Kartpostaldan Hayatın Gerçeklerine Uzanan Bir Yaşam: Tarık Akan – Murat Çelen
Tarık Akan’ı, 6 yıl önce bedenen kaybettik. Yakalandığı amansız hastalığı çevresinden ve bizlerden son ana kadar gizlemiş olması, kendisini Bakırköy’den alıp, “Türkiye’nin Yakışıklısı” yapan halkına karşı bir görev borcuydu belki de.
16 Aralık 1948’de İstanbul’da, ailenin en küçük çocuğu olarak doğduğu günlerde Türkiye, “henüz büyük bir dünya savaşının ikincisini yarattığı ekonomik darboğazın, her alandaki sıkıntıları ile boğuşan yoksul halkın ülkesi” konumundaydı. Tarık Akan da bu durumun farkında bir çocuk olarak yetişti. Babasının subay olmasından ötürü, Türkiye’nin dört bir tarafında bulundu ve oralardaki yoksulluğu, halkın yaşadığı zorlukları gördü, ilerleyen dönemlerinde aynı zorlukları bizzat yaşadı.
1971 yılında katıldığı Ses Dergisi Yarışması’nda birinci olduğu dönemde, işportacılık, cankurtaranlık, sandal kiralama gibi günlük kazanç getirisi olan işlerde çalışması, sinema hayatında canlandırdığı pek çok karaktere ilham kaynağı olmuştur. Ki zaten yarışmada birinci seçildiği zamanda da epey zaman film teklifi almaz. Ta ki, 1971 Haziran ayında çekimlerine başlanan “Solan Bir Yaprak” filminde, Fatma Girik ile başrol oynayana kadar.
1971 ve 1972 Yılları boyunca hep farklı şirketler adına filmlerde başrol oynayan Akan, 1972 yılında Arzu Film kadrosuna katılır. 1975’e kadar içlerinde “Sev Kardeşim”, “Yalancı Yârim”, “Oh Olsun” “Tatlı Dillim”, Canım Kardeşim” ve Hababam Sınıfı” filmlerinin yer aldığı klasikleşmiş yapımların başrolünde yer alır. O artık, Türkiye’nin tanıdığı bir jön olmuştur ve magazin dergilerinin kapaklarında resimleri basılmaktadır. Fakat Tarık Akan’ın kafasında ve yaşamında bambaşka bir dünya vardır.
1975 Ekim’inde çekimleri yapılan “Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı” filminin setinde, filmin yönetmeni Ertem Eğilmez ile yaşadığı tartışma sonrası, Arzu Film’den ayrılma kararı alan Tarık Akan için yaklaşık 1,5 yıl boyunca yaşayacağı “Yeşilçam Ambargosu” dönemi başlamıştır. Ertem Eğilmez ile meydana gelen tartışma ve ayrılık süreci nedeniyle, büyük şirketlerin hemen hemen hiçbirisi Tarık Akan’a rol vermek istemez. Erler Film’in sahibi Türker İnanoğlu’nun teklifi ile 1977 yılı başında “Babanın Evlatları”, “Cani” ve “Bizim Kız” gibi komedi ve polisiye filmlerde yer alır. Ancak bu filmler, Tarık Akan’ın gerek kişiliğinde gerekse sinema tarzında istediği değişimi gerçekleştirecek türden yapımlar değillerdir. Anadolu’nun her yerinde; henüz çocuk yaştaki insanlardan, ilerlemiş yaştaki insanlara kadar, sömürünün hâkim olduğu her yerdeki ezilmişlikleri görmüş birisi olarak, Türkiye’de toplumsal bilinç düzeyinin, toplumun her katmanında ve özellikle alt sınıfında gitgide politik biçimde evrildiği bir dönemde, daha fazla “kartpostal jönü” olmak istemiyordu.
1977 Haziranı’nda Arzu Film ile tekrar çalışma kararı alan Tarık Akan’ın yeni projesinin konusu Sinan Cemgil’in Filistin’e giderken, Fırat Nehri civarında çalışma yapan arkeoloji ekibine yaptığı yardımdır. Filmin çekimleri ve stüdyo işlemlerinin ardından “Nehir” adıyla gösterime girmesiyle, Tarık Akan ve Arzu Film arasında yeni bir kriz doğar. Krizin sebebi ise söz konusu filmin final de dahil olmak sahnesi olmak üzere, Ertem Eğilmez tarafından, Sansür Kurulu’nun filmi yasaklayacağı düşüncesiyle stüdyo aşamasında ve Tarık Akan’a haber verilmeden kesilmiş olmasıdır. Tarık Akan ise filmi sinemada izlediği sırada durumu fark etmiş ve Arzu Film ile yollarını ayırmıştır.
Bu dönemde, sinemadaki sansür sorunu da giderek şiddetli bir hal almıştır. Dönemin “Milliyetçi Cephe” hükümetinin sinemadaki baskıyı arttıran tutumu bu durumun yaşanmasında etkili olur. Haziran-Aralık 1977 arası kendisine hiçbir şirket tarafından film teklifi gelmeyen ve büyük film şirketlerince ambargo uygulanan Tarık Akan’ın da katıldığı “Türk Sineması’nda Sansür” konulu TRT açık oturumu da sansürden geçmez. Sinema Emekçileri Sendikası; artık eylem haricinde hiçbir organizasyonun dertlerine çare olmayacağına karar vererek, İstanbul’dan Ankara’ya yürüme kararı alırlar. Sinema sanatçısı Tanju Gürsu’nun liderliğinde Cüneyt Arkın, Hakan Balamir, Tarık Akan ve Fikret Hakan’ın da çabalarıyla yürüyüş 5 Kasım 1977’de Taksim’den başlar ve 7 Kasım 1977’de Ankara’da son bulur. Yeşilçam’da yer alan pek çok sanatçı; özellikle sosyal ve sendikal haklardan yoksun olduklarını vurgulayan pankartlar taşıyarak yürüyüşe katılır. Kadir İnanır ve Türkan Şoray da “Dila Hanım” filminin setini durdurarak eyleme katılırlar. Yürüyüş, o güne kadar görmezden gelinen sinema emekçilerinin durumlarını ve sinemada var olan başta sansür olmak üzere pek çok sorunun gündeme gelmesini sağlamakla birlikte, mevcut baskılar karşısında verilen örgütlü ve kararlı mücadelenin ne tür sonuçlar doğuracağının da önemli bir örneğidir.
Tarık Akan, bu yürüyüş sırasında Cüneyt Arkın, Hakan Balamir ve Yavuz Özkan ile hem tanışır hem de onların çekeceği yeni bir film hakkında bilgi sahibi olur. Söz konusu üç isim, maden emekçilerinin yaşamlarını ve yaşadıkları sorunları anlatan bir hikâyeyi beyazperdeye aktarmak istemektedirler. Tarık Akan da kendisine uzun süredir herhangi bir firmanın filmde oynama teklifi sunmadığını ve çekilmesi planlanan filmde yer almak istediğini belirtince Hakan Balamir, filmde Cüneyt Arkın ile olan başrolünü Tarık Akan’a verir. Filmin çekimlerine Aralık 1977’de Kütahya-Simav’da başlanır. “Maden” ismiyle gösterime giren film, sinemada hasılat rekoru kırar ve Tarık Akan’ın kariyerindeki yeni dönem böylece başlamış olur. Süreç içerisinde, politik karakterleri daha iyi yansıtmak için tiyatroda siyasal mesajlı oyunlar yazmış ve kimi zaman yönetmiş olan Vasıf Öngören’den dersler alır. Aynı dönemde “Maden” filminin, Ankara’daki Sansür Kurulu’na götürülmesi işlemi sırasında, İzmit Cezaevi’nde hükümlü bulunan sinema sanatçısı, senarist ve yönetmen Yılmaz Güney’i ziyaret etmesi ve Yılmaz Güney’in senaryosunu yazmakta olduğu “Sürü” filmi için başrol teklifi almasıyla, sinemasal çizgisini daha radikal bir politik tutuma büründürmüş olur.
“Sürü” filmini, bir başka toplumsal içerikli yapıt olan “Kanal” filmi takip ederken, 1979’ Nisanı’nda Türkiye’nin sol politik ortamdaki bireysel terörü eleştiren, Yavuz Özkan’ın yönettiği ve Fikret Hakan ile başrolü paylaştığı “Demiryol” filminde; Mayıs’ında ise dinsel geleneklerin taşrada yol açtığı sorunları ele alan “Adak” filminde rol alır. Adak filminin çekimleri sırasında, dönemin yandaş basınında önemli bir pozisyonda bulunan Tercüman Gazetesi’nin, kendisinin askerlik çağında olduğunu sürekli olarak yazmasından dolayı Haziran 1979-Aralık 1980 arasını askerde geçirir. Askerliğini ise Denizli’de yedek subay olarak yapmıştır.
12 Eylül 1980 Darbesi olduğunda askerde bulunan Tarık Akan, darbenin olacağını haber aldığında, ulaşabildiği tüm siyasi eğilimli arkadaşlarına haber vererek onların darbenin etkilerinden kurtulmasını sağladı. Askerlik görevinin ardından Türkiye sineması için bir başyapıt olan “Yol” filminin başrolünde yer aldı. Bu film de tıpkı “Sürü” filmi gibi, senaryosu cezaevinde bulunan Yılmaz Güney tarafından kaleme alınmış ve 1982 yılında “35. Uluslararası Cannes Film Festivali Altın Palmiye Ödülü” kazanmış bir filmdir. Bunun yanında 1982-1999 yılları boyunca film, Sansür Kurulları kararı nedeniyle Türkiye’de yasaklı kalmıştır. Filmin çekimleri sonrası, Tarık Akan için sıkıntılı bir sürecin başladığı dönemdir.
1981 yılı Mayıs ve Ağustos ayları arasında, o dönemde Almanya’da yapmış olduğu bir konuşma sonucunda, 12 Eylül Yönetimi’nce suçlu görülerek hapse atılır Tarık Akan. Çıktığı dönemde çektiği romantik komedi filmi “Deli Kan” ise yine sansüre uğrar.
1983 sonrasında ise Tarık Akan polisiye filmlerde görülür. Erler Film bünyesinde yapılan pek çok polisiye filmde, Tarık Akan başroldedir. Sonraki süreçte, 1984 yılında Zeki Ökten’in yönettiği ve başrolünü oynadığı “Pehlivan” filmi ile Berlin Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü ile aynı yıl Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ise, “En İyi Erkek oyuncu Ödülü”nü alır. Ayrıca 1987 yılında, 12 Eylül Dönemi sonrası yapılan ilk büyük işçi grevini anlatan “Çark” filminde hem yapımcı hem de başrol oyuncusu olur. Bununla birlikte, 1991 yılında “Taşların Sırrı” isimli bir dizide, 2001 yılında “Koçum Benim”, 2004 yılında “Gece Yolculuğu” ve son olarak 2006 yılında “Ah İstanbul” adlı dizilerde, 2011 yılında ise son sinema filmi olan “Deli Deli Olma” adlı yapımla seyircisinin karşısına çıkmıştır. Türkiye halkı, O’nu sürekli takip eder, oynadığı her filmde ve dizide bağrına basar.
Ödüller, birincilikler ve halkın sevgisi, yıllar boyunca hep peşindedir Tarık Akan’ın. O ise, mütevazılığın ve onu “Tarık Akan” yapan halkın içindedir. Türkiye’nin demokratikleşmedeki sorunlarında, sendikal haklar mücadelesinde hep halkının yanındadır. Yaşamı boyunca, hiçbir şirketin reklam filminde yer almaz. Kendine özgü politik tavrını Türkiye’nin ve toplumun güncel sıkıntılarının çözümlenmesi yolunda kullanır. 1992’de Zonguldak’ta yaşanan maden sahası iş cinayetinde de 2014 yılındaki Soma Maden Katliamında da işçilerle birlikte saf tutar. Fakat gün gelir, yaşamın yanında hayattan bedenen ayrılmaya yönelik verdiği mücadeleyi ne yazık ki kaybeder.
Gelecek kuşaklar Tarık Akan’ı, filmlerde canlandırdığı halkın içindeki kişilikleriyle, ezene karşı ezilenin yanındaki mücadeleci tavrıyla ve onurlu duruşuyla beraber, halkın içindeki yaşamı ile tanıyacaklar…