Home / Manşet / Kârlı Çıkan Kim? – Güneş Gümüş

Kârlı Çıkan Kim? – Güneş Gümüş

Table of Contents

1. Bahçeli’nin komisyona Öcalan ile İmralı’da yüz yüze görüşme çağrısı yapması; Selahattin Demirtaş’ın tutukluluğunu hak ihlali sayan AİHM kararına Adalet Bakanlığı’nın son gün yaptığı itiraz; Meclis açılışında Erdoğan ile DEM Parti vekilleri arasında politik nezaketin ötesindeki “sıcak” pozlar; iktidar cephesinden, gerekirse Suriye’de SDG/YPG’yi Colani ile birlikte vururuz açıklamaları… Bütün bunlar gösteriyor ki, Kürt ulusal hareketi ile müzakere sürecinde sarkaç, iktidar tarafından bir uçtan diğer uca doğru itilip duruyor.
2. Bu durumu, Kürt sorununun çözümünü istemeyen güçlerin müdahalesiyle sürecin aksaması olarak lanse edenler var. Ancak gerçek bu değil. AKP, müzakere sürecini tamamen kendi ihtiyaçları çerçevesinde yönlendiriyor. Sürecin kaderini de bu “ihtiyaçlar” belirleyecek: İktidarını sürdürme arzusu ve bölgedeki kırılmalar sonucu gelişebilecek Kürt özerk yönetimlerine karşı ön alma isteği.
3. 19 Mart süreciyle birlikte CHP’yi ve önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimini kazanacak adayları bertaraf etme operasyonları esnasında müzakereler zaten büyük oranda rafa kaldırılmıştı. Gençlik ve halkın güçlü tepkisiyle bu operasyonlar başarılı olamayınca, iktidar tekrar “Kürt ulusal hareketiyle (KUH) anlaşarak önümüzü açabilir miyiz?” seçeneğine dönmek durumunda kaldı. İktidar, bir yandan muhalefeti baskıyla zorlayıp yormaya çalışırken, diğer yandan da zihninde şu hesapları yapıyor: “Kürt halkının oylarını alıp bir referandum veya seçim kazanabilir miyiz? Öcalan’ın çağrısıyla Suriye’de YPG’nin kendisini feshetmesini sağlayabilir miyiz?”
4. Geçen yıl Ekim ayında Bahçeli, Öcalan’ın DEM Parti’nin Meclis grup toplantısına gelerek PKK’nin silah bıraktığını açıklamasını istemiş ve akabinde onun için umut hakkının yürürlüğe girebileceğini dile getirmişti. Peki, bu tarihten bu yana çözüm adına ne kadar yol alındı? Temenni ve büyük sözlerin dışında neredeyse hiçbir ilerleme yaşanmadı. İktidar bu bir yıl içinde en basitinden bile hiçbir somut adım atmış değil. Mart-Eylül dönemi boyunca müzakereler bir kenara bırakıldı; şimdi yeniden parlatılırken dahi, Demirtaş’ın içeride kalması için adım atılıyor, Öcalan ise Suriye’de YPG’nin özerklik beklentilerinden vazgeçmesi için harekete geçmeye çağrılıyor.
5. KUH cephesi de bekleme modunda. Oysa Şubat sonunda Öcalan, PKK’nin kendini feshetmesi ve silahlı mücadeleyi bırakması yönünde yaptığı çağrı sonrasında, PKK, Mayıs ayında kongre düzenleyerek örgütsel yapısını feshetme ve silahlı mücadeleyi sonlandırma kararı almıştı. Akabinde Temmuz ayında 30 kişilik bir grupla Süleymaniye’de silah bırakma ve yakma töreni gerçekleştirilmişti. Sonrasında iktidardan bir adım gelmeyince, KUH da müzakere sürecini bir köşede beklemeye aldı. Kandil cephesinde sürece dair büyük beklentiler olmadığı görülüyor. Ortadoğu karışmışken Türkiye dışındaki bölgelerde silah bırakma hevesi de yok. Ancak bu oyalama siyasetinin kazananı, iktidardan başkası değil:
6. 1- İktidar, yeniden bir seçim kazanarak yoluna devam etme kapasitesini kaybetti. Muhalefeti kötürümleştirerek seçimleri anlamsızlaştırma yoluyla kalıcı olmak istiyor; zihinlerindeki model bir hanedanlık düzeni. 19 Mart’tan bu yana gençler ve halk kitleleri sokakta bu sürecin önüne taş koydu. DEM Parti, müzakere sürecini aksatmamak adına bu mücadelenin bir parçası olmadı; tıpkı Erdoğan’ın istediği gibi. Zira Erdoğan’ın derdi, DEM Parti’nin bir muhalefet partisi olmaktan çıkması. Ülkede demokrasi ve özgürlükler için ölüm kalım kavgası verilirken sahadaki mücadeleden uzak durmak, muhalif olma vasfını bir kenara bırakmak demektir.
7. 2. Bu süreç sadece bugünü etkilemiyor. DEM Parti’ye Batı’da oy veren muhalif kitlelerle arasındaki gönül bağları yıpranıyor, kopuyor. Her gün yaşam tarzları, düşünceleri veya eleştirileri yüzünden sanatçılar, gazeteciler, siyasetçiler, vatandaşlar gözaltına alınırken, AKP ile samimi pozlar vermek ve muhalefet dozunu sadece afaki söylemlere indirgemek; Kürt halkının ulusal yanı daha az, sol yanı daha çok olan kesimleriyle duygusal bağları zayıflatır. AKP, uzun vadede de Kürt siyasal hareketinin toplumsal etkisini, muhalefet üzerindeki ideolojik-politik hegemonyasını zayıflatıyor. Kürt ulusal hareketi, “süreç” uğruna sahip olduğu bu kapasitesini de riske atmış oluyor. KUH ile sosyalistler arasında kurulan ilişki, ezilen bir harekete verilen desteğin ötesine geçeli çok oldu. Ülkede sosyalist hareketlerin çoğunluğunun siyasi ve ideolojik yörüngesi KUH’un kimlikçi çizgisiyle belirleniyor. Enternasyonalist devrimci alternatifin güçlenmesi koşuluyla, KUH’un sol üzerindeki hegemonyasının zayıflaması, sosyalist sol ve ona bakan kitleler açısından ön açıcı olabilir.
8. 3. Müzakere süreci, bu ülkede Kürt sorununda bir çözüm ihtimaline de büyük zarar veriyor. Barış, kitleler kazanılmadan tepeden gelmez. İktidar, bu süreç boyunca Kürt sorununda söylemini değiştirmedi; kendi tabanını bile ideolojik olarak ikna etmeye çalışmadı. AKP ve MHP’nin kalıcı tabanı, “vardır bir bildikleri” veya “bu taktiksel bir ittifak, biz kârlı çıkacağız” diyerek müzakere sürecine ikna ediliyor. Bu bakış açısıyla, Kürt sorunu gibi mega bir özgürlük ve demokrasi meselesi çözülebilir mi? Barış konusunda ikna edilmesi daha kolay olan muhalif kitleler ise, DEM Parti’nin AKP’nin kırmızı çizgisini gözeterek 19 Mart mücadelesine katılmaması nedeniyle tepkiselleşiyor. KUH, bu ülkede toplumun yarısından fazlasına derin şekilde yerleşen AKP ve onunla birlikte hareket edenlere karşı oluşan öfkeyi uzun vadede kendisine de çekiyor. Bu sadece bugünü değil, geleceği de etkiler.
9. Çok uzatmaya gerek yok; AKP-MHP bloğu, ülkeyi, seçimlerin gerçekliğinin sorgulandığı bir otoriterleşmeyle teslim almak istiyor. Bu zihniyetten ne özgürlük ne demokrasi ne de Kürt sorunu için bir çözüm çıkar.

Bahçeli’nin komisyona Öcalan ile İmralı’da yüz yüze görüşme çağrısı yapması; Selahattin Demirtaş’ın tutukluluğunu hak ihlali sayan AİHM kararına Adalet Bakanlığı’nın son gün yaptığı itiraz; Meclis açılışında Erdoğan ile DEM Parti vekilleri arasında politik nezaketin ötesindeki “sıcak” pozlar; iktidar cephesinden, gerekirse Suriye’de SDG/YPG’yi Colani ile birlikte vururuz açıklamaları… Bütün bunlar gösteriyor ki, Kürt ulusal hareketi ile müzakere sürecinde sarkaç, iktidar tarafından bir uçtan diğer uca doğru itilip duruyor.

Bu durumu, Kürt sorununun çözümünü istemeyen güçlerin müdahalesiyle sürecin aksaması olarak lanse edenler var. Ancak gerçek bu değil. AKP, müzakere sürecini tamamen kendi ihtiyaçları çerçevesinde yönlendiriyor. Sürecin kaderini de bu “ihtiyaçlar” belirleyecek: İktidarını sürdürme arzusu ve bölgedeki kırılmalar sonucu gelişebilecek Kürt özerk yönetimlerine karşı ön alma isteği.

19 Mart süreciyle birlikte CHP’yi ve önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimini kazanacak adayları bertaraf etme operasyonları esnasında müzakereler zaten büyük oranda rafa kaldırılmıştı. Gençlik ve halkın güçlü tepkisiyle bu operasyonlar başarılı olamayınca, iktidar tekrar “Kürt ulusal hareketiyle (KUH) anlaşarak önümüzü açabilir miyiz?” seçeneğine dönmek durumunda kaldı. İktidar, bir yandan muhalefeti baskıyla zorlayıp yormaya çalışırken, diğer yandan da zihninde şu hesapları yapıyor: “Kürt halkının oylarını alıp bir referandum veya seçim kazanabilir miyiz? Öcalan’ın çağrısıyla Suriye’de YPG’nin kendisini feshetmesini sağlayabilir miyiz?”

Geçen yıl Ekim ayında Bahçeli, Öcalan’ın DEM Parti’nin Meclis grup toplantısına gelerek PKK’nin silah bıraktığını açıklamasını istemiş ve akabinde onun için umut hakkının yürürlüğe girebileceğini dile getirmişti. Peki, bu tarihten bu yana çözüm adına ne kadar yol alındı? Temenni ve büyük sözlerin dışında neredeyse hiçbir ilerleme yaşanmadı. İktidar bu bir yıl içinde en basitinden bile hiçbir somut adım atmış değil. Mart-Eylül dönemi boyunca müzakereler bir kenara bırakıldı; şimdi yeniden parlatılırken dahi, Demirtaş’ın içeride kalması için adım atılıyor, Öcalan ise Suriye’de YPG’nin özerklik beklentilerinden vazgeçmesi için harekete geçmeye çağrılıyor.

KUH cephesi de bekleme modunda. Oysa Şubat sonunda Öcalan, PKK’nin kendini feshetmesi ve silahlı mücadeleyi bırakması yönünde yaptığı çağrı sonrasında, PKK, Mayıs ayında kongre düzenleyerek örgütsel yapısını feshetme ve silahlı mücadeleyi sonlandırma kararı almıştı. Akabinde Temmuz ayında 30 kişilik bir grupla Süleymaniye’de silah bırakma ve yakma töreni gerçekleştirilmişti. Sonrasında iktidardan bir adım gelmeyince, KUH da müzakere sürecini bir köşede beklemeye aldı. Kandil cephesinde sürece dair büyük beklentiler olmadığı görülüyor. Ortadoğu karışmışken Türkiye dışındaki bölgelerde silah bırakma hevesi de yok. Ancak bu oyalama siyasetinin kazananı, iktidardan başkası değil:

1- İktidar, yeniden bir seçim kazanarak yoluna devam etme kapasitesini kaybetti. Muhalefeti kötürümleştirerek seçimleri anlamsızlaştırma yoluyla kalıcı olmak istiyor; zihinlerindeki model bir hanedanlık düzeni. 19 Mart’tan bu yana gençler ve halk kitleleri sokakta bu sürecin önüne taş koydu. DEM Parti, müzakere sürecini aksatmamak adına bu mücadelenin bir parçası olmadı; tıpkı Erdoğan’ın istediği gibi. Zira Erdoğan’ın derdi, DEM Parti’nin bir muhalefet partisi olmaktan çıkması. Ülkede demokrasi ve özgürlükler için ölüm kalım kavgası verilirken sahadaki mücadeleden uzak durmak, muhalif olma vasfını bir kenara bırakmak demektir.

2. Bu süreç sadece bugünü etkilemiyor. DEM Parti’ye Batı’da oy veren muhalif kitlelerle arasındaki gönül bağları yıpranıyor, kopuyor. Her gün yaşam tarzları, düşünceleri veya eleştirileri yüzünden sanatçılar, gazeteciler, siyasetçiler, vatandaşlar gözaltına alınırken, AKP ile samimi pozlar vermek ve muhalefet dozunu sadece afaki söylemlere indirgemek; Kürt halkının ulusal yanı daha az, sol yanı daha çok olan kesimleriyle duygusal bağları zayıflatır. AKP, uzun vadede de Kürt siyasal hareketinin toplumsal etkisini, muhalefet üzerindeki ideolojik-politik hegemonyasını zayıflatıyor. Kürt ulusal hareketi, “süreç” uğruna sahip olduğu bu kapasitesini de riske atmış oluyor. KUH ile sosyalistler arasında kurulan ilişki, ezilen bir harekete verilen desteğin ötesine geçeli çok oldu. Ülkede sosyalist hareketlerin çoğunluğunun siyasi ve ideolojik yörüngesi KUH’un kimlikçi çizgisiyle belirleniyor. Enternasyonalist devrimci alternatifin güçlenmesi koşuluyla, KUH’un sol üzerindeki hegemonyasının zayıflaması, sosyalist sol ve ona bakan kitleler açısından ön açıcı olabilir.

3. Müzakere süreci, bu ülkede Kürt sorununda bir çözüm ihtimaline de büyük zarar veriyor. Barış, kitleler kazanılmadan tepeden gelmez. İktidar, bu süreç boyunca Kürt sorununda söylemini değiştirmedi; kendi tabanını bile ideolojik olarak ikna etmeye çalışmadı. AKP ve MHP’nin kalıcı tabanı, “vardır bir bildikleri” veya “bu taktiksel bir ittifak, biz kârlı çıkacağız” diyerek müzakere sürecine ikna ediliyor. Bu bakış açısıyla, Kürt sorunu gibi mega bir özgürlük ve demokrasi meselesi çözülebilir mi? Barış konusunda ikna edilmesi daha kolay olan muhalif kitleler ise, DEM Parti’nin AKP’nin kırmızı çizgisini gözeterek 19 Mart mücadelesine katılmaması nedeniyle tepkiselleşiyor. KUH, bu ülkede toplumun yarısından fazlasına derin şekilde yerleşen AKP ve onunla birlikte hareket edenlere karşı oluşan öfkeyi uzun vadede kendisine de çekiyor. Bu sadece bugünü değil, geleceği de etkiler.

Çok uzatmaya gerek yok; AKP-MHP bloğu, ülkeyi, seçimlerin gerçekliğinin sorgulandığı bir otoriterleşmeyle teslim almak istiyor. Bu zihniyetten ne özgürlük ne demokrasi ne de Kürt sorunu için bir çözüm çıkar.

Cevap bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir