken Macar devriminin 50.yılı ibaresini yazının ilk yayınlanış tarihini dikkate alarak değerlendirmelidir.
SSCB’nin geçmişine ve Avrupa’da sosyalizm mücadelesine dair önemli bir dönemeç kabul edilmesi gereken Macar Devrimi solda gerici, anti komünist hatta faşist bir ayaklanma olarak anlatılır. Oysa sosyalizmin bürokrasi karşısında özgürlükçü ve proleter kimliğini yeniden kazanması için kitlesel bir ayaklanma karşımızdaydı. Bilinmeyen tarihimizden:
Bu ekim ayı, aynı zamanda Macar Devrimi’nin 50. yılına denk geliyor. Şimdilerde Macaristan kapitalizmi, 1956’daki şanlı devrimi, milliyetçi ve burjuva bir kalkışma olarak kendine mal etmeye çalışıyor. Geçit törenleri, saygı duruşları ve bin bir türlü safsatayla Macar Devrimi’ni resmi tarihin şoven bir parçası yapmaya çalışıyorlar. Oysa ayaklanma boyunca katledilen 25 bin genç işçi, köylü ve öğrenci, burjuvalar için değil, kendileri için, gerçek sosyalizm için dövüşmüşlerdi. Macar proletaryasının kahramanlık dolu anılarını 34 yıl boyunca ülkeyi demir yumrukla yöneten Stalinist iftiralar kirletemedi, burjuvalar da kirletemeyecek; gerçekler direngendir ve devrimci Marksistler, egemenlerin uydurduğu “resmi tarihe” karşı proletaryanın deneyimlerini geçmişten geleceğe taşıyacaktır.
“Bu gericiler ve faşistler tarafından örgütlenen bir karşı devrim değil, Sovyet silahlı güçleri tarafından desteklenen polis diktatörlüğüne karşı tabandaki komünistlerinde içinde olduğu kitlesel bir ayaklanma.” Bu sözler, Stalinist Britanya Komünist Partisi’nin yayın organında çalışan genç bir komünist muhabir olan Peter Fryer’a ait. Fryer’ın bu sözleri, Stalinistler ve sağcılar tarafından yaratılan efsanelerin aksine, 1956 Macaristan Devrimi’nin doğasını ortaya koyuyor. 1956’da Macaristan’da yaşananları en güzel tanımlayan ifade belki de Bill Lomaks’ın şu sözleri olsa gerek: 1956 Macaristan’ı “eski rejimi restore etmeyi değil, radikal bir şekilde yeni bir düzen oluşturmak isteyen bir devrimdir ve Batı kapitalizminden daha demokratik, komünist ülkelerden daha sosyalisttir.”
50.yıldönümünde Macaristan Devrimi’ni incelemenin anlamı, sadece kaybedilen bir işçi devrimi deneyiminden dersler çıkarmak değildir. Proletaryanın bu deneyiminin özgün yanı, SSCB’nin ve doğu bloğunun gerçek doğasını ortaya koymasında yatmaktadır. Bu rejimler işçi iktidarlarının örnekleri değil, kapitalizmin birer türüydü. Bu yüzden sınıf çelişkileri Doğu Bloku’nda kendisini grevler, barikatlar ve devrimler şeklinde ortaya koymak zorundaydı.
Macaristan-1919
I.Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda Macaristan ekonomisi hala büyük ölçüde tarıma dayanıyordu. Ancak küçük olmasına ve bir kısım bölgede yoğunlaşmasına rağmen, işçi sınıfı güçlü bir devrimci geleneğe sahipti. 1917 Ekim Devrimi’nin ateşi Macaristan’ı sardığında Bela Kun’un liderlik ettiği Macaristan Komünist Partisi’nin önderliğinde işçi sınıfı, Sovyet cumhuriyetini kurmaya çalıştı. Her ne kadar bu girişim, Bela Kun’un politik hataları nedeniyle sağcı bir darbe tarafından kanla bastırılsa da bu devrim, Macaristan işçi sınıfının mücadele tarihinde önemli bir deneyim olarak yerini aldı. Macaristan işçi sınıfı devrim deneyimine sahip bir işçi sınıfıydı. 2. Dünya Savaşı’nda Macaristan önce Nazi işgaline, sonra da adı Kızıl Ordu olan ama artık kızıllıkla işi kalmamış Rus ordularının işgaline uğradı. Savaşın bitiminden sonra Ruslar bir daha çekilmediler. Doğu Avrupa tümden Rusların işgali altındaydı ve Ruslar bu bölgede kendi uyduları olan “Halk Cumhuriyetleri” yarattılar. Yeni cumhuriyetlerinde iktidar tamamen güdümlü komünist partilere bırakıldı. Parti çizgisine muhalefet edenlere yönelik baskı ve eziyet dalgası sürdürülüyordu. Toplum üzerinde müthiş bir baskı egemendi. Sanki 30’lardaki gelenek geri gelmişti ve bu yılları yeraltında geçiren nice kararlı samimi devrimci şimdilerde Batı emperyalizminin ajanı ya da Titocu olmakla suçlanıyor ve idam ediliyordu.
Kırsal kesimde toprağın zorunlu kolektivizasyonu küçük köylülerin yoksulluğunu yoğunlaştırıyor ve kırsalda hoşnutsuzluğu artırıyordu. Şehirlerde ise, fabrikaların sahibi olduğu söylenen işçiler, artan iş temposu ve yüksek üretim beklentileri ile kendilerini köle gibi hissetmeye ve yaşananların savaş öncesi kapitalist dönemden bile kötü olduğunu düşünmeye başlamışlardı. En azından o zaman işçi haklarına iyi kötü savunan bağımsız sendikalar vardı. 1950’lerin başlangıcında yaşam standartları büyük oranda düşmüştü. Bu süreç boyunca Rakosi hükümeti Macaristan ekonomisini SSCB’nin ihtiyaçlarına uygun politikalarla yönlendirdi. Sonuç olarak, 1950’lerde ücretler düşmüş, sanayi aşırı gelişirken tarımsal üretim ihmal edilmişti. İşçi sınıfının hoşnutsuzluğu artmaktaydı.
1953: Doğu Avrupa’da Tepkiler Yükseliyor
Doğu Avrupa’nın diğer ülkelerinde olduğu gibi Macaristan için de 1953 “halk cumhuriyetlerine” kaşı tepkinin ortaya çıkmaya başladığı yıl oldu. Hoşnutsuzluk reform talebiyle aşağıdan örgütlenen gösterilere dönüşmüştü. Doğu Almanya’da 1953 mayısında hükümetin üretim normunu artırması ve bu durumun ücretlerde yüzde 10 ile 50 arasında azalmaya yol açması, inşaat işçileri tarafından Haziran 1953’te Berlin şantiyelerinde başlayan grevle cevaplandı. Grev sırasında iki işçi önderinin tutuklanması Doğu Berlin’de genel grev ateşini yakmıştı. Doğu Berlin’deki işçi grevleri giderek diğer şehirlere de yayıldı, 272 yerleşim yerindeki işletme ve atölyelerde iş bırakma eylemi yapılıyordu. Grev komiteleri yükseliyordu. İşçiler, hükümetin istifasını istiyorlar ve onun yerine işçi temsilcilerinden oluşan yeni bir hükümetin geçmesini istiyorlardı. İşçiler polis merkezlerini ve parti lokallerini işgale başlamışlardı. Doğu Almanya iktidarı yükselen mücadeleyi bastırabilecek güçte değildi. Devreye Sovyet askeri birlikleri girdi. İşçilerin Sovyet askerileri ile çatışmama çağrısına rağmen, askeri birlikler 17 Haziran sabahı işçilere karşı silahlı saldırıya geçtiler. Doğu Berlin’deki sıkı yönetime rağmen 17 ve 18 Haziran’da on binlerce işçi gösteriler düzenledi ve genel grev çağrısına uyularak işçilerin yaklaşık yarısı işbaşı yapmadı. Leipzig’de Sovyet askeri birliklerinin saldırılarını protesto eden işçilere ateş açılması sonucunda 68 kişi öldü ve yüzlerce kişi yaralandı. Çatışmalar devam ederken sanayi merkezlerindeki grevler Rus ordularının müdahalesi ile kırıldı.
Doğu Almanya’daki ayaklanmadan kısa bir süre sonra Budapeşte’deki 20 bin demir-çelik işçisi greve çıktılar. Eylemler kısa sürede diğer bölgelere de yayılmaya başladı. Hükümet, işçilere dikkate değer bir ödün vermek zorunda olduğunu hissediyordu. Kruşçev, bürokrasinin durumun kontrolünü kaybedeceği korkusuyla Macaristan’a müdahale etti. 1952’deki tarım bakanlığı zamanında yapmış olduğu toprak reformu ile sevilen bir kişi haline gelen Imre Nagy başbakanlığa atandı, böylelikle Moskova’nın sadık uşağı despot Rakosi’nin yerini aldı. Nagy hükümeti “yeni rota” adlı bir reform programını uygulamaya koydu. Yeni Rota, politik mahkumlar için genel af, demokratikleşme, ağırlığın ağır sanayiden tüketim malları üretimine kaydırılması, basın üzerindeki sansürün gevşetilmesi gibi taleplere dayanıyordu. Reformların uygulanmasındaki aksaklıklar, bu programdan hoşnutsuz olan parti kadrolarının Nagy karşı dönmesine neden oldu. Bu tutum, Moskova’nın yeni bir hareketin çıkma olasılığı karşısındaki kaygısıyla birleşince, Nagy’nin sonunu hazırladı. 1955’te Yeni rota programı uygulamadan kaldırıldı ve Nagy bütün parti görevlerinden uzaklaştırıldı.
Bu geriye dönüş, halk içinde hoşnutsuzluğu artırdıysa da tepki şeklinde ortaya çıkışına kapı aralayan Kruşçev’in Stalin’in suçlarını açıkladığı ve kınadığı gizli konuşmasını yaptığı Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin 20. Kongresi oldu. 1956 Şubatı politik tartışmaların ülkenin her yanında patlamasına tanıklık ediyordu. Halk üzerinde bir rahatlama ve kendine güven dalgası oluşuyordu. 1956 Haziran’ında Macar işçi sınıfı, sesini yine yükseltmeye ve grev dalgasıyla Polonya Poznan’daki grevci işçilere yönelik vahşice baskıya karşı dayanışmayı yükseltiyordu. Yükselen öfke ve gösteriler karşısında temmuzda Nagy’den sonra tekrar iktidara gelen Rakosi görevinden ayrılmak zorunda kaldı. Ancak hoşnutsuzluğu yok edebilecek yeni bir açılım da önerilemiyordu. 1956 eylül ve ekim ayları işçi muhalefeti somut bir şekilde taleplerini yükseltmeye başlamıştı. İşçi Muhalefetinin talepleri, fabrikalarda özyönetim organlarının kurulması ve işçi kontrolünün sağlanması üzerine yoğunlaşıyordu. Ekim başında artan muhalefet nedeniyle Nagy yeniden parti üyeliğine alınmıştı.
Ekim ayına ait kitlesel tepkilere yönelik başka bir önemlin olay da, 1948’de Tito yanlısı olmakla suçlanarak idam edilen Rajk’ın itibarının geri iade edilmesinin ardından cenazesi için düzenlenen devlet töreninin sesiz bir kitlesel gösteriye dönüşmesiydi. 200 bin kişi cenazeye katılmıştı. Günün sonunda devrimci marşlar söyleyerek şehir merkezine giren 200-30 kişilik bir öğrenci grubu “Yarı yolda durmayacağız. Stalinizm yıkılmalı!” sloganları atıyorlardı.
Devrim Ateşi Macaristan’ı Sarıyor
Öğrenciler bu sessiz gösteriyi takip eden dönemde devrime giden yolun ilk kıvılcımlarını yaktılar. 15 Ekim’de Güney Macaristan’daki Szeged’deki öğrenciler kendi öğrenci birliklerini kurdular. 22 Ekim’de Budapeşte Teknik Üniverstesi öğrencileri, ülke politikasına ilişkin 16 talep içeren bir 1956 Eylül ve Ekim ayları işçi muhalefeti somut bir şekilde taleplerini yükseltmeye başlamıştı. Bildirge hazırladılar ve Polonyalı kardeşleriyle dayanışmak ve taleplerini dile getirebilmek için ertesi gün için bir gösteri çağırdılar. Öğrencilerin talepleri içinde ifade ve basın özgürlüğü, serbest seçimler, diğer siyasi partilerin politik yaşama katılım hakkı, işçilerin grev hakkı, üretim hedeflerinin gözden geçirilmesi ve işçi ve köylüleri yaşam koşullarında köklü değişiklik talepleri vardı. Öğrencilerin üç temel talebi vardı: Sovyet askerleri geri çekilsin, partinin orta ve üst liderliği en kısa zamanda taban tarafından gizli bir oylamayla yeniden seçilsin ve yeni bir merkez komite seçimi için parti kongresi düzenlensin; Imre Nagy liderliğinde yeni bir hükümet oluşturulsun ve Rakosi dönemine ait bütün önde gelen görevliler uzaklaştırılsın. Yazarlar Birliği de ertesi gün (23 Ekim) için Polonya ile dayanışma yürüyüşü yapma çağrısında bulundu.
23 Ekim’de gösteri barışçıl başladı, eylem 1848-9 Macar devriminin Polonya kökenli kahramanı Josef Bem’in anıtının önünde son bulması planlanıyorsa da eylem sonrasında kitle dağılmayarak parlamento binası önünde toplanmaya başladı. Akşam saatlerine gelindiğinde parlamento önünde 300 bine yakın eylemci vardı. Göstericiler ısrarla Nagy’i bir konuşma yapması için çağırıyorlardı. Nagy konuşması sonrasında eylemcilerin dağılması beklenirken Parti Genel Sekreteri Gerö’nün radyo konuşması devrim ateşleyen kıvılcım oldu. Gerö, gösteriyi “milliyetçi zehirler saçan, Sovyet Rusya’yı karalayan, düzensizlik yaratma girişimi” olarak niteleyip yaşananların karşı-devrim olarak adlandırması tansiyonu bir anda yükseltti. Öğrencilerin taleplerinin yayınlanması için radyo binasına gideceğini öğrenen kalabalık radyo binası önünde toplanmaya başladı. Radyo binasının önünü silahlı gizli polis güçleri tutmuşlardı. Öğrencilerin taleplerini radyodan duyurmakta ısrar etmeleri üzerine binaya girmeyi zorlayan silahsız kalabalığa siyasi polis (AVH) ateş açtı. AVH’ye yardım etmeleri için gönderilen askerlerin çoğu silahsız göstericilere ateş açılması karşısında göstericiler den yana tavır aldılar ve pek çok yerde silahlarını göstericilere verip radyo binasına yönelik hücuma katıldılar. Kendilerine, gösteriye silahlı bir şekilde müdahale emri verilen bütün bir tank alayı, müdahale etmeyi reddedip kalabalığa kardeşçe davranıyordu.
Silahlanmaya başlayan halkla AVH arasında silahlı mücadele başlamıştı. Gece yarısına kadar Csepel ve Ujest’in sanayi bölgesindeki fabrikalardan kamyonlar dolusu işçi mücadeleye katılmak için gelmişti. Yanlarında da fabrika depolarından ve kışlalardan elde ettikleri silahlar ve cephaneler vardı. Çatışmalar gece boyunca devam etti. Göstericiler 24 Ekim sabahı parti gazetesi Szabad Nep’in bürolarını işgal ettiler. Bu sıralarda hükümetin çağırdığı Sovyet birlikleri ve tankları, ayaklanmayı bozguna uğratmak için Budapeşte’ye giriyordu. Sovyet birlikleri AVH’nin yanında Budapeşte halkına karşı silahlı saldırıyı başlattılar. Sovyet tanklarının başkentin sokaklarında görülmeye başlamasıyla birlikte kendiliğinden bir şekilde işçi bölgelerinde “savaş birimleri” oluşturuldu barikatlar kurulmuştu. Militan komünist işçiler mücadele için kellelerini koymaya hazırdılar. Devrim Budapeşte’ye sıkışmamış, tüm ülkeye yayılmaya başlamıştı. 24 ekimde Budapeşte’de başlayan genel grev, hızla Miskolc, Györ, Pecs gibi diğer sanayi kentlerine yayıldı. Grev tüm yaşamı durdurmuştu. Fabrikalarda işçilerin öz yönetim organları olan işçi konseyleri kurulmaya başlamıştı. Bu aşamada embriyonik bir durumda olan ve üyelerinin çoğunun savaşım içinde olduğu işçi konseyleri, devrimin yaratacağı ikili iktidar sürecinde işçi sınıfının iktidar organları haline geleceklerdi.
Bir yanda Sovyet birlikleri ve AVH ile halk arasında çatışmalar devam ederken politik arenada da ayaklanmayı durduracak adımlar atılmaya çalışılıyordu. 24 Ekim sabahı parti genel sekreteri Gerö, Nagy’i hükümet başkanlığına getirdiğini açıkladı. Nagy, demokratikleşme yönünde adımlar atılacağını vadediyor ve halka silahlı mücadeleyi bırakma çağrısı yapıyor ve silahları bırakanların cezalandırılmayacağını taahhüt ediyordu. Bu çağrılar beklenilen sonucu vermedi. Gözden kaçırılan şuydu ki, devrim süreci Nagy’nin reform taleplerini çoktan eskitmişti; bürokrasinin engellemeye çalıştığı başıbozuk bir silaha sarılma değil, işçileri ve halkı kapsayan bir devrim hareketiydi.
Ordunun dağılması ve askerlerin büyük kısmının devrimcilerin safına geçmesi, devletin fiili gücünün tükendiğini gösteriyordu. Devlet kurumlarının tümü ve radyolar ile gazete binaları kitleler tarafından ele geçirilmişti. Fiilen her yerde inisiyatif işçi konseylerine geçmişti. Bürokrasinin Nagy ile yapmayı planladığı hamlenin başarısızlığının ardından başka hamleler de denendi. 25 Ekim’de Gerö, Parti genel Sekreterliğinden alındı, yerine Kadar getirildi. Nagy, kitlelerin taleplerini kabul ettiğini açıkladı; Sovyet askerleri Budapeşte’den çekilecek, seçimler yapılacak, tek parti sistemi kaldırılacak, devrimin kahramanlarından olan Albay Maleter Savunma Bakanlığına getirilecek, siyasi polis tasfiye edilecekti. Ancak kitleler durulmuyordu, grevler her yerde sürerken konseyler yönetimi ellerinde tutuyorlardı.
Sovyet Birlikleri Geri Çekiliyor
Dört günlük şiddetli çatışmalardan sonra, Moskova ateşkes ilanında anlaştı ve birliklerini geri çekmeye başladı. Bu kararın altında birçok neden vardı. Macar ordusunun büyük çoğunluğu ya devrimden yana geçmişti ya da en azından tarafsız kalıyordu. Diğer yandan Rus tankları ayaklanmayı bastırmak üzere harekete geçtiklerinde karşılarında gördükleri iyi organize olmuş, şaşırtıcı kahramanlıklar gösteren, korkusuz bir toplamdı. Direnişçilerin yenilmesi öyle çok da kolay değildi. Ancak, birliklerin geri çekilmesini sağlayan ana faktör Kızıl Ordu askerlerinin devrim ruhundan etkilenerek ayaklanmayı bastırmayı reddedecekleri ve hatta ayaklanmaya katılarak bu ruhu Sovyet işçilerine Macaristan’daki faşist ayaklanmayı bastırmak için geldiklerini düşünen Kızıl Ordu askerleri karşılarında işçileri ve öğrencilerin devrimci ayaklanmasını buldular.
Kızıl Ordu askerleri Budapeşte sokaklarına girerken karşılarında faşist bir ayaklanma bekliyorlardı. Oysa karşılarında gördükleri işçiler ve sıradan halkın direnişiydi. Rus tankları vardığında işçi ve öğrenciler onları çevreliyor ve Stalinist bürokrasiye karşı kendilerini savunma haklarının olduğunu anlatmaya çalışıyorlardı. Ayaklanmacılar askerlere Rusça bildiriler dağıtıyorlardı. Birinde şunlar deniyordu: “Arkadaşlar, bizlere ateş etmeyin!Cellat olmayı reddedin! Bize faşist diktatörlüğü devirmemizde yardım ettiniz ama şimdi siz kendiniz bir diktatörlüğe yardım ediyorsunuz. Arkadaşlar, kızıl emperyalizme hizmet ediyorsunuz ve hiçbir şekilde sosyalizm adına değil” Rus askerlerinden Macarca konuşabilenler insanlarla konuşuyor ve neler yaşandığını anladığı anda savaşmayı reddediyorlardı. Birçok durumda Rus askerleri ile Macar işçileri arasında kardeşleşme yaşanıyordu. Budapeşte’deki birçok insan Kızıl Ordu’nun ayaklanmaya katılacağını düşünüyordu. İşte bu gelişmeler Sovyet bürokratlarının kanını dondurmaya yeterdi.
Tabii ki Moskova’nın elleri de boş durmuyordu. Durumu lehine çevirecek manipülasyonlar hazırlamakla meşguldü. 25 Ekim’de parlamento binasının önünde silahsız kitleye ateş açılması ve bundan dolayı Rus tanklarının suçlanması, Rus askerleri ile Macar halkı arasındaki kardeşleşmeye gölge düşürdü. Oysaki olayların arkasındaki güç VH idi. Bu manipülasyonun sonuçları devrim açısından ağır oldu. Kızıl Ordu ile kitleler arasına bir kez soğukluk girmişti.
Sovyet birliklerinin 29 Ekim’de çekilmesinden sonra fabrikalarda, işyerlerinde, tiyatrolarda, yazarların kulüplerinde, kısacası toplumsal yaşamın her yerinde özgürlükler canlanıyordu. İşçi konseyleri ve devrimci komiteler Macarların tanıdığı tek karar alma ve yürütme organları haline geldiler. Savaşım sırasında ve sonrasında sıradan insanlar toplumun yönetimini kendi ellerine almışlardı. Ordu, “Macaristan Devrimci Halk ordusu Devrimci Komitesi’ni” seçiyordu ki bu artık sürekli bir ordu değil milislerden oluşuyordu. Yazarlar, öğrenciler, ev kadınları hepsi kendi örgütlerini kurma süreçlerine katıldılar. Devrim, özellikle ağır sanayi ve maden bölgesi olan çevre ilçe ve kasabalara yayılıyor, oralarda da işçi konseyleri ve devrimci komiteler kurulup temsilcileri Budapeşte’ye gönderiliyordu. 31 Ekim’de işçi konseyleri Budapeşte çapında bir konferans düzenleyerek işçi konseylerinin hak ve görevlerini içeren bir karar metni çıkardılar:
- Fabrikalar işçilere aittir. İşçiler devlete üretim ve kârın bir kısmını temel alarak hesaplanan bir vergi öderler.
- Fabrikanın en yüksek kontrol organı, işçiler tarafından demokratik yöntemlerle seçilen işçi konseyidir.
- İşçi konseyi 3 ila 9 üyeden oluşan bir yürütme kurulu seçer. Yönetim kurulu konseyin ürütme makamı olarak hareket eder ve konsey tarafından alınmış kararları ve görevleri uygulamaya koyar.
- İş yeri yöneticisi, ücreti fabrika tarafından ödenerek çalıştırılır. Yönetici ve diğer yönetici pozisyonundaki kişiler işçi konseyi tarafından seçilirler.
- İş yeri yöneticisi fabrikaya ilişkin tüm konularda işçi konseyine karşı sorumludur…
- İş yerinde çalışan tüm işçilerin işe alınması ve işten çıkarılması konusunda doğacak tüm anlaşmazlıklarda karar hakkı işçi konseyine aittir.
- İşçi konseyi tüm bilânçoları görmek ve kârların kullanımına arar vermek hakkına sahiptir…
(Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, cilt 5, s. 1481)
Nagy, iktidar organı haline gelen işçi konseylerinin baskısına dayanamayarak Macaristan’ın bağımsızlığını ve Varşova Paktı’ndan çıktığını ilan etti. Bu açıklamadan sonra işçi konseylerinin büyük bölümü genel grevi sona erdirmeye ve 5 Kasım’da fabrika ve iş yerlerinde üretimi başlatmaya karar verdiler. İşçi konseyleri, hala merkezi düzeyde bir örgütlenmeye sahip değildi ve ne yapacağını bilemez durumdaydı. Konseylerin hem işbaşı yapmak yerine siyasi iktidarı alarak ikili iktidara son vermek gibi bir perspektifi yoktu, hem de konseylere liderlik ederek iktidarın tam olarak ele geçirilmesini sağlayacak Bolşevik devrimci parti yoktu.
Sovyet Birliklerinin Ayaklanmaya Karşı 2. Saldırısı Başlıyor
SSCB, bürokrasisi zaman kazanmak için Varşova paktından çekilme görüşmelerini başlatacağını açıklasa da Kadar, 3 Kasım’da yeni bir hükümet kurduğunu ve “karşı-devrimin” bastırılacağını açıkladı. Aynı gece Sovyet orduları Budapeşte’ye hareket etmeye başladı. 200 bin asker, 6 bin tank ve Sovyet uçakları devrimi boğmak üzere yürüyorlardı. Artık bilinçli bir şekilde hiçbir Rus askerinin tanklarından dışarı çıkmasına izin verilmiyordu, zaten Orta Asya’dan yeni getirilen bu birlikler yaşananın geçekten bir faşist ayaklanma olduğuna inanıyorlardı.
İşçi sınıfı hızla harekete geçti. Genel grev devam ediyordu ve direniş parlak bir şekilde örgütlenmişti. Barikatlar Budapeşte’de tekrar yükseliyordu. Macarlar 6 bin tank, 200 bin asker ve hava bombardımanı karşısında güçsüzlerdi. Yine de sanayi bölgelerindeki direniş en uzun sürenleriydi. Sonuçta, Csepel de düştü ve silahlı direniş durdu. Sovyet birlikleri binlerce kişinin ölümüne yol açarak Budapeşte’yi ele geçirmişlerdi. Sovyet işgalinin başlangıcından beri SSCB ve bütün doğu Avrupa’da ürütülen propaganda Macaristan’daki sosyalist sistemin karşı devrimcilerin saldırısına uğradığı ve kızıl ordunun bu saldırı karşısında sosyalist sisteme yardım etmek için gittiğiydi. Macar halkı ise işgalden sonra bu propagandayı boşa çıkarır alaycı afişler yapıyordu: “Eski kapitalist sistemi destekleyen bir zamanların soyluları, toprak ve fabrika sahipleri, kardinalleri ve generalleri fabrika işçisi ve köylü kılığına girerek yurtsever hükümetimize ve Rus dostlarımıza karşı propaganda yapıyorlar.”, “Neyse ki ülkede yedi namuslu adam bulundu. Hepsi de hükümette oturuyorlar.”, “Csepel fabrikalarındaki 40 bin aristokrat ve faşist grevde!”
Kızıl Ordu, silahlı ayaklanmayı bastırdıktan sonra fabrikaları işgal ediyor ve Kadar yönetimindeki hükümetle ele ele çalışıyordu. Ancak işçi konseyleri yerlerinde duruyorlardı. Grevin sonlandırılmasını isteyen Kadar yönetimi ve Sovyet işgal güçleri, konseylerin varlığını kabul edip onlarla görüşme yapmak zorunda kaldılar. İşgalden sonra da işçi konseyleri oluşmaya devam etti. İşçi konseylerinin grevin sona erdirilmesi için “Sovyet birlikleri derhal Macaristan’ı terk etsin; Kadar hükümeti üyelerinin içinde yer almayacağı yeni bir koalisyon hükümeti kurulsun ve Nagy bu hükümete katılsın; en kısa zamanda bütün demokratik partilerin katılacağı bir seçime gidilsin; Macaristan’ın tarafsızlığı sağlansın; işçi konseylerinin statüleri korunsun” gibi noktaları içeren talepler öne sürdüler.
13 ve 14 Kasım’da çeşitli işçi konseylerinin delegeleri bir araya gelerek Budapeşte Merkezi İşçi Konseyi’ni kurdular. Konseyler, Kadar yönetimine karşı daha güçlü ve birlik içinde olabilmek için merkezi bir organa sahip olma ihtiyacını duymuşlardı. İşçi sınıfı güçlerini ancak 24 Kasımda Ulusal Konsey’in örgütlenmesiyle birleştirebildi. Ancak işçi sınıfı güçlerini birleştirmek için çok geç kalmıştı. Ulusal Konsey örgütlendiğinde devrim artık yenilgi sürecine girmiş bulunuyordu. Kadar, işçi konseylerinin taleplerini kabul ettiğini açıklasa da vakit kazanarak işçi konseylerini siyasi karar mekanizmalarının dışında tutmak gayesindeydi. Kadar’ın, bütün bu niyetlerine rağmen Budapeşte Merkezi İşçi Konseyi(BMIK) 19 Kasım’da iş yerlerinde yeniden işbaşı yapma kararı verdi. Karardan hemen sonra Kadar yönetimi, BMIK’ya saldırıyı başlattı. Yetkileri ve kuruluşuna kısıtlamalar getirildi, bakanlıklara, iş yerlerine müdür atama yetkisi tanındı. 21 Kasımda konsey toplantısının yasaklanması üzerine BMIK 48 saatlik genel greve gitme kararı aldı ve Kadar’ın geri adımıyla 23 Kasım’da grev bitirildi. Kasımın sonundan itibaren Kadar yönetimi, ülkede kurulmuş bütün işçi ve devrim komitelerine savaş başlattı. Üyelerini tutukladı, bu tutuklamalar karşısındaki gösterilere ateş açtırdı. Aralığın başında BMIK yeni bir 48 saatlik genel grev kararı alınca tüm bölgesel ve merkezi işçi konseyleri yasaklandı. Genel greve uyulması, konsey hareketinin yenilgisini durduramadı. Fabrika düzeyindeki işçi konseylerinin ise hareket ve yetki alanları gün be gün kısıtlandı. Devrimci hareketin çıkışından yaklaşık bir yıl sonra 17 Kasım 1957’de işçi konseylerinin varlığına resmi bir açıklamayla tamamen son verildi.
Sovyet işgali ve Kadar’ın iktidarını sağlamlaştırmasından sonra tutuklamalar, ölüm cezaları, bakı dalgasıyla ayaklanmacılar sindirilmeye çalışıldı. Binlerce devrimci tutuklanarak idam edildi. Resmi rakamlar idam edilenlerin sayısı 2 bin 700 verse de süreçte 25 bine yakın insan öldürülmüştür. 200 bin kişi ise, müdahale sırasında açık olan Avusturya sınırından kaçmıştır. Sovyet destekli Macar bürokrasisi iktidarına tekrar kavuşurken Macar işçi sınıfı 1919 ‘daki ilk Macar devriminden sonra ikinci büyük yenilgisini de almış oluyordu.