Kalanlar Gidenler İçin Şiir Yazsın- Elif Altunay

”Akarsu’yum yansam da, kül olup savrulsam da…”

Günlerden 1 Temmuz 1993. Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı seçileli iki ay, Tansu Çiller’in başbakanlığındaki DYP-SHP koalisyonu göreve başlayalı altı gün olmuş; bir ay önce de Aziz Nesin Salman Rüşdi’nin ‘Şeytan Ayetleri’ kitabını Türkçeye çevirerek gazeteden yayınlamaya başlamıştı. Birçok aydın ve sanatçı, Pir Sultan Abdal Şenlikleri için Sivas’talar.

O gün, belediyenin de desteğini alan bir grup tarafından “Müslüman kamuoyuna” başlıklı, Aziz Nesin’i hedef alan ve “küfrün hesabını sorma” çağrısı yapan bir bildiri dağıtıldı. Sivas Emniyeti İstihbarat Şube Müdürlüğü, bu bildiriye ve Aziz Nesin’e karşı protesto eylemi yapılacağına ilişkin istihbarat edinmiş, bu bilgileri Emniyet Genel Müdürlüğü’ne iletilmişti. 2 Temmuz sabahı Milli İstihbarat Teşkilatı Sivas Bölge Müdürlüğü’ne “Bazı kişilerin kendi aralarında Vali ve Aziz Nesin’e karşı protesto eylemi yapmak üzerine konuştuklarına dair” bir istihbari bilgi gelmişti. Milli İstihbarat Bölge Başkan Yardımcısı ise bu bilgiyi “başka kimseyi bulamadığı için” Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünden Ramazan isimli bir polis memuruna sözlü olarak ilettiğini, müsteşarlığa da bildirildiğini söylemişti.

Aynı gün çıkan “Hakikat” gazetesi ”Müslüman mahallesinde salyangoz sattılar” başlığıyla Aziz Nesin’i hedef göstermişti. Bunun yanı sıra şenliklere katılan tiyatro grubunun davul çalarak oyuna çağrı yapmasını bahane eden bir grup, cuma namazı için camiye gelenlere “ezan sesini bastırmaya çalışıyorlar” söylentileri yayarak ortamdaki gerginliği arttırmaya çalışıyordu. Bu olayların devamında birtakım gerginlikler ve büyük bir sorun yaşanacağına dair başka ipuçları da olmuştu. Ama söz konusu provokasyon hazırlıklarına karşı devlet tarafından herhangi bir önlem alınmadı.

Cuma namazı çıkışında üç ayrı camiden çıkan cemaat -ne hikmetse- birden birleşip “Sivas Aziz’e mezar olacak” sloganıyla, gözleri dönmüş bir şekilde valiliğin önüne yürümeye başladı. Sonradan ortaya çıkacaktı ki, bu insanların çoğu Sivas kütüğüne kayıtlı olmayıp tıpkı Maraş katliamındaki gibi devletin katliam hazırlığı için şehre getirttiği bir cenahtı. Olaylar tehlikeli bir hale doğru gittikçe Valinin ve daha birçok insanın telefonla aramasına rağmen Ankara’dan, devletin merkezinden olayla ilgili geçiştirici birkaç cümleden başka bir şey gelmedi.

Kültür Merkezinin önünden ayrılan grup Madımak Oteli önünde toplandı. Bölgeye -sonunda- gönderilen askeri birlikler, otelin önüne geçip saldırıya uğrayanları korumak yerine mağazalar ve kuyumculara zarar gelmemesi için dükkânların önüne dizdirildi. Belediye başkanı dâhil emniyetten birkaç kişinin grubu yatıştırmak için konuşma yapması sonucunda dağılmaya başlanmıştı ki, Vali Karabilgin’in ifadesine göre “birileri” grubu “nereye gidiyorsunuz” diyerek geri çevirdi ve Madımak Oteli’ne yönlendirdi. Ve o ana kadar önüne geçilmemiş olan olayların akışı, o andan itibaren önüne geçilemez hale geldi. İkisi otel çalışanı olan 35 kişi, ülke tarihinin en acı ve en korkunç katliamında -dünyanın gözü önünde- devletin azmettiriciliğinde yakılarak ve dumandan boğularak ‘Allahuekber’ sloganlarıyla katledildi.

Katliamdan Sonrası: Sorumlular “Ak”lanıyor!

Katledilen insanların aileleri katillerin yakalanması için mahkeme koridorlarında senelerce çırpındı. Oysa davanın bir numaralı sanığı dönemin Refah Partisi meclis üyesi Cafer Erçakmak aranmakta(!) iken 1999’da Sivas’ta evlenecek, 1997’de askere gidecek, çocuğu olacak, çocuğunu nüfusa kaydettirecek, 2000’de ehliyet bile alacaktı. Başka bir sanık olan Yılmaz Bağ da yine aranırken, katliamdan sadece 14 gün sonra 16 Temmuz 1993’te düğününü yapacaktı.

En az katliamın kendisi kadar vicdan sızlatan bu silsileye katliamdan 19 yıl sonra bir yenisi eklendi ve dava 2012 yılında zamanaşımına uğradı. Dönemin Başbakan’ı Tayyip Erdoğan, bu haberi ‘Vatana millete hayırlı uğurlu olsun’ diyerek karşılamıştı. Bütün bu süreçte katliam sırasında kitleyi “Gazanız mübarek olsun” diyerek coşturan dönemin belediye başkanı Temel Karamollaoğlu, AKP’nin öncüllerinden Refah Partisi’nden milletvekili olmuş; Madımak katillerinin avukatlarından birçok kişi ise 2000’ler boyunca AKP’den milletvekili, belediye başkanı ve il başkan yardımcısı gibi görevlere getirilmişti.

2 Temmuz 1993’de gerçekleşen Sivas Katliamı’nın ardından 24 yıl geride kaldı. Gazi, Çorum ve Maraş katliamlarıyla birlikte bu katliam da bu topraklarda düzen güçlerinin Alevilere yönelik nefretinin, zulmünün açık bir ifadesiydi. Bugüne kadar sayısız kez davası görülmesine, hatta katliamı gerçekleştirenler isim isim bilinmesine rağmen kimseden hesap sorulamadı ve davanın üzeri kapatıldı. Tıpkı benzerleri gibi… Bu Türkiye tarihinde hiç de yabancısı olmadığımız bir durum.

 

Madımak’tan Kalan Hatıra: Umuda Kurşun İşlemez!

Katliam sırasında dışarıda kıyamet koparken Asaf Koçak otelin içinde -muhtemelen öleceklerini bildiği halde- gençleri ve çocukları sakinleştirmek için mızıka çalacak; şair Metin Altıok merdivenlerde otururken “Kalanlar gidenler için şiir yazsın” diyecekti. Hasret Gültekin’in oğlu babasının ölümünden iki ay sonra doğacak, üstelik adı Hasret olacak, öldüğünde henüz 17 yaşında olan Menekşe Kaya’nın birkaç sene sonra doğan kız kardeşine Menekşe adı verilecekti. Ve her şeye rağmen ölüme bile şarkılar çalarak giden, kendisinden sonra da şiirler yazılmasına devam edilsin isteyen bu güzel insanlar ve gidenlerin bıraktığı yerden devam etmek için gelen her yeni Hasret, her yeni Menekşe ve daha niceleri bize çok önemli bir şey öğretecek, bir Nazım şiirini tekrar hatırlatacaktı:

”Ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz,

Ya dünyamıza inecek ölüm…

Umuda bin kurşun sıksa da ölüm,

Unutma umuda kurşun işlemez gülüm.”

Madımak’tan Bugüne Katiler Aynı! Mücadele Etmekten Başka Şansımız Yok!

Madımak ülke tarihinde ne ilk, ne de son oldu. Sonrasında devletin istihbarat alıp müdahale etmemek bir yana, kendi elleriyle kurguladığı daha nice katliam ve acı yaşandı. Tıpkı Suruç’ta, 10 Ekim’de, Sultanahmet’te ya da Atatürk Havalimanı’nda olduğu gibi. Tüm bunlardan da görüyoruz ki zamanın veya koltuklarda oturan insanların değişmesi hiçbir şeye çözüm olmuyor, toplumu kutuplaştırıp korku salma politikasıyla yapılan katliamlar artarak devam ediyor. Bunun sebebini ise Madımak şehitleriyle aynı sonu paylaşan Pir Sultan Abdal yüzyıllar önce söylemişti: “Bozuk düzende sağlam çark olmaz!”. Bu düzen devam ettiği sürece tehlike çoğalarak seyredecek. Sistem kanla beslenmeye devam ettiği sürece toplumun hiçbir kesimi için tehlike geçti denemez.

Sivas ve daha bir sürü katliam için adaleti sağlayacak tek şey, kaybettiklerimizi davamızda yaşatarak yarınlara umudumuzu taşımaktır. Bu insanlık dışı gidişatı değiştirecek, bu kirli oyunları bozacak tek yol tüm ezilenlerin ortak mücadelesi olacaktır. Mücadele etmekten korkarak yaşadığımız sürece, zaten bir yerlerde sistemin hedefi olup korkularımızı yaşamak zorunda bırakılacağız.

Bize düşen, tıpkı Metin Altıok’un istediği gibi onlar için yazmaya, söylemeye devam etmektir. Hasret’in hayal ettiği gibi ‘Dünya alışkanlıktan değil, sevgiyle ve mutluluktan dönsün’ diye doğan her çocukla daha da umutlanarak, mücadeleyi yükselterek onları yaşatmaktır. Mahkemelerin zamanaşımı kararı bizler için hiçbir şey değiştirmez. Biz bitti demeden bu dava bitmez!

Derman Bizdedir!

KATEGORİLER
ETİKETLER