İlhan Cihaner, Selin Sayek Böke ve Sol Kanat – V.U.Arslan
Selin Sayek Böke ve İlhan Cihaner CHP Kurultayı’ndan önce bir manifesto yayınladılar. CHP’nin AKP faşizmine karşı daha aktif mücadele etmesi gerektiği ana fikri etrafında şekillenen manifesto, kurultay dengelerinde pek etkili olamasa da tabandaki sol kıpırdanışın işareti olarak görüldü, dikkatleri çekti, burjuva medyada kendisine yer buldu ve dahası umut fakirin ekmeği şeklinde kimi sol çevrelerde epeyce alkış aldı. Benzer şekilde ocak ayında CHP İstanbul İl Başkanlığı’na seçilen Canan Kaftancıoğlu da aynı sol çevrelerde umut kaynağı olmuştu.
CHP sola kayar mı? Kaftancıoğlu, Böke, Cihaner gibi isimler bu ihtimalle ilişkilendirildikleri için önemseniyorlar. “CHP zaten düzen partisi, ne olduğu ya da sola kayıp kaymadığı bizi ilgilendirmez” demek çocukluk hastalığı olurdu. Bu yüzden meseleyi CHP’nin soluna taşacak şekilde ele almak faydalı olacaktır.
CHP, Dün ve Bugün
CHP, sosyal demokrat bir parti midir? Bu, hep tartışılan bir konu oldu. CHP, Avrupa’daki örnekleri gibi Marksizmi revize eden kitlesel işçi sınıfı partilerinden evrilmedi. CHP’nin burjuva ulus devleti kuran, yüksek bürokrasiyi oluşturan, milliyetçi kökleri, bugün partinin ulusalcı kanadında kendisini var ediyor. Partinin tamamında da bu tarihi köklerin hiç silinmeyecek izler elbette var. Ne var ki aradan geçen uzun zaman içinde köprünün altından çok sular aktı, CHP’nin kurucusu olduğu Türkiye Cumhuriyeti, bağrında taşıdığı çelişkilerle bugün artık bambaşka bir noktada. CHP de olduğu yerde kalmadı. O da burjuva cumhuriyetin yaşadığı çelişkiler ve dönüşümlerle başka başka şekillere büründü ve tarih boyunca farklı roller oynadı. 1930’lar CHP’si ile 1970’ler CHP’sini, Baykal CHP’si ile Kılıçdaroğlu CHP’sini birbirinden net bir şekilde ayırmak mümkündür.
Mesele sadece ülke sınırları ile ilgili de değil. Sosyal demokrasi dünya çapında büyük dönüşümler yaşadı. Emekçiler için bir takım reformlar elde etme devrinin kapandığı neoliberal çağda sosyal demokratlar, reformcu niteliklerini kaybetmiş, emekçi düşmanı politikalara adapte olarak sağcı patron partileriyle özdeş hale gelmiştir. Ortaya çıkan mana kaybı da bu partilerini bitmeyen krizlere sokmuştur. CHP ve önceli SHP de bu dönüşümleri birebir yaşamış ve krizlerden kurtulamamıştır. Başını Tony Blair, Gerhard Schroeder gibi liderlerin çektiği ne idiği belirsiz piyasacı sosyal demokrat tipi, evrensel bir tip haline dönüşmüştür. Kemal Kılıçdaroğlu tam da bu tipin Türkiye’ye has örneğidir. Serbest piyasanın gereklerine bağlıdır, ılımlıdır, emekçilere hitap eder, ama patronları da düşünür, emperyalist kapitalist sistemle bir sorunu yoktur, devletin bekasını aslında herkesten çok düşünür ve o bir devlet adamıdır. Geriye ne mi kaldı? Kürt sorununda daha yumuşaktır, kadın haklarını savunur, saldırgan değil, ılımlı milliyetçidir, evrensel değerleri vurgular, Batı’yı örnek alır… Kimilerinin sosyal liberal sentez dediği zırvalık budur. CHP’de net bir ulusalcı kanat var demiştik, bir de bu “sosyal liberal sentez” kanadı var. Peki bir sol kanat var mı?
Türkiye’de Sağ-Sol Kavramları
“CHP’de bir sol kanat var mı?” sorusunu cevaplamadan önce Türkiye’de kullanımda olan sağ-sol ayrışmasının yanlışlığına değinmek gerekir. 1990’lardan itibaren Türkiye’de sağ-sol ayrımı, sınıfsal ayrımlar üzerinden değil kültürel-kimliksel ayrımlar üzerinden tarif edilir olmuştur. Bu değişim Türkiye’ye has değildir; dünyada esen rüzgarlar, SSCB’nin yıkılması, sınıftan kaçış, kültürel çalışmalara yöneliş, kimliklerin yükselişi, medeniyetler çatışması vb. Dünya çapında devrimci sosyalistler büyük gerileme yaşadı, sosyal demokrasi sosyal liberal senteze dönüştü. Bu süreç, Türkiye’de çok daha ağır biçimde yaşandı. 12 Eylül güçlü devrimci geleneği ezdi, boşluğu siyasi İslam doldurdu. Bir yandan da Kürt illerindeki düşük yoğunluklu iç savaşta on binlerce insan canından oldu. İşte bu süreçte şiddetlenen kutuplaşma temelinde solculuk yeniden tariflenmeye başladı. Solculuk ve sosyalistlik; laiklik, cumhuriyet, çağdaş yaşam, Kürtlerin ve Alevilerin savunulması şeklinde algılanır ve anlatılır oldu. Sol ve sosyalizm bu meselelerle elbette ilgilidir, ama solun varlık sebebi ve liberallerden kökten şekilde ayrıldığı nokta, sömürü karşıtlığı ve toplumsal eşitlik mücadelesidir. Gelgelelim Türkiye’de sol, yaşam biçimi ve kimlikler kutuplaşmasına sıkışmıştır ya da sol bu kamplaşmadan doğru tarif edilmektedir. Bugün “sol” partilerin güçlü olduğu yerlerin laik yaşama biçimine sahip eğitimli orta sınıflar, Aleviler ve Kürtler olarak şekillenmesi buna karşın yoksul emekçi bölgelerinde “sol”un varlık gösterememesi bu durumun bir sonucudur. Geniş halk kitlelerinde solculuk, bir çeşit elitizm ve hali vakti yerindelik olarak algılandı. Sol ve sosyalistler, sınıf üzerinden değil de kültürel kodlar üzerinden gündeme geldikçe, algı da bunun üzerinden oldu. Neticede sol belirli toplumsal gruplara sıkıştı kaldı. Sadece CHP ve HDP değil, sosyalist eğilimlerin büyük kısmının ana faaliyetleri de kültürel çalışmalar konusunda odaklanmıştır.
CHP’de Karışan Kanatlar
CHP’de sol bir kanattan bahsetmek için Böke ve Cihaner’den fazlası yok elimizde. Birleşik Haziran Hareketi (BHH) Türkiye Yürütme Üyeliği de yapan Canan Kaftancıoğlu, Kemal Kılıçdaroğlu’nun ekibinde, seçilişi ve CHP kurultayındaki pozisyonu böyleydi. Mesele de burada başlıyor. Sol kanat tariflenmeye çalışılıyor, ama bu isimlerle Kemal Kılıçdaroğlu’nun sosyal-liberal sentezi arasındaki fark nerede başlıyor, nerede bitiyor? Seçimler yaklaşırken bir sürü makam ve mevki için CHP’de paralı ya da ünlü bir sürü insan genel merkeze yakın olmak ve kendine iyi bir yer bulabilmek için ne fırtınalar estirecek. İşte bu noktada parti içerisinde bir sol kanattan bahsetmek için başlangıç noktası, genel merkezden bağımsız (ve muhalif) bir ekibin emek merkezli bir radikalliği ortaya koymasıdır. Bu olmadan bir solculuk tarifi yapılamaz, ancak boş beklentiler ve kafa karışıklığı yaratılır.
CHP’de kanatlar meselesi Türkiye’deki yanlış sağ-sol kavramlaştırmasıyle beraber iyice karışıktır. Örneğin laikliği ve cumhuriyeti baş mesele olarak gören “solcularla” ulusalcılar arasındaki fark, sadece Kürt sorunundaki milliyetçilik dozajı mıdır? Bu durumda akla Kemal Okuyan’ın TKP’si geliyor. Afrin’e üstü kapalı şekilde destek verecek kadar milliyetçi, cumhuriyetçi ve laiklik odaklı bir komünist parti! Memleketteki sol ve sağ kavramlarının nasıl yanlış zeminler üzerinden şekillendiğini “komünistlik” üzerinden de görüyoruz. CHP genel merkezini yeterince ulusalcı, laikçi ya da Atatürkçü olmamakla eleştirenler Mehmet Bekaroğlu‘nu sağdan bir transfer olarak görüp oradan saldırıya geçiyorlar. Peki sağcılık kriteri ne? Kriter, Bekaroğlu’nun İslami kökleri. Yine kültürel kökenler belirleyici oluyor. Dindar bir isim olan Bekaroğlu, tutarlı bir şekilde emekçilere seslenmeye çalışmaktadır ve partinin çoğunluğuna göre anti-kapitalizme daha yakın bir isimdir ve bu yüzden de açık bir şekilde “onlara göre” daha soldadır. “Kültürel solculuğa” bir örnek de geçen dönem milletvekili olan Hüseyin Aygün. Sol bir isim, ama siyaset yapışı tamamen Dersim kimliği üzerindendi ve kimlikler-kültürler çıkmaz sokağında bir dinamik oluşturamadan kaybolup gitti. Şimdi örnekleri bir yana koyup sorumuza dönelim Selin Sayek Böke ve İlhan Cihaner sol bir kanat nitelemesini hak edecek bir program ortaya koyabildiler mi? Ya da Kılıçdaroğlu’nun sosyal liberal sentezi ile aradaki fark ne kadar?
Böke ve Cihaner Sol Kanat mı?
Eğer bir ikiliden bahsedebilirsek adından çok daha fazla söz ettiren Selin Sayek Böke’ye biraz değinmek gerek. Böke CHP’ye katıldığında parıltılı kariyeriyle dikkatleri üzerine çeken bir isimdi. Dünya Bankası ve IMF’de çalışmış, Bilkent Üniversitesi’nde iktisat bölüm başkanlığı yapan biri olarak CHP’ye katıldıktan sonra partinin ekonomi politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı’na getirilmişti. Selin Sayek Böke’nin bu görevdeki ilk icraatı, AKP’nin IMF gözetiminde 2007’ye kadar uyguladığı ekonomi politikalarını başarılı bulduğunu söylemek oldu. O sıralar AKP’nin ekonomi kurmayları olan Ali Babacan ve Mehmet Şimşek‘i övüyordu. Uzatmayalım bu dönemde Böke açık bir piyasa şampiyonu ve KK’nın sosyal liberal sentezine uygun Kemal Dervişvari bir isimdi. Ama belli ki Böke, siyasette AKP ile didiştikçe neoliberal teknik iktisatçı görüşlerini de değiştirdi. En azından bariz bir vurgu farkı olduğu aşikar. Şimdilerde AKP’nin neoliberal ekonomi politikalarına karşı çıkıyor ve sınıftan-emekten bahsediyor.
Böke-Cihaner çizgisinin temel vurgusu, “AKP faşizmine” karşı daha şiddetli mücadele etmek. CHP kurultayında yayınladıkları manifestoda “emek, özgürlük, Atatürk ilkeleri, evrensel sosyal demokrasinin değerleri, anti faşizm” en çok vurgulanan noktalar. Metin, bu ilkesel duruşları ortaya koyduktan sonra mücadeleye dair pratik öneriler getirmeye çalışıyor, ama bu kısımda OHAL zamanında “olağanüstü bir muhalefet” önerisinin ötesine gidilmiyor. CHP genel merkezini AKP’ye tavizler vermek konusunda eleştirip Kürt sorunundaki reformist renk belli ediliyor. Siyasal İslam’a ve neoliberalizme karşıtlık net olmalı deniyor.
Selin Sayek Böke’nin şahsi politik evriminde neoliberalizmden sola doğru dümeni kırdığını söyleyebiliriz. Ama yine de şu soru ortada duruyor: Sosyal-liberal sentezle köprüler gerçekten atıldı mı? Unutmayalım Kılıçdaroğlu da söylem düzeyinde emekten, ezilenden bahsediyor ve hatta CHP genel merkezinde emek bürosu kuruyor. Kılıçdaroğlu’nun ekibinde de Canan Kaftancıoğlu gibi, Veli Ağbaba, Aykut Erdoğdu, Ali Haydar Hakverdi gibi isimler var. Cihaner ve Böke’nin bu isimlerden bir farkı olması ve bir sol kanat oluşturabilmesi için gerçek bir yön değişikliğinin önerilmesi ve dolayısıyla bir yol ayrımının gündeme getirilmesi gerekir. “Daha mücadeleci olalım“dan ve sol jargonu kullanmaktan fazlasına ihtiyaç var.
Antagonistik Bir Çelişki Olarak Sınıf
Selin Sayek Böke ve İlhan Cihaner, emekten, ezilenden ve sömürüden bahseden bir noktadalar. Peki ya ezenler ve sömürülenler onlara ne olacak? Mesele sadece AKP değildir, AKP’nin düzeninden ihya olan patronlar sınıfına vurmadan sınıf merkezli siyaset olmaz. Kapitalistlere, hızla zenginleşenlere, emekçileri ölümüne çalıştıranlara, vurguncuya, talancıya, kayırılana vurmadan; işçiden-emekçiden-ezilenden yanayım, onların yaşam kavgasının yanındayım diyemezsiniz. Böke sınıftan bahsedecek noktaya geldiyse bilmelidir ki sınıf antagonistik bir ilişki olarak çatışmayı öngörür. Uzlaşmaz çelişkileri görmezden gelerek kuru kuruya emekçiden bahsetmek, insanlara samimiyetsizliğin daniskası gibi gelen burjuva politikacısı ağzıdır. Bakınız Kılıçdaroğlu’na hem emekçi edebiyatı yapıyor, hem de sermayeye verilmesi gereken hukuki güvencelerden bahsedip patronları da kollamaya çalışıyor. Neoliberal küreselleşmiş dünya düzeniyle bütünleşmekten bahsedip gariban babası rolünü oynamaya çalışıyor. ABD-AB gibi emperyalist kurumlar ve küresel sermaye ile zaten bir sorunu yok.
Bir başka örneği de İngiltere’deki İşçi Partisi’nden verelim. Jeremy Corbyn tabandaki sol basıncın etkisiyle partinin başkanlığına geldiğinde önce parti içerisinde sosyal-liberal sentezin ağa babalarını yenilgiye uğratması gerekti. Ölmekte olan partiyi ayağa kaldıran politikaları ise zenginlere servet vergisi getirmeye, özelleştirilen kuruluşları yeniden devletleştirmeye, eğitim parasızlaştırmaya ve bir dizi emekten yana radikal reformlar gerçekleştirmeye dayanıyordu. Nitekim bu politikalarıyla seçimlerde mutlak favori olan sağcı Muhafazakar Parti darmadağın oldu.
Corbyn sol kanat nasıl olunur iyi özetliyor. Peki, Selin Sayek Böke, belirli bir zenginliğe sahip olanlardan servet vergisi alınmasını dillendirmeye hazır mı? “Eyy Tayyip anlat bakalım, sen bu Tüpraş’ı Koç’a nasıl peşkeş çektin, halkın malını nasıl yağmaladın, ben bunları bu yağmacıların elinden alıp devletleştireceğim” diyebilecek mi? Özel okul, özel hastane talanına dur diyebilecek mi…
Neoliberalizm eleştirisinin varması gereken ilk durağı bu gibi işlerdir. Emek merkezlilik böyle bir şeydir. Sınıf demek uzlaşmaz çelişkiler ve emekle sermaye arasındaki mücadele demektir. Bunlar olmadan liberal demokratik haklar ve özgürlükler perspektifinin ötesine gidilmez. Oysa AKP’nin vurulacağı tek yer radikal emek programıdır. Taban bununla coşar, sadece HDP’yi değil CHP’yi de bunaltan şovenist ablukanın kırılması ancak bu yolla olur. Radikal emek programı ile ülkenin gündemi değişir, çelişki-düşman tanımı yeniden tanımlanır, siyasetin odak noktası AKP’nin en zorlanacağı yerlere çekilir, AKP’ye oy veren emekçi tabanda kaymalar yaratmanın tek yolu budur.
CHP’de Yaklaşan Felaket ve Sosyalistler
Böke ve Cihaner’in bahsettiği “olağanüstü dönemlerdeki olağanüstü muhalefet” bundan başkası olamaz. Başka da bir seçenek zaten yok. Kaldı ki CHP, içerisinden böyle bir sol muhalefet çıkaramazsa en geç 2019’a kadar ayakta kalabilir. Hatta bu sol muhalefet CHP’nin başına geçip radikal bir çıkış ile heyecan yaratamazsa Meral Akşener ve İYİ Parti‘nin ilk seçimlerde CHP’den yüksek miktarda oy çalarak partiyi göçertmesi kaçınılmaz görünmektedir. Görünen köy kılavuz istemez.
Peki Cihaner ve Böke, böyle bir işe girişebilir mi? Zor! Onlardan devrimcilik beklediğimiz yok. Zaten İngiltere’den “sol reformist” Corbyn örneğini veriyoruz. Diğer taraftan Marksizm ekolünün tesiriyle yetişmiş, veteran eylemci Corbyn ile IMF kökenli Böke ve yüksek bürokrasi kökenli Cihaner’i kıyaslamak ne kadar mantıklı? Burası açık, ama bizler de Türkiye’de son derece zorlu, basınç yaratan ve yapıları evrilmeye zorlayan zamanlardan geçiyoruz. Söz konusu olan bir çeşit varoluş mücadelesidir. Sürecin gerisinde kalarak dönüşüm geçirmeyen politik öznelerin her zamanki vasıfsızlıklarını devam ettirmeleri durumunda çözülmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu sadece CHP için değil, sosyalistler için de geçerlidir.
Zira sosyalist solun geleneksel aktörleri de hayal kırıklığından fazlası değil. Ki bu grupların bazıları CHP ile bir takım bağlara sahip. Örneğin Halkevleri ve BHH. CHP’de gerçek bir emek programı öneren sol bir kanadın olmadığını açıkladık, ama CHP’nin solunda da böyle bir programatik alternatif bulunmuyor. TKP, Halkevleri, ÖDP, BHH’nin radikal bir emek programı ortaya koyamadıkları ve CHP genel merkezinin geri plana ittiği laiklik ve cumhuriyet programına sarıldığını gözlemledik. Bu halleriyle de CHP içerisinde soldan yana baskı kurmaları imkansız. CHP’nin yaşadığı tıkanmanın bir benzerinin bu kesimde de yaşandığını söylemek durumundayız.
Sonuç
CHP’nin sol reformist bir çizgiye kayması, ülkedeki sınıf mücadelesi ve demokratik haklar mücadelesi için faydalı olacaktır. Ama bu konuda umutlu olmak için fazla bir neden ortada bulunmuyor. Sosyalist solun geleneksel aktörleri de kimlikler ve kültürel kamplaşmanın parçaları olarak siyaset yürütmekte, bu yüzden tıkanmaya uğramakta ve canlılık emaresi gösterememektedir. Bu yüzden biz devrimci sosyalistler kendimize güvenmeli ve sosyalist soldaki kabuk değişimi için güçlenmeye devam etmeliyiz.