Kadın Cinayetleri Hapis Cezaları ile Bitmez- Derya Koca
Bir hafta içinde iki önemli kadın cinayeti davası yeniden gündemimize geldi. Şule Çet geçtiğimiz hafta önemli gelişmelerle bir kez daha ertelendi. Bugünse Emine Bulut’un karar duruşması görüldü. Ülkede kadın cinayetlerinin bu iki sembol davası hem düşündürtüyor hem de toplumsal mücadelenin kadınların yaşayabilmesi için ne kadar kritik olduğunu gözler önüne seriyor.
Koruma, Aklama, Yargıla!
Kadın cinayetlerinin geldiği en dramatik noktalardan biri Emine Bulut cinayeti oldu. “Ölmek istemiyorum” diyerek korkunç biçimde küçük kızının gözleri önünde can verdi. Bugün Emine’nin katili, jet hızıyla verilen kararla müebbet hapis cezası aldı. Dava sürecinde, Emine’nin Cinayet öncesinde Emine Bulut’un 29 dakika kadar karakola sığındığı ve eski kocası oradan uzaklaştığı anda gitmesine izin verildiği ve hiçbir şey yapılmadığı ortaya çıktı.
Şule Çet, zengin züppesi patronunun tecavüzü sonrası gökdelenden aşağı atıldı. İntihar süsü verilmesine kadınlar müsaade etmedi. Sahte raporlar çürütüldü, rüşvet teklifleri ortaya saçıldı, katil toplumsal baskı ile tutuklandı… Her adımında mücadele olan davada sona adım adım yaklaşılıyor. Bu sefer dayanışma; zengin ve güçlüleri köşeye sıkıştırdı. Katil, son davada “twitter yüzünden tutukluyuz” derken, milyonlarca kadının çığlığı yüzünden tutuklandığından şikayet etti.
Katledilen nice kadının davasını tek tek incelersek çok da farklı şeyler görmeyiz. Hepsinde utanmaz bir kadın düşmanlığının aklama çabası ile iktidarın kadın düşmanlığından cesaret alan korkunç bir utanmazlık var. Bu davaları kazanmak, kadınların katillerinden en güçlü şekilde hesap sormak zorundayız. Aksi takdirde AKP yargısının koruyup kolladığı, sıvazlayıp akladığı her katil bir başka kadının yaşam çığlığı olarak geri dönecek.
Hapis Cezası İle Kurtulamazsınız!
Ancak kadın cinayetleri gündemlerinde önemli bir noktayı ısrarla vurgulamak zorundayız: Bu cinayetler bireysel bir suç olarak ele alınmamalı. Muhafazakar basın ve iktidarın kalemleri, uzun mücadeleler ile ya da büyük toplumsal tepkiler ile ancak verilen cezaları “adalet”in tesisi gibi gösteriyor. Böylece iktidarın hedef olmaktan çıkarıldığı, katil bireyin bütün suçu tek başına temsil ettiği bir ideolojik noktayı seslendirmiş oluyorlar. Oysa durum hiç de öyle değil. Emine Bulut’un katilinin müebbet hapis cezası alması ülkedeki kadın dramını çözmeye yetmiyor!
Türkiye emekçiler için tam bir cehennem haline getirilmiş, işsizlik almış başını yürümüşken; kadınların eve kapatılmışlığı ve üzerine yıkılan ev işlerinin patronlar için ne kadar karlı ve vazgeçilmez olduğu gerçeği “kutsal annelik” kılıfı ile gizlenirken; kadın işsizliği “ ev kadınlığı” uydurması ile meşrulaştırılırken kadınların bugün yaşadığı cehenneme şaşıramıyoruz. Düzen, bütünlüklü bir biçimde kadına muhafazakarlığın kafesini gösterip eşitsizlikten besleniyor. Milyonlarca insana açlık sınırının altında asgari ücret veren patronlar elbette muhafazakar iktidarları ile topluma şunu anlatacak: “Kutsal ve yoksul analarımız dururken kreşlere ne lüzum var!”
Kadınların şiddetli yoksulluğu ve bağımlı yaşamı sorgulanmadan bir adım ileriye gidilemez. %30’un üstüne çıkmayan kadın istihdamı, güvencesiz ve ucuza çalışan sayısız kadın bu ülkenin gündemine gelmeden kadınların genel durumunda bir toplumsal iyileşme sağlanamaz.
Emine Bulut’un korkunç cinayetini kınar gibi yapanlar, cinayetin arkasındaki toplumsal boyuta neden ses çıkarmazlar? Çünkü o ses çıkarsa ucu patronların hiç çıkarına olmaz. İktidarın kadın düşmanı ikiyüzlülüğünün ise hiç işine gelmez. Mahkeme şiddet gören ve boşanmak isteyen ancak yoksulluk ve toplumsal baskı nedeniyle evi terk edemeyen kadına bu toplum “senin için iş ve güvenli bir hayat sağlayacağız” diyemediği için, o düzenin polisi kadınların yeri evidir mantığı ile hareket ettiği için Emine çığlık çığlığa öldü.
Şiddetin, yoksulluk ve çaresizlikle bağını anlatmak ve sorunu bu noktadan çözmek üzere politika geliştirmek zorundayız. Erkeklerin tek tek hedef alındığı bir kadın mücadelesi söylemi de ne yazık ki bu ihtiyaca karşılık düşmüyor. Şiddetin, düzenden ve rejimden beslenen boyutunu toplumda tartışmanın ana ekseni haline getirmek üzere kadın örgütlerinin de söylem geliştirmesi gerekli.
Nafaka Düşmanlığı ve Fetihçilik Kol Kola
Kadın düşmanı rejimin yargısı, aile kurumunu bu yoksul toplumu yönetmenin ve kadınları eve hapsetmenin bir birimi olarak gördüğünden şiddeti aklıyor, boşanmaları zorlaştırıyor. Hatta faillere indirimler ısmarlanıyor, “iyi hal” ile kadınların özgür bir hayat kurmaları engelleniyor. Hatta savaş gündemini bile kadınların boşanmasına karşı propagandaya çevirecek kadar sefil bir güruh ile karşı karşıyayız.
Bu saldırı cephesinin hedefindeki gündemlerin başında nafaka hakkı geliyor. Kadın düşmanlığının köşe taşlarından Yeni Akit’tin yaptığı “Cephede kazandığı parayı eski eşine veriyor” başlıklı uzman çavuşun “süresiz nafaka” dramı haberi pes dedirtti. “ Bizler cephede vatanımızı korurken, bazı art niyetliler bizlerin alın terinin peşinden koşuyor” şeklinde nafaka karşıtı propaganda yaparak bu konu üzerine yapılmış tüm manipülatif haberlerin zirvesine çıktı. Nafaka karşıtı örgütlenen “Süresiz Nafaka Platformu” başkanı “And olsun ki onlar seferde cihad ederken, biz de aile kurtulsun diye mücadele edeceğiz” diyerek top yekun fetihçi ruhla bu seferberlik konusundaki “kararlılığını(!)” ifade etmiş oldu.
Kadınların ekonomik ve sosyal olarak tamamen savunmasız hale getirildiği bir ülkede ne şiddet biter ne cinayetler! Hele, savaş gündemini bile vatan-bayrak-toprak söylemiyle nafaka karşıtı bir gündeme dönüştürüp; bunu “kadınlar boşanmasın evde otursun” demenin fırsatına çevirebiliyorsa kadın düşmanlığı için çocuk uzaklara bakmaya gerek yok. Siyasal İslam’ın derdi kadınların bağımsız bir yaşam sürmesi ve özgür olması. Bu uğurda çarpıtmayacakları gerçek, söylemeyecekleri yalan yok. [1]
Kadınların sosyal anlamda güçlenmesinin başında ekonomik bağımsızlığının geldiği gerçeği gündeme geldiğinde düzenin bozukluğu, patronların ve iktidarın da sorumlulukları da kaçınılmaz bir biçimde gündeme gelecektir. Bu yüzden, kadın cinayetlerinin bireysel suç olduğuna vurgu yapmaya devam edecekler. Nafaka düşmanlığına tam gaz yüklenecekler. Boşanmayı şeytanlaştıracaklar.
Dünyanın neresine giderseniz gidin sağcılardan aynı lafları duyacaksınız. İslamcı zihiyet, bunu bir adım öteye götürüp İstanbul Anlaşmasını, nafaka hakkını, çalışan annelere mali destek verilen projeleri bile hedef alıyor. AKP iktidarı, tüm bu zihniyetin beslendiği yer.
Kadınlar Nasıl Yaşayacak?
Kadın cinayetleri sonrası “kadınlar yaşayacak” sloganlarımız hiç eksik olmuyor. Ancak kadınların nasıl yaşadığı üzerine de nasıl yaşayacağı üzerine de ciddi cevaplar vermek ve bu somutluklar üzerinden ülkede kadın haklarının ilerletilmesini sağlamak zorundayız.
Milyonlarca yoksul kadının günübirlik en temel sorunlarının, işsizliğini kreş hakkının, sosyal hakların yok edilmesinin merkeze konduğu bir kadın gündemi kadın düşmanı sağın en zayıf noktası. Dolayısıyla Türkiye’de kadınların şiddet ve yoksulluk sarmalında yaşamaya mahkum edilmesinin çıkışı da bu noktadan sağlanabilir. Çünkü kendi muhafazakar tabanlarındaki kadınların sorunlarına “aile kutsaldır”, “eş olarak görevini yap” dışında verebilecekleri bir cevap bulunmuyor. Ve hayat bizden yana. Kadınların büyük kısmı geçinmek, evin dışına çıkmak, insanca yaşamak için bir yol aramakta. O yolda verilecek mücadele bu güruhu dağıtmaya da kadınları güçlendirmeye de yetecektir.
Eşitlik mücadelesinde emekçi kadınların, yoksul kadınların mücadelesini en önde taşımak zorundayız.