Katledilişinin Yıldönümünde Troçki: Bir Devin Omuzlarından Dünyaya Bakmak – V.U. Arslan
Troçki, Stalin’in profesyonel katiller sürüsünden biri olan Ramon Mercader tarafından katledildiğinde Bolşevik devrimciler kuşağının son temsilcisi de yok edilmiş oldu. Lenin ile beraber bu kuşağın en önemli lideri olan Troçki, geleneği geleceğe taşıma sorumluluğunu sırtlamıştı. Ekim Devrimi’nin önderi, ayaklanmanın yöneticisi, Dışişleri Halk Komiseri, Komintern’in Lenin hayattayken gerçekleşen ilk dört kongresinin metinlerinin yazarı, Kızıl Ordu’nun mimarı ve lideri, iç savaş önderi ve kahramanı… Birbirinden hayati bu sorumluluklara daha birçoğu eklenebilir, ama Troçki kendisinin en kritik vazifesinin bu görkemli roller içinde 4. Enternasyonal’in kuruluşu olduğunu belirtir. Bunu biraz açıklayalım.
Stalin’in önderlik ettiği bürokratik karşı devrim, Rusya’da işçi iktidarını adım adım boğarken bir yandan da Bolşevizmin ideolojik temeli olan devrimci Marksizmi torpillemek zorundaydı. Sürekli devrime karşı başlatılan büyük kampanya ile dünya devrimi ve enternasyonalizm rafa kaldırılıyor, yerine yurtsever-milliyetçi burjuva zırvalar getiriliyordu. Eşitlikçiliğe karşı başlatılan yıpratma kampanyası ile Stalinist bürokrasinin ayrıcalıkları ve gitgide büyüyen sosyal eşitsizlikler meşrulaştırılıyordu. Tek ülkede sosyalizm ve (emperyalizmle) barış içinde bir arada yaşama politikalarıyla emperyalist kapitalist sisteme adaptasyon sağlanıyor ve SSCB dünya statükosunun bir parçası haline geliyordu. “Anavatan Rusya savunusu” ile dünya komünist hareketi SSCB dış politikasının basit araçları haline geliyordu. Proleter demokrasisi küçük burjuva liberal bir sapma olarak damgalanırken SSCB giderek polis devletine dönüştü. Ezilen uluslara yönelik baskılar Çarlık dönemini fersah fersah aşarken doğal olarak Rus şovenizmi aldı yürüdü. Kadınlar, Yahudiler ve diğer farklı bütün kimlikler baskılandı, sindirildi. Bütün bunların sonucu olarak Stalinist bürokrasi dünyanın herhangi bir yerinde başlayan devrimleri kendisi için büyük bir tehdit olarak gördü ve her defasında diğer kapitalist güçlerle işbirliği halinde devrimler arkadan hançerlendi. SSCB Çarlık dış politikasını yayılma rotalarıyla beraber devraldı, emperyalizmin iki büyük süper gücünden biri haline geldi. Stalinist karşı devrimin değişik veçhelerini sayfalar dolusu yazmak mümkün ama Stalin’in Hitlerle anlaşmasını ve şerefine Moskova’da bir sürü davet, balo vb verilmesini not düşersek Ekim Devrimi’nin ne kadar büyük bir karşı devrimle yüz yüze kaldığını göstermiş oluruz. Karşı devrimlerin en tipik görevi devrim kadrolarının baskılanması, ağır cezalara çarptırılması veya yok edilmesidir. İşte, Stalinist karşı devrimin dünya sınıf mücadelesi tarihi açısından ne denli büyük bir kırılma anlamına geldiğini SSCB’de 1940’a kadar katledilen komünist sayısının milyonlara ulaşmasından görebiliriz. Birçokları SSCB’de karşı devrimin 1991’de gerçekleştiğini düşünür. Oysa Doğu Bloku çözüldüğünde Stalinist bürokratlar öldürülmek ya da cezalandırılmak şöyle dursun yeni rejimlerin de en tepe noktalarını aynen işgal ettiler, milyarder oligarklar oldular. Diğer taraftan Stalinist karşı devrim Bolşevik kuşağı yok etmeyi kelimenin gerçek anlamında soy kurutma biçimlerine vardırmıştı. Üstelik katliamlar sadece SBKP içerisinde olmadı, dünya komünist partileri içerisinde Stalinizasyon sürecine direnen ya da bu sürece uyumsuzluk gösteren çeşitli milletlerden binlerce komünist de Stalinist kıyım tezgâhlarında kurban oldu. Bunlardan birisi de TKP’li Ali Cevdet (Fahri) idi. Komintern’in 5.Kongresi’nde Stalin’in sözde bilim adamlarının Türkiye’yi feodalizmden bile oldukça geride arkaik koşulların hüküm sürdüğü bir ülke olarak tariflenmesine ve buna bağlı olarak sosyalist devrim programının iptal edilmesine karşı çıkmış, ayrıca Kemalizmin ilerici ilan edilmesini şiddetle eleştirmişti. O da 1936-39 arasında hüküm süren büyük temizlikten sağ çıkamayacaktı.
Bütün bu karşı devrim sürecine karşı başlatılan Bolşevik direnişin lideriydi Troçki. Lenin hayatının son yıllarında Stalin’in başını çektiği bürokratik tehlikenin farkına varmış ve yaşamının son kavgasını bu eğilime karşı vermişti. Vasiyetinde Stalin’in partideki görevinden uzaklaştırılmasını istiyordu. Üstelik vasiyetini yazdıktan sonra Stalin hakkındaki kanaatleri daha da netleşmişti. Troçki’ye bir büyük kavga için daha işbirliğine var mısın diye soruyordu. Yaklaşan parti kongresinde Stalin’e karşı kendi deyişiyle “büyük bir bomba” hazırlamıştı. Ama ölüm Lenin’i bu son kavgasından alıkoyacaktı. Stalin’in denetiminde olan doktor ve hemşireleri Lenin’i aktif politikadan uzak tutmak için kesin emirler veriyorlardı. Gerekçe sağlık sorunlarıydı. Ne bir radyo, ne bir gazete girebiliyordu Lenin’in hasta odasına. Oysa bu ağır tecrit koşulları Lenin için dayanılmazdı. Mücadeleden asla yılmayan, pes etmek nedir bilmeyen Lenin bu tecridi karısı Krupskaya aracılığıyla Rusya’da olan biteni öğrenerek ve dışarıya mesajlar göndererek kıracaktı. Lenin’in kendisi hakkındaki planlarının farkında olan Stalin Krupskaya’nın Lenin’e aracılık etmesiyle deliye dönecek ve Krupskaya’ya hakaretler yağdıracaktı. Lenin, Stalin’e yazdığı mektupta karısına yapılan hakaretin aslında kendisine yapılmış olduğunu bildiğini dile getirerek Stalin’e kendisiyle olan tüm kişisel münasebetlerini sonlandırdığını yazmıştır. Lenin hastalığı süresince geçirdiği krizlerin ikisinden sonra ayağa kalkmayı başarmıştır ama her defasında tam işleri ele alacakken yeni bir kriz Lenin’i yatağa düşürmüştür. Lenin ancak üçüncü güçlü krize boyun eğmişti. Troçki’nin otopsi talepleri ise sonuçsuz kalacaktı. Stalinist bürokrasi Lenin’e şatafatlı bir anıt mezar yaptırdı. Hayatı boyunca mütevazılıği bir devrimci erdem olarak kabul etmiş Lenin’in böyle bir anıt mezardan olsa olsa midesi bulanırdı. Üstelik böyle bir anıt mezar Ekim Devrimi’nin ruhu ile de büyük bir çelişki içindeydi. Ama Stalin Leninizm’in içini boşaltmak zorundaydı. Krupskaya bu anıt mezar işine itiraz ettiğinde bir kez daha Stalin’in hakaretlerine maruz kalacaktı.
Bu saatten sonra bütün sorumluluk Troçki’nin omuzlarındaydı. Lenin’in ölümüyle karşı devrim gaza iyice basıyordu. Bir yandan bürokratik ayrıcalıklar büyük aşamalar kaydederken işçi demokrasisi tümden yok oluyor, bir yandan devrimci Marksizm tek ülkede sosyalizm türünden zırvalarla tepeden tırnağa tahrif ediliyor, bir yandan da Komintern’i ele geçirmiş Stalinist eğilim Almanya’da, Çin’de, Britanya’da devrimci işçi hareketinin yenilgisini hazırlıyordu. Bütün bu süreci tersine çevirmek için Troçki Sol Muhalefeti örgütlemeye koyuldu. Bolşevik geleneğin eski ve yeni kuşaktan en iyileri, sadık ve korkusuz komünistler Sol Muhalefet saflarını doldurdular. Sol Muhalefetin en temel talebi tek ülkede sosyalizm çizgisinden vazgeçilmesi ve yeniden dünya devrimi programına dönülmesiydi. Bunun dışında Sovyet ülkesinde işçi demokrasisinin yeniden tesis edilmesi savunuluyor, sovyetlerin yönetimde söz sahibi olabilmesi için sanayileşmeye öncelik verilmesi gerektiği ortaya konuyordu. Bunun için de tarımda gönüllü kolektivizme hız verilmeliydi. Sol Muhalefetin savunduğu bu program her türlü sansüre ve engellemeye karşın son derece etkili olmaktaydı. Özellikle Komintern’in farklı ülkelerdeki komünist partilere dayattığı Menşevik yenilgici çizginin teşhiri Stalinist bürokrasiyi bir hayli zorlamaktaydı. Bunun sonucu olarak Troçki’nin başını çektiği Sol Muhalefet başta Çin olmak üzere tüm dünyadan komünistlerin desteğini kazanmaya başladı ve böylece Sol Muhalefet kendisini Uluslararası Sol Muhalefete dönüştürdü.
Sol Muhalefetin eleştirileri daha vurucu hale geldikçe ve Sol Muhalefet etki alanını dünya geneline yaydıkça Stalinist baskılar giderek yoğunlaştı. Bütün bunlar sonunda Troçki’nin Alma Ata’ya sürgüne gönderilmesine dek vardı. Sol Muhalefet yanlıları ve devrimci işçiler Troçki’yi sürgüne götüren trenin önlerine yatarak sürgünü durdurmaya çalıştılar. Sürgün işlemi ancak bir sürü özel operasyonun ardından gizlice tamamlanabildi. Ekim Devrimi’nin 10.yıl dönümünde Sol Muhalefetin çağrısıyla Petersburg’da yapılan gösteriye tüm baskı ve engellemelere karşın 20 bin kişi katıldı. Ama bu Sol Muhalefetin açık alanda yaptığı son siyasal eylemdi. Operasyonlar ve tutuklamaların ardından Sol Muhalefet illegale çekilmek zorunda kaldı.
Sol Muhalefetin açık siyasi alandan çekilmeye mecbur bırakılması Rusya’da bir kırılma noktası olacaktı. Stalin birinci beş yıllık kalkınma planı ile Rusya’da ekonomik-politik köklü değişikliklere gitti. Sol Muhalefetin direnci kırılınca Stalin için milliyetçi kalkınma yolu açılmıştı. Bu kalkınma büyük Rusya hedefi içindi; emekçilerin kanı ve canı pahasına gerçekleştirilecekti. İlk önce tüm işyerlerindeki sovyet yönetimi artık yasalardan kaldırılıyordu. İşçi sınıfı tüm haklarından mahrum bırakılıyor, kendini savunması için hiçbir araca izin verilmiyordu. Köylerde zorunlu kolektifleştirme uygulamasına direnen köylülere karşı katliamlar örgütleniyordu. Durum o kadar korkunçtu ki ölen köylülerin sayısı Stalinci kaynaklarda bile 800 bin olarak geçiyordu. Stalinist ve burjuva kaynaklar daha sonraları düzenbazca Stalin’in Sol Muhalefetin savunduğu kolektifleştirme ve sanayileşme programını uyguladıklarını savundu. Oysa iki program arasında dağlar kadar fark vardı. Troçki’nin savunduğu kolektifleştirme ve sanayileşme, proleter demokrasisinin yeniden tesis edilmesi ve buradan hareketle dünya devrimi için yeni bir sinerjinin yaratılması içindi. Ayrıca Troçki’nin savunduğu kolektifleştirme teşvik ve iknaya dayalı zamana yayılan bir kolektifleştirmeydi. Stalin’in kolektifleştirmesi ise büyük kıyımlara yol açması kesin olan ani ve topyekun bir karakterdeydi. Yine Troçki’nin savunduğu sanayileşme %10-15 gibi oranlara denk düşen bir hızlanmayı ifade ederken Stalin’in %30-35’lik hedefleri işçi sınıfının aşırı sömürüsünü, hiçbir hakkının olmamasını, zorunlu çalışma kamplarını ve bütün bunların toplamı olarak polis devleti biçimlerini kaçınılmaz kılıyordu. Stalin’in amacı büyük Rusya’yı süper güç yapmakken, Troçki’ninki işçi sınıfının fiziksel olarak güçlenmesiyle işçi demokrasisinin yeniden gelişmesi, işçi sınıfının politik motivasyon kazanması ve sonuç olarak devriminin kalbi Rusya’da bunların sağlanmasının dünya devrimine hizmet etmesiydi. Özetle Sol Muhalefetin kolektifleştirme ve sanayileşme politikası esas olarak sürekli devrime ve proleter demokrasisine bağlıyken Stalin’in birinci beş yıllık planının çıkış noktası Rus şovenizmi ve yayılmacılığıydı.
Sol Muhalefetin yenilgisini nasıl açıklamak gerekir? Ya da tersinden sorarsak Stalinizmin zaferi nasıl oldu da mümkün oldu? Her şeyden önce belirtmek gerekir ki Lenin ve Troçki’yi zirvelere taşıyan devrimci sınıf hareketiydi. Marksistlerin kaderi kopmaz bağlarla sınıf hareketine bağlıdır. Nasıl ki rüzgar olmadan yel değirmeni işlemezse sınıf hareketinin hızla gerilediği dönemlerde Marksistlerin kısa vadede işleri tersine çevirmeleri mümkün olmaz. Stalin’in yükselişinin en birinci nedeni dünya devrimi hareketinin yenilgisi sonrasında Rusya’da işçi iktidarının izole olması ve uzun yıllar süren savaşlardan sonra işçi sınıfının fiziksel olarak tamamen parçalanması ve moralman çökmesi olmuştur. 6 milyon kişinin öldüğü korkunç iç savaşta işçi sınıfının sınıf bilinçli öncüleri neredeyse yok olmuştu. Kalan unsurlarsa birçoğunun dejenere olacağı bürokratik mekanizmaya atanmışlardı. On yıla yakın bir süre boyunca dünyanın en kanlı savaşlarını yaşamış olan emekçilerin saflarında yorgunluk ve kayıtsızlık genel eğilim olarak belirmekteydi. Dinginlik ve huzur eğilimi Stalin’in başını çektiği bürokratik aygıtın açıkça işine geliyordu. Kısacası Lenin ve Troçki’nin üzerinde yükseldiği devrimci sınıf hareketi 1920’lerin başından beri takatsiz kalmıştı. Yeni bir sinerjinin gelişmesini sağlayacak olan Alman ve Çin devrimleri Stalin’in yenilgici politikaları ile boğazlatılmıştı. Stalin’in devrim ülkesinde adım adım ördüğü bürokratik blokun zafer kazanması her şeyden önce devrimci sınıf hareketinin büyük geri çekilişi ile ilgiliydi.
Sol Muhalefetin illegale düşürülmesinin dünyadaki diğer emperyalist kapitalist güçlerce de büyük sevinçle karşılandığına şüphe yok. Britanya’nın SSCB ile yapacağı ticaret anlaşması için koyduğu ilk şart Troçki’nin saf dışı bırakılmasıydı. Troçki onlar için uzlaşmazlığı ve devrimci fanatizmi ifade ediyordu. Sürekli devrim şiarı onların karabasanıydı, Bolşevizmin ezilen uluslara verdiği destek de uykularını kaçırıyordu. Troçki’nin ölümünden sonra bile onlar adına nasıl bir kabus olduğunu anlamak için 8 Mart 1943’te Birleşik devletler başkan yardımcısı Henry Wallace’ın şu sözlerine bakmak yeterli olacaktır: “Eğer Rusya dünya çapında devrim kışkırtan Troçkist fikre bir kez daha kapılırsa 3. Dünya Savaşı kaçınılmaz olur.” Britanya’nın Hindistan’daki sömürgelerini ayaklandıran komünistlerin başını çektiği antiemperyalist mücadeleler Stalin ile yapılan ticaret anlaşması ile durduruldu. Hindistan Komünist Partisi antiemperyalist mücadeleyi terk etmeseydi Gandi diye birini dünya tanımayacaktı. Britanya’daki genel grev hareketi Stalinistlerin ihanetiyle durduruldu. Troçki de artık sürgündeydi. Böylelikle “devlet adamlığının” zafer kazandığı Rusya ile Britanya arasındaki ilişkiler iyice kurumsallaştı. Troçki’nin kafalarda bıraktığı imgelemse Brest Litovsk anlaşması sırasında diğer ulusların askerlerine asıl düşman içeride çağrısını yayan bildirileri bizzat dağıtan bir devrimci militandı. Troçki ve Sol Muhalefetin tasfiyesi Beyaz Rusların, Britanya’nın kısacası tüm dünya gericiliğinin bir zaferiydi.
Troçki Rusya’dan çıkarıldığı 1927’den öldürüldüğü 1940’a kadar müthiş bir yaratıcılık, azim ve disiplinle çalışmalarını sürdürdü. Şartlar o kadar ağırdı ki ancak çelik bir irade bu kadar yakıcı şartlar içerisinde ayakta kalabilirdi. Aralarında bütün çocukları, damadı, sekreterleri, en yakın çalışma arkadaşlarının da olduğu binlerce yoldaşının katledilişine şahit oldu. Ama O, çalışmalarına hiç ara vermedi. Yılgınlık bu tarz büyük savaşçıların aklının ucundan bile geçmez. Troçki, amansız kavgasına devam etti, ta ki son nefesine kadar.
Eşi ve yoldaşı eski Bolşeviklerden Natalya ile İstanbul’a sürgüne gönderildiğinde dünya burjuva basını Troçki’yi yalnız ve kaybetmiş bir adam olarak gösteriyordu. Güç ve kariyer odaklı hayata bakışlarıyla bir Marksist önderi asla anlayamayacak olan küçük burjuva gazeteciler Troçki’nin sarsılmaz iradesi ve zamanla tüm dünyadan taraftarlarını çoğaltması karşısında şaşkınlıklarını gizleyemediler. Troçki ve yoldaşları sadece Stalin için değil diğer emperyalistler için de tedirginlik kaynağı durumuna geldi. Öyle ki 25 Ağustos 1939’da 2. Dünya Savaşı’nın patlak vermesinden birkaç gün önce Fransa’nın Almanya büyükelçisi Coulandre’nin “Korkarım ki savaşın tek bir gerçek kazananı olacak: Bay Troçki” ifadesi yalnız adamın aslında ne kadar da güçlü olduğunu ortaya koyacaktı. Troçki, dünya egemenlerine, yaklaşan savaş neticesiyle gelişebilecek bir sosyalist devrimi sembolize ediyordu.
Troçki saflarını toparladı ve 3.Enternasyonal’in Stalin’in elinde bir karşı devrim aygıtına dönüşmesinin ardından 4.Enternasyonal’i örgütledi. 3.Enternasyonal’in artık tamamen tükendiğine Troçki’yi büsbütün ikna eden gelişmeler Almanya’da yaşandı. 1923-24 yıllarında Almanya’da süregiden devrimci duruma Moskova’dan gelen direktiflerle hiçbir müdahalede bulunmayarak bir izleyiciden öteye gitmeyen ve böylelikle de devrim fırsatının heba olmasına yol açan Alman Komünist Partisi (KPD) yine de büyük bir gücü elinde bulunduruyordu. Hitler’in yükselişini durdurabilecek yegane güç durumundaydı. Ama gelgelelim yine Moskova’dan gelen direktiflerle Nazizmin yükselişine karşı KPD hemen hiçbir şey yapmadı. Stalin’e göre asıl büyük tehlike sosyal faşist SPD (Alman Sosyal Demokrat Partisi) idi. Naziler iktidara gelsindi, nasıl olsa Alman halkının hiçbir sorununa çare bulamayacaklardı, sonrasındaysa sıra KPD’ye gelecekti. Kimilerinin ileri derecede sivrizekalılık ya da politik cehalet olarak değerlendirdiği aslında buram buram ihanet kokan bu taktik doğrultusunda milyonluk KPD Nazilerin yükselişini sadece seyretti. Neticede Naziler iktidara gelirken tekbir kurşun atılmadı. Troçki İstanbul’dan tüm dünya emekçileri ve ezilen kesimleri için Nazilerin ne büyük bir tehlike olduğunu defalarca belirtti, Alman işçi sınıfını KPD ve SPD liderlerine güvenmemeye ve Nazilere karşı silah başına geçmeye çağırdı. Ama Almanya’da güçlü bir örgütü olmayan Troçki’nin bu çağrıları sonuçsuz kalacak ve Naziler göz göre göre iktidara gelip insanlık tarihinin en büyük kıyımlarına başlayacaktı. Nazilerin bu şekilde iktidara yükselişinden Troçki’nin çıkarttığı sonuç 3.Enternasyonal’in mutlak anlamda bittiği idi. Bu saatten sonra dünya devriminin yeni genelkurmayı 4.Enternasyonal’in kurulması için hazırlık çabalarına başlandı. Stalinse iktidara yükselişine dolaylı olarak yardım ettiği Hitler’le İkinci Dünya Savaşı öncesinde bir pakt imzalayacak ve Doğu Avrupa’yı paylaşacaklardı. 1941’e kadar süren bu işbirliği süresince Komintern’e bağlı komünist partiler Nazilere karşı hiçbir aktif direniş örgütlemediler.
Troçki sürgünde 4.Enternasyonal’in örgütlenmesi çalışmalarını yönetirken bir yandan da Stalinizm eleştirilerini derinleştirdi. Troçki sürekli devrim teorisi, eşitsiz bileşik gelişme yasası, birleşik cephe taktikleri ve faşizm tahlili konusunda Marksizme önemli katkılarda bulunurken çağın işçi hareketinin önünde getirdiği sorunlara Marksizm cephesinden yanıtlar üretmiştir.
Sonuç
Ekim Devrimi insanlık tarihinin en büyük olayıdır. Bu yüzden 20.yy Sovyet yüzyılı olmuştur. Ama maalesef bu oluş, olumlu yönde yani komünizme varılması anlamında gerçekleşmemiş, tersine karşı devrimin tüm dünyaya yayılması ve dünya işçi hareketini kendisine esir etmesi şeklinde yaşanmıştır. 1991’de Doğu Bloku çözüldükten sonra da Stalinist pratiğin karanlık gölgeleri etkili olmaya devam etmiştir. Ve en önemlisi, sorun, hala teorik ve tarihsel temellerde ortaya konmayı beklemektedir. Ekim Devriminin ertesinde yaşanan devrimci Marksizm – Stalinizm ayrışmasının gününün geçtiğini iddia eden dar kafalı küçük burjuvalara bugüne dair birkaç örnek vermek yeterli olacaktır: Çin’in durumu, geçtiğimiz yıllarda ihanete uğrayan Nepal Devrimi, Türkiye’de bugün de dominant olan 68 geleneği, Küba’nın nereye gitmekte olduğu, son Ortadoğu devrimlerinin de ispatladığı “ya sürekli devrim ya sürekli katliam ikiliği”, soldaki Kemalizm, yurtseverlik, ulusalcılık vb’lerinin nereden geldiği… Meseleyi bu tarz tekil örneklerden en yüksek soyutlama düzeyine çıkarırsak şunu söyleyebiliriz: Emek ile sermaye arasındaki çelişki sürdüğü müddetçe geçtiğimiz yüzyılda öncülleri ortaya konan tartışmalar eskimeyecektir. Proletarya enternasyonalizmi, dünya devrimi, halk cephelerine karşı birleşik işçi cepheleri, sınıf uzlaşmacılığının ve aşamacılığın reddi ile sürekli devrim, eşitsiz bileşik gelişim ve daha birçoğu proleter devrim düşüncesinin can damarıdır. Bunların eskimesi hiç mümkün olabilir mi? Bu yüzden emin olarak diyebiliriz ki sınıf mücadelesinin bugün ve geçmişte işçi hareketinin önüne çıkardığı problemlerin kaynaklarını araştıran bir devrimci, eğer meseleyi ciddiye alıyor ve küçük burjuva kaygılara esir olmuyorsa kaçınılmaz biçimde devrimin çıkarlarının ifadesi olarak Troçki’ye ulaşacaktır. Arap Baharı’nın güze dönmekte olduğu, Türkiye ve Kürdistan dahil tüm Ortadoğu’nun kan gölüne döndüğü, büyük bir tıkanma içerisinde olan emperyalist kapitalist sistemin kaçınılmaz şekilde insanlığı yeni büyük savaşlara sürüklediği bugünlerde Troçki’nin şiarı ne kadar da güncel:
Ya Sürekli Devrim, Ya Sürekli Katliam!