İtalya'da Faşizmin Yükselişi ve Mussolini – Oğulcan Sönmez
21 Nisan, 2014
Kapitalizmin krize girdiği dönemler şüphesiz ki devrimler için en uygun zamanlardır. Emekçi halk radikalleşir ve çıkış yolları arar. Bu tip bunalımların çözümü, devrimci Marksistlerin cephesinden çok açık ve kalıcıdır. Ancak önemli olan; bu çözümün yani sosyal bir devrim fikrinin kitlelere ne kadar tesir ettiğidir. Nitekim İtalya’da yaşanan örnek gibi toplumsal kriz anları faşist diktatörlüklere de gebedir. Burada dengeleri belirleyen ve tarihi değiştirecek olan örgütlü işçi sınıfının gücüdür. Bu sebeple İtalya’da Mussolini’nin iktidara geldiği ve faşizmin yükseldiği süreci incelerken, İtalyan sınıf mücadelesinin tarihini de inceleyeceğiz.
Tarihi 1. Enternasyonale kadar dayanan ve bizzat Engels’in tanıklık ettiği İtalyan devrimci hareketi; henüz üniter yapısını kazanmamış olan İtalya’nın sanayide gelişmemiş olması ve büyük sayılarla ifade edilecek bir işçi sınıfından bahsedememiş olmamızdan anarşist eğilimleri sanayileşme dönemine kadar yüksek olan bir gelenektir. Sanayide hızlı bir atılıma giren İtalya’da, bir nicelik olarak işçi sınıfından bahsedilene kadar, İtalyan devrimcileri Marx ve Bakunin arasındaki tartışmalardan habersiz, mücadelelerini sürdürmüşlerdir. Hareket kısa sürede kitleselleşmiş olsada sınıf temelli olmadığından başarısız girişimlerle kendini tüketmiştir. O döneme dek kurulan enternasyonal şubeleri, 1878’e gelindiğinde parçalanmış ve geriye kitleselliğini kaybetmiş bir hareket kalmıştı. Bunun sonucu olarak anarşist önderlerin çoğu, parlamentarizme kadar savrulmuş, geriye kalanlarsa eylemlilikte bireysel terörizme yönelen küçük gruplar haline gelmişti. Bunların içinde en önemli olanı şüphesiz Andrea Costa olacaktır. Cezaevinde siyasal eylemlerin önemli olduğu tezi üzerinden ilerleyen ve dışarı çıktığında bu fikrini eyleme döken Costa 1882’de meclise girdi. Costa’nın bu duruşu diğer anarşistler arasında büyük bir etki yarattı ve birçok destekçi buldu. Bu dönem İtalya’da işçi sınıfının giderek büyüdüğü ve örgütlenerek anarşizmin etkisinden koptuğu bir döneme denk geldi. Artık Costa’yı destekleyen eski anarşist liderler sosyal demokrasi propagandası yapmaktaydı. İtalya’da sanayi atılımına denk düşen bu süreç aynı zamanda büyük bir ekonomik krizin yaşandığı dönemdi ki sendikal örgütlenmeyle güçlenen Costa önderliğindeki işçi hareketi gün geçtikçe büyüyordu.
İtalya’da İşçi hareketi
Andrea Costa devrimci hareket içerisindeki büyük etkisini kullanarak kurduğu Devrimci İşçi Partisi’nin çalışmalarını büyütüyor, ekonomik kriz içerisinde olan İtalya’da tarım işçileri arasında örgütlenerek güçleniyordu. Aynı süreçte kuzey İtalya’da sanayi işçileri artık mücadelenin öznesi haline gelmişti bile. 2. Enternasyonal’in 1889’da kurulmasıyla işçi hareketi yükselmiş, Marksizmin etkinliği büyük ölçüde artmıştı. Bu süreçte kurulan Cameralar (işçiler arası dayanışma amaçlı kurulan dernekler) işçi hareketini anarşist eğilimden tamamen kopararak Costa’nın parlamenter sosyalizmine yöneltiyordu. Ancak Costa’nın kurduğu hareket yerellerle sınırlıydı ve ideolojik olarak yetersizdi. Nitekim kriz sürecinde radikalleşmiş olan işçi sınıfının büyük çoğunluğu, Costa’nın parlamentarizminden ayrılarak 1892’de Turati’nin kurduğu İtalyan İşçileri Partisi’nin tabanını oluşturacaktı. 1900’e gelene dek büyük bir ekonomik bunalım içerisindeki İtalya’da birçok ayaklanma yaşandı. Bu büyük işçi hareketi, bireysel terörizmi savunan bir anarşistin, kral Umberto’yu öldürmesiyle birlikte büyük ölçüde durduruldu, çünkü sola karşı büyük bir operasyon başladı. 1900’lerin başlarından itibaren işçi hareketi her geçen gün büyümüş ve güçlenmiş; 1901’de 190 bine yakın işçinin yer aldığı binden fazla grev, 1902’de 200 bine yakın işçinin katıldığı 801 grev gerçekleşmiştir. 1908’e gelindiğinde parlamento ve sendika ayağı ile büyüyen işçi hareketi geniş kitlelere hitap eden bir hale gelmiş, parlamentoda sol içi ittifaklar kurarak büyük bir yaptırım gücü kazanmıştır. Birçok anarşist ve aydın bu süreçte sosyalist hareket içerisine dahil olmuştur. O yıllarda mücadeleye atılmış birisi olan Mussolini, şüphesiz bunlar arasında en ateşli olanlardandır.
Savaş Dönemi
İtalyan ekonomisinin hızlı ve dengesiz gelişimi 20. yüzyılın ilk çeyreğinde artık tüm ülkenin tek sorunu olmuştu. Tarımsal üretimin çöküşüyle birlikte kırsaldan yurtdışına göç gün geçtikçe artıyor muhalif sesler yükseliyordu. İktidar, içine düştüğü krizi çözmek ve ekonomiyi düzeltmek amacıyla 1911’de Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan ederek Libya’yı işgal etti. O sıralarda daha büyük krizler içerisinde olan Osmanlı İmparatorluğu, bu savaşı uzun süre devam ettiremedi. İtalya savaşı kazanarak Libya ve Oniki adada hâkimiyet kurdu. Yukarıda bahsettiğimiz bu büyük kriz ortamında gerçekleşen savaşa karşı; mecliste bulunan reformist milletvekilleri, tıpkı 2. Enternasyonal’de yaşandığı gibi anti-Marksist bir tutum sergileyerek işgali onaylar şekilde oylar kullanmışlardır. Yalnızca 2 milletvekili olan ve kendisine “uzlaşmaz devrimci” diyen Marksist bir grup savaş karşısında en ciddi muhalefeti sergilemiş ve bu süreçte ciddi bir atılım yapmıştır. Bu tarihlerde Mussolini nerede sorusunun cevabına ise inanılması zordur. Mussolini Libya savaşı çıktığında şöyle demiştir: “Eğer vatan kan ve para istiyorsa, devrimci öncülerle birlikte işçi sınıfı buna genel grevle karşılık verir. Uluslararası savaş bu şekilde sınıf savaşına dönüşecektir.” Mussolini bu sözlerle kalmamış, Forli adlı bölgede büyük bir grev örgütler. Ülke çapında genel grev çağrısı yapılmış olsa da az önce bahsettiğimiz üzere sosyalist hareketin savaş karşısındaki tutumu çok gerici olduğundan büyük yankı uyandırmaz. Ancak Mussolini bölgede büyük bir huzursuzluk yaratmış olacak ki tutuklanmış ve 5 ay hapis cezası almıştır.
Mussolini
Militan ruhu ve ateşli konuşmalarıyla Mussolini parlayan bir devrimci önder olma yolunda ilerlemiş, mahkemede verdiği siyasi savunmasıyla büyük popülarite kazanmıştı. Sosyalist Parti içerisinde hızla ilerleyen Mussolini savaşı destekler tutumlarından ötürü merkez komiteye karşı bir linç kampanyası başlattı. 1912’de yapılan kongrede, parti grup başkanı olan Bissolati, Bonami, Cabrini ve Guido, Mussolini’nin yürüttüğü bu kampanya sonrası partiden uzaklaştırıldı. Parti içerisinde hızla yükselen Mussolini parti yayını olan Aventi’nin başına getirlidi. Kısa bir sürede derginin tirajı iki katına çıktı ve artık Mussolini’nin siyasi tutumu Avanti’den takip edilebiliyordu.1914 yılına gelindiğinde anarşist bir grubun önderliğinde düzenlenen bir eyleme polisin ateş açmasıyla ölen üç kişinin ardından bütün ülkede çok büyük bir ayaklanma çıktı. Ancona on gün boyunca devrimcilerin elinde kaldı. Çoğu bölgede devlet otoritesi kalmamış hatta bazı bölgelerde proleter diktatörlüğü ilan edilmişti. Hareket görülmemiş bir büyüklükteydi ancak merkezi bir liderliği yoktu. Bu büyük güç karşısında çekinen sosyalist parti “proletaryanın kurtuluşu örgütsüz kitlelerin ayaklanmasında değildir” diyerek kendini geriye çekiyordu. Büyük bir orduyla saldıran İtalyan hükümeti ayaklanmayı sonlandıracaktır. 1914 yılının Eylül ayı geldiğinde emperyalist savaş çanları çalıyor ve İtalyan sosyalistleri büyük ölçüde savaşa karşı çıkıyordu. Mussolini 1914 Temmuzu’nda yaptığı bir konuşmasında “Kahrolsun savaş!, ne bir adam ne bir kuruş” diyordu. Ancak bu söylemi uzun sürmedi ve bizim tanıdığımız haliyle Mussolini o dönemlerde oluşmaya başladı. Reformistlerin İtalyan burjuvazisini destekler tutumu ve Alman emperyalizmine karşı devrimler ülkesi olan Fransa’yı koruma düşüncesi saçma da olsa sol içinde yaygınlaşıyordu. Bütün bunlardan etkilenen Mussolini Avanti’de İtilaf devletleri yanında savaşa girmeyi savunur yazılar yazmaya başladı. Bu yazılar karşısında şaşkına dönem merkez komite Mussolini’nin partiden uzaklaştırılması kararını aldı ve atılır atılmaz faşizm propagandası yapacağı Popolo d’Italia (İtalyan Halkı) adlı dergiyi çıkarmaya başladı. Kısa sürede genişleyen bu dergi çevresi, meclis içerisindeki reformist partileri de etkiledi ve savaşa girme kararı alınmasında büyük katkıları oldu. Mussolini artık eskisi gibi devrimci propaganda yapmıyor; aksine emperyalist savaş çağrıcılığı yapıyordu. Bu akıl almaz kopuş Sosyalist Parti içerisinde adeta infial yarattı ve görüş ayrılıkları başladı. Daha 6 ay öncesinin ateşli Marksist önderi, İtalya fiili şekilde savaşa girince gönüllü olarak cepheye gitti ve yaralanıp geri geldi.
I. Dünya Savaşı ve Ekim Devrimi
Savaş başladığında zaten dengesiz bir ekonomisi olan İtalya ciddi bir kriz içerisine girdi. Sanayi işçileri cepheye gönderilmekle veya hapse atılmakla tehdit edilerek zorla çalıştırılıyorlardı. Toplumsal kriz çok ciddi boyutlardaydı. Bu kriz ortamında İtalyan reformistleri burjuvaziyle işbirliği yaparak bir huzur ortamının sağlanması kanısındaydılar. Ancak tam da bu zamanlarda yani 1917’de Rusya’dan gelen devrim haberi adeta bomba etkisi yarattı. Avanti kapağına VİVA LENİN yazmış; reformistlere karşı sosyalist iktidarın bir devrimle kurulabileceği fikri Sosyalist Parti içerisinde yaygınlaşmıştı. Bu süreçte uzlaşmaz devrimciler gizli toplantılar yaparak sosyal devrim planları yapıyordu. 21 Ağustos’ta bir ayaklanma denense de kan ile bastırıldı ve büyük kayıplar verildi. Lenin bu ayaklanmaya dünya devriminin yankıları diyecekti.
Faşizmle Mücadele ve Mussolini İktidarı
1920’ye kadar dünyanın içerisinde olduğu bu genel kriz hali İtalya’da bizzat reformist partiler eliyle denge politikaları uygulanarak durdurulmaya çalışıyordu fakat ekonomik bunalım öylesi bir boyuttaydı ki enflasyon artışı inanılmaz ölçüde yükselmişti. Bu krizle bağlantılı olarak sınıf mücadelesi ve faşist hareket orantılı bir yükselişe geçtiler. Eylemsel anlamda işçi hareketi faşistlerden kat kat öndeydi.1920 senesinde Torino’da başlayan bir genel grev yayıldı ve beşyüzbine yakın işçi greve katıldı. Bu büyük işçi eylemliliklerini köylülerin kendi birliklerini kurup toprak işgal ederek paylaştıkları bir dönem takip etti. Çoğu köylü birliği sol örgütlerle bağlantılı ve tamamen iktidar karşısındaydı. Böylesi bir ortamda iktidarın attığı geri adımlar işçi hareketini durdurmak adına kısmen başarılı oldu ve reformist partilerin ihanetiyle devrimci durum oratadan kayboldu. İşçi hareketi kısa bir süreliğine reformlarla pasifize edilmiş olsada büyük bir tehdit olarak Mussolini önderliğindeki faşist hareket yükselişe geçiyordu. 1919’da işçilerin bir eylemine saldırdılar ve Avanti’nin bürosunu basarak yaktılar. Sınıf mücadelesinin temel düşmanı haline gelmeleri çok uzun sürmemişti. Az önce bahsettiğimiz köylü birliklerine karşı faşistler toprak ağaları tarafından iktidar eliyle kullanılmışlardır. Çoğu yerde savaşmış ve köylü birliklerini para karşılığı katletmişlerledir. İtalyan burjuvazisi sosyalist tehdide karşı faşistlerin eylemlerine hoşgörülü davranmış ve bizzat başbakan eliyle parlamentoya sokulan faşistler iktidar tarafından desteklenmiştir. Sosyalistlerin büroları basılmış, yaşadıkları evler dahi faşistler tarafından yakılmıştır. Mussolini bu dönemde faşist hareketin güçlenmesi adına, devletin kurumlarının ve patronların verdiği desteği gözeterek ekonomi başta olmak üzere her alanda faşist hareketin meşru görülmesi fikrini benimsemişti. Buna bağlı olarak çok ciddi bir dönüş yaparak ekonomik alanda devletçi olan politikasını liberalizme kaydırmış ve burjuva iktidarla antlaşmalar yapmıştır. Faşist hareketin belkemiği olan devletçilik böylece bir süreliğine unutulmuş ve italya’nın uzun süredir dış politikası olan liberalizm faşist hareket nezdinde benimsenmiştir. Bunun akabinde sözde bir huzur ortam sağlamak adına sol ile faşist hareket arasında bir barış antlaşması yapılsa da 1921’de Mussolini faşist hareketin kongresinde hareketin adını Ulusal Faşist Parti olarak değiştirdi ve barış antlaşmasını tanımadıklarını duyurdu. Artan saldırılar karşısında Komintern “birleşik işçi cephesi” politikasını uygulamaları için İtalyan Komünist Partisi’ne baskı yapıyordu. Bu politika sosyal-demokrat ve devrimcilerini ortak bir cephede birleşerek faşizme karşı mücadele birlikleri kurulmasını öngörüyordu. Ancak bu karar Komünist Parti’de tepkilerle karşılandı. Çünkü onlar sosyalist partiden ayrılmış bir grup olarak sekter bir tutumla, faşizme karşı bir cephede birleşme çağrısını doğru bulmuyorlardı. Gramsci partinin başına gelene dek bu karar uygulanmadı. Sol içerisindeki bu ayrılıklar faşizmi güçlendirmekten başka bir işe yaramadı. Daha sonra birleşik cephe taktiği belli bölgelerde uygulanmış olsa da bir etki yaratamayarak yenilindi. Bu süreçte asıl önemli olan, sanayi işçilerinin kendiliğinden direniş komiteleri kurarak verdikleri mücadeledir. Bu işçilerin çoğu Komünist Parti veya Sosyalist Parti’ye üyeydi. Örgüt inisiyatifi dışında kendiliğinden bir hareket oluşturdular ve taşrada faşizme karşı “Halk Gönüllüleri” adlı bir örgüt kurdular. Bu grup kısa sürede büyüdü ve 1921’den 1922’ye dek tam 1 yıl boyunca faşizme karşı silahlı mücadele verdiler. Gün geçtikçe verdikleri kayıplar ve partilerin ihanetleri yüzünden yenildiler. 1922’de bir genel grev hareketi denendi ve başarısız oldu. Bağımsız sayabileceğimiz bu işçi hareketi son grev denemesini yapmışken İtalya’da sol hareket gün geçtikçe kan kaybediyordu. Sekter yapılarından ötürü faşizme karşı dahi birleşemeyen sol, emekçi halk nezdinde desteğini yitirmişti. Bu süreçte Ulusal Faşist Parti, kriz ortamını lehine çevirerek büyük sermaye ortaklarıyla üzeri örtülü ilişkilerini güçlendirmişti. Hatta başbakan, Mussolini’ye bakanlık teklif etmiş ancak daha büyük planları olan Mussolini bu teklifi reddetmişti. Nitekim 1922 senesinde Bologna’da 20 bin kişilik bir miting düzenlediler ve miting sonrası faşist parti tarafından kutsal sayılan Roma’ya yürüyüşe geçtiler. Geçtikleri her şehirdeki ve vilayetteki resmi binaları işgal ederek ilerliyorlardı. Bu yürüyüş karşısında Başbakan sıkıyönetim ilan etmeyi reddetti ve Kral, yeni hükümet kurma yetkisini Mussolini’ye verdi. Aslında bu miting daha önceden Mussolini ile iktidar arasında yapılan görüşmelerde kararlaştırılmıştı. Sosyalist hareket ne kadar zayıflasa da, kriz ortamı ortadan kalkmıyor, huzursuz halk kitleleri patlamaya hazır bir bomba gibi yaşıyordu. Bu potansiyeli değerlendirerek güçlenebilecek bir sol hareketten korkan İtalyan egemenleri adına kral ve cumhurbaşkanı, Bologna’da yapılan miting öncesinde Mussolini ile görüşmüş ve kamuoyundan gizli tutulan antlaşmalarla iktidarın Ulusal Faşist Parti’ye verilmesini kararlaştırmışlardı. Böylece burjuvazi destekli faşist hareket güçlenerek meşruyetini yitiren ve yönetememe krizine girmiş iktidarın yerine geçti.
Tarihi 1. Enternasyonale kadar dayanan ve bizzat Engels’in tanıklık ettiği İtalyan devrimci hareketi; henüz üniter yapısını kazanmamış olan İtalya’nın sanayide gelişmemiş olması ve büyük sayılarla ifade edilecek bir işçi sınıfından bahsedememiş olmamızdan anarşist eğilimleri sanayileşme dönemine kadar yüksek olan bir gelenektir. Sanayide hızlı bir atılıma giren İtalya’da, bir nicelik olarak işçi sınıfından bahsedilene kadar, İtalyan devrimcileri Marx ve Bakunin arasındaki tartışmalardan habersiz, mücadelelerini sürdürmüşlerdir. Hareket kısa sürede kitleselleşmiş olsada sınıf temelli olmadığından başarısız girişimlerle kendini tüketmiştir. O döneme dek kurulan enternasyonal şubeleri, 1878’e gelindiğinde parçalanmış ve geriye kitleselliğini kaybetmiş bir hareket kalmıştı. Bunun sonucu olarak anarşist önderlerin çoğu, parlamentarizme kadar savrulmuş, geriye kalanlarsa eylemlilikte bireysel terörizme yönelen küçük gruplar haline gelmişti. Bunların içinde en önemli olanı şüphesiz Andrea Costa olacaktır. Cezaevinde siyasal eylemlerin önemli olduğu tezi üzerinden ilerleyen ve dışarı çıktığında bu fikrini eyleme döken Costa 1882’de meclise girdi. Costa’nın bu duruşu diğer anarşistler arasında büyük bir etki yarattı ve birçok destekçi buldu. Bu dönem İtalya’da işçi sınıfının giderek büyüdüğü ve örgütlenerek anarşizmin etkisinden koptuğu bir döneme denk geldi. Artık Costa’yı destekleyen eski anarşist liderler sosyal demokrasi propagandası yapmaktaydı. İtalya’da sanayi atılımına denk düşen bu süreç aynı zamanda büyük bir ekonomik krizin yaşandığı dönemdi ki sendikal örgütlenmeyle güçlenen Costa önderliğindeki işçi hareketi gün geçtikçe büyüyordu.
İtalya’da İşçi hareketi
Andrea Costa devrimci hareket içerisindeki büyük etkisini kullanarak kurduğu Devrimci İşçi Partisi’nin çalışmalarını büyütüyor, ekonomik kriz içerisinde olan İtalya’da tarım işçileri arasında örgütlenerek güçleniyordu. Aynı süreçte kuzey İtalya’da sanayi işçileri artık mücadelenin öznesi haline gelmişti bile. 2. Enternasyonal’in 1889’da kurulmasıyla işçi hareketi yükselmiş, Marksizmin etkinliği büyük ölçüde artmıştı. Bu süreçte kurulan Cameralar (işçiler arası dayanışma amaçlı kurulan dernekler) işçi hareketini anarşist eğilimden tamamen kopararak Costa’nın parlamenter sosyalizmine yöneltiyordu. Ancak Costa’nın kurduğu hareket yerellerle sınırlıydı ve ideolojik olarak yetersizdi. Nitekim kriz sürecinde radikalleşmiş olan işçi sınıfının büyük çoğunluğu, Costa’nın parlamentarizminden ayrılarak 1892’de Turati’nin kurduğu İtalyan İşçileri Partisi’nin tabanını oluşturacaktı. 1900’e gelene dek büyük bir ekonomik bunalım içerisindeki İtalya’da birçok ayaklanma yaşandı. Bu büyük işçi hareketi, bireysel terörizmi savunan bir anarşistin, kral Umberto’yu öldürmesiyle birlikte büyük ölçüde durduruldu, çünkü sola karşı büyük bir operasyon başladı. 1900’lerin başlarından itibaren işçi hareketi her geçen gün büyümüş ve güçlenmiş; 1901’de 190 bine yakın işçinin yer aldığı binden fazla grev, 1902’de 200 bine yakın işçinin katıldığı 801 grev gerçekleşmiştir. 1908’e gelindiğinde parlamento ve sendika ayağı ile büyüyen işçi hareketi geniş kitlelere hitap eden bir hale gelmiş, parlamentoda sol içi ittifaklar kurarak büyük bir yaptırım gücü kazanmıştır. Birçok anarşist ve aydın bu süreçte sosyalist hareket içerisine dahil olmuştur. O yıllarda mücadeleye atılmış birisi olan Mussolini, şüphesiz bunlar arasında en ateşli olanlardandır.
Savaş Dönemi
İtalyan ekonomisinin hızlı ve dengesiz gelişimi 20. yüzyılın ilk çeyreğinde artık tüm ülkenin tek sorunu olmuştu. Tarımsal üretimin çöküşüyle birlikte kırsaldan yurtdışına göç gün geçtikçe artıyor muhalif sesler yükseliyordu. İktidar, içine düştüğü krizi çözmek ve ekonomiyi düzeltmek amacıyla 1911’de Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan ederek Libya’yı işgal etti. O sıralarda daha büyük krizler içerisinde olan Osmanlı İmparatorluğu, bu savaşı uzun süre devam ettiremedi. İtalya savaşı kazanarak Libya ve Oniki adada hâkimiyet kurdu. Yukarıda bahsettiğimiz bu büyük kriz ortamında gerçekleşen savaşa karşı; mecliste bulunan reformist milletvekilleri, tıpkı 2. Enternasyonal’de yaşandığı gibi anti-Marksist bir tutum sergileyerek işgali onaylar şekilde oylar kullanmışlardır. Yalnızca 2 milletvekili olan ve kendisine “uzlaşmaz devrimci” diyen Marksist bir grup savaş karşısında en ciddi muhalefeti sergilemiş ve bu süreçte ciddi bir atılım yapmıştır. Bu tarihlerde Mussolini nerede sorusunun cevabına ise inanılması zordur. Mussolini Libya savaşı çıktığında şöyle demiştir: “Eğer vatan kan ve para istiyorsa, devrimci öncülerle birlikte işçi sınıfı buna genel grevle karşılık verir. Uluslararası savaş bu şekilde sınıf savaşına dönüşecektir.” Mussolini bu sözlerle kalmamış, Forli adlı bölgede büyük bir grev örgütler. Ülke çapında genel grev çağrısı yapılmış olsa da az önce bahsettiğimiz üzere sosyalist hareketin savaş karşısındaki tutumu çok gerici olduğundan büyük yankı uyandırmaz. Ancak Mussolini bölgede büyük bir huzursuzluk yaratmış olacak ki tutuklanmış ve 5 ay hapis cezası almıştır.
Mussolini
Militan ruhu ve ateşli konuşmalarıyla Mussolini parlayan bir devrimci önder olma yolunda ilerlemiş, mahkemede verdiği siyasi savunmasıyla büyük popülarite kazanmıştı. Sosyalist Parti içerisinde hızla ilerleyen Mussolini savaşı destekler tutumlarından ötürü merkez komiteye karşı bir linç kampanyası başlattı. 1912’de yapılan kongrede, parti grup başkanı olan Bissolati, Bonami, Cabrini ve Guido, Mussolini’nin yürüttüğü bu kampanya sonrası partiden uzaklaştırıldı. Parti içerisinde hızla yükselen Mussolini parti yayını olan Aventi’nin başına getirlidi. Kısa bir sürede derginin tirajı iki katına çıktı ve artık Mussolini’nin siyasi tutumu Avanti’den takip edilebiliyordu.1914 yılına gelindiğinde anarşist bir grubun önderliğinde düzenlenen bir eyleme polisin ateş açmasıyla ölen üç kişinin ardından bütün ülkede çok büyük bir ayaklanma çıktı. Ancona on gün boyunca devrimcilerin elinde kaldı. Çoğu bölgede devlet otoritesi kalmamış hatta bazı bölgelerde proleter diktatörlüğü ilan edilmişti. Hareket görülmemiş bir büyüklükteydi ancak merkezi bir liderliği yoktu. Bu büyük güç karşısında çekinen sosyalist parti “proletaryanın kurtuluşu örgütsüz kitlelerin ayaklanmasında değildir” diyerek kendini geriye çekiyordu. Büyük bir orduyla saldıran İtalyan hükümeti ayaklanmayı sonlandıracaktır. 1914 yılının Eylül ayı geldiğinde emperyalist savaş çanları çalıyor ve İtalyan sosyalistleri büyük ölçüde savaşa karşı çıkıyordu. Mussolini 1914 Temmuzu’nda yaptığı bir konuşmasında “Kahrolsun savaş!, ne bir adam ne bir kuruş” diyordu. Ancak bu söylemi uzun sürmedi ve bizim tanıdığımız haliyle Mussolini o dönemlerde oluşmaya başladı. Reformistlerin İtalyan burjuvazisini destekler tutumu ve Alman emperyalizmine karşı devrimler ülkesi olan Fransa’yı koruma düşüncesi saçma da olsa sol içinde yaygınlaşıyordu. Bütün bunlardan etkilenen Mussolini Avanti’de İtilaf devletleri yanında savaşa girmeyi savunur yazılar yazmaya başladı. Bu yazılar karşısında şaşkına dönem merkez komite Mussolini’nin partiden uzaklaştırılması kararını aldı ve atılır atılmaz faşizm propagandası yapacağı Popolo d’Italia (İtalyan Halkı) adlı dergiyi çıkarmaya başladı. Kısa sürede genişleyen bu dergi çevresi, meclis içerisindeki reformist partileri de etkiledi ve savaşa girme kararı alınmasında büyük katkıları oldu. Mussolini artık eskisi gibi devrimci propaganda yapmıyor; aksine emperyalist savaş çağrıcılığı yapıyordu. Bu akıl almaz kopuş Sosyalist Parti içerisinde adeta infial yarattı ve görüş ayrılıkları başladı. Daha 6 ay öncesinin ateşli Marksist önderi, İtalya fiili şekilde savaşa girince gönüllü olarak cepheye gitti ve yaralanıp geri geldi.
I. Dünya Savaşı ve Ekim Devrimi
Savaş başladığında zaten dengesiz bir ekonomisi olan İtalya ciddi bir kriz içerisine girdi. Sanayi işçileri cepheye gönderilmekle veya hapse atılmakla tehdit edilerek zorla çalıştırılıyorlardı. Toplumsal kriz çok ciddi boyutlardaydı. Bu kriz ortamında İtalyan reformistleri burjuvaziyle işbirliği yaparak bir huzur ortamının sağlanması kanısındaydılar. Ancak tam da bu zamanlarda yani 1917’de Rusya’dan gelen devrim haberi adeta bomba etkisi yarattı. Avanti kapağına VİVA LENİN yazmış; reformistlere karşı sosyalist iktidarın bir devrimle kurulabileceği fikri Sosyalist Parti içerisinde yaygınlaşmıştı. Bu süreçte uzlaşmaz devrimciler gizli toplantılar yaparak sosyal devrim planları yapıyordu. 21 Ağustos’ta bir ayaklanma denense de kan ile bastırıldı ve büyük kayıplar verildi. Lenin bu ayaklanmaya dünya devriminin yankıları diyecekti.
Faşizmle Mücadele ve Mussolini İktidarı
1920’ye kadar dünyanın içerisinde olduğu bu genel kriz hali İtalya’da bizzat reformist partiler eliyle denge politikaları uygulanarak durdurulmaya çalışıyordu fakat ekonomik bunalım öylesi bir boyuttaydı ki enflasyon artışı inanılmaz ölçüde yükselmişti. Bu krizle bağlantılı olarak sınıf mücadelesi ve faşist hareket orantılı bir yükselişe geçtiler. Eylemsel anlamda işçi hareketi faşistlerden kat kat öndeydi.1920 senesinde Torino’da başlayan bir genel grev yayıldı ve beşyüzbine yakın işçi greve katıldı. Bu büyük işçi eylemliliklerini köylülerin kendi birliklerini kurup toprak işgal ederek paylaştıkları bir dönem takip etti. Çoğu köylü birliği sol örgütlerle bağlantılı ve tamamen iktidar karşısındaydı. Böylesi bir ortamda iktidarın attığı geri adımlar işçi hareketini durdurmak adına kısmen başarılı oldu ve reformist partilerin ihanetiyle devrimci durum oratadan kayboldu. İşçi hareketi kısa bir süreliğine reformlarla pasifize edilmiş olsada büyük bir tehdit olarak Mussolini önderliğindeki faşist hareket yükselişe geçiyordu. 1919’da işçilerin bir eylemine saldırdılar ve Avanti’nin bürosunu basarak yaktılar. Sınıf mücadelesinin temel düşmanı haline gelmeleri çok uzun sürmemişti. Az önce bahsettiğimiz köylü birliklerine karşı faşistler toprak ağaları tarafından iktidar eliyle kullanılmışlardır. Çoğu yerde savaşmış ve köylü birliklerini para karşılığı katletmişlerledir. İtalyan burjuvazisi sosyalist tehdide karşı faşistlerin eylemlerine hoşgörülü davranmış ve bizzat başbakan eliyle parlamentoya sokulan faşistler iktidar tarafından desteklenmiştir. Sosyalistlerin büroları basılmış, yaşadıkları evler dahi faşistler tarafından yakılmıştır. Mussolini bu dönemde faşist hareketin güçlenmesi adına, devletin kurumlarının ve patronların verdiği desteği gözeterek ekonomi başta olmak üzere her alanda faşist hareketin meşru görülmesi fikrini benimsemişti. Buna bağlı olarak çok ciddi bir dönüş yaparak ekonomik alanda devletçi olan politikasını liberalizme kaydırmış ve burjuva iktidarla antlaşmalar yapmıştır. Faşist hareketin belkemiği olan devletçilik böylece bir süreliğine unutulmuş ve italya’nın uzun süredir dış politikası olan liberalizm faşist hareket nezdinde benimsenmiştir. Bunun akabinde sözde bir huzur ortam sağlamak adına sol ile faşist hareket arasında bir barış antlaşması yapılsa da 1921’de Mussolini faşist hareketin kongresinde hareketin adını Ulusal Faşist Parti olarak değiştirdi ve barış antlaşmasını tanımadıklarını duyurdu. Artan saldırılar karşısında Komintern “birleşik işçi cephesi” politikasını uygulamaları için İtalyan Komünist Partisi’ne baskı yapıyordu. Bu politika sosyal-demokrat ve devrimcilerini ortak bir cephede birleşerek faşizme karşı mücadele birlikleri kurulmasını öngörüyordu. Ancak bu karar Komünist Parti’de tepkilerle karşılandı. Çünkü onlar sosyalist partiden ayrılmış bir grup olarak sekter bir tutumla, faşizme karşı bir cephede birleşme çağrısını doğru bulmuyorlardı. Gramsci partinin başına gelene dek bu karar uygulanmadı. Sol içerisindeki bu ayrılıklar faşizmi güçlendirmekten başka bir işe yaramadı. Daha sonra birleşik cephe taktiği belli bölgelerde uygulanmış olsa da bir etki yaratamayarak yenilindi. Bu süreçte asıl önemli olan, sanayi işçilerinin kendiliğinden direniş komiteleri kurarak verdikleri mücadeledir. Bu işçilerin çoğu Komünist Parti veya Sosyalist Parti’ye üyeydi. Örgüt inisiyatifi dışında kendiliğinden bir hareket oluşturdular ve taşrada faşizme karşı “Halk Gönüllüleri” adlı bir örgüt kurdular. Bu grup kısa sürede büyüdü ve 1921’den 1922’ye dek tam 1 yıl boyunca faşizme karşı silahlı mücadele verdiler. Gün geçtikçe verdikleri kayıplar ve partilerin ihanetleri yüzünden yenildiler. 1922’de bir genel grev hareketi denendi ve başarısız oldu. Bağımsız sayabileceğimiz bu işçi hareketi son grev denemesini yapmışken İtalya’da sol hareket gün geçtikçe kan kaybediyordu. Sekter yapılarından ötürü faşizme karşı dahi birleşemeyen sol, emekçi halk nezdinde desteğini yitirmişti. Bu süreçte Ulusal Faşist Parti, kriz ortamını lehine çevirerek büyük sermaye ortaklarıyla üzeri örtülü ilişkilerini güçlendirmişti. Hatta başbakan, Mussolini’ye bakanlık teklif etmiş ancak daha büyük planları olan Mussolini bu teklifi reddetmişti. Nitekim 1922 senesinde Bologna’da 20 bin kişilik bir miting düzenlediler ve miting sonrası faşist parti tarafından kutsal sayılan Roma’ya yürüyüşe geçtiler. Geçtikleri her şehirdeki ve vilayetteki resmi binaları işgal ederek ilerliyorlardı. Bu yürüyüş karşısında Başbakan sıkıyönetim ilan etmeyi reddetti ve Kral, yeni hükümet kurma yetkisini Mussolini’ye verdi. Aslında bu miting daha önceden Mussolini ile iktidar arasında yapılan görüşmelerde kararlaştırılmıştı. Sosyalist hareket ne kadar zayıflasa da, kriz ortamı ortadan kalkmıyor, huzursuz halk kitleleri patlamaya hazır bir bomba gibi yaşıyordu. Bu potansiyeli değerlendirerek güçlenebilecek bir sol hareketten korkan İtalyan egemenleri adına kral ve cumhurbaşkanı, Bologna’da yapılan miting öncesinde Mussolini ile görüşmüş ve kamuoyundan gizli tutulan antlaşmalarla iktidarın Ulusal Faşist Parti’ye verilmesini kararlaştırmışlardı. Böylece burjuvazi destekli faşist hareket güçlenerek meşruyetini yitiren ve yönetememe krizine girmiş iktidarın yerine geçti.
KATEGORİLER Tarih