İsrail Saldırganlığı Karşısında Filistin'in Kurtuluşu Nerede? – Emre Güntekin

22 Temmuz, 2014

İsrail’in Gazze’de başlattığı kara operasyonu yüzlerce Filistinlinin katledilmesiyle sürüyor ve katliamın boyutlarının her geçen gün daha da artacağı kolaylıkla öngörülebilir. Dünyanın gözü önünde gerçek bir kan deryası akıyor.
Bugüne kadar İsrail saldırıları sonucu 583 Filistinli, 27’si asker 29 İsrailli hayatını kaybetti. Geçtiğimiz hafta içerisinde plajda oynayan dört çocuğun İsrail jetlerinin bombardımanıyla katledilmesinin ardından, 20 Temmuz’da ortaya çıkan görüntülerde Şecaiyye’de 22 yaşında bir genç kaybolan ailesini ararken keskin nişancı atışıyla katlediliyor. Dün Dayrel Balah’ta El Aksa Şehitleri Hastanesine düzenlenen bombalı saldırıda 5 kişi yaşamını yitirdi, 70 kişi yaralandı.
Bu açık katliama rağmen Filistin halkının yardımına koşmayı bırakın dünya genelinde İsrail’e destek açıklamaları arka arkaya geliyor. ABD başta olmak üzere Batılı emperyalist kapitalistler tam tekmil İsrail saldırganlığının arkasındalar. Mısır’ı ziyaret eden ABD Dışişleri Bakanı John Kerry “Hiçbir ülke, roket saldırıları düzenlenirken beklemede kalamaz” diyerek cüretkarlığın kaynağını gösteriyor. İsrail’in kendini savunma hakkından bahsederken, Filistin halkının katledilmesine açık çek veriyorlar. Bu gayet anlaşılır; çünkü İsrail’in kurulduğu 1948’den bu yana İsrail saldırganlığı bölgede adeta emperyalizmin bir jandarması olarak el üstünde tutuluyor.
Ortadoğu’da ise İsrail saldırganlığına karşı alınan tutumda emperyalist kapitalist sistem içerisindeki çelişkilerin izlerini görmek mümkün. Bizleri ilgilendiren en önemli konu ise bu hengame ortasında Türkiye’nin aldığı tavır. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin etkisi ile kürsülerden inmeyen Erdoğan her fırsatta İsrail’i eleştiriyor, 12 yıldır Filistin üzerinden her fırsatta kullandığı İslami tonlamalı hamasi nutukları sürdürüyor. Ama bir yandan da İsrail’le her türlü iktisadi ve askeri ilişki sürdürülüyor, meydanlardaki hamasi nutukların yerini sadık bir işbirliği alıyor. Son olarak İsrail’in kullandığı petrolün % 30’unun Erdoğan’a sadık bir işadamı olan Fettah Tamince’nin sağladığı ortaya çıktı.
İsrail’in sivil ölümlerini üst düzeye çıkarak saldırılarının kaynaklarından birisi olarak bu politikalar sorgulanmalıdır.
Hamas ise geçtiğimiz yıllarda politik ve iktisadi bir kriz içerisine girmiş ve Ortadoğu’da yaşanan çalkantılardan fazlasıyla etkinlenmişti. Arap Baharı’nın ardından yükselen yeni İslamcı dalgaya Müslüman Kardeşler-Türkiye-Katar ortaklığında dayamaya çalışan Hamas bu çatının çökmesiyle adeta enkaz altında kaldı. Önce Müslüman Kardeşler’in darbeyle iktidardan uzaklaştırılmasının ardından en yakın müttefiklerinden birini kaybetti. Türkiye’nin Ortadoğu’da yaşadığı tutarsız politikalar nedeniyle itibarsızlaşması ikinci büyük darbe oldu. Son olarak Hamas daha önceden yoğun destek aldığı İran-Suriye-Lübnan Hizbullah’ı ekseninden koparken önemli bir destekten yoksun kaldı. Kısacası emperyalist kapitalist sistemle bağlarını koparamayan bir ulusal hareketin sonunun nasıl geleceğine dair önemli bir örnek ortaya koydu.
Bu krizin ardından çareyi geçtiğimiz Nisan ayında El Fetih’le uzlaşmada ve Gazze’de ortak bir kabine kurulmasında aradı. Ancak İsrail’in Gazze’ye yaşam şansı tanımayan ablukası Filistin halkının artık sabrını taşırıyor. Ablukaya karşı verilen mücadele, aynı zamanda bir varoluş sorununa dönüşmüş durumda. Bugüne kadar Hamas gibi İslamcı figürlerin esas gücü bu varoluş mücadelesine somut bir alternatif üretebilmelerinden geçiyordu. Geçmişte devrimci, sol unsurların yürüttüğü mücadele, Ortadoğu’da uzun yıllar yaşanan İslamcı dönüşümle birlikte Hamas, Hizbullah gibi İslamcı unsurlara kaldı. Ancak Filistin halkının kurtuluşu görüldüğü gibi İslamcı örgütler aracılığıyla bir başka çıkmazın içine düşmektedir.
Ayrıca hem El Fetih’e hem de Hamas’a karşı Filistin halkı içerisinden yükselen hoşnutsuzluğu da not etmek gerekmektedir. Filistin sorununun çözümünde bütün vaadlere rağmen en ufak bir gelişmenin olmaması hoşnutsuzluğun temel sebeplerinden birisi. Mahmud Abbas liderliğindeki El Fetih 1994’te yapılan Oslo Anlaşması’ndan bu yana diplomatik çözümden yana ancak 20 yılda tek bir adım atılabilmiş değil, üstelik verilen bütün tavizlere rağmen. El Fetih 20 yılda giderek bölgede emperyalizmin bir oyuncağına dönüşmüş durumda. İsrail’in varlığını tanıyan, Filistinlilere ait toprakların işgaline olur veren bir hareketin varacağı nokta bellidir. Sadece El Fetih’in değil, diğer direniş örgütlerinin de Ortadoğu’da egemen güçlerin birer aracı haline geldiği artık bir sır değil. Tek sorun İsrail’le varılan uzlaşma değil. Bugüne kadar El Fetihle ilgili sayısız yolsuzluk dosyası gün ışığına çıkmıştı. Bu yolsuzluklar aynı zamanda Hamas’ın güçlenmesinde rol oynamıştı.
Ayrıca bugüne kadar El Fetih’in mücadelesi temelde İsrail’e karşı verilmekten ziyade diğer Filistinli örgütler üzerinde hegemonyanın güçlendirilmesi yönünde oldu. Geçtiğimiz Nisan’da Hamas’ın geri adım atması ve onun içinden yer almadığı bir hükümet kurulmasıyla bu yolda önemli bir adım atılmıştı. Ya sonrası? Abluka daha da sıkılaşmış ve diplomatik çözüm umutları boşa düşmüştü. Filistin halkı açlık ve yoksulluk içinde yaşam savaşı verirken bir süre sonra mızrağın sivri ucunu ulusal harekete yöneltebilir.
Filistin halkı bugün İsrail’in katliamcı operasyonlarının altında yaşam mücadelesi veriyor. Bu saldırganlığın büyümesi Filistin halkına gelecekte onarılması imkansız zararlar verecektir. Bu saldırılar ilk de değil. Son beş yılda üçüncü kez benzeri katliamlar gerçekleşiyor.
Bunun karşısında Filistin halkının yanında ikiyüzlü Ortadoğu ülkeleri, bölge ülkelerinin ve emperyalistlerin maşasına dönüşen ulusal hareketler ve kocaman bir yalnızlık mevcut.
Filistin halkının gerçek kurtuluşu da Ortadoğu’da tüm diğer ezilen uluslarında olduğu gibi tüm Ortadoğu’yu kapsayan, bölgede emperyalizme ve Siyonizme dur diyen bir sürekli devrim dalgasıyla mümkün olabilir.

KATEGORİLER
ETİKETLER