Kapitalizm Eve Sığmıyor – Engin Kara
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, 22 Mart’tan bu yana attığı neredeyse her twit’in sonunu “Hayat Eve Sığar” diye bitiriyor. Koca’nın bu çağrısı “herkesin kendi önlemini alarak sokağa çıkmaması” ve “evde kal” yönündeki söylemlere paralel, iktidarın popülist yüzü olarak şekilleniyor. Ancak ne var ki “evde kalmak” ve daha önemlisi sağlıklı yaşamak için gerekli koşullar, milyonlarca emekçi ve esnaf için bir türlü sağlanmıyor! En başta üretime ara verilen işyerlerinin büyük çoğunluğunda “ücretsiz izin” dayatmasıyla ciddi sorunlar oluşmuş durumda. Hem de Sağlık Bakanı’nın patronu olduğu Medipol Hastanesi de dâhil!
Bu koşullarda kaç işçi işe gitmeye devam etmek ister? Özellikle üretim ve hizmet alanlarındaki kişisel temasın kaçınılmazlığı ve sağlıksız ortamlar dikkate alındığında neredeyse kimse bu riski göze almak istemeyecektir. Ama kişilerin tercihlerini ya da arzularını etkileyen başka değişkenler de var. Mesela işçi, bir yandan işe gitmezse nasıl geçineceğini, borçlarını nasıl ödeyeceğini de düşünmek zorunda. Dolayısıyla bugün “evde kal” demekten “sokağa çıkma yasağına” kadar her düzeyde çağrının madalyonun bu yanını da görmesi gerekiyor.
İktidarın derdi ise elbette başka.
AKP’nin Tek Derdi Patronları Kurtarmak
Böyle dönemlerde her siyasi oluşumun gerçek meşrebi daha net görülüyor. Örneğin Erdoğan’ın 18 Mart’ta açıkladığı “Ekonomik İstikrar Kalkanı” paketi. Daha önce bu paketin sermayeye kalkan emekçiye kazık olduğunu detaylıca açıklamıştık.
Şimdiye kadar AKP’nin açıkladığı önlemlerin çok büyük çoğunluğu, büyük sermayeyi kurtarmak için yapılan planlardan oluştu. Orta sınıf, esnaf ve özellikle işçi sınıfı önlemlerin muhatabı olmadı. Tabii makyaj niyetine paketlere sokuşturulan “kolonya dağıtımı” gibi maddeleri saymazsak!
Şimdi, normalde her fırsatı “olağanüstü yetkiler” elde etmek için kullanan AKP’nin, Erdoğan’ın bir sokağa çıkma yasağı ilan etmemesinin arkasında da piyasada oluşacak çöküşü mümkün olabildiğince ertelemek ve şirketleri, sermaye gruplarını kurtarmak yatıyor.
Sokağa Çıkma Yasağı Tartışması
Hükümet, bir süredir kamuoyunda oluşan “sokağa çıkma yasağı” beklentisine karşı adım atmakta çekingen davranıyor. İnsan şaşırmıyor da değil, her fırsatta yasakçılığını sonuna kadar kullanan AKP iktidarı ne oluyor da bu defa böylesine “liberal” davranabiliyor?
Dürüst olalım, AKP’nin ilan edeceği bir sokağa çıkma yasağında, henüz ücretsiz izne zorlanmamış olan milyonlarca emekçi daha ücret almadan yaşamaya mahkûm edilecek. Esnaf, hiçbir gelir elde edemeden ama borçları bir yandan birikerek beklemek zorunda bırakılacak. Ama tabii ki de iktidarın derdi bu kesimler değil değil! Sokağa çıkma yasağının Erdoğan’ın otoriter iktidarını pekiştirmesi ve ekonomik çöküşe karşı, sağlık politikalarının yetersizliğine karşı öfkelenecek kitleleri kontrol altında tutabilmesi için bir fırsat yaratacak olması da cabası. Daha önceki deneyimlerden, iktidarın OHAL’i nasıl bir fırsatçılığa çevirdiği hala toplumsal muhalefetin hafızasında canlı durumda.
Gelin çok basit ama çarpıcı bir örneği ele alalım: Medipol Hastanesi. Hani bizim “hayat eve sığar” diyen Sağlık Bakanı var ya, Fahrettin Koca. Medipol Hastanesi ona ait. Dün akşam medyaya yansıya habere göre Medipol Hastanesi’nde doktor, hemşire ve temizlik personeli dışındaki çalışanlar, var olanlar önce yıllık izinlerini kullanmak üzere, zorunlu olarak ücretsiz izne çıkartılmış! Yani “hayatın eve sığacağını” iddia eden Bakan’ın hastanesi bile işçileri evde açlığa, yoksulluğa, borç batağına mahkûm ediyor.
Bu bakımdan mesela teknik olarak sokağa çıkma yasağı koymaktan değil, insanların kalabalıklar halinde sokakta ve tabii ki işyerinde vb. yerlerde bulunmamasını mümkün kılacak ve daha da önemlisi sağlık sistemini salgının boyutları karşısında yeterli hale getirecek toplumsal önlemler alabilmekten geçiyor.
İktidarda İşçi Sınıfı Olsaydı…
Doğrusu işçi sınıfının iktidar olduğu bir yönetim söz konusu olsaydı, böylesine olağanüstü boyutlara varan bir salgında çok daha erkenden alınması gerekirdi toplumsal önlemlerin. Aşağıdan yukarıya doğru merkezileşen bir emekçi iktidarı, rahatlıkla toplumun sağlığını korumak için birkaç haftayı gerçek anlamda evde geçirmeyi sağlayabilirdi.
İplerin işçi sınıfının elinde olacağı bir toplumsal örgütlenme, aynı zamanda herkesin ücretini, gelirini, geçimini de garanti altına alacak adımlar atardı. İşletmelerin tek önceliği kâr etmek olmazdı. Dolayısıyla insanlar, bir yandan da yaşamlarını idame ettirmeyi sürdürebilir, böylece evde kalmak bir zorunluluktan çok toplumsal bir tercih halini alırdı. Sokağa çıkmamak da bir yasak konusu olmaya bile gerek kalmadan toplumsal düzeyde uygulanabilirdi.
Sağlık sistemi, piyasa mantığına göre kâr ve rant dürtüsüyle işlemez, insanın en yaşamsal ihtiyaçlarının karşılanması temel odak olurdu.
Sağlık İçin Önce Herkese ÜCRETLİ İZİN HAKKI ve BORÇ ERTELEMESİ!
Piyasalar çökecek çökmesine. Patronların kârları düşecek. Belki bazıları iflas edecek. Ama mutlaka bazıları – en büyükleri – salgının yaratacağı krizden de daha da büyüyerek çıkmayı başarabilecek!
Fakat bugün, birilerinin kârlarındaki düşüşlerden daha çarpıcı, daha yakıcı ve daha acil bir sorunumuz var: Milyonlarca insanın geçimi, yaşamı, geleceği!
Çok sayıda emekçi, şimdilik 2 hafta öngörülse de muhtemelen daha uzun bir süre, “ücretsiz izin” adı altında hiçbir geliri olmadan yaşamaya mahkûm ediliyor. Salgın boyunca bile fırsattan istifade işten atmalar yaşanmakla beraber, esas olarak salgından sonra zorla ücretsiz izne ayrılmış olanların önemli bir kısmı “işsizler ordusu”na katılacak. Yani patronların salgın fırsatçılığı emekçilere pahalıya mal olacak.
Bir BM kuruluşu olan Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) geçen hafta yayınladığı bir raporda salgının yaratacağı kriz nedeniyle en iyi ihtimalle 5,3 milyon insanın, en kötü ihtimalle 25 milyon insanın, ortalama beklentiye göreyse 7,4 milyon insanın işsizler ordusuna katılacağını öngördüklerini duyurdu. Gerçek rakamlar bu verilerin de üzerine çıkma potansiyeli taşıyor.
Yine yüz binlerce esnaf, şimdiden ciddi gelir sorunlarıyla boğuşmak durumunda kaldı. Bir sokağa çıkma yasağı bu kesimler için “en azından dükkânı açıyoruz” algısının da bitmesi ve mutlak çöküşü elleri kolları bağlı şekilde seyretmek zorunda kalması anlamına gelir.
Hastane patronu bir sağlık bakanından, toplumsal bir sağlık politikası bekleyemeyiz. Yine her fırsatta burjuvaziyi, yani büyük sermayeyi kurtarmayı temel amaç edinen bir iktidardan da emekçilerin derdine çare bekleyemeyiz.
Bugün;
- Gıda, sağlık gibi zorunlu olan sektörler dışında, çalışanların herhangi bir hak kaybı yaşamaması sağlanarak üretim durdurulmalıdır.
- İşten atmalar yasaklanmalıdır.
- İşçiler için OLAĞANÜSTÜ ÜCRETLİ KORONAVİRÜS İZİN HAKKI için tanınmalıdır.
- Emekçilerin ve esnafın kira gibi ödemeleri için destek sağlanmalı, devlete ve bankalara olan kredi, sgk, vergi gibi ödemeler silinmelidir.
- Toplum sağlığı amacıyla başta özel sağlık kuruluşları olmak üzere gerekli olan işyerlerinde kamulaştırmalar acil olarak devreye sokulmalıdır.
- Koronavirüs testleri ve taramaları ücretsiz bir şekilde yaygınlaştırılmalıdır.
- Kamusal ihtiyaçların karşılanması için süper zenginlerden yüksek oranlı SERVET VERGİSİ alınmalıdır.
İşçi sınıfı bugünlerde oluşacak öfkeyi, umutsuzluğa değil de bu talepler etrafında örgütlenmeye çevirebilirse şu iktidarın bile bazı noktalarda geri basmasını sağlayabilir. Elbette daha ötesinin geleceği günler de mümkün olabilir.
Tabii sınıf bilinçli emekçi kardeşlerimizin, insanlığın kaderini işçi sınıfının kaderiyle bir gören aydın dostlarımızın da bugün, işçi sınıfının örgütlü mücadelesinde kırılmalar yaratabilecek bu süreçte, var gücüyle sınıf mücadelesinde sahici bir alternatifi yeşertmek için uğraşması gerektiğini de hatırlatmadan geçmeyelim.