Komplo Teorileri ve Gerçeklik – Fikret Seyhan
Hemen her kriz dönemi kendi şarlatanlarını yaratmayı başarıyor. Covid-19 döneminde de gördük: Salgın ortaya çıkar çıkmaz yayılan komplo teorileri, bunlara dayanarak yazılan ve bir anda rafları mantar gibi kaplayan kitaplar, bu dönemlerde yıldızları parlayan sözde işin uzmanları, sosyal medyada yayılan tevatürler… Deprem felaketinde de bu tablo şaşmadı. Akit’inden popstarlığa özenen uzmanlara dek birçok kanaldan komplo teorileri ortalığa saçılmaya başlandı. Hatta Türkiye Uzay Ajansı Başkanı Serdar Hüseyin Yıldırım depremin uzaydan dünyaya fırlatılan 8-10 metrelik titanyum alaşımlı sert metalden yapılmış çubuklar tarafından tetiklendiğini bile iddia edebildi!
Bu tarz komplo teorileri sebepsiz yere doğmuyor. Gerçeklerin egemen sınıfın çıkarlarını tehlikeye düşürdüğü noktada komplo teorilerine kurtarıcı bir anlam biçiliyor. Hatta mevcut düzene muhalif pek çok insan da hızlı bir şekilde bu komplo teorilerinin alıcı haline gelebiliyor.
Tarihin materyalist yorumlanışı hayata sınıflar mücadelesinin penceresinden bakmayı gerektirir. Tarihi şekillendiren, insanlığın kaderini belirleyen olgu kimi zaman dünyayı yöneten beş aile gibi komik kavramlara indirgense de; esasında belirleyici olanın emekçi sınıflar ile dünyayı yöneten sermaye sınıfı arasındaki uzlaşmaz çelişki olduğu gerçeği üzerinden hareket etmek günümüzde olan biten her şeyi anlamanın yegane anahtarıdır.
Örneğin, deprem konusunu ele alalım. Egemen sınıflar HAARP teknolojisinden, uzaydan fırlatılan çubuklara kadar pek çok konuda bizim bu tarz safsatalara inanmamızı; hatta iktidarın yaymaya çalıştığı haliyle yaşadığımız depremin yüzyılın felaketi olduğuna inanmamızı beklerler. Evet büyük bir felaket olduğu kuşku götürmez; geçmiş yüzyıla baktığımızda çok daha şiddetli depremlerin yaşandığını görebilmek de mümkündür. Kaldı ki dünya kıtaların şekillenmeye başladığı yüzlerce milyon yıl öncesinden bu yana tektonik hareketlere sahne olmaktadır ve bu halen daha sürmektedir. Burada amaç elbette depremin bilimselliğini kanıtlamaya çalışmak değil. Ancak egemen sınıflar için deprem felaketinin faturasının bu kabarması karşısında oluşan tepkiyi hayali düşmanlara yönlendirmek daha işlevseldir.
Elbette bu konuda egemen sınıflar için tarih boyunca bunu uçlaştıran akımlar ortaya çıkmıştır. Özellikle aşırı sağ ve faşist hareket bu konuda özel bir sicile sahiptir. Kapitalizmin yol açtığı eşitsizliklerin sebeplerini sistemin kendisinde aramak yerine, bunların sorumluluğunu Yahudilere atmak gibi… Günümüzde de bu akımın temsilcisi olarak Türkiye’de Zafer Partisi örneği verilebilir. Arap nefreti ve ırkçılık Bursa İl Başkanlığının Attığı tweete konu olmuş ve meselenin ne kadar ileri taşınabileceğinin bir örneği olmuştur. Üstelik bu tarz ırkçı fikirlerin kitlelerin öfkesini ezilen etnik ve dini kimliklere yönlendirerek nasıl sorunlara yol açabileceğini son deprem sürecinde de görmüş olduk.
Egemen sınıfların asıl korkusu emekçi sınıfların örgütlü ve bilinçli bir mücadele yürütmesidir. Bunun önüne geçmek, zihinleri kirli propagandalarla kirletmek ve bulanıklaştırmak uğruna her dönemin ruhuna uygun düşmanlar ve komplo teorileri üreteceklerdir. Yeri geldiğinde Yahudiler, yeri geldiğinde kızıl komünistler yeri geldiğinde Araplar… Ancak, insanlığı bunca acıya ve trajediye sürükleyen gerçeklik sistemin maddi temellerinde yatmaktadır. Olanca öfkemizi komplo teorilerine konu edinen hayali düşmanlara veya her fırsatta hedef gösterilen ezilen kimlikler yerine asıl düşmana yönlendirmek gerekmektedir.