İslam’ın Sol Okuması: Mümkün Mü?-I

1 Mayıs 2012 bir ilke tanıklık etti. “Mülk Allah’ındır”, “Kölelere özgürlük” şiarı altında biraraya gelmiş 200-250 kişilik bir kortej “Anti-Kapitalist Müslüman Gençler” imzasıyla Fatih camisinde iş cinayetlerinde hayatlarını kaybedenler için kılınan gıyabi cenaze namazının ardından 1 Mayıs alanında yerini aldı. Aynı cami 1969’da 6. filoyu kovmak için toplanan anti-emperyalist devrimci gençlere karşı “Kanlı Pazar” saldırısını düzenleyecek milliyetçi-mukaddesatçı ittifakının (Komünizmle Mücadele Dernekleri adı altında) buluşma noktası olmuştu. 2012’de eyleme başlangıç noktası olarak Fatih camisini seçenler ise “Allah ekmek özgürlük” söylemiyle (Kuran’ın kapitalizm karşıtı bir okumasıyla) yola çıkmanın yanısıra “Kanlı Pazar”ın örgütleyicisi İslamcı geleneği reddi miras ettiklerini de dile getirdiler.
Kendisini aslen “sosyal İslam” savunucusu olarak ifade eden; kimilerince de “İslami sosyalizm”, “devrimci İslam” olarak nitelenen bu anlayış ilk defa karşımıza çıkmıyor elbet; sadece dünya bazında değil Türkiye için de bu böyle. Peki ilk olan ne öyleyse? İslamı sol ile harmanlamak isteyen bu anlayışın, net olarak “anti-kapitalist” bir motto kullanarak örgütlü bir şekilde, bir hareket olarak 1 Mayıs’ta dile gelmesi ve de Kanlı Pazar’ın örgütleyicisi İslamcı gelenekten reddi miras ettiklerini açıklamaları.
İslamcı geleneğin temsilcilerinin iktidarı sürecince artan yoksulluk, Deniz Feneri davası ile ayyuka çıkan yolsuzluklar, AKP’li yöneticilerle İslami sermayenin artan zenginlikleri ve şatafatlı yaşamları ve de İslamcılar arasında derinleşen sınıfsal yarılma siyasal İslam’ın temsilcileri arasında hoşnutsuzlukları beraberinde getirmiş; ayrışmalarla sosyal adalet vurgulu tekil entelektüeller ya da HAS parti gibi siyasi akımlar mevcudiyet kazanmıştı. Bugün iktidar olan İslamcılar, sömürü, adaletsizlik ve zulümle özdeşleştikleri sürece başka hoşnutsuzların çıkacağını ve ismini ne koyarsanız koyun İslamcı solun etki alanını genişletmeye devam edeceğini söylemek için kahin olmaya gerek yok. Öyleyse gelecek dönemde mücadele alanlarında daha çok yanımızda göreceğimiz sosyal İslam (ya da İslami sosyalizm) savunucularını yakından tanıyalım.
“İslami Sosyalizm”
Bulunduğumuz coğrafyada İslamın eşitlikçi okuması ve bunun kısa sürelerde olsa yaşama geçirilmesi yüzyıllarca öncesine giden bir tarihe sahip. Karmatilerden(1) Şeyh Bedrettin’e eşitlikçi bir toplum özlemiyle hayat bulan bu gelenek hala kitlelere ilham kaynağı olmakta; sosyalist geleneğin bu topraklardaki kökleri sayılmaktadır. Dinin toplumsal ve siyasal yaşamın belirleyici unsuru olduğu bir dönemde gerçekleşen bu isyanlar, ayaklanmalarının maddi temellerini dinsel bir örtü ile sarmış; ezilenlerin isyanları dinsel bir protesto niteliği kazanmıştır. Her ne kadar bu isyancılar yaşadıkları dönemin bir sonucu olarak dinsel bir söylem taşısalar da onları İslami sosyalizmin nüveleri olarak nitelemek hatalı olacaktır. Onlardaki dini ton, hayatı İslam çerçevesinde belirleme kaygısının bir sonucu değil, zamanlarının bir ürünüdür.
İslam ile sosyalizm harmanlamasının ilk örneklerini arayanların 1917 Ekim Devrimi’nden sonra Sovyet Rusya’sına bakması doğru olacaktır. 1917’de nüfusunun yüzde 10’u, yani 16 milyonunun Müslüman olduğu bir coğrafyada kurulan işçi iktidarı, Çarlık Rusyası’nın Müslümanlar üzerindeki baskı ve zulmüne son vermişti. Ezilen halkların taleplerine sahip çıkan Bolşevikler, Müslümanların da dinlerini serbestçe yaşamalarına imkan sağlamıştı. Çarlık Rusya’da yüzyıllarca süren ezilmeden kurtulan Müslümanlar da işçi iktidarına sahip çıkmışlar; Kızıl Ordu saflarında kahramanca savaşıp Komünist partinin saflarında yerlerini almışlardı. Bu süreçte tüm Sovyet coğrafyasında Komünist parti üyeleri arasında Müslüman oranı yaklaşık %15’e yükselirken, Orta Asya’da bu oran %70’e çıkmaktadır. Müslüman Komünist parti üyeleri arasında çarşaflı kadınlar ya da eşleri çarşaflı olan erkekler çok ciddi oranlardadır. 1919’da Afganistan’daki monarşiye danışmanlık yaparken İngilizlere karşı yürütülen savaşın hızlandırılmasında görev alan Muhammed Barkatullah Orta Asya’yı baştan başa dolaşarak, dağıttığı Bolşevizm ve İslâmî Birliğin Siyaseti isimli broşüründe emperyalizmin saldırılarına karşı Müslümanları Sovyet iktidarını savunmaya çağırması Müslümanlar ile Bolşevikler arasındaki sıcak ilişkinin bir kanıtıdır: “Çar aristokrasisinin uzun karanlık gecelerinden sonra insanî hürriyetin şafağı, insanî esenliğin bu gününe ışık ve ihtişam veren Lenin ile birlikte, Rus ufkunda belirdi. (…) Ancak bu saf ve biricik olan cumhuriyetin düşmanı, Asya milletlerini ebedî kölelik hâlinde tutmayı uman Britiş emperyalizmidir. (…) Vakit artık tüm dünya Muhammedîlerinin ve Asya milletlerinin Rus sosyalizminin asil ilkelerini kavramaları, onu ciddiyetle ve şevkle kucaklamaları vaktidir. Onlar bu yeni sistemin öğretmekte olduğu aslî faziletleri kavrayıp anlamalı ve hakikî hürriyetin müdafaası için gasıpların, despotların, yani Britanyalıların saldırılarını savuşturmak için bolşevik birliklere katılmalıdırlar… Hey Muhammedîler! Dinleyin bu kutsal çığlığı. Lenin ve Rusya’nın Sovyet hükümetinin sizlere yaptığı hürriyet, eşitlik ve kardeşlik çağrısına cevap verin.” (aktaran Dave Crouch, Bolşevikler ve İslam)
İslami sosyalizm ya da yeşil komünizm akımının başlangıcını asıl olarak işaretleyen, bu akıma damga vuran ise İranlı Ali Şeriati olmuştur. “Başkaldırıyorum o halde varım” diyen Şeriati, kendisini ilk imanlı sosyalist olarak nitelediği Ebu Zer’in geleneğinin devamcısı olarak görür. Peygamberin kardeşim dediği Ebu Zer, “yiyecek ekmeği olmadığı alde kınından sıyrılmış bir kılıç gibi isyan etmeyen insanın aklına şaşarım” sözleriyle haksızlıklara karşı duruşunu gösterdiği gibi İslam devletinin imparatorluğa doğru ilerlediği süreçte yaşanan bozulmaya ve iktidardakilerin elinde toplanan artan zenginliklere karşı, “zenginlikleri biriktirenlere cehennem ateşini vaat eden Kuran ayetlerini” kullanarak muhalefet yürütmüştür. Halife Osman ve yeğeni Muaviye tarafından bu muhalefeti sürgün ve çölde bir başına ölüme mahkum edilmekle mükafatlandırılmış olan Ebu Zer, Ali Şeriati ve Kuran’ın sosyalist okumasını yapanlara ilham kaynağı olmuştur.
“Bu dünyası olmayan dinin öteki dünyası da yoktur” diyen Ali Şeriati, İran’da Marksizmle İslam’ı harmanlayarak mücadele rehberi yapmış ve böylece İslam’ın yoksullara, ezilenlere bugünü sunmasını savunmuştur: “İslamiyet’e dönelim demek yeterli değildir… Hangi İslamiyet’e dönmek istediğimizi belirlemeliyiz. Ebu Zerr’in mi yoksa Hükümdar Mervan’ın mı yaşadığı İslamiyet’e döneceğiz. Bunların her ikisi de Müslümandır. Ama ne var ki aralarında dağlar kadar fark vardır. Birisi Halife’nin, sarayın ve hükümdarların hoş ve hoşnut olmasını sağlayan bir Müslüman’dır. Diğeri ise halkın, ezilmişlerin, sömürülmüşlerin hizmetinde olan bir Müslümandır. Bu ikisinden hangisini tercih edecek, hangisinin yolunu izleyeceğiz. Ayrıca, halkı kollayıp gözeten bir anlayışın destekleyicisi olduğunu ileri sürmek de tek başma bir mana ifade etmez. Aynı sözleri Hükümdar’lar da söylemektedir. Gerçek İslamiyet, fakirlerle ilgilenmenin de ötesinde bir şeydir. Mücadelesinin hedefleri arasında adaletin tesisi ve fukaralığın yok edilmesi vardır. Ebu Zerr’in yaşadığı İslamiyet’in bizim için hedef olduğunu, sarayda yaşanan İslamiyet’i seçmediğimizi; adaleti ve gerçek liderliği yeğleyip sultanlara iltifat etmediğimizi; aristokratik önceliklerle ve imtiyazlarla gölgelenmiş sınıf esasına dayalı bir toplumu istemeyip, özgürce gelişen şuurlu bir toplumu hedeflediğimizi; esarete, durgunluğa, atalete ve sükuta hayır dediğimizi açıkça belirtmeliyiz.”(2) “Amerikan sömürüsünden daha yobaz bir sömürü, müminlerin ve pazardaki hacılarımızın içindeki sömürüdür. Mümin, mukaddesatçı, gerçekten ‘inanmış sermayedarlar’ aramızda bulunmaktadır. Aynı şekilde adı da İslam’dır… İşte bu sınırları ve hesapları birbirinden ayırmak gerekir. Birçok mukaddesatçı mü’mini, bu sınırları tayinde sınır dışı edip feda etmemiz gerekse de, bunu yapmalıyız…”(3)
Ali Şeriati’nin geliştirdiği, Şia sosyalizmi de denilebilecek anlayış önemli bir dönem boyunca İran’da etkili bir mücadele örgütü olan Halkın Mücahitleri grubuna ilham kaynağı olmuştur.
İslam’ın ezilenlerin mücadelesine rehberlik etmesine bir örnek de ABD’den verilebilir. “Bana bir kapitalist gösterin, size bir kan emici göstereyim.” sözlerinin sahibi, Siyah Müslümanlar Hareketi’nin önderi Malcolm X devrimci Kara Panterler örgütüne ilham kaynağı olmuştur. 1960’lı yıllarda ABD’de siyahların hakları için militanca mücadele yürüten bu örgüt, kendisini Malcolm X’in mirasçısı olarak değerlendirmiştir. 1970’lerin ilk yarısında ABD yönetici sınıfının çeşitli komplolar organize ederek Kara Panterler örgütünü dağıtmasının ardından yeraltına inen birçok Kara Panter militanı Siyah Kurtuluş Ordusunu kurmuş ve bu örgüt militanlarının neredeyse tamamı Müslüman olmuştur.
İslam ile solun, sosyalizm fikrinin bütünleştirilmesine Müslüman coğrafyadan başka örnekler vermek de mümkündür. Ancak yazımızın sınırlarını dikkate alarak 60’lı yılların başında “İslam Sosyalizmi” kitabını yayımlayan Suriyeli Mustafa Sıbâî ile çarpıcı bir figür olarak da 80’lerde “İslam solu” dergisini çıkaran Mısırlı Hasan Hanefi’nin isimlerini de zikredelim.
Türkiye’de Olacak İş mi?
Türkiye’de İslam ile solu harmanlayan görüşler 2012, 1 Mayıs’ında başlamadı. İslami hareket içindeki tek tek unsurların dışında kimi zaman dergi çevreleri(Doğudan gibi) ile ifade olunan bu akım, son olarak HAS parti ile siyasal alana da taşınmıştı. Ölüm oruçları ve F tipine karşı mücadele sürecini bilenler Mehmet Bekaroğlu’nu hatırlayacaktır. Geçtiğimiz yerel seçimlerde Saadet partisinin İstanbul büyükşehir belediye başkan adayı olan Bekaroğlu, türbanlı kadınlar arasındaki sınıfsal yarılmayı anlatan “Bir tarafta çocuğuyla durakta tir tir titreyerek otobüs bekleyen bir türbanlı kadın, diğer tarafta milyon dolarlık cipiyle durağın yanından hızla geçerek ona çamur sıçratan bir başka türbanlı kadın” analojisi kamuoyunda büyük etki yaratmış, çokça tartışılmıştı. HAS partiye katılan Bekaroğlu, İslamcı geleneğin içinde (AKP kadrolarında) bir karunlaşma, firavunlaşma olduğunu dile getiriyor şimdilerde. Bekaroğlu’nun “daha sol ve antiemperyalist bir duruşa ve İslamcı özgürlük anlayışına sahip olacak” dediği Halkın Sesi (HAS) Parti, yıllarca sosyalist hareket içinde mücadele vermiş Zeki Kılıçarslan(Türkiye Birleşik İşçi partisi eski genel başkanı ve 2007-2011 arasında Silikozis hastalığına yakalanan kot kumlama işçilerinin mücadelesinin yürütücülerinden), Cem Somel(İbrahim Kaypakka ile TKP/ML’nin kurucuları arasında yer almış olan Somel, HAS partiye katılmadan önce EMEP’te örgütlüydü) gibi unsurlar için de çekim merkezi olmuştur. 2011’de 1 Mayıs’a cılız şekilde yer alan HAS parti, 2012’de ise “işçiye hakkını alınteri kurumadan veriniz” şiarıyla 1 Mayıs’a katılmıştır.
İslam ile solun yakınlaştırılması çabası bahsettiğimiz unsurlarla da sınırlı değil. “Halkın sesinde Hakk’ın sesini aramak: ‘Lâ’ya da sürekli devrim.” başlıklı yazılar yazan sol İslamcı feminist entelektüel Cihan Aktaş’tan hadis uzmanı ilahiyatçı Hayri Kırbaşoğlu’na, Özdemir İnce’den ilahiyatçı Yaşar Nuri Öztürk’e İslam’ın sol yorumu, “Kuran, toplumcu, solcu, paylaşımcı ve antikapitalist bir metindir” mealinden savunular dillendirilir oldu. Bu anlayış kendisini sadece sınırlı bir entelektüel alanda da ortaya koymuyor, bir hareket olarak sokağa yansımasını da görmek mümkün. Oluşturulan Emek ve Adalet platformu, bu ramazan ayı boyunca Konrad oteli önünde lük otel iftarlarını protesto etmek için sokak iftarlarıyla yer sofraları kurdu. “Orucunu Kapitalizmle Bozma”, “1 milyar insan hangi suçundan dolayı aç”, “Ramazan festival değildir- iftar zengin eğlencesi değildir” dövizleriyle gerçekleşen bu protestonun öncü ismi İhsan Eliaçık, 1 Mayıs alanındaki Anti-Kapitalist Müslüman Gençler’in de örgütleyicisi olarak sosyal İslam(devrimci İslam ya da sol İslamcılık, ne derseniz) fikrinin en dikkat çekici, en önemli temsilcisi olmuştur:
“İslam, 7. Yüzyıl’da Mekke’de doğdu ve tarihin içinde o anda Mekke’de bulunan zenginlere karşı kölelerin, mülksüzlerin safında yer alarak bir mücadele başlattı. Din olarak kendini var etmesinden kaynaklanan sarsıcı bir etki bıraktı ve bu etki hala devam ediyor. Daha sonra, her devrimin başına geldiği gibi, devrimden sonra düzene dönüştü. Düzen kendini yenileyemedi, o zaman Sasani ve Roma İmparatorlukları vardı dünyada. Onların devlet geleneklerini, mülk alışkanlıklarını aldılar. Emeviler, Selçuklular, osmanlılar bu biçimde tarihte kendisini var etti. Ve çağımıza geldiğimizde askeri tarım imparatorlukları yıkıldı. Dinlerin etkisi azalınca kapitalizm karşıtlığı Avrupa’da başlayan sosyalist ve komünist bir dalga haline dönüştü. Sosyalizmin işçilerden, emekçilerden, ezilenlerden yana olmasıyla, İslamiyet’in 7. yüzyılda köleleri ve ezilenleri savunması aynı şeydir. Hayatta bana göre iki çizgi var: Bir ezenler, bir ezilenler vardır, bir aşağıdakiler vardır bir de yukarıdakiler. Bir sınıfsız toplum isteyenler vardır, bir de toplumu sınıflara bölmek isteyenler. Bir tarafta Musa vardır bir tarafta Firavun; bir tarafta Nemrut vardır, bir tarafta İbrahim. Tarihte hep bu iki çizgi vardır. Bunun 7. yüzyıldaki ifade şekli İslam’dı. 19. yüzyıldaki ifade şekli Marksizm oldu.”(4)
Ali Şeriati ve Ebu Zer’den feyz alan Eliaçık, onlarla benzer şekilde “…iki çeşit İslam anlayışı var: Biri mülkiyet üzerine kuruludur, diğeri de paylaşımcı komünal İslam’dır.”ı savunurken işçi-patron arasındaki ilişkide tavrını şöyle ortaya koyuyor: “bir işçi 30 yıldır bir fabrikada çalışıyor hala kirada oturuyorsa, patron da ondan kazandığı paralarla yatlar, katlar aldıysa, sen orada emeğin yanında yer almak zorundasın. Kuran da en büyük değer olarak emek tanır insan için.”(5)
İslam’da Sola Yer Var Mı?
Kendimize referans olarak İhsan Eliaçık’ın “Din, iktidar sahiplerinin, ağa ve beylerin dini olsun diye gelmedi. Tam tersine, ezilenlerin, horlanan kadınların, fakirlerin, yoksulların, alınıp satılan kölelerin feryadı olarak ortaya çıktı.”(6) sözlerini alarak Kuran’ın anti-kapitalist; ezilenden, yoksuldan yana bir okumasının mümkün olup olmadığına bakalım.
Kuran’da servet biriktirmenin (kenz) haram olduğunu sürekli vurgulayan Eliaçık kanıt olarak en çok Tevbe suresinin 34 ve 35. ayetlerine başvuruyor: “…Altın ve gümüşü biriktirip de Allah yolundan harcamayanları elim bir azapla müjdele. O gün biriktirip yığdıkları cehennem ateşinde kızartılacak ve alınları, böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacak. ‘İşte bu bencilce biriktirip yığdıklarınız; haydi, tadın bakalım’ denecek.”
Kuran’ın ezilenlerin, yoksulların savunucusu olduğuna dair başvurulan ayetler ise şöyle:
“…o mal ve nimetler sizden yalnız zengin olanlar arasında dönüp duran bir kudret aracı olmasın. …” (Haşr: 7)
“Ailenize ve bakmakala yükümlü olduklarınıza yeterli olanından artanını verin.” (Bakara: 219)
 “Allah kiminize kiminizden daha bol rızık verdi. Bol rızık verilenler, rızıklarını ellerinin altındakilere verip de bu hususta kendilerini onlara eşit kılmazlar. Durum böyle iken Allah’ın nimetini inkâr mı ediyorlar?” (Nahl: 71)
“Zalim olanlar ise yalnız kendilerine verilen refahın ardına düştüler.” (Hud: 116)
Eliaçık’ın temsilcisi olduğu gelenek Kuran’ın sadece zenginlerin mallarını yoksullarla paylaşmasından dem vurmadığını yapılan haksızlıklara karşı da sessiz kalınmamasını istediğini vurguluyorlar:
“…yeryüzünde zorbalık yapanlara ve insanlara zuledenlere yol verilmemelidir!” (Şura: 42) “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten alıkoyan bir topluluk bulunsun. İşte onlar; kurtuluşa erenlerdir.” (Al’i İmran: 104) (Bu ayet Kara Panterler örgütünün efsanevi liderlerinden Dhoruba Bin Wahad’a da ilham verdiği gibi düzenin haksızlıklarına karşı mücadele bayrağını açan sol söylemli İslamcı muhaliflere de hitap edebilmektedir.)
İslamcı solun temsilcileri, hadisler(7) ve İslamiyet’in ilk döneminden örneklerle de söylemlerini desteklemektedirler. Örneğin peygamberin “malda zekattan başka da hak vardır” (Tirmizi, Zekât, 27, No: 659; Darimi Zekât, 13)“şu dağ kadar altınım olsa onu infak edip kabul edilmesini isterim ve geride altı okkasını bile bırakmak istemem”( Müsned 453) ya da “toprağın sahibi onu işleyendir”( İbn-i Hazm, Al-Muhalla.) hadislerini kendilerine bu bağlamda referans yapıp halifelikleri döneminde Ali ve Ebu Bekir’in herkese eşit maaş vermesinden dem vurmaktadırlar.
Açıktır ki milyarlarca insanı etkisi altına almış bir dinin sadece toplumun bir kesiminin, hem de küçük bir azınlığa tekabül eden (iktidardakilerin, zenginlerin), çıkarlarının yansıtıcısı olması mümkün değildir. Elbette ki yoksulun da, ezilenin de kendisini bu dinde (sadece İslamiyet’e özgü değil bu gerçek) bulması gerekir. Aksi halde ezilenlerin çığlıklarına karşılık vermeyen bir din yüzyıllar boyunca onların arasından destekçilere sahip olamazdı. Dolayısıyla Kuran’da yoksulların acılarına hitap eden, zenginleri onlarla serveti belli ölçülerde de olsa paylaşmaya çağıran, hatta yoksulların isyanının haklılığına vurgu yapan ayetlerin varlığı şaşırtıcı değildir. Kimi zaman isyancıların ideolojik dayanaklarını dinsel öğretiden çıkarmaları da pekala mümkündür. Burada bir parantez şunu da söylemek gerekiyor ki İslamiyet durağan bir din değildir, sürekli gelişme içinde olmuştur. Arapların kabileler halinde yaşadığı dönemde vücut bulan İslamiyet, bu dönemde adalet vurgusu yoğun niteliğinden devletleşmenin tamamlanarak imparatorluğa doğru ilerleyen süreçte egemen sınıfın çıkarlarının ağır bastığı bir içeriğe hadis ve ulema yorumlarıyla varmıştır.
Ya Diğer Ayetler?
İslam’ın temeli olan Kuran sadece yukarıda örneklediğimiz ayetlerden ibaret değil; hatta aksine ifadeleri bulmak pekala mümkün, hem de aynı sureler içinde:
Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olan bir köle ile kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak Allah yolunda harcayan kimseyi misal verir. Bunlar hiç eşit olur mu?” (Nahl :75). 
“Allah, dilediğine kat kat verir.” (Bakara: 261)
“Dilediğine de hesapsız rızık verirsin.” (Al’i İmran: 27)
“Erkek veya kadın, mümin olarak kim iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve mükâfatlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz.” (Nahl: 97) 
“Rabbinin rahmetini onlar mı bölüştürüyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için, (çeşitli alanlarda) kimini kimine, derece derece üstün kıldık.” (Zuhruf: 32)
Bu ayetleri incelediğimizde eşitsizliğin takdir-i ilahi olduğuna, köleliğin kabul gördüğüne, sınıfların varlığının doğal olduğuna ve hatta zenginliğin kişinin “iyi ameli”nin bir mükafatı olduğu sonucuna ulaşabiliriz.
Servet biriktirmenin haram olduğunun kanıtlarından biri olarak sunulan “malda zekattan başka da hak vardır” hadisinin karşısına şu hadis de konulabilir: “Bir adam peygambere ‘üzerimde zekattan başka, maldan çıkarılması gereken bir hak var mıdır?’ diye sorunca ‘hayır. Malda zekattan başka hiçbir hak yoktur. Ancak nafile(kendi arzuna göre, fazladan) sadaka vermen başkadır’ cevabını almıştır.” (İbn Mace, Zekât, 3) Bu hadislerden yola çıkarak çoğu İslamcı, Eliaçık’ın kenz(biriktirmek) haramdır çıkışının karşısında “Allah ticareti/alış-verişi helal, faizi de haram kılmıştır” (Bakara: 275) diyerek helal yolla ticaretten kazanılan malın zekatı verildikten sonra geri kalanı miktarı ne olursa olsun helaldir demektedir.(“Zekatı ödenen mal kenz değildir” Ebu Davud, Hakim, Hatib)
Daha da ileri giderek İslamiyetin kapitalizmle, serbest piyasayla ne kadar uyumlu olduğunu göstermek adına peygamberin “Allah fiyatları kontrol edendir”(İbn Teymiye) hadisine referans verenler de az değildir. Aynı bağlamda İslamcı hareketin dünya çapındaki önemli figürlerinden Pakistanlı Mevdudi, İslam ekonomisinin serbest ekonomiyi belli kurallar ve sınırlara bağlayarak en mükemmel ekonomik işleyişi sağladığını savunurken “Enginliğiyle Bizim Dünyamız” kitabında Fethullah Gülen “İslam ekonomisinin temel esaslarından biri de, hiç şüphesiz ferdin mülk edinme hakkıdır.” demektedir.
Hadis ve Kuran’dan ayetleri incelediğimizde Kuran’ın her iki ekole de (toplumcu ya da muhafazakar) kapı araladığını görüyoruz. Halife Ali’nin “onlara Kuran’dan bir şey getirmeyin, çünkü onlar da başka bir şey getirirler” derken istemeden belirttiği gibi Kuran’da farklı anlayışların yararlanabileceği kaynak bulunuyor. Yoksa İslamiyet yüzyıllarca onlarca farklı toplum içinde ayakta kalamazdı elbet. Büyük dinlerin hepsi muğlak söylemleriyle; hem ezilenlere göz kırpan hem de sömürü sistemini aklayan, bu düzeni  takdir-i ilahi ya da en azından tahammül edilmesi gereken bir sınav olarak sunan söylemleriyle; ezilen safında destekçi bulduğu gibi ezenlerce de kabul görmüş; iktidarlarının bir aracı olarak kullanılmıştır. Tarihte İslamiyet için de geçerli olan bir gerçeklik is, dinden isyanı için ideolojik dayanaklar çıkaranları bastıranların da malzemesini aynı dinden almalarıdır. Sözümüzü bitirmeden belirtelim; dinin terazisi yoksul ve zengin, ezilen ve ezen için hiç de eşit değildir. Kantar her zaman ezenden, sömürenden, iktidar sahiplerinden yana ağır basar. Din, yoksullarının çığlıklarını görmezden gelmezse de onlara yaşadıkları haksızlıklara ve onların kaynağı sömürü sistemine dayanmayı öğütlerken, haksızlık yapanların cezasının verilmesini öbür dünyaya bırakıp kitleleri haksızlıklara karşı direnmeye değil, sabretmeye davet ederek onları pasifize eder. [“Sizin yanınızdaki (dünya malı) tükenir, Allah katındakiler ise bâkidir. Elbette sabırlı davrananlara yapmakta olduklarının en güzeliyle mükâfatlarını vereceğiz.” (Nahl: 96)]

Aynur Akman

KATEGORİLER
ETİKETLER