Irak İsyanı Üzerine Röportaj | Sami Adnan: “Şimdi Bizim Zamanımız ”

Irak İsyanı Üzerine Röportaj | Sami Adnan: “Şimdi Bizim Zamanımız ”

Salgın nedeniyle ilan edilen sokağa çıkma yasağını geride bırakan Irak’ta Ekim ayından bu yana devam eden isyan yeniden canlanırken Iraklı sosyalist devrimci Sami Adnan’la Irak’taki mücadelenin seyrini konuştuk. Sami Adnan, Irak’lı solcu lider bir eylemci. Bağdat merkezli “Mezhepçiliğe Karşı İşçiler” grubunun kurucularından. Aynı zamanda Ekim ayında Irak çapında başlayan isyanın ulusal koordinasyon komitesi olan Ekim İsyan Komitesi’nde aktif rol oynuyor.  

Ekim hareketinin talepleri neler ve hareket şu an hangi aşamada?

 

Halk, Ekim ayında protesto gösterilerine başladığından beri ilk ve tek talepleri Irak’taki siyasi ve ekonomik sistemin değişmesiydi. İnsanlar mezhepçilik, ırkçılık ve İslamcılığa dayanan Irak sistemini değiştirmek istiyorlar. İnsanlar bunun sona ermesini istiyor çünkü bu tamamen bozuk bir sistem. Bu sistem bize yoksulluk, özelleştirme, silahlı milis güçler ve güvenlik gibi sorunları getirdi. Bu sistem, tüm yapıyı, altyapıyı ve her şeyi yok etti. Gençliğin tüm hayallerini öldürdü.

ABD’nin Irak’ı işgal ettiği 2003’ten bu yana ülkede tek bir hastane, bir okul yapılmadı. Trafik sorununu çözmek için gerçek bir köprü inşa etmediler. Yaptıkları tek şey piyasayı liberal anlamda açmak oldu. Irak’taki tüm fabrikaları ve tarımı durdurdular. Ve her şeyi kaybettik. Ayrıca, yozlaşmış ve mezhepçi sistem nedeniyle insanlar temsil edildiklerini hissetmiyorlar. Devletin ya da rejimin kendilerini önemsediğini düşünmüyorlar. İnsanlar herhangi bir otorite tarafından temsil edildiğini de düşünmüyor çünkü seçimler de yalnızca bir oyundan ibaret ve

hileli.

Hayat güvencesinin, sağlık ve eğitim sistemi ya da üniversiteler gibi kamu hizmetlerinin olmadığı bir ülkede yaşıyoruz. Ve insanlar bütün bu problemleri tek bir cümleyle ifade ediyorlar: “sistemi çöpe at, gitsin.” İnsanlar artık “Biz bir ülke istiyoruz.” diyorlar. Peki bu ne anlama geliyor? Normal bir hayat yaşama şansımızın olmadığı bir ülkedeyiz. Can güvenliğimiz bile yok. Binlerce kişilik milis güçler ve terörizm, ordu ve polis var. İnsanlar, çocuklarını okula gönderdiklerinde okulların önünde ellerinde silahlı korumalar görüyorlar.

Protestoculardan birine “Ne istiyorsun?, Vatanımızı istiyoruz derken neyi kastediyorsun” diye. Bana verdiği cevap şuydu: “Buraya ülkem diyorum ama yaşayacak bir evim yok, gidebileceğim okul yok, tedavi olacağım bir hastane ve dolayısıyla yaşam güvencem de yok. Elektriğe veya temiz suya erişimim de mümkün değil.”

Neoliberal devlet bizi umursamıyor, işçi olmamıza ve fabrikalarda çalışmamıza bile izin vermiyorlar. İş yok. Üretim yok. Bu sistem sadece petrol satmak istiyor. Irak her şeyi Çin, İran, Türkiye ve Suudi Arabistan’dan ithal ediyor. Yiyecek, sebze kıyafeti bile… Irak bir zamanlar Orta Doğu’nun ana sanayi merkezlerinden biriyken her şeyi yok ettiler. Şu an hiçbir sanayimiz üretimimiz yok.

İnsanlar hala protesto etmeye devam ediyor. Aynı zamanda hükümet, milisler, İslami siyasi partiler ve çeteler, hareketi kontrol altında tutmaya çalışıyorlar. Sistemi topyekün değiştirmek yerine bakanları değiştirerek insanları etkilemeye ve hareketin odağını dağıtmaya uğraşıyorlar. Bütün bunlara rağmen protestolar azalsa da insanlar neden protesto ettiklerini unutmuş değiller.

 

 Küresel COVID-19 salgınını Irak’taki devrimci hareketi ve halk sağlığını nasıl etkiledi?

 

Sağlık Emekçileri Tahrir Meydanı’nda: “Mücadeleyi Kazanacağız”

 Öncelikle Irak’taki sağlık sistemi olabilecek en kötü sağlık sistemi. COVID-19 bizi çok etkilemediği için çok şanslıyız. Ancak COVID-19, hükümeti bir bakıma halktan kurtardı. 1 Nisan’da hükümet sokağa çıkma yasağı ilan etti. Milisler, insanları bastırmak için şehirlerin ve mahallelerin sokaklarında konuşlandırıldı. Sokağa çıkma yasağını kendilerini devrimden kurtarmak için kullandılar.

Protestocular ilk başta Irak’ta COVID-19 vakası olduğuna inanmadılar. Koronavirüsten ölmeyi umursamıyoruz çünkü hükümet halihazırda bulunduğumuz savaşta zaten bizi öldürüyor. Bazı eylemciler, “Keskin nişancılarınız bizi geri çekemedi, bir virüs yüzünden de geri çekilmeyeceğiz.” diyordu. Eylemlerde 669 kişi öldürüldü, 25.000 yaralı ve 2.800 tutuklu var, ama hala buradayız. İnsanlar koronavirüs pandemisinin ilk 10 gününde böyle düşünüyorlardı.

Irak’ta vakalar arttıkça, virüsün insanların nasıl öldürdüğünü ve hakkında daha fazla şey duyduk. Ardından protestocular farklı düşünmeye başladı ve birçoğu meydanı terk etmeye karar verdi. Tahrir Meydanı’nda protestocuların sadece yüzde 20’si kaldı. Buna ek olarak, meydanda kalan aktivistler meydanın dışından kimseyle görüşmüyor, sadece çadırlarının içinde kalıyor ve her gün çadırları sterilize ediyorlar. Virüsü Bağdat’a yaymak istemediler çünkü bildiğiniz gibi Tahrir Meydanı Bağdat’ın tam ortasında yer alıyor. Meydandaki hastanemiz protestoculara virüs ve gerekli hijyen önlemleri hakkında eğitim vermek için her gün tıbbi bakım sağlıyor ve kurslar veriyor.

Bunu yaparken Tahrir Meydanı’ndaki aktivistler hükümete, parlamentoya, başbakana, milislere ve siyasi İslam sistemine siyasi mesajlar göndermeye devam ediyorlar. Örneğin, yeni başbakan olarak Adnan el-Zurfi seçildiğinde, Tahrir Meydanı’nda Zurfi’yi reddettiğimizi göstermek için bir yürüyüş yaptık. Ve beş gün önce hükümet başka bir başbakan olan Mustafa el-Kadhimi’yi seçtiğinde, sayımız daha az olmasına rağmen, onu da protesto ettik. Tahrir Meydanı’ndaki durum buydu. Protestocuların, devrimin koronavirüs salgını ve sokağa çıkma yasağı sona erdikten sonra tekrar geleceğine söz veren yeni bir sosyal medya kampanyası oluşturduğunu da ekleyeceğim.

Ekonomi açısından bakıldığında, sokağa çıkma yasağı yüzünden işler daha da kötüye gitti. Halihazırda nüfusun yarısından fazlası işsiz ve bunların çoğu genç. Diğer yarısı ise güvencesiz işçiler ve özel sektörde çalışıyor. Bu güvencesiz işçiler, gündelik ücretlere bağımlı yaşıyorlar. Dolayısıyla sokağa çıkma yasağı nedeniyle bir ay boyunca yiyeceklerini bile alamadılar. Bazı güvencesiz işçiler işini kaybetti ama hükümet hiçbir destekte bulunmadı. Ancak fakir insanlar arasındaki dayanışma sayesinde aileler hayatta kaldı. Ayrıca, kadına yönelik şiddet çok yüksek bir seviyeye yükseldi ki bu küresel bir gerçeklik. Irak’ta şiddet yüzünden iki kadın intihar etti.

Eylemciler nasıl örgütleniyor? Örgütlenmek için araçlarınız neler? Tahrir Meydanı’nda kimler var? Toplumun hangi kesimleri hareketi destekliyor ve kadınlar harekete ne oranda katılıyor?

İnsanlar gerçekten kendi kendilerine örgütlendiler. Meydanda halk protesto ediyor, temizlik yapıyor, insanlarımotive etmek için müzik kullanılıyor. 10 yataklı bir hastane var. Bazı hemşireler ve doktorlar insanlara ilk yardım öğreterek yardımcı oluyorlar. İlaçlarımız var. “Tuk Tuk”lar [sürücüleri  halk ayaklanmasına destek veren dolmuş benzeri araçlar] ambulans olarak çalışıyor. Kadınların katılımı her alanda; ön saflardalar, tıbbi yardım konusunda olsun, çağrılarda ve sloganların yazılmasında olsun, her konuda en ileri düzeydeler. Protestolara ve sloganlara öncülük ediyorlar. Meydanda bir eşitlik atmosferi kendini net bir biçimde hissettiriyor. İnsanlar gerçekten eşit ve laik bir yapı kurdular. Üstelik, harekete katılan kadınlar Hıristiyan, Sünni, Şii, laik , komünist  gibi pek çok farklı görüş ve dini kökenlerden.

İnsanlar her gün kendilerini ifade etmenin yollarını buluyorlar. Grafiti yapıyorlar. Oyun oynuyorlar. Müzik dinleyip, dans ediyorlar. İnsanların voleybol oynadığı yeni bir plaj, Tahrir Plajı da var. Ayrıca, birçok entelektüel etkinlik  yapılıyor ve birçok kütüphane mevcut. Okuma grupları örgütlenip düzenli olarak okuma ve tartışmalar yürütülüyor. Öğretmenlerin eğitim verdikleri okullar var, ayrıca politik etkinlikler da var. Bir radyo istasyonu var. Diğer meydanlardan gelen günlük raporlar düzenli olarak kitlenin bilgisine sunuluyor. Büyük akşam yemeği etkinlikleri gerçekleşiyor. Böylece yiyecekler paylaşılırken insanlar tanışma ve samimi ilişkiler kurma şansı yakalıyor. Toplamda neredeyse 1500 çadır var. Laik ve solcuların çadırları bunların yaklaşık 200’ünü oluşturuyor. Başka görüşten insanların, örneğin Mukteda el-Sadr’ın takipçileri gibi, da çadırları var. Mahalle çadırları ve kabile çadırları da var. Her çadırda 4-5 kişi kalıyor.

Irak toplumu oldukça kutuplaşmış ve bölünmüş durumda. Peki, Ekim’de ortaya çıkan bu harekete farklı kimliklerden kesimler nasıl yaklaşıyor?

Maske dike gönüllü aktivistler, hareketin sembol şehidi Safa al Saray’ın fotoğrafı ile.

Irak toplumunun kutuplaşmış ay da bölünmüş olduğunu söylediğimizde, insanların bu İslamcı partilere veya milislere gitmelerini veya bu İslamcı partilere girmelerine neden olmalarını sağlayan birçok önemli neden olduğunu anlamalıyız.

Ülkede çok büyük bir işsizlik ve kötü bir ekonomi sorunumuz var. Kötü koşullar yüzünden halk şu an bu halde. Önceden Irak halkı mezhepçi miydi? Iraklılar daha önce bu kadar şiddet dolu muydu? Milislere veya IŞİD’e katılıyor muydu? Irak halkı daha önce birbirlerinden nefret ediyor muydu? Irak toplumu dindar bir toplum bile değildi. Bu mezhepçi anayasa yürürlüğe girdi ve insanları bölüp toplumu mezhepçiliğe sürükledi.

Silahları ve paralarıyla geldiler; toplumlar arasındaki bu mezhepsel sorunları kasten yarattılar. Ve bu büyük işsizlik sorunu nedeniyle, insanlar yaşamak zorunda oldukları için milislere ve orduya katılmaya ikna oldular. Bunların hepsi değişebilir. Ancak mevcut partiler bunu yapamazlar. Sünni, Şii ya da Kürt olsun mevcut tüm  partiler yozlaşmış. Bizi ayrıştırmaya ve bu sırada da halktan çalmaya bakıyorlar. Artık bugün halk mezhepçilik hakkında şakalar yapıyor. Mezhepçi sistem artık bir alay konusu haline geldi ve halkın gözünde bu artık bitti. Irak’ta bazı mezhepçi olayların gerçekleştiğini gördüğünüzde bilin ki bunun nedeni İslami partiler ve onların takipçileridir, halkın bu düşüncelere inanması değil. Halk hiçbir zaman inanmamıştı zaten. Ve 2010’dan 2020’ye kadar birçok ayaklanma oldu. Bunun kendisi dünyaya açık ve çok büyük bir mesajdır. Hepimiz bu yöneticilere karşı birlikteyiz.

Toplumun bütün kesimleri harekete katılıyor çünkü insanlar, hangi kimlikten olursa olsun, bu sistemi reddediyor. Şimdi yeni bir kimliğimiz var. 2015’ten önce insanlar her zaman, birbirlerinin kimliğini dillendirip önemserken şimdi birbirlerine sarılıyor ve bunun videolarını çekiyorlar. Ve hepimiz bu mezhepçi sisteme karşı birlikteyiz. Artık kimse kimlikleri veya mezhepleri hakkında bir şey söylemiyor. Önemli olan şu anda haklar, sosyal adaletsizlik ve işsizlik. Farklı dini kökenler artık önemli değil.

Tahrir meydanı 10 Mayıs’ta yeni protesto dalgası çağrısında bulundu, ancak görebildiğimiz kadarıyla kitlesel bir katılım yoktu. Şimdi durum nedir?

10 Mayıs’ta yeniden eylemlere başlayan halk, günler öncesinden varillerden kalkan yaparak eylemlere hazırlandı.

Bu doğru. 10 Mayıs’ta çok fazla insan yoktu, ama sanırım yine de 5.000’den fazla insan vardı. Bunun birçok nedeni var. Birincisi, örgütleyecek güçlü aktörler yoktu. İkincisi, insanların protesto ettiği sorunları çözme kapasitesine sahip net bir alternatif yok. Yaralanan, kaçırılan, hapsedilen insanlar oldu ve birçok şehidimiz var. Hal böyle olunca da, insanlar yeni bir ayaklanışı sorguluyor. İnsanlar kazanmak istiyorlar ama buna değişmesini istiyor, boşuna ölmeyi değil sonuç alıcı mücadeleleri istiyorlar. Bu yüzden halk sadece sokağa çıkmayı değil iyi bir şekilde örgütlenmeyi başarmak gerektiğini düşünüyor. Bazıları “Yeşil Bölge’ ye gitmenin anlamı nedir?” diye soruyor. Bazı insanlar hayal kırıklığına uğradı, çünkü dünya ne Irak halkını destekledi ne de hükümet üzerinde bir baskı kurdu. BM, AB ya da diğer kuruluşlardan beklediği tepkiyi görmemek hayal kırıklığı yarattı. Kanımız dünya için çok ucuz. Görünüşe göre Irak’ta neler olup bittiğini umursamıyorlar. Böylece insanlar yalnız olduklarını hissediyorlar. Irak halkı her seferinde yalnız bırakıldı. Üstelik Irak halkı ilk kez sokağa çıkmıyor. Daha önce de 2010, 2011, 2015 ve 2017’de de insanlar sisteme karşı ayaklanmıştı.

Ve bazı insanlar “protestoların alternatifi ne olabilir?” şeklinde sorular soruyor.  Birçok eylemci bu ayaklanmalardan kendisini diğer burjuva eğilimlerinden nasıl koruyacaklarını öğrendiler. Şimdi bazıları kendi partilerini, örgütlerini, komitelerini daha iyi bir örgütlenme aracı olarak kullanmak için kuruyor.

Ve gelecekte ne olacağını göreceğiz. Çok iyimserim ve gelişme kaydedeceğimize eminim.

Irak, Lübnan ve İran’da yeni bir mücadele dalgasının ortasında Irak’taki hareket nasıl başarılı olabilir?

Bu zor bir soru. Ve bu dünyadaki tüm devrimcilerin sorunu. Irak için çözülmesi gereken bazı temel sorunlar var. Birincisi işsizlik. İşsiz kadın ve erkekleri örgütlemeliyiz. Buna ek olarak, şimdi protestocuları sokaklarda örgütlemeliyiz. Ve elbette, işçi sınıfını örgütlemeliyiz. Petrol işçileri şayet hareketimizin içinde olsaydı hareketin çok güçlü bir silahı olabilirdi. Üçüncüsü, her düzeyde ilerici grupların ve aktivistlerin bulunduğu örgütler kurmak zorundayız. Bu çok önemli. Artık Orta Doğu’da karanlık bir nokta olmak istemiyoruz. İnsanlar diğer ülkelerden insanların dayanışmasını görmek istiyor. Biz de bir şekilde özellikle etrafımızdaki ülkelerin halklarının hareketlerini destekleyemeliyiz. Özellikle bu bağlantıları Orta Doğu’da kurabmalıyız. Bunu başardığımızda, tüm bölgeyi yöneten sistem zayıflayacak. Son aylarda gördüğümüz gibi, Irak’taki ayaklanmanın hemen ardından Lübnan’da çok büyük bir ayaklanma oldu. Irak’tan Beyrut’a halkları etkileyen şey, birleşik bir devrimin yenilmeyeceği gerçeğidir. Neden? Çünkü Ortadoğu’yu, İran’dan Beyrut’a, kadar aynı siyasal İslamcı sistemin yönettiğini gördük. Milisler isimleri ve para kaynakları bile aynı… Ayı para İran bankalarından gelerek Bağdat, Suriye ve Lübnan’a akıyor.

Bence değişimin tek yolu bu. Bu, çok çalışmayı ve birçok mücadeleler vermeyi gerektiriyor ama hiçbir şey imkansız değil.

ABD’nin Irak işgali derin yıkıma neden oldu ve Irak’taki her şeyi değiştirdi. ABD’nin işgal rejimi ile Irak halkının şu an yaşadığı sorunlar arasındaki ilişkiyi açıklayabilir misiniz?

Ve evet, bence Irak’taki ABD yönetimi hakkında konuşmak çok önemli. İşgalden sonra tüm ekonomiyi yok ettiler, ancak işgalden önce zaten Saddam Hüseyin bazı fabrikaları özelleştirmişti. Amerikan savaş ekonomisinde işler daha da zorlaştı. Paul Bremer siyasi sistemi feshetti ve yeniden kurdu: mevcut mezhep anayasasını getirdi ve silahlı milis güçleri onlara tesis ve inşaat sözleşmeleri sağlayarak desteklediler. Bu sözleşmeler İslami partiler için büyük ekonomik fonlardı. Böylece Irak toplumunda güçleri arttı. Saddam Hüseyin’in sefil sisteminden ve sefil bir ekonomiden zaten muzdariptik. İşçi sınıfı en kötü koşullarda yaşıyordu. Ve bu, bu yoksul insanların partilerde kadro bulması ve biraz para alması için iyi bir malzemeydi. İşte bu nokta ABD için milislerin başlangıcı oldu ve ABD yönetiminin bu yapısıyla tüm yolsuzluklar mümkün oldu. ABD mevcut sorunlarımızdan yüzde yüz sorumludur.

Irak’ın büyük bir bütçesi olmasına rağmen, Irak fabrikalarını finanse etmeyi bıraktılar ve bu parayı çiftçileri desteklemek için değil, altyapı inşa etmek için değil, halkı desteklemek için değil, bozuk rejimi desteklemek için kullandılar. Paul Bremer resmen Irak’a özelleştirmeleri ve Dünya Bankası’ın getirdi, bunu anayasaya yazdı ve bunu liberal ekonomi olarak adlandırdı.

Özelleştirme bahanesiyle kamu kuruluşlarını sattılar ama kime? İslamcı partilere. Tüm kamu ve özel sektörleri kontrol etmelerine izin verdiler. Havaalanlarını, fabrikaları, hastaneleri, okulları, üniversiteleri, sokakları, köprüleri, elektriği ve suyu kontrol ediyorlar. Bunlar ABD’nin Irak’taki politikasının doğrudan sonuçlarıdır. Her şeye ABD başladı ve sonunda bu yapıdan faydalanan İran oldu. ABD bize mezhepçiliğı, mezhepçi anayasayı, yeni liberal sistemi ve özelleştirmeleri getirdi.

Mezhepçiliğe Karşı İşçiler [Workers Against Sectarianism] grubunuzdan bahsedebilir misiniz? Ne zaman kuruldu? Siyasi hedefleriniz neler?

Grubumuz Mezhepçiliğe Karşı İşçiler (WAS) 2019 yılında kuruldu. Ancak hepimiz Irak’ın farklı yerlerinden eski eylemcileriz. Devlet temelli mezhepçiliğe karşı mücadele ediyoruz. Milisler, terörizm ve yolsuzluk mezhepçi sistemi nedeniyle var. Hayatlarımız ve hayallerimiz yok edildi.

Mezhepçilik işçi sınıfı içinde çatlaklar yaratmaya ve işçilerin birleşmesini önlemeye yarıyor. Mezhepçilik işçiler arasında duvarlar örüyor. Irkçılığın önünü açıyor. Mezhepçilik nedeniyle, işçi sınıfı, gerçek düşmanın kim olduğunu anlayamadı.

Bu nedenle, 2010’dan beri farklı şekillerde mücadelede olan bir grup aktivist, 2019’da bir grup kurmaya karar verdik. Hepimiz değil, ama çoğumuzun sol-ilerici bir geçmişi var. Biz yeni ve taze bir grubuz. Akademik veya entelektüel bir grup değiliz. Tüm bu sefalete neden olan sistemi değiştirmeye karar veren yaklaşık 20 kişiyiz.

Ve etrafında birleştirdiğimiz üç hedefimiz var. İş ve işsizlik sigortası istiyoruz bunun için de mezhepçi yapının sona ermesini istiyoruz. Dünyada ve özellikle bölgede dayanışma ağları kurmak istiyoruz. Son olarak, devrimin alternatif sesini dünyaya İngilizce ulaştırmaya çalışıyoruz. Dünyanın, Irak toplumunda ilerici unsurların da olduğunu bilmesini istiyoruz çünkü biz Irak’ta burada bir değişim yaratıyoruz. Devrimimizin ve politik başarılarımızın duyulmasını istiyoruz. Diğer gruplarla, komitelerle ve partilerle röportajlar yapacağız. İngilizce olarak birçok siyasi rapor, makale, podcast, video ve daha birçok şey yapacağız.

Kendimize devrimci bir grup diyoruz. Kendimizi daha fazla eğitmeye, organize etmeye ve daha fazlasını yapmaya çalışıyoruz. Gelecekte çok şey yapmayı dört gözle bekliyoruz. Ve Ekim ayaklanması bize çok ilham veriyor. Biz bunun bir parçasıydık. Tahrir meydanında bir çadırımız var ve mücadelenin bir parçası olarak toplantılara katılıyoruz.

Dünyamız her kıtada yeni nesil kitlesel mücadelelere tanıklık ediyor. Salgından önce, dünyanın sokakları öfke ve ayaklanmalarla doluydu. Irak’ta yeni yükselen bir mücadele dalgasının ortasında, dünyadaki işçilere ne söylemek istersiniz?

İnsanlar başkaldırıyor. Şili, Hong Kong, Lübnan, İran, Mısır, Cezayir, Tunus ve Fransa’daki Sarı Yelekler… Hepsi harika büyülü duygular yarattı. Dünyadaki birçok insana dokundu. Fransa’da sarı yelekler protesto etmeye başladığında, onlardan etkilenerek sarı yelekler giymiş ve Tahrir Meydanı’nda toplanmış birçok insan gördüğümü hatırlıyorum. Ben de onlardan biriydim. Bunun bir anlamı var: Biz bir tek sınıfız ve mücadelemiz birdir.

Her şeyden daha çok ihtiyacımız olan şey bir araya gelmek. Bu dünyayı değiştirmek için birbirimizi tanımamız gerekiyor. Çünkü kapitalizm Irak’ta da, Şili’de de, Fransa’da da veya dünyanın herhangi bir yerinde ihtiyaçlarımızı karşılayamıyor.

Kapitalizm sadece geçici çözümler verebilir. Ortadoğu’da savaşlar olmadığı, Afrika’da hastalık ve açlığın olmadığı, dünyada diktatörlüklerin olmadığı, Çin’de baskının olmadığı bir yaşam sunamaz. Tüm zenginliklere el koyan ve bunun için insanları öldüren emperyalist sistemle daha  fazla devam edemeyiz.

Ve sadece işçi sınıfı bunu reddedebilir. Çünkü sadece işçi sınıfı adil, eşit, barış içinde ve insancıl bir dünyaya öncülük edebilme yeteneğine sahiptir.

Irak’ta mücadelemize devam ediyoruz ve devam edeceğiz. Şimdilik, belki de Ekim İsyanı sona ermiş gibi görünüyor. Fakat Iraklıların bir sonraki ayaklanması için bekleyin. 2020’de, 2019’un Ekim ayında şaşırdığınızdan daha fazla şaşıracaksınız. En büyük mücadeleyi göreceksiniz. Ve aynı şekilde bu mücadeleleri sizlerin ülkelerinde de biz göreceğiz.  Kapitalizm çöküyor. Şimdi bizim zamanımız geldi.  

 

İlgili Yazılar:

Savaş Yorgunu Iraklı Emekçiler Çıkış Arıyor

 

Irak ve Lübnan'da İsyanlar Nereye Evrilecek? – Emre Güntekin

 

ABD-İran Rekabeti Emekçi İsyanını Zehirliyor – Emre Güntekin

 

Irak'ta İsyan Çapraz Ateş Altında- Derya Koca

ETİKETLER