Kadro Hareketi – Derya Koca
Kadro dergisi, 1932 ile 1935 yılları arasında bir grup aydının yeni cumhuriyetin ideolojisini oluşturmak hedefiyle yola çıktığı ancak otuz altı sayılık ömrü olan bir yayındır. Başyazarı Şevket Süreyya Aydemir olan Kadro’nun diğer yazarları Vedat Nedim Tör, İsmail Hüsrev Tökin, Burhan Asaf Belge, Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Şevki Yazman idi.
Kadrocuların yaşam öykülerini ele almak duruşlarını anlamak açısından önemlidir. En önemli ortak yanları Osmanlı’nın son döneminin çocukları olmaktır, yani imparatorluktan ulus devlete geçiş sürecine tanıklık etmişlerdir. O dönemin Osmanlıcılık ve Türkçülük gibi çözüm arayışlarının şöyle ya da böyle bir tarafında durmuş olmakla birlikte hayatlarının ilerleyen dönemlerinde solla harmanlanmış bir ulusal kurtuluşçuluk çizgi içerisinin taşıyıcısı olmuşlardır. Kadro hareketinin üyelerinin büyük bir kısmı bu sürecin en başında sağda alternatif ararken Rus devrimi ile sola kazanılmış ancak Stalinist tezlerin Kemalizm güzellemeleri ile sosyalizm adına ortaya küçük burjuva milliyetçiliğinden ve devletçilikten bulamaç bir sol gelenek çıkarılmıştır. Kadro da bu geleneğin en sağ temsilcilerinden birisi olarak Kemalizmi yeniden üretmiş, devletçiliğin ve de milliyetçiliğin sol olduğu yanılgısını ülkenin politik söylemine ‘kazandırmıştır’.
Kısacası Kadrocuların tamamı Türkçülük ve Osmanlıcılıktan oldukça etkilenmiş, sosyalist olduklarını söyledikleri zamanlarda bile bu düşünce akımlarının derin etkilerini taşımaya devam etmişlerdir. Bir başka ortak yanları da hepsinin devlet kurumlarında önemli pozisyonlarda çalışmasıdır. Dergi kapanmak zorunda kaldıktan sonra bile devlet aygıtının çeşitli pozisyonlarında görevlerine devam etmişler; tek parti dönemine yakın durarak iktidarı soldan etkilemeye çabalamışlardır. Gerek dönemin baskıcı koşullarından korunmak gerekse de Kemalist kadrolara politik önem atfettiklerinden çatışmacı bir dil kullanmamışlardır. Hatta potansiyel çatışma alanlarından ya da Kemalist iktidarı doğrudan eleştirecek hamlelerden kaçınmışlardır.
Kadrocular
Şevket Süreyya Aydemir, topraksız bir köylü ailesinin çocuğudur. Dönemin Turancı fikirlerine yakındır ve Kafkas cephesine gönüllü olarak savaşmaya gidecek kadar da bu fikirlere sadıktır. Türkçülüğün derin etkisi altındadır. 1919-1921 yılları arasında Azerbaycan’da öğretmenlik yaptığı dönemde sosyalizmden etkilenmiştir. Bolşeviklerin 1920’deki Bakü Kongresi’ne kasabasının öğretmenlerini temsilen katıldıktan sonra Komünist Parti’ye üye olmuş, Doğu Emekçilerinin Komünist Üniversite’sinde (KUTV) öğrenim görmüş ve Komintern’e temsilci olarak katılmıştır. 1923’te İstanbul’a döndüğünde TİÇSF’de aktif olarak görev almıştır. Parti içindeki ayrışmalardan sonra bir süre tutuklu kalmıştır. Cezaevinde iken hiçbir zaman gerçek anlamda sosyalist olmayan Aydemir, Rus Devrimi’nin görkemi ve ezilen halklara vaat ettiği özgürlükleri de hafızasından atamayarak kendince bir üçüncü yol çizmeye girişmiş, ‘Milli Kurtuluş Hareketi’ fikri kafasında şekillenmiştir. Cezaevinden çıktıktan sonra 1929 yılında Türk Ocakları’nda yaptığı ve sonradan “İnkılap ve Kadro” adlı rapora dönüştürdüğü konuşmalarında hareketin ilk tartışmalarını resmi olarak başlatmıştır.
İsmail Hüsrev Tökin ise İstanbul’da Avusturya Lisesi’nden mezun olmuş; 1922’de Sovyetler’den burs alarak Moskova’ya eğitime gitmiştir. KUTV’de ve Moskova Üniversitesi’nde ekonomi öğrenimi gören Tökin, Halk İştiraküyyun Fırkası ile ilişki içindeyken temsilci olarak Komintern’in dördüncü kongresine katılmıştır. Daha sonra TİÇSF ile ilişkiye geçen Tökin, 1926’de ülkeye geri dönmüştür. Vedat Nedim Tör ise Galatasaray Lisesi, ardından Berlin Üniversitesi’nde ekonomi bölümünden mezun olmuş; Almanya’daki öğrencilik yıllarında sol öğrenci grupları içerisinde yer almıştır. 1922’de TİÇSF’yi temsilen Komintern dördüncü kongresine katılmış aynı yılın sonunda Türkiye’ye dönerek Aydınlık dergisine yazı yazarak katkıda bulunmuştur. 1925’teki ilk tutuklamasının ardından 1927’de tekrar tutuklandığında polise parti dokümanlarını teslim ederek kısa sürede tahliye edilmiştir. O tarihten itibaren de sol içerisinde bir itirafçı olarak bilinmektedir.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Kadrocuların içinde sol siyasette tecrübe sahibi olmayan ya da kendisini doğrudan sosyalist vb. bir ideolojik duruşla tariflemeyen tek kişidir. Liseyi Kahire’de tamamladıktan sonra İstanbul’da hukuk eğitimi görmüş, 1919 sonunda Kurtuluş Savaşı’na katılmış, 1923,1927 ve 1931 seçimlerinde milletvekili seçilerek Kemalist iktidarla uzun süreli dirsek temasını devam ettirmiş, hatta Mustafa Kemal’in sofrasına davet ettiği nadir isimlerden birisi olmuştur. Kadroculara katılmasıyla Mustafa Kemal’den dergi için gerekli izini almak, onda güven yaratmak konusunda sağladığı olanak ile memur statüsündeki diğer üyelerin yapamayacağı dergi yayın sorumluluğu pozisyonunu milletvekili olarak üstüne almasıyla kritik bir rol üstlendiğini söyleyebiliriz. Kemalist rejim de Yakup Kadri’yi tersten Kadro’yu kontrol altında tutmak için kullanmıştır. Dahası, iktidar Y.Kadri’yi Tiran’a büyükelçi atayıp memur statüsüne getirerek derginin yayın sorumluluğu görevini yapmasına son vermiş ve böylece Kadro’yu yayın hayatını sonlandırmaya zorlarken de Y. Kadri’den yararlanmıştır.
Kadro dergisinin çıkmaya başlaması ancak Mustafa Kemal’den icazet alındıktan sonra gerçekleştirilebilmiştir. Dönemin tek parti diktatörlüğünün koşulları dikkate alındığında Kadro’ya izin verilmiş olması Kemalist rejimin dergi çevresinde sistem dışı bir muhalefet nüvesi görmemiş olmasından kaynaklanmaktadır.
İnkılabın İdeolojisi ve Kadro
Kadro dergisinin temel çıkış noktası ve kendisine biçtiği misyon “inkılabın ideolojisini oluşturmak” idi. Yani hareket noktası Mustafa Kemal öncülüğünde başlamış olan işgal karşıtı hareketin bir inkılap olduğu kabulüdür. Ulus devletin kurulduğu ve kapitalistleşme yolunda hamlelerin hızla atıldığı bu dönem basit bir milliyetçi algılayışla anti-emperyalist de ilan edilmektedir Kadro tarafından. Hal böyle olunca Kadro, inkılabın halen devam etmekte olduğunu da iddia ederek onun bir teorik alt yapıya kavuşturulmasında kendisine vazife çıkarmıştır. Ve tam da bu teorik altyapı için Kadro çıkarılmaya başlanmıştır.
Kadro’ya göre Türk İnkılabı milli bir inkılaptır, anti emperyalist karakteri güçlüdür ve inkılabı gerçekleştiren kadrolar diğer sınıflı toplumların aksine oluşturdukları devlet aygıtında herhangi bir sınıfın çıkarına değil milletin çıkarına yönelik adımlar atmaktadır. Bu bir avantajdır. Devletin sınıf karakterinin olmayışı kullanılmalıdır. Böylece de Batı’daki kapitalist toplumların sınıf çatışmalarından azade bir milli rejim kurulabilir. Kadrocuların analizlerinin temelinde şu tespit bulunmaktadır: sınıf karakteri olmayan bir yapı olarak devlet toplumun üstünde bir güçtür ve sınıflara eşit mesafededir; bu nedenle burjuvazinin büyüyüp siyasal gücü eline almasının önüne geçilmelidir. Bu görevi devralan devletin devletçi politikalarının başında da bir aydın inkılapçı kadro olmalıdır. Bu kadro da “Kadro”cuların kendisinden başkası değildir. Yani Kadro, kendisini tüm güç ilişkilerinin dışında(!) ve üstünde(!) idealistçe devletin politik liderliğini yapabilecek pozisyonda görmektedir.
Teorisinin en temel çarpıklıklarından birisi olan devlet analizi Kadrocuların diyalektik ve tarihsel materyalizmden hiç nasibini almamış olduğunu göstermektedir. Ne ülkenin sınıfsal analizi ne de tarihsel süreç konusunda en ufak bir parıltı gösteremeyen bu çevre ‘milli kurtuluş hareketi’ ve Kemalist iktidarın programının hizmet ettiği sınıfsal çıkarı anlamak konusunda da diyalektik yöntemden bir hayli uzaktadır. Oysa Aydemir, Tör ve Tökin kendilerinin diyalektik ve tarihsel materyalizmi benimsediklerini iddia etmişlerdir. Buradaki temel sorun kendilerinin “diyalektik ve tarihsel materyalizm”den anladıklarının bambaşka şeyler olmasıdır. Bu nedenle sınıflı toplumların ürünü olan devlet aygıtının sınıfsal karakterinin olmadığını dahi iddia edebilmektedirler.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki dünya denklemlerinde beliren siyasi pozisyonlar Kadro’nun anlaşılabilmesi için bir diğer önemli noktadır. Almanya ve İtalya gibi faşist doktrin üzerine kurulmuş iktidarlar ya da Rusya’nın ‘Sovyet’ rejimi ile emperyalist kapitalist düzenin ideolojik bombardımanı Kadro’yu ideolojik hudutları net olan bir doktrin oluşturmanın gerekliliğine ikna etmiştir. Kadro, Şevket Süreyya Aydemir’in (1968, s.89) dediği gibi “madem ki inkılap vardır, o halde bu inkılabın bir de izahı olmalıdır” diyerek yola çıkılmıştır: “İnkılap şayet ilkeleştirilmez, ideolojik bir düşünce sistemine bağlanmazsa nitelik değiştirip soysuzlaşabilir. Böyle bir sonucun sorumlusu ise aydınlar olacaktır.”
Kadro, milli kurtuluşun gerçekleşmesinde ilk aşamanın Kurtuluş Savaşı olduğunu söyler. İkinci aşama ise anti-emperyalist bir tutumla bağımsızlığı kazanabilmenin tek yolu olan sanayileşme ve ekonomik ve siyasi bağımsızlığı sağlayacak olan devletçilikten geçmektedir. Bunu gerçekleştirmenin ise aşkınlaşmış, gerekli bilgilerle donanmış elit bir kesimin işi olabileceğini savunur: “İnkılabı ilerletebilecek olan ancak onun heyecanını duyabilecek şuura sahip olanlardır. Anarşik bir ruhum ve teşkilatsız bir cemaatin kendi içgüdülerine tabi olarak coşması değildir.” (Aydemir, 1968, ss 258-263) Yani kendisi kitlelerin çok üstünde bir öncü dar kadro olarak gören Kadro ülkenin halkının geleceğini kendi ellerinde tuttuğu sanrısı içindedir ki Kemalizmin hastalıklarının damarlarına ne denli işlediği buradan da anlaşılabilmektedir:
“İnkılabı benimseyecek ve mukadderatını ona vakfedecek şuurlu ve feragalı bir kadro yaratamayan bir inkılap kumanda heyetinden yoksun bir ordunun ve muharebenin akıbeti gibi, bir takım umulmadık neticelerle karşılaşabilir. Bunun içindir ki kadroyu teşkilat çerçevesi dar, disiplinli ve şuurlu bir yöneticiler ve kurucular zümresi olarak ifade edebiliriz. Kadro bir yığın değildir. Kadroda, partilerde olduğu gibi gelişigüzel her vatandaşın yeri yoktur. Kadro, inkılap içinde en ileri unsurların, en ileri fikirler etrafında teşkilatlanmasıdır. ”
Kadro, emperyalist kapitalist aşamanın sınıf çatışmasının, dolayısıyla da sosyalizmin sadece Batı toplumları için bir program olabileceğini söylerken şunu anlatmaya çalışır; Batılı modern kapitalist toplumların sermaye birikimi esas olarak işçinin artı değerinin sömürülmesi ile değil sömürge ülkelerden elde edilen zenginlikle mümkün olabilmiştir. Bu durumda Batılı işçi sınıfı Türkiye gibi yarı sömürge ya da sömürge ülkelerin emekçileriyle kaderlerini birleştirmeyecektir; çünkü onların sömürülmesinden çıkar sahibidir. Bu milliyetçi söylem, sadece Batılı emperyalistleri değil emekçileri de düşman olarak görmeye kadar işi vardırır. Sınıflı toplumların tüm çelişkileri Türkiye bazında adeta reddedilerek 20. yüzyılın temel çelişkisinin modern Batılı kapitalist metropollerle az gelişmiş, sömürge ya da yarı sömürge ülkeler arasındaki çelişki olduğu savunulmaktadır. Bu tezlerle, anti-emperyalizm anti kapitalizmden kopartılarak basit bir milliyetçiliğe dönüştürülmekte ve böylece Kemalizmle bir başka ortaklık kurulmaktadır.
Kadro için kapitalizm de sosyalizm de Türkiye için model olmaz. Çünkü ne Türkiye burjuvazi ve işçi sınıfına sahiptir, ne devletin sınıf karakteri vardır ne de Kemalist rejim herhangi bir sınıfın çıkarına davranmaktadır. Bu durumda Batılı kapitalist ülkelerdeki sınıf çelişkisinin Türkiye’de şimdiden ortaya çıkması, burjuvazinin güçlenerek devlete kendi karakterini vermesi engellenebilir; bu bağlamda sosyalizmle kapitalizm arası üçüncü bir yol Kadro tarafından önerilmektedir. Bu üçüncü yol devletçiliktir.
Nereden tutsak elimizde kalacak yaklaşımlarıyla Kadro işçi sınıfının uluslararası karakterini dar kafalı bir milliyetçilikle görmezden gelmiş, Türkiye işçi sınıfını ise Türkiye burjuvazisi ile ortak çıkarlara sahip bir sınıf olarak lanse edilmiştir. Bunun diğer adı barışçıl, çatışmasız, korporatist toplumdur ki bu da Kemalizmin korporatizminin bir başka versiyonundan başka bir şey değildir.Kaldı ki Kemalizm ülkede sınıfların varlığını reddederken Kadro sınıflı toplumu kabul etmesine rağmen bunu savunduğuna göre bu ancak bir tercih olabilir. Kapitalizmin açıkça bir sömürü düzeni olduğu, sınıfsal çatışmaları milli olana zarar verecek şekilde ortaya çıkardığı tespitini yapmakla birlikte Kemalist rejimin bulunduğu çelişkili pozisyonu kendi programı doğrultusunda yönlendirebileceğine inanmıştır Kadro. Bu yanılgının en önemli sebeplerinden birisi de Büyük Buhran sonrasında Kemalist iktidarın bir zorunluluk olarak izlemek zorunda kaldığı devletçi politikalar ile Kadro’nun ideolojik bir amaçla savunduğu devletçiliğin örtüşen kimi noktalarıdır.
Kaynakça
Aydemir, Şevket Süreyya, İnkılap ve Kadro, 2. Baskı, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1968
Tekeli, İlhan& İlkin, Selim, “Türkiye’de Bir Aydın Hareketi: Kadro”, Toplum ve Bilim, 24, Kış,1984
Tekeli, İlhan& İlkin Selim, Bir Cumhuriyetin Öyküsü Kadrocuları ve Kadro’yu Anlamak, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2003
Tekeli, İlhan & İlkin Selim, (2007), “Kadro ve Kadrocuların Öyküsü”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Cilt8: Sol, İletişim Yayınları, İstanbul, s. 600-19
Türkeş, Mustafa, Kadro Hareketi Ulusçu Bir Sol Akım, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 1999
Yanardağ, Merdan, Türk Siyasal Yaşamında Kadro Hareketi, İkinci Baskı, Siyah Beyaz Yayınevi, İstanbul, 2008